“Biraz sert çıkmadın mı?” diye sordum.
Troy’un yüzünde şaşkınlık vardı. Bunun nedeni Lucy’nin bizi bu kadar kolay bulması mı yoksa onun hiç tepki vermeden arkasını dönüp gidişine mi, bilmiyordum.
“Evet, belki biraz.” dedi.
Biraz düşündükten sonra ejderhanın beş altı metre ilerisinde çimlerin üstüne oturdu. Ben de yanına oturdum. Bu arada saat 17.00 olmuştu.
“İstersen maça gitmeyebiliriz.” dedim ve bunu biraz üzülerek söyledim.
Yüzündeki ifade aniden değişti ve “Saçmalama, bu maçı kaç gündür bekliyorum, biliyorsun. Bu maça mutlaka gideceğiz.” dedi.
“İyi ama saat beşi geçiyor. New York trafiğinde şehrin diğer tarafına saal altıya kadar varmamız mümkün değil. Pegasuslarla da şehrin ortasına inemeyeceğimize göre…”
“Merak etme, çok eğlenceli bir yolculuk olacak.” dedi gülümseyerek ve sırt çantasından bir drahmi çıkardı.
Artık Troy’un benimle dalga geçtiğine emindim. Tamam, yani drahmi bir Olimpos parasıydı ama bizi nasıl maça yetiştirebilir ki.
Devamı New York'ta!