Sabah kardeşlerimin bana seslenmesiyle kalktım her zamanki gibi en geç kalkan bendim. Elimi yüzümü yıkadıktan sonra üstümü değiştirdim ve kahvaltı yapmak üzere yemekhaneye gittim. Ares Kulübesinin masasına kardeşim Jack’in yanına oturdum. Sessizliği bozmak için pegasus konusunu açtım.
Kardeşlerime “Sizin pegasusunuz var mı?” diye sordum. Neredeyse bütün kardeşlerimin pegasusu vardı, artık benimde pegasus edinme vaktim gelmişti.
“Pegasus sahibi olmak için Kheiron’dan izin istemek gerekiyor mu?” dedim.
Jack “Hayır, gerekmiyor. Pegasus ahırına gidersin ve istediğin pegasus’un sahibi yoksa ona bir ad takarsın, ondan sonrada senin olur.” Dedi.
“Kahvaltı’dan sonra benimle ahır’a gelir misin?”
“Tabi ki” Dedi Jack.
Kahvaltımı bitirdikten sonra masadan kalktım ve kulübeye doğru ilerledim. Jack kahvaltısını bitirince kulübeye gelecekti ve oradan sonra ahır’a gidecektik.
Biraz bekledikten sonra nihayet Jack geldi.
“Hadi gidelim!” dedim.
“Tamam.”
Ahır’a doğru ilerlerken bir sessizlik çöktü ve nihayet ahır’a gelmiştik.
“Hangisi seçeceksin?” dedi Jack.
“Siyah olan göz rengi kırmızı.” Dedim.
“Güzel seçim tam senlik.” Dedi ve güldü.
“Adını ne koyacaksın?” dedi Jack.
“Ambrosia. Adı gibi pegasusumada ölümsüzlük versin.” Dedim.
“Tanrıların ölümsüzlük veren yemeği Ambrosia güzel!” dedi Jack.
“Pegasusumuda seçtiğime göre artık gidelim!” dedim.
“Sen nasıl istersen.” Dedi Jack.
Sessizlik içinde kulübemize doğru ilerledik.