Hâlâ inanamıyordum. Tamam, bazı şeylere alışmıştım ama asfalttan bir taksinin çıkması çok garipti. Aslında tam New York trafiğine göre bir çözümdü. Troy nereye gideceğimizi söyledikten sonra bana dönüp,
“Sıkı tutunsan iyi olur.” dedi. Ben tam tutunacakken bir tümseğin üzerinden geçtik ve kafamı taksinin tavanına çarptım. Troy sürekli maç hakkında konuşuyordu. Anlaşılan, bu kampta sıkılmayacaktım. Vaktinden önce orada olacağımız kesindi. Pencereden dışarı baktığımda, etrafımız neredeyse bulanık görünüyordu. Önde bir tartışma var gibiydi. Taksiyi süren bir kadındı. New York’ta bir kadının bu mesleği yapması bana tuhaf geldi. Ah, tabii ya bu normal bir taksi değildi zaten.
Ön tarafa daha dikkatlice baktığımda, o da ne? Önde iki kadın daha vardı. Sürekli konuşup duruyorlardı.
Troy “Merak etme, tartışıp kavga bile etseler, araba sürmekte onların üstüne tanımam.” dedi ve güldü. Kadınlar sanki tek bir beyinden yönetiliyormuş gibi hep aynı şeyleri yapıyorlardı. Önde deminkinden daha sıkı bir kavga başladı. Troy’a baktım, endişeli gibi görünmüyordu. Hatta keyif bile alıyor diyebilirdim. Tam artık her şeye alışabilirim derken kucağıma bir göz düştü.
“Aman Tanrım! Bu da ne böyle?” artık çıldırmak için müsait bir ortam oluşmuştu. Gözü aldım ve elimde saniyenin onda biri kadar bile tutmadan Troy’a attım. Dışardan biri görse biri, arabada top oynadığımızı düşünürdü.