Sıkıntıdan patlamak üzereydim, uzun süredir feci tehlikeli bir göreve çıkmamıştım ve bünyem buna alışık değildi. Aksiyon istiyordum ama feci olaylar zinciri de benim istememle hiçbir zaman başlamazdı. Birkaç kez Olimpos Konseyi'ni basıp tanrılardan görev dilenmeyi düşünmüştüm ama çok aşağılayıcı olacağı için bundan her seferinde vazgeçmiştim; gururlu bir kahramandım ve birinden zorla görev isteyecek kadar asla düşmezdim. Kardeşlerimin inek gözlüğü olak nitelendirdiği siyah kemik çerçeveli gözlüklerimi takmış, üç sene sonraki mezuniyetim için birkaç ay önce hazırladığım tezime eklemeler yapıyordum. Bu ödev sonucu belki bana üniversitede profesörlük bile teklif edebilirlerdi; içinde eski uygarlıklarla ilgili kanıtlanabilir ve dünyayı sallayacak bir takım bilgiler yer alıyordu. Eh, bir yarı-tanrı olmanın da bazı avantajları vardı, Olimpos'ta birkaç ölümsüz arkadaş edinmiştim ve bana eski yaşantılar hakkında arada hikayeler anlatıyorlardı.
Kulübemizin kapısı tıklatıldığında gelenin kardeşlerimden biri olduğunu düşünerek muhteşem havalı gözlüklerim (!) ve ağzımda bir kalemle kapıya doğru ilerledim. Açtığımda, karşımda dün kampa yeni geldiğinde tanıştığımız Ares kızını gördüğüme tabii ki sevinmiştim ama beni bu halde görmüş olduğu için de üzülmüştüm. Hemen kendimi toparlayarak, "Merhaba Eliesha!" dedim coşkuyla. Eliesha da gülümseyerek "Merhaba Lucy, rahatsız etmiyorum ya?" diye sordu. Sırıtarak, "Tabii ki hayır. İçeri geçsene." cevabını verdim. Evet, Ares kulübesi ile kulübem arasında bir takım anlaşmazlıklar vardı ve özellikle de konu puanlama olduğunda, genelde beni sinirden çatlatırlardı ama Eliesha kampa yeni gelmiş, puanlamadan bile habersiz bir melezdi ve çok iyi bir kıza benziyordu, ona cephe almamı gerektirecek bir durum yoktu ortada. Belki de kardeşleri Amanda ve Hermia gibi o da ileride çok iyi anlaştığım, yakın bir arkadaşım olurdu. Kanepelere otururken doğal bir tavırda "Kampa alışabildin mi?" diye sordum.