Sıkılmış bir şekilde kampta dolanıyordum. Hiç bir kardeşim ortalıkta değildi ve çoğu kişi benden nefret ediyordu. Canım sıkılmıştı, ben de buralardaki ısırmayan (!) tek hayvanları bulacağım yere gittim. Pegasus Ahırlarına.
İçeride kimse yoktu ama pegasus kokusu her yeri doldurmuştu.
''Öggh!'' diye öğürdüm. İçerisi berbat kokuyordu! Bir yandan pegasuslara bakıp bir yandan da ilerliyordum. Onlar beni gördüklerinde kişniyor, şaha kalkmaya çalışıyorlardı. Kokuya rağmen gülümsemeyi başardım. Birer birer hepsini sevip diğerine geçiyordum. Bir tanesi çok ilgimi çekmişti. Benim dikkatimi çekmek için zıplayıp hoplamaya ve tepinmeye çalışıyordu.
''Oh, sakin ol oğlum.'' dedim ona bakıp. Ama o durmuyordu. Belki çıkmak istiyordur dedim içimden. Kapısını açtığım anda fırlamasını bekliyordum ama öyle olmadı. Yavaşça çıktı, sonra burnuyla beni dürtükledi. Sanki gel diyordu. onu takip ettim. Ahırdan çıkınca kanatlarını esnetir gibi açtı. Güneş ışığı simsiyah tüylerini daha da parlak gösteriyordu. Grimsi gözleri de parlıyordu. Sakince yürümeye devam etti. Sahil kenarına doğru gittiği iyi olmuştu, orada şu anda kimse yoktu. Biraz dolaştı -tabii ben onu takip ettim. Sonra geri dönme vakti gelmişti. Elimi biraz korkarak da olsa onun başına koydum. O da hemen arkasını döndü ve ahırlara doğru gitti. Artık yanında yürüyordum.
Satellite''Sen çok tatlı bir pegasussun. Ayrıca uslusun. Sana ne ad vermeliyim acaba?'' dedim ona. O ise buna gidip biraz çimen yiyerek karşılık verdi. ''Hımm... Royces olsa nasıl olur? Sana yakışacağından eminim.'' dedim. O da kişnedi. Bunu evet olarak aldım. Sonra onun yanından yürüyerek ahırlara doğru gitmeye devam ettim.