14- Tanrı ebeveynin tarafından sana bir sihirli eşya verilmesiyle ilgili rp yazacaksın.
Mekan: İstediğin yer
Katılacaklar: Sen ve ebeveynin.
(Ebeveynin oyunda olan bir karakterse, sana eşlik etmesini isteyebilirsin. Rp bittikten sonra sihirli eşyanın profilinde görünmesi için 'karakter' kategorisinden mesaj yaz.)
Yaşayabileceğim en berbat geceyi yaşamıştım. Tüm gece boyunca bir kere bile gözümü kırptıysam ne olayım! Bir türlü uyku tutmuyordu. Hala babamdan özür dilememiştim, dolayısıyla bir haftadır uykusuz geceler geçiriyordum ama bu gece bardağı taşıran son damla olmuştu. İç çekip kulübemden çıktım. Güneş daha yeni doğuyordu. Pegasus ahırlarına yöneldim. Nerissa’da beni bekliyordu. Sanki bir yerlere gideceğimi hissetmiş gibiydi. Poseidon haklıydı, Ness seçebileceğim en iyi pegasustu.
“Günaydın Nerissa, biraz gezelim mi?”
Nerissa yüzümü yalayarak bana karşılık verdi. Gülümsedim ve ona birkaç küp şeker verdim. Sonra da üstüne atladım ve uçmaya başladık. Birkaç dakika sonra Empire States binasının önündeydik.
“Kampa geri dön Ness, ihtiyacım olursa seni çağırırım” dedim. Ama Ness gitmek istemiyordu, başıyla omzumu dürttü ve acı acı seslendi.
“Endişelenme kızım. Burası babamın mekanı. Bana nasıl kötü bir şey olabilir ki?”
Nerissa’yı sakinleştirdikten sonra resepsiyonist Frank’e yöneldim. Bana karşı hep nazik olmaya çalışmıştır, eh, bu çok doğal, olsun o kadar ben Zeus’un kızıyım.
“Günaydın melezlerin en güzeli, en güçlüsü, en yeteneklisi”
“Kes sesini be adam! Yağcılığın hiç sırası değil. Umarım babam uyumuyordur?” dedim.
“Aslında geldiğin saati göz önüne alırsak bilemeyeceğim. İstersen Olimpos konseyine gitme, boşuna beklemiş olabilirsin” dedi. İlgilenmedim bile.
“O halde evine giderim. Olimpos’un yarısını kaplayan kocaman bir evi var” dedim ve Frank’ı daha fazla konuşturmadan Olimpos’a girdim.
Olimpos’ta, babamın sarayın dışında bekleyen en az bin tane görevli vardı. Anlamıyordum ya, tanrıların tanrısı olması dışında diğerlerinden ne gibi bir farkı vardı ki? Niye Poseidon’un sarayını bin tane görevli korumuyordu? Niye Hades’in sarayında sadece üç tane cehennem tazısı vardı? Babam kendini gerçekten fazla yukarıda görüyordu.
Hiçbir görevli içeriye girmeme karşı koymadı. Koskoca sarayda kaybolmamak için yardıma ihtiyacım vardı. Beni içeriye gönderen görevlilerden birine döndüm.
“Şeyy, babam şu an her neredeyse beni de oraya gönderir misin?”
Görevli bana döndü ve neşeli bir ifadeyle:
“Elbette kardeş Jennifer” dedi. Efendim?
“Sen bana kardeş mi dedin?” diye sordum.
“Elbette. Burada gördüğün herkes senin kardeşin. Biz babamızın sarayında gece gündüz nöbet tutarız” dedi. Sanırım bayılacaktım.
“Bunu sizden o istemiyor, değil mi?” diye sordum. Çünkü bunu benden isterse kendimi Hades’in sarayındaki cehennem tazılarına yem yaparım daha iyi.
“Hayır. Bizler ölümsüzlük kazanmış melezleriz ve bu harika hediyeyi bize verdiği için ona bu şekilde hizmet ediyoruz. Tamamen gönüllü yapıyoruz” dedi. İçimden enayiler diye söylenmeden edemedim.
“Şimdi gel, seni babamızın yanına götürelim”
Tabi ki beni getirdikleri yer yatak odasıydı. Babamın yatak odasına girersem sanırım hayatımda gördüğüm göreceğim en son şey babamın yüzü olurdu, sonra da Tartarus’a atılırdım. Bu yüzden kapıda beklemeye başladım.
1 saat geçti, 2 saat geçti, 3 saat geçti. Lanet kapı bir türlü açılmadı. En son dayanamayıp kapının deliğinden baktım. Babam orada yoktu! Sadece tanrıça Hera vardı. İçim ürpererek saraydan çıktım. Çok büyük tehlike atlatmıştım. Eğer Hera beni orada tek başıma yakalasaydı Tartarus’a umduğumdan çabuk ulaşabilirdim.
Bende Olimpos konseyine gittim. Babam oradaydı.
“Jenny! Seni burada beklemiyordum” dedi. Yanına kadar gittim ve tahtının yanında diz çöktüm.
“Özür dilerim baba. Yaptığım ve söylediğim her şey için. Tek bir yanlış anlama yüzünden sana karşı geldim. Çok özür dilerim, lütfen beni affet” dedim. Zeus’un yüzünü göremiyordum ama gülümsediğinden emindim.
“Seni affediyorum Jenny, ama lütfen bundan sonra anlamadan dinlemeden beni yargılama. Şimdi gelelim burada bulunuşuna. Madem geldin ve madem özrünü diledin, sana bir armağan vermek isterim” dedi ve üzerinde şimşek olan ve güneş gibi parlayan bir kolyeyi uzattı bana.
“Adı tahmin edebileceğin gibi Şimşek. Sana gökyüzünün ve şimşeğin gücünü verir. Seni koruyabilir, gerektiği zamanlarda kalkan, kılıç, şimşek, mızrak hatta kalem veya silgiye dahi dönüşebilir. Güçlü bir silahtır, yanında taşıdığın sürece kendini öncesinden bin kat güçlü hissedersin” dedi ve kolyeyi bana verdi. Hemen boynuma taktım.
“Teşekkür ederim baba. Hem kolye için, hem de affettiğin için”
“Önemli değil kızım. Umarım bir daha asla yolunu kaybetmezsin. Şimdilik hoşça kal”
Birden kendimi Melez kampında, kulübemde buldum. Kendi kendime gülümsemeden edemedim, sanırım her şey,ne rağmen babamı çok seviyordum!