Bu sabah erken kalkmıştım, odadaki herkes uyuyordu. Beni ise pek uyku tutmamıştı. Sıkıldığımı hissediyordum. Yatağımdan kalkıp bir kitap okumaya başladım ama bu da keyfimi yerine getirememişti. Bu yüzden üstümü değiştirdim ve çıkıp biraz dolaşmaya karar verdim.
Kampta neyin nerede olduğunu hala tam olarak öğrenememiştim ama Helen bir kere beni Kano Gölü'ne götürmüştü, oranın nerede olduğunu hatırlıyordum. Göl havasının iyi geleceğini düşündüğümden oraya doğru yürümeye başladım.
Sabahın erken bir saati olduğu için orada kimsenin olmayacağını düşünmüştüm ama yanılmışım. Arkası dönük, kahverengi saçlı bir kız oturmuş, gölü seyrediyordu.
Onu rahatsız etmemek için yavaş adımlarla ilerledim ve yanına oturdum. "Güzel manzara, değil mi ?" diye sordum. Bana döndü ve "Evet, gerçekten çok güzel. Bu arada ben Bells. Coco da diyebilirsin." dedi gülümseyerek.
"Memnun oldum Bells, ben de Summer ya da Kate. Hangisini tercih edersen." dedim ve ben de ona gülümsedim. Bu arada sen hangi Tanrı ya da Tanrıça'nın çocuğusun ?" diye sordu. "Athena'nın." diye yanıtladım onu. Ve ardından "Ya sen ?" diye sordum. "Hermes'in." Hermes... Bildiğim kadarıyla Tanrılar'ın habercisiydi. Bir ara onun hakkında daha fazla şey öğrenmeliydim.
Manzarayı izlerken gözüm gölün kenarındaki sandallara takıldı ve aklıma bir fikir geldi. Daha önce babamla birkaç kez sandalla gezinti yapmıştık ve çok eğlenmiştik. Kabul edeceğinden emin değildim ama yine de sordum:
"Sandalla bir gezintiye ne dersin ?"