Geçen haftaki el işleri alanındaki beceriksizliğim hala aklımdan çıkmamıştı. Kılıçtan başka bir silah da kullanmam gerektiğini düşünüyordum, ama ne zaman bunu denesem her şey ters gidiyordu. Ama bugün kararlıydım, kendime yeni bir silah edinecektim. Bunun için de gerekirse tüm günümü cephanelikte geçirecektim.
Sabah erkenden duş alıp hazırlandım, cephaneliğe vardığımda orada benden başka kimse yoktu. Burada kullanılmayan, atılmış ve lanetli silahlar da bulunuyordu, bu yüzden dikkatli olmalıydım. Bir hançer yığını gördüm ilk olarak, dikkatlice baktım. Hepsi sıradan gibiydi, içlerinde sadece bir tanesi diğerlerinden farklıydı, bu hançer yeşil renkte parlıyordu. Bu zehirli olduğu anlamına mı geliyordu acaba? Eh, bunu kendi üzerimde deneyemeyeceğime göre şu an için anlamam mümkün değildi. Hançeri elime aldım ve havada savurmaya başladım. Bazı melezlerin bunu kullandığına rastlamıştım, kamptaki baş düşmanım Jess de bir hançer kullanıyordu. Ama o çok ustalaşmıştı, benden en az 10 kat hızlı kullandığına emindim. Bununla savaşmamın mümkünatı yoktu, bununla nasıl canavarların üstüne koşacaktım? Bu bir suikast silahıydı, canavarların ortasına balıklama atlayan bir savaşçının silahı değil. Gerçi hançer kullanmada ustalaşabileceğimi de düşünmüyordum, ustalaşmak bir yana daha iyi olabileceğimi bile düşünmüyordum.
Bir yığın yay ve oka baktım daha sonra, bunlardan zaten vardı bende. Çok iyi olmasam da kullanabiliyordum, yaya ihtiyacım olduğunu düşünmüyordum. Mızrak kullanmaktan da vazgeçmiştim aslında, ama orada öyle bir mızrak gördüm ki, bunu denemeden oradan asla çıkamazdım. Mor alevlerle parlıyordu, bu sanki benim için yaratılmıştı. Koşarak mızrağı elime aldım ve kaldırdım, havaya kaldırmamla elimden uçması da bir oldu. Mızrak bir anda elimden uçarak odanın dört bir yanına doğru uçmaya başladı, her köşeyi döndüğünde ise tekrar bana doğru geliyordu, amacı sanki beni öldürmekti. Neyse ki ben mızraktan çok daha hızlı hareket ediyordum. Ama sonsuza kadar böyle kalamazdım ya sonuçta, kılıcımı çıkarıp bana doğru gelmekte olan mızrağı ortadan ikiye böldüm. Bunu yapmamla mızrak yere düştü ve beni rahat bıraktı.
Daha sonra ise dikenli sopalar dikkatimi çekti, bunlar sıradan tahta sopalar gibi görünüyorlardı. Ama uçlarında ilahi bronzdan dikenler vardı, bunlar gerçekten de tehlikeli oyuncaklardı. Bir tanesini alıp odadaki ahşap masalardan birine doğru savurdum, masa ortadan ikiye bölündü. Bu silahı gerçekten çok sevmiştim, ama görünümü bana uymuyordu. Benim taşıyacağım silah daha havalı olmak zorundaydı.
"İşte aradığım şey!" diye haykırdım bir anda kendimi tutamayarak. Odanın en uç tarafında beni bekliyordu. Siyah bir telin dolandığı güzel görünümlü ahşap bir sopa, ve bunun ucunda da bir zincire bağlı dikenli bir top. Bu bir gürzdü. İçlerinde sadece bir tanesi dikkatimi çekmişti, onu da özenle elime alıp incelemeye başladım. İlahi bronzun parıltısı gözlerimi kamaştırıyordu, bunun gücünü gerçekten merak ediyordum. Denemekten ne zarar çıkardı ki? Yakalanmazsam eğer, bir sorun olmazdı... Yeni silahımı alıp cephaneliğin demir kapısına geldim, gürzü kaldırıp tüm gücümle kapıya savurdum, sonuç mu? Kapı paramparça olmuştu. Büyük bir gürültü de olmuştu tabi, kamp yetkililerinin oraya gelmeleri an meselesiydi. Yeni silahımı çantama sıkıştırıp derhal oradan uzaklaştım. Sonunda yeni silahımı bulabilmiştim, bununla öldüreceğim canavarları şimdiden hayal edebiliyordum. Yeni silahıma "Assassin's Curse" adını vermeye karar verdim, çünkü bunun da lanetli bir silah olduğuna emindim. Öyle olmasa bile bu silahın tenine temas edeceği her canavar lanetlenmişe dönecekti!