Bu sabah uyandığımda içim garip hislerle doluydu, bir çılgınlık yapacaktım. Duş alıp uyku sersemliğini üzerimden atınca mantıklı bir plan yapmaya koyuldum. Ama mantık ne zaman işime yaramıştı ki? Aklıma hiçbir şey gelmedi doğal olarak, yine iş başa düşmüştü. Kendi usülümle yapacaktım. Kulübemden çıkıp pegasus ahırlarına doğru yürümeye başladım. O an beni çok şaşırtan bir şey oldu, pegasusum Miracle ahırdan çıkmış bana doğru koşuyordu. Bu kanatlı at gerçekten çok zekiydi, ona ihtiyacım olduğunu nasıl da anlıyordu... "Los Angeles." diye fısıldadım pegasusumun üstüne atlayıp. Sabah henüz kampta kimse uyanmamış olduğu için firar ettiğimi anlayamazdılar. Üstüme kalın bir şeyler almadığım için havada biraz üşümüştüm, ama sorun değildi. Uzun bir yolculuğun ardından Los Angeles şehri altımızda uzanıyordu. Miracle'a beni Nakil Sırasında Ölüm Plakçılık adlı dükkanın önünde indirmesini söyledim, bu dükkanın nerede olduğunu bile tam olarak biliyordu. Pegasusların yön duyuları çok güvenilirdi.
Dükkandan içeri girdiğimde birçok ölünün yanında bulmuştum kendimi, buraya son geldiğimde Lucy zihin gücünü kullanarak asansörlerin kapılarını açtırmıştı görevliye. Ama bu kez yanımda Lucy yoktu, kendi başımın çaresine bakmak zorundaydım. Bir planım vardı elbette, çantamdan yarım düzine altın drahmi çıkarıp görevli adamın önüne bıraktım, bu yeraltına gizlice girmem için makul bir ücretti. O da böyle düşünüyor olmalıydı ki, teklifimi kabul edip asansörün kapılarını açtı.
Aşağıda beni Yeraltı Dünyası'na götürecek küçük kayıklar bekliyordu, bunlardan birine yerleşip düşünmeye başladım. Buraya son gelişimi hatırladım, Lucy ile birlikte Hades'e esir düşmüştük. Sonra tanrıça Persephone'un yardımıyla kaçmış, ve Atlas'ı mağlubiyete uğratabilmek için Styks Nehri'ne girmiştim. Hades'in ordusunu da bulutuna çevirmeyi de ihmal etmemiştim tabi. Daha sonra ise bu ölümsüzlükten vazgeçmiştim, Athena'dan ölümsüzlüğü benden geri almasını dilemiştim. Oysa şu an çok işime yarayabilirdi, çünkü bir kez daha gizlice Hades'in Krallığı'na giriyordum. Benim yüzümden ölmüş olan insan arkadaşım Cathy'i görecektim, tabi Hades'e yakalanmazsam.
Cerberus'un karşısına kadar gelmiştim ölülerle birlikte, bu engeli nasıl geçeceğim ise bir muammaydı. Dahası nereye gideceğimi de bilmiyordum. Cathy mutlaka Elisyum Tarlaları'nda olmalıydı, bunu ondan daha fazla hakedecek birini tanımıyordum. Ama bir sorun vardı, Elisyum Tarlaları'na gidecek kişiler yargılanıyordu. Bu yargıdan nasıl geçecektim? Bundan daha önce düşünmeme gereken bir de Cerberus sorunu vardı tabi. Hala hangi sıraya gireceğime karar verememiştim, ama birden aklıma çılgınca bir fikir geldi. Cerberus'un korumadığı tek sıra vardı, o da ceza tarlalarına gidiyordu. Belki o sıraya girip içeri girdikten sonra Elisyum'a gitmek için bir yol bulabilirdim. Eh, denemeye değerdi. Başka şansım da yoktu zaten, ağır adımlarla ceza tarlalarına giden sıraya girdim, daha doğrusu direkt ilerledim. Çünkü sıra tamamen boştu. Eh, çok da şaşırtıcı değildi bu. Kim doğrudan ceza tarlalarına gitmek isterdi ki? Buraya gideceğine o kadar emin olan kişiler de Asphodel Tarlaları'nı tercih ederdi.
"Keşke buraya hiç girmeseydim." diye düşüneceğimi nasıl tahmin edebilirdim ki? Buradan Elisyum'a Tarlaları'na gidecek bir yol bulamadığım gibi, sıcaklığın giderek arttığını da hissedebiliyordum. Nasıl bir cehenneme gelmiştim ben böyle? Binlerce, hatta milyonlarca ölü ruh karşımda süzülüyordu, acı çeker gibi bir halleri vardı. Ama bunun nedenini anlayamıyordum, biraz sıcaktı gerçi ama o kadar da abartılacak derecede değildi.
"Sen ne yaptığını zannediyorsun orada?" diye bağırdı bir ses bana. Dönüp sesin sahibine baktım, Hades'in muhafızlarından biriydi. "Hemen ceza yerine dön!"
Dediğini ikiletmeyip diğer ruhlara yaklaştım, onlara yaklaştıkça ısı da artıyordu. Birkaç saniye sonra sıcaklığın neredeyse vücudumu eritecek düzeye geldiğini anlayınca durdum. Birkaç metre daha gitseydim vücudumdan eser kalmayabilirdi. Buradan hemen çıkmalıydım. Geldiğim yere doğru koşmaya başladım hızla, peşime de muhafızlar takılmıştı ve bas bas bağırıyorlardı. Ölümlü olduğumu da anlamışlardı, şimdi başım gerçekten beladaydı. Cerberus'un koruduğu kapılara gelene kadar bir engel çıkmadı önüme, orada ise engelin en büyüğüyle karşılaştım. Cerberus davetsiz misafir olduğundan haberdar olmuş olacak ki, ceza tarlalarının girişini kapatıyordu. Yapabileceğim hiçbir şey yoktu, şansımı denemek zorundaydım. Büyük bir hızla koşarak devasa köpeğin bacaklarının arasından geçtim. Köpek üstüme oturmak için geç kalmıştı, arkama bile bakmadan asansörlere dönmek üzere bir kayığa atladım. Yine şansımın yardımıyla ucuz yırtmıştım, ama istediğimi elde edememiştim.
Pegasusumun üstünde kampa geri dönerken "Bir gün seni görmeye geleceğim Cathy." diye fısıldadım gözlerimde yaşlarla. Nasıl yapacağımı bilmiyordum, ama mutlaka geri gelecektim.