Gün batıyordu. Zaten, gün batımı her zaman en sevdiğim şey olmuştur. Ayrıca bunu Long Island kıyısında izliyorsanız... Her şey mükemmeldi. Bugün, kampta sıradan şeyler yaparak geçirmiştim. Tırmanma duvarı ile boğuşmak gibi. Sıradan ama güzel. Yani şuana kadar hiç bir terslik olmamıştı. Tabii, kano gölünün orada bir Ares kızını sırılsıklam etmenin bir terslik olduğunu düşünüyorsanız o zaman başka... Yine de kampı seviyordum. Sonunda, Long Island kıyısına vardım ve etrafıma baktım. Garipti. Yani, burada her zaman bir kaç melez olurdu ama şimdi Long Island, bir rüzgardan ibaretti. Gözlerimi devirerek arkama baktım. Bir ses duyduğuma emindim. Ama şimdi ise tek ses, kuşların cıvıldaması ve rüzgarın sesiydi. Gözlerimi batan güneşe diktim ve yine başlayan sese dikkatime vermemeye çalıştım. Ama bu, bir Poseidon çocuğu için oldukça zordu. Tekrar arkamı döndüğüm de ise belki de en son görmek istediğim kişi duruyordu. Aslında onu tanımak oldukça kolaydı. Güzelliği, sert duruşu ve zeki görünümü sayesinde karşımda kinin Bilgelik tanrıçası olduğunu anlayabilirdi. Ama yunan efsanelerini hatırlayınca yüzümü buruşturdum. Babamın en büyük rakibi Athena'ydı. Üstelik bir Athena kızı ile çıkıyordum. İlk önce Athena'nın beni buharlaştıracağını sandım ama kendisini tutmuştu. Sesimin titremesine engel olamadım. "Tanr-Tanrıça Athena ? diye sordum. Buharlaşmayı hiç istemezdim doğrusu. Bir adım gerileyerek tanrıçadan cevap beklemeye başladım