Lucianna Fackrell Athena'nın Çocuğu/Kulübe Lideri
Mesaj Sayısı : 4356 Kayıt tarihi : 22/08/10
| Konu: Bilgelik Tanrıçası Yardımımı İstiyor C.tesi Ara. 04, 2010 1:58 am | |
| 46- Tanrı ebeveynin tarafından sana bir görev verilmesiyle ilgili rp yaz. Mekan: Empire State Binası/Olimpos Katılacaklar: Lucy ve NPC Athena. * Uyandığımda yine başucumda parlak bir zarf bulmuştum. Bu tarz şeylere alışık olmam lazımdı artık, malum yıllardır zorlu maceralar yaşamama rağmen hayatta kalmayı başarmış bir yarı-tanrıydım. Eh, haliyle Olimpos ahalisi tarafından kabul görmüştüm. Olumlu bir şey miydi? Tabii ki hayır. Olimpos eşrafının varlığımdan haberdar olmaları ve yaptıklarımı takdir etmeleri demek, daha fazla ayak işi ve daha fazla ölüm-kalım savaşı demekti. Bir de annem pek sevgili Tanrıça Athena'dan aldığım zihin kontrol gücüm vardı ki bu, 'Tanrı Zeus'un beni buharlaştırması için sebepler' listesinde, top 10'da her daim bir numaraydı. Eh, sanırım Kader Tanrıçaları benden fazla nefret etmiyordu, şu ana kadar karşıma çıkan imkansızlıklardan hep akıl sır ermez şekillerde kurtulmuştum. Hoover Barajı'nda iki devasa heykel canlandırmıştım mesela. Gözlerimi ovuşturarak yataktan kalktım ve tam bir fiyaskoymuşçasına bir süre zarfa pis bakışlar attıktan sonra, onu elime alarak açtım. İçinden yeşil, minik bir not kağıdı çıktığında, zaten üstünde yazan şeyin ne olduğunu hemen anlamıştım; 'Notu alır almaz Olimpos'a gel.' Altına 'A.' yazılması fazlasıyla gereksizdi, sanki ben baş harfi verilmemiş olsa bu yazının sahibinin annem Athena olduğunu anlamayacaktım. Sinirle bir nefes aldım ve kalkıp aceleyle giyindim, saçlarımı taradım ve artık her zaman hazır buludurduğum yolculuk çantamı omzuma takarak kulübemden dışarı çıktım. İki dakika içinde ahırlardan pegasusum Sherry'yi almış, üzerine atlamış ve Long Island sefalarında gökyüzünde süzülmeye başlamıştım. Sherry'ye hızlı olmasını söylediğim iyi olmuştu, Empire State Binası'na varmamız 10 dakikadan kısa sürdü veya yediğim rüzgar yüzünden ben zaman kavramımı yitirdim. İçeri girince pek sevgili dostum güvenlik görevlisinin başının kalabalık olduğunu gördüm. Bir kafile turistle, işaret dilinde anlaşmaya çalışıyordu. Turistler, çekik gözlerinden anladığım kadarıyla Çin'den geliyorlardı. Dostuma 'ben hallederim, rahat ol.' işareti yaptıktan sonra turistlere dönerek onlara Çince sorunun ne olduğunu sordum. Söyledikleri şey el konulan fotoğraf makineleriydi. Görevlinin gezilerinin bitmiş olmasına rağmen makinelerini geri vermediğinden, üzerine çökmeye çalıştığından dert yanıyorlardı. Dayanamayarak onlara "Adamcağız da haklı. Zeus'tan aldığı üç kuruş drahmi karşılığında bütün gününü burada melezlerden dayak yiyerek geçiriyor." dedim. Çinliler iyice karamsarlığa kapıldı, düşüncelerini okuduğumda adamla iş birliği yapan hainin teki veya tımarhaneden kaçmış bir zavallı olduğum yönünde güçlü tespitlere rastladım. Gözlerimi devirmemek için kendimi zorladıktan sonra resepsiyoniste dönerek turist kafilesini işaret ettim ve "Fotoğraf makinelerini geri almak istiyorlar." dedim. Bir yandan da İngilizce bilmemelerine rağmen buraya bir rehber ile anlaşmadan gelmeye nasıl cesaret ettiklerini düşünüyordum. Görevli rahatladığını belli eden bir nefes aldıktan sonra, resepsiyon masasının altından son model bir fotoğraf makinesi çıkararak bunu en öndeki çekik göze uzattı. Adam ışık hızıyla makineyi kaptıktan sonra kendi dilinde birkaç küfür savurdu ve topluca çıkış kapısının yolunu tuttular. Onlar gittikten sonra görevli bana dönerek, "Sen şu Athena kızısın, değil mi? Vay canına, Çince bildiğini bilmiyordum!" dedi. Ona sırıtarak, "Zaten Çince bilmiyorum." cevabını verdim. Eh, zihin okurken konuşulan dillerin bir önemi yoktu ve onlara, akıllarından geçirdikleri kelimelerle cevap vermek oldukça kolaydı. Yani, önünüzde bir sözlük varmış ve söylemeniz gereken kelimelerin altı fosforlu kalemle çizilmiş gibi bir şeydi bu. Görevlinin donuk bakışlarla beni süzmekte olduğunu fark edince, "Uzun mesele dostum, takma sen. 600. kata çıkmam için anahtarı ver, yeterli." dedim. Görevli kendi kendisiyle çelişen birkaç düşünceyi hızla aklından geçirdikten sonra bana borçlu olduğunu hissettiği için bir anahtar çıkararak elime tutuşturdu. Ona bir baş selamı verdım ve asansörlere doğru yönelmeden önce masanın üzerine teşekkür ettiğimi göstermek için birkaç drahmi bıraktım. "Te-teşekkür ederim." dedi beceriksizce. Eh, artık 17 yaşındaydım ve insanlarla ilişkiler konusunda daha fazla deneyim sahibiydim. Melez olduğumu öğrenmeden önce karakterimin büyük bir bölümünü oluşturan saldırganlık ve iletişim problemi sorunlarımı da halletmiştim. Tabii düşünce okuma gücüm sayesinde empati konusunda bir hayli uzman olmuştum, kısacası o sert Lucianna Fackrell yavaş yavaş şefkat pıtırcığına dönüşmekteydi. Asansöre atlayıp o muhteşem (!) müzik eşliğinde 600. kata vardım. Güzel Olimpos şehri tüm ihtişamıyla karşımdaydı ama beni tek ilgilendiren, Konsey Salonu'nda tarafından beklendiğim Tanrıça Athena'ydı. Hızla o tarafa doğru yöneldim. İçeri girdiğimde 12 tahttan on birinin boş olduğunu görerek rahatladım. Büyük çaplı bir sorun ile uğraşmam gerekmeyecekti anlaşılan. Anneme yaklaştım ve kibar olma çabasıyla önünde zarifçe eğildim. Bana hafif tebessümlü bir baş selamıyla karşılık verdi. Adrian ile ilişkimiz başladığından beri, annemden daha çok korkmaya başlamıştım. Kahinlik güçlerimi kaybetmem de ilişkimizin düzelmesini sağlamamıştı. O nedenle elimden geldiğince az karşısına çıkmaya uğraşıyordum, bir de istediği her şeyi tam olarak yerine getirmek bir numaralı hayat felsefem halini almıştı. 'Vaktimiz yok, derhal sadede geliyorum' bakışı attıktan sonra, "Seni buraya çağırma nedenim, zorlu bir sorumluluğu omuzlarına yüklemek istemem, kızım." dedi. Göğsümde bir sıkışma hissetmeme rağmen, "Ne isterseniz Tanrıça Athena." cevabını verdim. Annem şefkat değil, delici bakışlarına yakışan sert ve ukala bir şekilde gülümsedi ve "İstediğim şey, dünyanın dört bir yanını dolaşarak yeni melezler bulman ve onları sağ salim kampa ulaştırman. Bu çok tehlikeli bir görev ve sana verirken inan, gözüm hiç arkada kalmıyor." dedi. Bu, tüm hayatımın gidişatını etkileyecek olsa da beklediğim kadar zorlu bir görev değildi. Fazlaca seyahate çıkan biriydim ve keşif yapmaktan hoşlanırdım. Söylediklerini onaylamak için kafamı sallamam üzerine, "İstediğin kişilerin yardımını alabilirsin. Sormak istediğin bir şey yoksa, artık kampa dön." dedi. Ağzımı açmama fırsat vermeden beni Athena kulübesinin önüne ışınladı. Yaptığım seyahat yüzünden allak bullak olmuştum ama dinlenmeye zamanım yoktu, derhal yanıma birkaç melez alıp, yeni yarı-tanrıları bulmak için zorlu bir seyahate başlamalıydım! | |
|