Olimpos Rpg Percy Jackson ve Olimposlular ile Olimpos Kahramanları serilerinden esinlenilerek oluşturulmuş, zirvedeki rpg forum sitesi. |
|
| Titan Atlas'ın Kaçışı / Kurgu 1. (Othyrs Dağı) [5] | |
| | Yazar | Mesaj |
---|
Misafir Misafir
| Konu: Titan Atlas'ın Kaçışı / Kurgu 1. (Othyrs Dağı) [5] C.tesi Kas. 06, 2010 5:07 am | |
| "Othyrs Dağı'na nasıl gideceğiz, bir fikrin var mı?" diye sordu Lucy. Yeraltından çıkabilmiştik ama sorunlar bitmemişti, şimdi de Los Angeles'tan San Francisco'ya nasıl gideceğimizi bulmamız gerekiyordu. Yanımızda para olarak sadece altın drahmiler vardı, bu da taksiyle yolculuk yapmamızı imkansız kılıyordu. Taksilerin drahmileri kabul edeceğini hiç sanmıyordum. Ama... Belki biri hariç! "Hey Lucy! Gri Kız Kardeşler'i hiç duydun mu?" diye sordum. "Evet Adrian. Bilgelik tanrıçasının kızı olarak tabi ki her ihtimali düşündüm, bu da dahil. Ama ne yazık ki Gri Kız Kardeşler New York ve çevresinde çalışıyor sadece." "Ah, doğru ya." dedim sıkıntılı bir ifadeyle. "Peki ya fazladan drahmi versek? Mesela, 1 yerine 5 drahmi atsak?" "Hiç sanmıyorum." "Denemeye...?" "Eh, değebilir." diye tamamladı cümlemi ve çantasından yarım düzine altın drahmi çıkardı. "Stéthi! O harma diabolés!" dedi bağırarak. Bunun antik yunancada "Dur, Bela Arabası!" anlamına geldiğini anlamıştım. Çantasından çıkardığı drahmileri yere attı ve hiç beklemediğim bir şey oldu, paralar asfaltın içine gömüldü. Gördüğüm şey yüzünden şaşkınlıktan dilimi yutabilirdim. Yolun ortasında dikdörtgen bir havuz oluştu, ve bundan da bir araba çıktı. Gri renkli bir taksiydi bu. Vakit kaybetmeden Lucy ile arabaya bindik. "Nereye genç melezler?" dedi sürücü olan yaşlı kadın. Daha doğrusu üç yaşlı kadından biri. Arabanın ön koltuğunda sıkışmış üç yaşlı kadındı bu taksinin sahipleri, isimlerinin Öfke, Fırtına ve Eşekarısı olduğunu biliyordum. Gri Kızkardeşler'di bunlar. Onlarla ilgili bildiğim bir diğer şey ise, üçünün ortaklaşa kullandığı bir gözleri ve bir dişlerinin olduğuydu. Bunun ne kadar iğrenç bir şey olduğunu görme fırsatı bir daha elime geçmeyebilirdi, ama yolculuk boyunca özellikle onlara bakmamaya kararlıydım. "Othyrs Dağı." dedi Lucy sakin bir ifadeyle. "Othyrs mi?" dedi üç kadın da aynı anda. "Oraya gidemeyiz, lanetli yerler. İğrenç yerler." dedi sürücü. "Eşekarısı'na katılıyorum. Zaten bu çocukları sınır dışında olmalarına rağmen almak için geldik, ama Othyrs Dağı'na da gidemeyiz yahu." Bu konuşmaya dahil olmayı hiç istemiyordum açıkçası. "Size fazladan 10 drahmi daha veririz." dedi Lucy, bu onları heyecanlandırmıştı. "Eee, Öfke ne dersin? 10 drahmiye değer mi?" dedi Eşekarısı. "10 drahmiye her yere götürebiliriz derim ben. Ya sen ne düşünüyorsun Fırtına?" "Eşekarısı gözü versin, ben o zaman söyleyeceğim kararımı." dedi Fırtına. En sağda oturuyordu ve biraz küskün bir hali vardı. Dayanamayıp onlara bakmaya karar verdim, aynadan gördüğüm kadarıyla göz arabayı kullanan Eşekarısı'ndaydı. Hayatımda bu kadar iğrenç bir şey daha görmüş müyümdür, inanın bilmiyorum. Ortadaki Öfke'de de bir diş vardı, konuşurken görmüştüm bunu. Fırtına'nın neler hissettiğini anlayabiliyordum... Bir dakika, neler saçmalıyordum ben böyle?! "Hey!" diye bağırdım tam Eşekarısı cevap vermek üzereyken. "Acelemiz var bizim. Hemen yola çıkacaksınız çıkın, yoksa bizden tek bir drahmi bile alamadan New York'a geri dönersiniz." diye devam ettirdim. Lucy tereddütle bakıyordu bana, bu ültimatomumun işe yarayacağından pek emin değilmiş gibiydi. Neyse ki korktuğu şey olmadı. 15 drahmiden olmayı göze alamadı Eşekarısı, ve Fırtına'nın ne dediğine aldırmadan sürmeye başladı. Eşekarısı hayatımda görüp görebileceğim en kötü şoför olmalıydı, araba yol hariç heryerden gidiyordu. Tabi bunda Fırtına ile amansız bir kavgaya girişmiş olmalarının da etkisi vardı, Öfke ise bir sağına bir soluna dönüp ikisini de azarlıyordu. Asıl büyük kavga Fırtına'nın Öfke'nin ağzındaki dişi almasıyla başladı. Gözü alamayacağını anlayıp en azından dişe sahip olmak istemişti sanırım. İkisi didişmeye başlayınca Eşekarısı biraz rahat nefes aldı ve arabayı daha düzgün kullanmaya başladı. Diğer ikisinin kavgası her ne kadar başımızı şişirse de, sağa sola çarpıp gerçek anlamda başımızın şişmesinden iyidir diye düşünüyordum. "İşte geldik!" diye bağırdı Eşekarısı yaklaşık 10 dakika sonra. Gerçekten inanılmaz bir hızla gelmiştik buraya kadar. "Sizi burada bırakacağım, dağın tepesine çıkamayız. Şimdi, 15 drahmiyi alayım." diye devam etti. "O ne demek öyle Eşekarısı?" dedi Öfke sinirle. "Hepimize 5'er sikke düşüyor, hakkından fazlasını alamazsın!" "Öfke'ye katılıyorum." diye onayladı Fırtına. "Ama arabayı ben sürüyordum!" diye bağırdı Eşekarısı. Onların kavgalarını daha fazla dinlemeye hiç niyetimiz yoktu, Lucy 15 drahmiyi arabanın arka koltuğuna bıraktıktan sonra arabadan çıktık. Arka kapının camından üçünün de paraları toplamak için kapıştıklarını görebiliyordum. "Bir daha asla bu taksiyi kullanmayacağım." dedi Lucy. "Ne olursa olsun." "Kesinlikle." diyerek onayladım onu. Görevimizin sonuna yaklaşmış, Othyrs Dağı'nın eteklerine gelmiştik. Şimdi önümüzdeki ilk engel, hesperid kız kardeşlerin yaşadığı yerdeki altın elmalar veren ağacı koruyan ejderhaydı; Ladon. Onu Herkül'ün bile yenemediğini düşünürsek, onun yanından sıvışmaktan başka çaremiz yoktu. Neyse ki dağa çıkan geçidi değil, altın elma ağacını korumaktaydı. Onu atlatabilirsek de, Atlas ile yüzleşme vaktim gelmiş olacaktı...
|
| | | Lucianna Fackrell Athena'nın Çocuğu/Kulübe Lideri
Mesaj Sayısı : 4356 Kayıt tarihi : 22/08/10
| Konu: Geri: Titan Atlas'ın Kaçışı / Kurgu 1. (Othyrs Dağı) [5] C.tesi Kas. 06, 2010 6:00 am | |
| Dağın eteklerini tırmanmaya başladığımız gibi, Atlas'ın yakınlarda olduğunu hissettim. Ellerimin titremeye başlamasına engel olmak gibi bir niyetim yoktu çünkü titreme nedenim korku değil, sinirdi. Tanrıça Hestia'nın şu anda ne durumda olduğunu bilmiyordum, açıkçası bilmek istediğimden de emin değildim. İkimiz de hırslı ve hızlı olduğumuz için Adrian'la kısa sürede dağın tepesine varmayı başardık. Oradaki bir çalılığın ardına saklanıp Ares oğluna yanıma gelmesini işaret ettim. O da güzelce kamufle olduktan sonra parmağımla Ladon'u işaret ederek "Geçen sefer buraya geldiğimde onu Rose'un su gücü sayesinde geçmeyi başarmıştık. Sanırım bu defa öyle bir şansımız yok, hesperidlerden yardım istemeye ne dersin?" diye sordum. Adrian kafası karışmış bir şekilde bana baktı ve "Hesperidlerin bize yardım etmek isteyeceklerini hiç sanmıyorum." cevabını verdi. Gözlerimi devirerek o düşüncelerinde bir sonuca ulaşamadan önce "Onları etkilemek için zihin gücümü kullanabilirim, yalnız Ladon üzerinde ne kadar otorite sahibi olduklarını bilmiyorum." dedim. Adrian fikrimi pek iç açıcı bulmamış olsa da kafasını salladı. Saatine baktı ve "Ne bekliyoruz burada? Saat öğleni geçti." dedi. Gülümseyerek, "Bir saate yakın beklememiz lazım, buradan sadece akşam üstü geçebiliriz." cevabını verdim. Adrian'ın bunu sonradan hatırlayarak beni onaylaması üzerine vakit geçirmek için ne yapabileceğimizi düşünmeye başladım. Aklıma ne zamandır temizlemeye vakit bulamadığım için perişan hale gelmiş kılıcım Nefesalan geldi ve onu çıkarıp arkasında saklandığımız çalılıkların oradaki taşa sürtmeye başladım. Adrian vakit geçirmek için yere uzanıp gökyüzünü izlemeye koyuldu, bundan gerçekten nasıl zevk alabildiğini bilmiyordum çünkü gökyüzü sıradan bir oda tavanı kadar yakınımızdaydı. Sonunda bir türlü geçmek bilmeyen zaman doldu ve birbirimize bakıp kararlılıkla başlarımızı sallayarak saklandığımız yerden çıktık. Atlas'a giden yolun girişinin biraz sağ tarafında duran Ladon'dan olabildiğince uzakta kalarak temkinli adımlarla ilerlemeye başladık. Güzel tınılı bir kızın sesi bize "Durun!" diye bağırdığında hızla arkamızı dönerek onunla göz göze geldik. Onu önceki karşılaşmalarımızdan hatırlıyordum ve onun suratında da bende tanıdık bir şeyler bulduğuna dair bir ifade belirmişti. Az sonra gölgelerin arasında ilkine benzeyen iki güzel kız daha belirdi. "Ya şimdi, ya hiç." diye mırıldanarak suratıma sevimli bir gülümseme yerleştirdim ve bunu yapmaktan nefret etsem de üçünün beynine de aynı mesajı elimden gelen en güçlü biçimde gönderdim: "Ben sizin kardeşinizim ve arkadaşımla birlikte Atlas'ın yanına gitmemiz gerek." Hesperidleri kontrol etmek normal insanlar veya melezlere oranla daha zordu, babalarının Titan Atlas olduğunu düşünürsek, buna şaşırmamak gerekirdi. Yine de güzelce odaklanarak zihinlerine yerleştirdiğim düşünce karşısında hiçbiri uzun süre direnemedi ve bana içimi dağlayan şefkatli bakışlarla bakmaya başladılar. "Ladon'u geçmenize yardım edelim, kardeşim." dedi içlerinden bir tanesi. Ona bakarak gülümsedim ve başımı salladım, sonra üç kızın arkasından Adrian'la ilerlemeye başladık. Gözlerimin dolduğunu hissediyordum ama Atlas'ın karşısına çıkacakken ağlamamaya kararlıydım, bana artık daha da mesafeli bakan Adrian'ı görmeme rağmen. Hala bana yeraltındayken Zihindeşen diye seslenmiş olduğunu unutamıyordum, şimdi hesperidleri etkilemem üzerine de bir canavar muamelesi görüyordum ve bu sinirlerimi bozuyordu. "Sakin ol." diye mırıldandım kendi kendime, "Bu daha önce de başına geldi." Ladon'un ve koruduğu Tanrıça Hera'ya ait olan altın elma ağacının önünden geçerken, nefes almaya bile korkar vaziyetteydik. İlk hesperid geçti, ardından onu ikincisi ve üçüncüsü takip etti. Sıra bize geldiği sırada aniden kızlarla aramızda alevden bir duvar oluştu; Ladon Adrian ile benim yabancı olduğumuzu fark etmişti ve bizi geçirmemekte kararlı gibiydi. "Şimdi ne yapacağız?" diye sordu Adrian, ben Aegis'i ikimize de siper etmiş ve ejderhadan uzaklaşmaya çalışırken. Ona tek kaşımı kaldırarak baktım ve "Dikkat dağıtacağız." cevabını verdim. "Aşil lanetli olan sensin, kendini Ladon'un önüne at ve elinden geleni yap." dedim. Adrian bana deliymişim gibi baktıktan sonra dediğimi yapmak için kalkanın güvenliğinden çıkarak Ladon ile arasındaki mesafeyi kapatmaya başladı. Derin bir nefes alarak ben de dev koruyucunun arkasına doğru dolanmaya başladım, "Hey Adrian, sen Atlas'a ulaşabil diye kendimi Ladon'a püre yapacağım, onun için geçide yakın dur." desem arkadaşımın beni bırakmayacağını biliyordum, onun için mümkün olduğunca gizli bir şekilde altın elmalarla dolu ağaca doğru ilerlemeye başladım. Tahmin ettiğim gibi Adrian da Ladon da ağaca ulaşıp kısa bir tereddüdün ardından bir elmayı koparana kadar beni fark etmediler. Güzel ve parlak meyveye bir süre bakakaldım, kendisi benim ölüm fermanım oluyordu. Sonra yerden bir taş alarak Ladon'un kalın sırtına fırlattım ve "Senin bu ağacı koruman gerekmiyor muydu küçük solucan?" diye bağırdım. Sonra, aynı anda birçok şey oldu. Ladon bünyesinden beklenmeyecek bir hızla arkasına döndü ve öfkeli tıslamalar eşliğinde üzerime doğru gelmeye başladı. Arkasından vücudundaki tüm kan çekilmiş olan Adrian'ı görebiliyordum, donup kalmıştı ve ona "Gitsene, ne duruyorsun?!" diye haykırmam pek işe yaramadı. Gözlerimi kapatıp bir pestile dönüşmeyi beklerken bir ses duydum: "Kaç kardeşim, biz onu oyalarız." ve elmayı elimden alıp beni sırtımdan iterek Ladon'dan uzaklaştırmaya çalışan hesperidlere minnettar bakışlar atmak için sadece birkaç saniye vaktim oldu. Ardından, artık şoktan çıkmış olan Adrian beni kolumdan tutarak sürüklemeye başladı, bir yandan da "Bu yaptığın seni tanıdığımdan beri yaptığın en saçma şeydi, delilikti, nasıl böyle bir şey yapabilirsin..." şeklinde söyleniyordu. Bir süre sonra onu kolundan çekiştirerek susmasını işaret ettim ve sessizce "Sanırım yeterince gürültülü bir giriş yaptık, buradaysa Atlas bizi kesin fark etmiştir. Tetikte ol." dedim. | |
| | | Misafir Misafir
| Konu: Geri: Titan Atlas'ın Kaçışı / Kurgu 1. (Othyrs Dağı) [5] C.tesi Kas. 06, 2010 8:26 am | |
| "Sanırım yeterince gürültülü bir giriş yaptık, buradaysa Atlas bizi kesin fark etmiştir. Tetikte ol." Atlas buradaysa ne olacaktı yani? Ona olan öfkem hala geçmemişti, Atlas sorunu bekleyebilirdi. Ben Ladon'u oyalarken o kolayca kaçabilirdi, ardından ben de onu takip edebilirdim. Hayatına riske atmasına hiç mi hiç gerek yoktu. Bir de Athena kızı olacaktı! Zaten suçluluk duygum doruklara varmıştı artık, onun benimle birlikte bu göreve gelmesini istediğim için kendime kızıyordum. Onun yanımda olmasını seviyordum, ama böyle tehlikeli bir görevde? Eğer benim yüzümden başına bir şey gelirse benim nasıl hissedeceğimi hiç düşünmüyordu heralde. Öyle olmalıydı, bu kadar sorumsuz davranabildiğine göre... "Atlas'la karşılaştığımızda böyle bir saçmalık yapmayacağına bana söz ver." dedim ciddi bir ifadeyle. O kadar düşündükten sonra, eh gerçekten harika bir cümle kurmuştum. En azından biraz daha kibar olmayı deneyebilirdim, tabi o an buna kafa yoracak bir durumda olsaydım. "Nasıl bir saçmalık?" o da öfkeli görünüyordu şimdi. "Görevi kurtarmak için hayatımı feda etmek gibi mi? Burada söz konusu olan Olimpos Adrian, bizim dünyamız. Sadece o da değil, ölümlülerin dünyası da aynı şekilde. Bizim hayatlarımızın ne önemi var ki? Eğer bu görevi başaramazsak neler olabileceğini tahmin edebiliyor musun? Savaş bu, bazı fedakarlıklar gerektirir. Bazen veziri feda etmeden şahı alamazsın. Ve biz bu oyunda vezir bile sayılmayız." Bu uzun nutku dinledikten sonra kendimi düşünürken bulmam çok normaldi sanırım. Zekasıyla yine beni alt etmişti, söylediklerine mantıklı bir cevap vermek için birkaç saniyede aklımdan milyonlarca cümle geçmesi gerekiyordu. "Bu konuda haksız olduğunu iddia etmiyorum." diyebildim sadece. Düşündüğüme değmişti doğrusu! Ama asıl söylemek istediğim bu değildi. "Ama bu göreve beraber başladık, ve beraber bitirmeliyiz. Aynı şeyi benim yaptığımı düşünsene, biraz empati kur. Sen olmadan bu görevi tamamlamak istemiyorum. Başaramayacaksak da, beraber ölelim." "Haklısın. Mantık bana göre değil, bunu anladım." dedi bir süre düşündükten sonra. Hüzünlü bir ifade hakimdi yüzüne. Bu kadar iç karartıcı olmaya gerek yoktu, kaç kez ölüme gülerek gitmemiş miydik bu macerada? Ne değişmişti şimdi? "Dua et annen bu söylediğini duymasın." dedim gülerek. Eh, yüz hatları biraz gevşedi en azından, bu da bir şeydir. "Devam etmeliyiz artık." Gülmek iyi hoş ama, pek de sırası değildi açıkçası. Titanın ve karanlık dağın yarattığı dehşeti hissedebiliyordum, eğer içimdeki kararlılık olmasa hemen geri dönerdim. Birkaç dakikalık yorucu bir yolculuğun ardından dağın doruk noktasına ulaşmıştık. Etrafımız gri bulutlarla kaplıydı. Bulutlar dağın üstünde bir noktada birleşmiş, girdap halini almıştı. Ve o girdap da doğruca dağa iniyordu. Daha doğrusu tam olarak dağa değil, Tanrıça Hestia'nın omuzlarına! Burası gök ve yerin birleştiği yerdi. Bir ilahi güç tarafından sırtlanması gereken göğün ağırlığı buradaydı işte. Tanrıça Hestia dağılmış görünüyordu. Bir tanrıçanın bu kadar güçsüz düştüğünü daha önce hiç görmemiştim. Elbisesi paramparça olmuştu, göğün ağırlığını tutan elleri titriyordu. Kimin geldiğini anlamak için yüzünü kaldıramıyordu bile. Dudaklarının hareket ettiğini görebiliyordum, ama ses çıkmıyordu. Ne dediğini anlamam imkansızdı. "Lucy!" diye bağırdım, bir anda tanrıçanın yanına doğru koşmaya başlamıştı. Birkaç metre gidemeden midesine sert bir darbe almış gibi geriye doğru sendeledi, sonra da sırt üstü yere düştü. Kalkmasına yardım etmek için yanına gittiğimde korkunç bir kahkaha kapladı yeri ve göğü. "Demek ziyaretçilerimiz var. Ne dokunaklı!" dedi Atlas bize doğru ağır adımlarla yürürken. "Seni bekliyordum Adrian, ama yanındaki kız beni gerçekten şaşırttı. Zayıf zamanlarımda beni zihingücü denen saçmalıkla yenmiş olabilir, ama artık Kronos döndü. Hiçbir şey aynı değil artık Athena'nın kızı." son cümleyi öyle bir sesle söylemişti ki, ben bile neredeyse korkacaktım. "Atlas..." diye fısıldadı Lucy. Onu daha önce birçok kez öfkeli görmüştüm, çileden çıkmış bir halde görmüştüm. Ama onun bakışlarının bu kadar korkunç olabileceğini, bir şeyden bu kadar nefret edebileceğini hiç bilmiyordum açıkçası. Lucy'nin tüm konsantrasyonunu titan üzerinde yoğunlaştırdığını görebiliyordum, zihingücünü kullanmaya çalışıyordu muhtemelen. Ama pek etki ediyor gibi değildi açıkçası, Titanların General'i hala kahkahalar atmaktaydı. "Şimdi anladın değil mi? Artık çok daha güçlüyüm! Önce seni, sonra da arkadaşını öldüreceğim. Buraya gelip hayatta kalabileceğinizi mi düşünmüştünüz yoksa?" dedi kükremeyi andıran bir sesle. Ve kılıcıyla karanlık bir ışık demeti fırlattı Lucy'e doğru. Bunun tenine değmesiyle Lucy diye birinin artık olmayacağını bilmiyordum. Kılıcımı tüm gücümle ışık demetine savurdum, benimle birlikte Styks Nehri'ne girmiş olan kılıcım ışığı geri yansıttı Atlas'a. Yüzünde buz gibi bir ifade oluşmuştu. "Sakın bir daha kurbanımla arama gireyim deme Ares oğlu, sakın!" diye haykırarak kılıcıyla üzerime saldırdı. Tamam, Aşil'in lanetini üstlenmiştim, ölümsüzdüm, yenilmezdim. Ama karşımdaki de kampa yeni gelmiş bir melez değildi ya sonuçta! Titanların Generali'ne karşı düello ediyordum, darbelerini savuşturabiliyor olmam bile başarı sayılmalıydı. Dakikalar geçtikçe Atlas'ın suratı daha da çok asılıyordu. Beni hala nasıl öldüremediğini sorguluyordu sanırım. "Demek Styks Nehri'ne girdin." dedi gülerek. "Bunu yapacak kadar cesursun yani, takdir etmeliyim seni çocuk. Ama kimle düello ettiğini bilmiyorsun, bana karşı asla dayanamazsın." "Bu beni ilgilendirir." dedim dişlerimi sıkarak. Kılıçlarımız öyle bir hızla hareket ediyordu ki, görünmeleri imkansızdı. "Lucy, onu Hestia'nın yanına çekmeliyiz. Dikkatini dağıtmak için bana yardımcı ol lütfen." diye geçirdim aklımdan. İlk kez Lucy'nin düşüncelerimi dinliyor olmasını diliyordum...
|
| | | Lucianna Fackrell Athena'nın Çocuğu/Kulübe Lideri
Mesaj Sayısı : 4356 Kayıt tarihi : 22/08/10
| Konu: Geri: Titan Atlas'ın Kaçışı / Kurgu 1. (Othyrs Dağı) [5] C.tesi Kas. 06, 2010 9:52 am | |
| Atlas... en kötü, en berbat kabusum! Ben de onun kabusu, korkulu rüyası olmalıydım. Artık gerçekten de onu yendiğim zamankine oranla çok güçlüydü, ayrıca gücüme karşı bağışıklık kazanmış olacaktı, duvarlarını aşıp zihnine ulaşmayı başaramamıştım. Yine de pes etmeye niyetim yoktu, hele Ocak Ateşi Tanrıçası'nı o çaresiz durumda gördükten sonra, ölene kadar Atlas'a acı çektirmem gerekecekti. Evet evet, Atlas'ı yenebileceğimi biliyordum; tek başıma değil tabii, Adrian ile birlikte. Titan'ın zihnine girmeye çalışmam beni yormuştu, bu nedenle diğer düşünceleri engellemeye uğraşmıyordum ve Adrian'ın mesajını duydum: "Lucy, onu Hestia'nın yanına çekmeliyiz. Dikkatini dağıtmak için bana yardımcı ol lütfen." düşüncelerine cevaben ben de onun zihninde konuştum; "Tamam." dedim, "Sen sadece onu elinden geldiğince fazla oyalamaya çalış." Sonra karmaşık bir motor sistemi gibi çalışmaya başladı beynim. Atlas... Titanların Generali'nin dikkatini nasıl dağıtabilirdim? Onu kim bilir kaçınkı kez aynı tuzağa nasıl düşürebilir, Tanrıça Hestia'dan göğü sırtlama yükünü almasını nasıl sağlayabilirdim? Onun zayıf noktası neydi? Zayıf noktası var mıydı? İşte bu! Suratıma engel olamadığım, sinsi bir sırıtış yerleşirken karşımdaki ilahi gücün zayıf noktasını da buldum: hırsı ve kibri. İşte bu iki kelime Atlas'ı tam olarak tarif ediyordu. Adrian'ın fazla dayanamayacağını biliyordum, Tanrıça Hestia ise tamamen perişan olmuş durumdaydı. Derin bir nefes alarak ayağa kalktım, hızla düello etmekte olan arkadaşım ve Titan'ın karşına geçtim. Adrian beynimin içinde bas bas bağırıyordu: "Lucy! Ne yapıyorsun sen?!" Onu duymazdan gelmeye çalışarak bakışlarımı doğruca Atlas'a çevirdim, o da Adrian ile savaşmayı bırakarak doğrudan bana bakmaya başladı. "Ah, demek önce ölmek istediğin konusunda ısrarcısın?" diyen Atlas kan dondurucu bir kahkaha attı. Elinin tek bir hareketiyle Adrian'ın 5 metre uzağa fırlamasına neden oldu ve üzerime doğru gelmeye başladı. Adrian'ın Styks Irmağı'na girdiği için bir düşüş yüzünden fazla hasar almayacağını biliyordum, şimdi tüm konsantrasyonumu Atlas'ın üzerinde toplarken, yapmaya çalıştığım şeyi anlamasını umuyordum. Benden çıktığına hayret ettiğim gevrek bir kahkaha attım ve "Aslına bakarsan... Senin tarafından öldürülmektense bir gorgonu tercih ederim, daha asil bir veda olur." dedim. İyiden iyiye sinirini bozarak, rakibimin zihin kalkanlarını indirmesini bekliyordum. Sonrası kolay olacaktı, Titan'ın en ufak boşluğunu yakaladığımda, onu çektireceğim acıyla etkisiz hale getirecektim ve Adrian ile birlikte, Tanrıça Hestia'dan görevi devralmasını sağlayacaktık. Tabii Tanrıların Generali kesinlikle zekası küçümsenecek biri değildi, o da konsantrasyonunu kaybetmemek için kendini şartlandırmışa benziyordu. Yine de, Athena kızı olan bendim. "İşin çok zor. Geçen seferki mağlubiyetinin ardından artık istesen de Kronos'un gözlesi olamazsın. Hatta Olimpos'u tek başına devirsen bile doğrudan bakmaz sana, onun gözünde bir böcekten farksızsız. İşe yaramayan, zayıf bir böcek." dedim, işimi iyi yaptığımı düşünerek memnuniyetle hafifçe gülümsedim. Titan'ın kontrolü bir anlığına zayıflar gibi oldu ama ben daha beynine bir emir iletemeden kendini tekrar toparladı. "Yararı yok, binlerce yıldır yaşayan bir efsaneyi bu şekilde yenemezsin." dedi kendinden emin bir havada. Tek kaşımı kaldırarak ona baktım ve "Kanıt mı istiyorsun? Al o zaman." diyerek önceden cebime koymuş olduğum drahmilerden birini çıkarıp havaya fırlattım ve "Titan Kronos." dedim. Sis bulutundan hallice İris mesajı yavaş yavaş şekillenmeye başlarken, Adrian yapmaya çalıştığım şeyi anladı ve Tanrıça Hestia'nın yanına gitti, onun ayağa kalkmasına yardım etmeye başladı. O anı yakaladığımız zaman sadece birkaç saniyelik vaktimiz olacaktı ve bu bizim tek şansımızdı. | |
| | | Misafir Misafir
| Konu: Geri: Titan Atlas'ın Kaçışı / Kurgu 1. (Othyrs Dağı) [5] C.tesi Kas. 06, 2010 11:20 am | |
| Beklediğimiz fırsat elimize geçmişti. Lucy iris mesajıyla Atlas'ın kafasını karıştırırken hemen Hestia'nın yanına koşup doğrulmasına yardım ettim. Bunu yapmamla beraber büyük bir acı hissettim. Göğüm ağırlığı bana da geçiyordu. Lucy'nin elini çabuk tutmasını diliyordum. Ya plan işe yaramazsa? Ya Atlas Lucy'nin ne yapmaya çalıştığını anlayıp bu tuzağa düşmezse? Neler olurdu düşünmek bile istemiyordum. Neler olup bittiğine göz attım, Lucy gözlerini kısmış Atlas'ı yönlendirmeye konsantre olmuştu. Titan ise hala bir anda Kronos'un huzuruna çıkmanın yarattığı şoktan kurtulamamıştı. Kafası karışmış görünüyordu, sanırım Lucy onun zihnine girmeyi başarıyordu. Atlas'ın gözleri iris mesajından bize doğru kaymaya başladı. Gözlerindeki kararsızlığı okuyabiliyordum, Lucy'e direnmeye çalışıyordu sanırım. Elimizi çabuk tutmamız gerekiyordu. Birkaç saniye sonra titan bize doğru yürümeye başladı, Lucy'e baktım, tüm gücünü kullanıyordu artık. Titan yanımızda durup iki eliyle göğün yükünü tuttu, biz de Hestia'yla tam zamanında çekildik oradan. Atlas'ı yine o yükün altında bırakmayı başarmıştık, biz de çekilince dizlerinin üstüne düşüp acı çekmeye başladı. Çektiği acı onu kendine getirmiş olmalıydı, ya da onu kendine getiren Lucy'nin kendini kaybedip yere düşmüş olmasıydı. Tüm gücünü kullanmış olmalıydı ona itaat ettirebilmek için. "Hayıııııııır!" Atlas'ın çığlığı bir deprem yaratabilecek düzeydeydi. "Hepinizden nefret ediyorum melezler! Ve özellikle sen Athena kızı Lucianna!" Onun şu an baygın olduğunu, söylediklerini duyamayacağını bilmiyordu sanırım. Tanrılara ve bize lanet okumakla meşguldü. "Bir gün bu yükten tekrar kurtulacağım, ve o zaman sizi doğduğunuza pişman edeceğim. Sizin de tanrıların da canı Tartarus'a!" Onun çığlıklarını daha fazla dinlemeye niyetim yoktu, arkadaşıma yardım etmeliydim. Tanrıça Hestia'yı bırakıp Lucy'nin yanına koştum. Sırt çantasından biraz ambrosia çıkarıp ona yedirdim, etkisini göstermişti biraz. "Ne oldu? Başarabildik mi?" diye sordu halsiz bir şekilde. "Evet Lucy, başardık. Harikaydın." dedim gülümseyerek. "Bu çok güzel." diyebildi sadece. "Kampa nasıl..?" Konuşmakta zorlanıyordu. "O kısmı bana bırakın çocuklar." dedi arkamızda duran Tanrıça Hestia. Göğün ağırlığından kurtulunca o da kendine gelmişti, çok daha güçlü görünüyordu artık. "Beni kurtardığınız için ikinize de minnettarım. Size olan borcumu ödemeye yetmez, ama sizi kampa geri döndürebilirim arzu ederseniz." "Teşekkürler tanrıçam, bu harika olur." dedim. Sayısız kez ölümle burun buruna gelmiş, ama sonunda görevimizi bitirmeyi başarmıştık. Tanrıça Hestia'yı kurtarmış, Atlas'ı sonsuz işkencesine tekrardan mahkum etmiştik. Uğraştığımıza gerçekten değmişti. Lucy de gitgide daha iyi oluyordu, Hestia'nın bizi kampa ışınlayacak olması da cabası. Bugün moralimi hiçbir şey bozamazdı. "Kendinize dikkat edin genç melezler. Bugün burada yaptığınız kahramanlık tarafımdan hep hatırlanacak, bana ihtiyacınız olduğunda hep yanınızda olacağım." dedi Hestia, ve heryer kararmaya başladı. Dağ, etraftaki bulutlar, Atlas'ın çığlıkları yok oluyordu. Bir boşlukta sıkışmış gibiydim birkaç saniye için, sonra ise kendimi çok tanıdık bir manzaraya bakarken buldum. Long Island koyundaydık. Yuvamıza, kampımıza geri dönmüştük!
(Othyrs Dağı kısmı bitmiştir.)
|
| | | | Titan Atlas'ın Kaçışı / Kurgu 1. (Othyrs Dağı) [5] | |
|
Similar topics | |
|
| Bu forumun müsaadesi var: | Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
| |
| |
| |
|