Taht odasına gittik. Poseidon tahtında oturuyordu ve çok ama çok güçlü görünüyordu. Sanki dünyanın tek efendisiydi. Ona bakınca içimde bir endişe oluşuyordu. Bunun için ona bakmak yerine taht odasını göz gezdirmeye karar verdim. Poseidon’un hemen yanında Amphtirite oturuyordu. O da çok güçlü duruyordu. Görmek istediklerim bunlar değildi. Odanın diğer kalan kısımlara baktım. Burası gerçekten harikaydı ve çok görkemliydi. Kendimi konuşacak durumda hissetmiyordum. Bunun için kardeşime sen konuşmaya başlasana bakışı attım. O da hemen anladı ve söze girdi. Giriş cümlesi süperdi ama benim komiğime gitti. Gülmemek için kendimi zor tuttum. Derin derin nefesler almaya başladım. Yoksa gerçekten kahkaha atacaktım. Tanrı Poseidon bizi süzdükten sonra "Apollon’un iki çocuğu, geliş nedeniniz ne?" diye sordu. Sesinde öyle bir ton vardı ki önemli bir şey söylemezsek kendimizi su damlaları olarak bulabilirdik. Fazla bekletmemeye karar verdim ve "Tanrı Poseidon, diğer tanrılarla gücünüzü birleştirmeniz gerekiyor. Yoksa Gigantlar sizi yenecek." dedim. Poseidon önce tek kaşını yukarı kaldırdı sonra tekrar eski haline döndü. Yüzünden hiçbir şey anlayamıyordum. Kardeşim konuşmaya başladı; "Tanrım tehlike altındasınız. Bu gigantlar çok güçlü." dedi. Poseidon bir süre sustuktan sonra "Bunu bilmiyor muyum sanıyorsunuz." dedi. Şok oldum. Bunu hiç beklemiyordum. Dahası Poseidon bize yardım etmeye bilirdi. Ben bundan bunu anladım. Yutkunduktan sonra "Bir şeyler yapmayacak mısınız?" diye sordum. Poseidon "Bunlar sizi aşar küçük melezler." dedi. Tabii ki kardeşim hemen araya girdi, "Siz ailesiniz, bu Gigantları halletmeniz gerekiyor ve bu sadace sizin ve Hades’in Zeus’la birlik olmasıyla olur." dedi. "Sadece Gigantları yok edesiye kadar." diye ekledim. Poseidon "Düşünmem gerekiyor." dedi. Bu benim istediğim yanıt değildi ama en azından hayır dememişti.