New York’ta güzel bir gün… Evet, itiraf etmeliyim ki böyle güzel ve sakin günler karşınıza pek çıkmıyordu. Babamın evine gittiğimde yine her zaman ki gibi yeni mimari çalışması ile uğraşıyordu. Ne kadar çalışkan bir babam vardı öyle. Kafasını projelerden hiç kaldırmıyordu. Tabi bu ziyaretin amacı onu küçük dostumla tanıştırmaktı. Luna… Luna kim mi? Tabi ki de benim can dostum Beagle cinsi köpeğim. Tanrı Hades’in küçük bir armağanı. Ama o normal köpeklere benzemez. O yüzden şaşırmayın derim. Fakat Serenity ve Bayan O’Leary’i onu çok kıskanıyor. Doğrusu haklılar. Serenity mükemmel bir hayvan fakat şirin olduğu söylenemez. Bayan O’Leary ise bir fino şeklinde. Yinede boyutlarına göre büyük. En şirinleri Luna… Tabi buda Luna’nın işine geliyor. Neredeyse kamptaki herkes ona âşık. Bu yüzden diğer iki can dostuma hak veriyorum.
Babam Luna’yı görünce fazlasıyla şaşırdı tabi. ‘‘Serena, bu Susan’ın köpeğine çok benziyor?’’ Resmen bir soruydu. Sanırım her şeyi açıkça anlatmam gerekiyordu. Babamdan hiçbir şey saklayamazdım. Tabi babam bunları anlatınca gülme krizine girdi. ‘‘Tanrı Hades senin için özel bir canavar mı yaratmış?’’ Hala gülüyordu. Çok ama çok kırılmıştım. ‘‘Baba, ben kamptaki en güçlü melezlerdenim! Lütfen… Tanrı Hades’le mücadele etmiş biri olarak güçlüyüm elbette! Ben Tanrı Hades’i kaç kere kandırdım sen biliyor musun? İşte beni o yüzden öldürmek istiyor.’’ Babam hala gülmeye devam ediyordu. Sinirlenmiştim. Bu yüzden evden çıktım hemen. Babam bile dalga geçiyordu benimle, inanılacak gibi değildi.
Evimize en yakın olan parka gittim. Belki temiz hala fazlasıyla iyi gelebilirdi. Boş banklardan birine oturdum ve Luna’yı sevdim. ‘‘Hey canını sıkma prenses.’’ Luna’yı bu yüzden seviyordum işte. Otomatik olarak kolyemi okşadım. ‘‘Babam bile dalga geçti benimle Luna. O kadar güçsüz bir melez miyim ben?’’ Üzüntüm resmen kendini belli ediyordu. ‘‘Prenses saçmalama… Çaylak melezlerin kılıç konusunda korktuğu nadir kişilerdensin sen.’’ Başını kaşıdım ve gülümsedim. ‘‘Umarım haklısındır Luna.’’ O sırada bir ses duyuldu. Elimi cebime attığımda telefonumun şarjının bitmesine yakın olduğunu gördüm. ‘‘Telefonum mu? Ne zaman geldi bu buraya? Tanrım, ha-’’ Tabi sözüm yarıda kesilmişti. ‘‘Ooo bakın burada kimler varmış.’’ Arkamı dönünce üç tane Empusa ile karşılaştım. ‘‘Ah hayır!’’ Ortadaki Empusa sinsi sinsi gülmeye başlamıştı. Luna ise ne yapılması gerektiğini anlamış ve canavar boyutuna girmişti. Hırladı anda Empusaların yüzlerini görmeniz gerekti. Gerçekten çok ama çok komikti. ‘‘Luna… İkisini al ortadaki benim.’’ Çoktan ortadaki Empusaya göz dikmiştim. Çok güçlü görünüyordu ve tam bana uygun bir rakipti. Aslında onlarla savaşmamız fazla uzun sürmemişti. Işık Saçan ne zaman parlasa hepsinin gözleri gör oluyor bence onları parçalıyordum. Luna ise birkaç pençe ile temizliyordu hepsini. Tanrı Hades’in onu yaratması buradan belli oluyordu. Merak ediyorum, bilmediğim başka nasıl güçleri vardı acaba? Parktan ayrılırken Luna’ya son bir kez teşekkür ettim ve normal boyutuna dönüşmesini söyledim. Sanırım şimdi babamın evine gidip bu olanları anlatmam gerekiyordu. Acaba şimdi fikri değişecek miydi?