Kulübemde amaçsızca dolanıyordum. Canım sıkılmıştı. Aklıma annem geldi onuuzun zamandır görmüyordum. Keşke onun yanında olabilseydim diye düşündüm.Kaçıp onun yanına gitmeyi düşündüm. Sonra bunun ikimiz içinde çok tehlikeli olacağı ihtimalini göz ardı edemedim. Buna değerdi ama. Anneme zaman geçirmeye değerdi. HHemen ahırlara koştum. Gözlerim Fırtına'yı arıyordu. Onu bulduğumda azında bir tutam saman, limon sarısı gözleriyle bana ''Ne oluyo böyle?'' der gibi bakıyordu. Hızla konuştum:
- Hadi Fırtına işimiz var. Bugün seni evime götüreceğim.
Fırtına'ya atladığım gibi direk New York'a uçtuk. Evim New York'un dış kısımlarında 5 katlı küçük bir apartmandı. Aslında öyle çok gösterişli bir yer değil. Anlatacak pek bir tarafı yok. Fırtına'yı tam evimizin önüne- park ettim. Sanırım insanlar onu son model bir motosiklet olarak görüyorlardı.
Kapının önüne geldim. Beş numaraya bastım. Evet en üst katta oturuyorduk. Kapı açıldı ve koşarak merdivenleri geçtim. En üst kata geldiğimde annem kapının eşiğinde durmuş kim geliyor diye bakıyordu. Beni görünce zümrüt yeşili gözleri ifade edilemez bir mutlulukla parladı:
-Luke! Tanrıya şükür ki iyisin.
Diye bağırarak beni öldüresiye sıkmaya başladı. Ancak şunu diyebildim:
-Anne beni beni daha fazla sıkarsan Hermes yanımıza gelecek.
Annem beni bıraktı. Muzipçe konuştu:
-O serseri Hermes'in bana borçu var bir kere. Eğer onu getirmenin tek yolu buysa...
Annem beni gıdıklamaya başlamıştı. Hiç durmadan kahkaha atıyorduk. Gözlerimden yaşlar akmaya başlamıştı. Annemi zar zor durdurabilmiştim. Bana kek pişirdi. Ona Melez Kampını anlatmaya başladım. Saatler nasıl geçti hiç anlamadım ama saat altı olmuştu. Artık gitmem gerekiyordu. Annemle vedalaştıktan sonra Fırtına'nın sırtına atladım ve Melez Kampı'nın yolunu
tuttuk.