Olimpos Rpg
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Olimpos Rpg

Percy Jackson ve Olimposlular ile Olimpos Kahramanları serilerinden esinlenilerek oluşturulmuş, zirvedeki rpg forum sitesi.
 
AnasayfaLatest imagesKayıt OlGiriş yap

 

 Titan Atlas'ın Kaçışı / Kurgu 1. (Hoover Barajı) [2]

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
Misafir
Misafir




Titan Atlas'ın Kaçışı / Kurgu 1. (Hoover Barajı) [2] Empty
MesajKonu: Titan Atlas'ın Kaçışı / Kurgu 1. (Hoover Barajı) [2]   Titan Atlas'ın Kaçışı / Kurgu 1. (Hoover Barajı) [2] Icon_minitimeCuma Ekim 29, 2010 2:11 pm

Saatlerdir pegasuslarımızın sırtında yolculuk yapıyorduk Lucy ile. Çok yüksekten uçtuğumuz için üşümüştüm biraz, keşke yanıma daha kalın giysiler alsaymışım. Lucy pegasusunun üstünde uyuyakalmıştı. Nöbete gitmeden önce uyumuş olduğum için benim uykum yoktu. Aslında uyumayı da istemiyordum, yine kabus görmekten korkuyordum. Korkuyordum derken, istemiyordum yani. Ares'in oğlu olarak herhangi bir şeyden korkmak, bana göre değildi.
Nerede olduğumuza dair hiçbir fikrim yoktu. Uçtuğumuz yükseklikten yere bakınca hiçbir şey görünmüyordu çünkü. Tam bunlar aklımdan geçerken tekrar aşağı baktığımda bir nebze de olsa yanılmış olduğumu farkettim. Bir nehri kesen devasa bir baraj vardı aşağıda. Çok yüksek bir yapıydı bu, ihtişamıyla beni büyülemişti resmen. Bu baraj olsa olsa Hoover Barajı olabilirdi, yani dünya üzerinde yer alan en büyük baraj. Tam 220 metre yüksekliğindeydi. Lucy'i uyandırmak geçti aklımdan, sonuçta böyle bir yapıyı kaç kez görebilirdi insan hayatında? Özellikle de bizim gibi Amerika'nın batı kıyısında yaşayan insanlar.
Ben tam bunları düşünürken, tiz bir çığlık kapladı gökyüzünü. Etrafıma baktım dikkatle, hiçbir şey yoktu. Ama ters giden bir şeyler olduğunu hissedebiliyordum. Yalnız değildik. Lucy'e bağırarak uyanmasını söyledim. Uyku sersemliğini üstünden atmaya çalışırken söylediklerimin ne kadarını anlayabildiğini bilmiyordum, ama elimden geldiğince anlatmaya çalıştım. Miracle bile huysuzlanmaya başlamıştı. "Sakin ol oğlum, orada hiçbir şey yok." diye fısıldadım pegasusuma. Keşke iki saniye sonra yalancı çıkacağımı bilseymişim bunu söylemeden önce.
İlk duyduğum çığlığın aynısından bu kez onlarcası kulaklarımda yankılanıyordu. Yırtıcı bir kuşun sesini andırıyordu bu, ama daha tehlikeli bir şeyler olduğunu düşünüyordum. Lucy de öyle düşünüyordu sanırım, gözlerini kısmış, herhangi bir tehlikeye karşı hazırlıklı bekliyordu. Cebimden kupa as'ı çıkarıp kılıca dönüştürdüm. Bunu yapmamla ilk saldırıyı almamız bir oldu. Onlarca harpya büyük bir hızla pegasuslarımıza saldırıp uzaklaşmışlardı. Bunu öyle bir hızla yapmışlardı ki, kılıcımı kaldırmaya fırsat bile bulamamıştım. Pegasusumun ayaklarından kanlar akıyordu. Lucy de aynı durumdaydı. "Şimdi ne yapacağız?" der gibi bakıyordu bana.
"Hemen aşağı inmemiz gerek, bu şekilde devam edemeyiz." dedim Lucy'e. O da başıyla onaylayınca pegasuslarımıza baraja inmelerini söyledik. Baraja doğru hızla giderken o tiz çığlıkları bir kez daha duydum. Arkamı dönünce harpyaların hala peşimizde olduğunu anlamam zor olmadı. Ama onların kampta bizi denetliyor, ve arada temizlik yapıyor olmaları gerekmiyor muydu? Burada ne işleri vardı? Ve neden bize saldırıyorlardı? Sanırım bu soruların cevapları bir süre beklemek zorundaydı. Pegasuslarımız bizi barajın en üstüne bıraktığında aceleyle sırtlarından atladık Lucy ile, ve onlara kampa dönmelerini söyledik. Harpyalar da peşlerinden gidiyordu, ama pegasusların daha hızlı olduklarını biliyordum. Kampa güven içinde dönebilmelerini ummaktan başka bir şey gelmezdi elimizden, şimdi kendi durumumuzu gözden geçirmemiz gerekiyordu.
"Bu da neydi böyle?" diye sordu Lucy. "Bu harpyaların burada işi ne? Ve pegasuslarımızdan ne istiyorlar?"
"Keşke bunu bilseydim Lucy." dedim üzüntüyle.
"Şimdi ne yapacağız?" dedi Lucy. Biraz kızmış gibiydi. Ben de aynı haldeydim gerçi, pegasuslarımız gitmişti ve biz Hoover Barajı'nda kalmıştık. San Francisco'ya buradan nasıl gidecektik bilemiyordum.
"Bir yolunu... Hey, bu da ne böyle!?" diye bağırdım bir anda. Karşımda duran şey tek kelimeyle tüyler ürperticiydi. Devasa boyutlarda bir aslandı bu, ya da bir kuş. Başı bir kartalınki gibiydi, beyaz kanatları vardı. Ama vücudu, kuyruğu ve bacakları vardı. Bunlar ise bir aslanı andırıyordu. Keskin gözlerini bize dikmiş, bekliyordu. Lucy de arkasını dönüp bu yaratığı görünce küçük bir şok yaşamıştı.
"Adrian, bu bir Griffin." dedi Lucy sadece benim duyabileceğim bir fısıltıyla. "Ama griffinler normalde bu kadar büyük olmaz ki... Bu iyi değil, hiç iyi değil."
"Neden ki? Belki de zor durumda olduğumuzu anlamış, bizi San Francisco'ya götürmek için gelmiştir. Olamaz mı?" diye sordum umutla.
Lucy hayır anlamında başını salladı ve yaratığı işaret etti. Griffinin arkasında bir canavar ordusu belirmişti. Drakonlar, Laistrygonia'lı devler, telekineler ve daha niceleri... Sayıları nereden baksan 50'yi geçiyordu. Bunların hepsiyle baş edemezdik. "Barajın içine girmeliyiz." dedi Lucy panik içinde. Ona hak vermemek elde değildi.


En son Adrian Black tarafından Paz Ekim 31, 2010 7:12 am tarihinde değiştirildi, toplamda 2 kere değiştirildi
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Lucianna Fackrell
Athena'nın Çocuğu/Kulübe Lideri
Athena'nın Çocuğu/Kulübe Lideri
Lucianna Fackrell


Mesaj Sayısı : 4356
Kayıt tarihi : 22/08/10

Titan Atlas'ın Kaçışı / Kurgu 1. (Hoover Barajı) [2] Empty
MesajKonu: Geri: Titan Atlas'ın Kaçışı / Kurgu 1. (Hoover Barajı) [2]   Titan Atlas'ın Kaçışı / Kurgu 1. (Hoover Barajı) [2] Icon_minitimeCuma Ekim 29, 2010 9:35 pm

Hayatımda gördüğüm en büyük canavarlar ordusu karşımızda duruyordu. Hayatım boyunca bir sürü ordu gördüğümü düşünürsek, bu sefer işimizin bittiğini düşünüyor olmama şaşırmamak gerekirdi. En önde duran Griffin'e bakakalmıştım, ben onları sadık ve iyi niyetli yaratıklar olarak bilirdim ama şu anda gözlerini dikmiş bize bakarken anladığım kadarıyla tek hedefi bizi yemekti. Aklım hala pegasusum Sherry'yi yaralayan o iğrenç harpyalardaydı. Ne zorları vardı da kamptan bu kadar uzakta bize saldırmışlardı? Sanki birileri ne yaptığımızdan haberdardı ve bizi hedefimize ulaşmadan önce engellemeye çalışıyordu. Kesinlikle öyle olmalıydı, önümüzdeki canavarlar topluluğu da bunun en büyük kanıtıydı.

Adrian da benimle aynı durumdaydı, yuvalarından uğramış gözleriyle hala kaç canavarla karşı karşıya olduğumuzu hesaplamaya çalışıyordu. Kolunu dürterek arkalardaki Laistrygonia devlerini gösterdim, daha önce onlardan bir tanesiyle hiç karşılaşmamıştım ama ölümümün ellerinden olmasını isteyeceğim türden varlıklar kesinlikle değillerdi. "Barajın içine girmeliyiz." dedim çaresizce, bir yandan da önlem olarak kılıcımı elime almış, diğer bilekliğimi de kalkanım haline getirmiştim. Aegis'in kopyası olan kalkanımı gördüklerinde canavarlar biraz geriledi ama bu şaşkınlıkları fazla uzun sürmezdi, kısa süre sonra saldırıya geçeceklerinden emindim. Adrian'la birlikte baraja doğru ilerlemeye başladık. Bu güzel yapıyı böyle bir anda görmeme neden oldukları için canavarlara lanet okuyordum.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Misafir
Misafir




Titan Atlas'ın Kaçışı / Kurgu 1. (Hoover Barajı) [2] Empty
MesajKonu: Geri: Titan Atlas'ın Kaçışı / Kurgu 1. (Hoover Barajı) [2]   Titan Atlas'ın Kaçışı / Kurgu 1. (Hoover Barajı) [2] Icon_minitimeC.tesi Ekim 30, 2010 4:15 am

İkimiz de cesaretimizi o anlık bir kenara bırakıp son sürat baraja girdik. Arkamızdan gelen canavar ordusunun ayak sesleri tüm binada yankılanıyordu. Güneş yeni doğuyordu, bu nedenle henüz ziyaretçi yoktu barajda. Bunun şu an için pek de önemi yoktu gerçi bizim için. "Buradan." diye bağırdı Lucy, ben onun nerede olduğunu anlamadan kolumdan tutup beni bir asansörün içine çekti. Bir tuşa basmasıyla asansör aşağı inmeye başladı.
"Şimdi nereye?" diye sordum Lucy'e.
"Barajın en alt katına, oradan bir çıkış yolu bulmaya çalışırız. Dua et de bizim buraya girdiğimizi görmüş olmasınlar."
"Sence tüm bu canavarları kim üstümüze yollamış olabilir?" diye sordum çekinerek. Sinirlenmesinden korkuyordum, çünkü bakışları nefret, öfke, hüzün gibi duygular yansıtıyordu sanki.
"Bilmiyorum Adrian. Ama her kimse bizim iyiliğimizi düşünen biri olamayacağı kesin." gayet sakin bir şekilde söylemişti bunları. Daha fazla üstelemek bir fayda getirmeyecekti. Sessizliği bozmamaya karar verdim ben de.
En alt katta kimseler yoktu. Barajlara açılan kapılara gidecek olduk ki, kapıların kilitli olduğunu farkettik. Dışarıya açılan her kapı kapalıydı. "Geri dönmeliyiz." diye fısıldadı Lucy korku içinde. Yine son derece haklıydı. Ama sorun şuydu ki, asansörlerin ikisi de çağrılmıştı, aşağı iniyorlardı. Sanırım canavarlar burada olduğumuzu anlamıştı.
"Eh, işe bir de iyi tarafından bak." dedim Lucy'e. Şaşırmış görünüyordu, canavarlar yakında bizi burada sıkıştıracakken neyin iyi olabileceğini düşünüyordu sanırım. "Devler ve Griffin bu asansörlere sığmayacaktır, yani karşımızda sadece drakonlar ve telekineler olacak. Çocuk oyuncağı, ha?"
"Ya, ne demezsin." derken en azından kısa bir süreliğine de olsa gülümsediği için sevinmiştim. Burada öleceksek de onun gibi bir dostun yanında savaşarak ölmek çok da kötü sayılmazdı hani.
İkimiz de kılıçlarımızı çıkarıp asansörden karşımıza çıkacak canavarları beklemeye koyulduk. Birkaç dakika sonra asansörler durdu ve kapıları açıldı. İki asansörden de yaklaşık 20 ağır zırhlı ve silahlı canavar çıkmıştı. Her ihtimale karşı saatimin özel gücünü kullanayım dedim, ama sabah olmuştu, bunu kullanmak için çok geçti. Lucy ile aynı anda canavarların arasına koşmaya başladık. Karşıma çıkan ilk telekine, zırhının zayıf olduğu boğazına kılıcını savurmamla buharlaştı. Şimdi işin zor kısmı gelmişti. Onlarca canavar tarafından etrafım sarılmıştı, kılıcımı bir oraya bir buraya savurup darbelerini engelliyordum. Ama hızım bana çok uzun süre yardım edemeyecekti, eninde sonunda yorulacaktım. Savunmamda açık verme riskini göze alıp kılıcımı hızlıca bir drakonun göğsüne sapladım. Zırhı eriyip gitmiş, canavar da anında buharlaşmıştı. Onun buharlaşmasıyla açılan boşluktan koşarak aralarından sıyrıldım. Onların arasında hiç şansım yoktu, yapmam gereken hızımı kullanıp canavarların etrafında çemberler oluşturarak onları tek tek avlamaktı. Başımı kaldırıp diğer tarafa baktığımda Lucy'nin zaten bunu yapmakta olduğunu gördüm. Ah, zeki kız! Kendimi savunma işini arka plana atınca saldırı gücüm epeyce artmıştı, 10 saniyede bir canavar öldürüyordum. Yaklaşık 5 dakika sonra canavarlardan eser kalmamıştı. Lucy'e baktım, "Hmm, hayatta kalmayı başarmışsın gördüğüm kadarıyla." dedim ciddi çıkması için özen gösterdiğim bir sesle.
"Hem de senden önce bitirdim benimkileri." dedi gülerek. Gülmek için en uygun olmayan zamanlarda bunu başarıyorduk nedense.
"Hemen buradan çıksak iyi olacak." dedim bir anda ciddileşerek.
Lucy'nin de onaylamasıyla asansöre tekrar girip kafeteryanın olduğu kata çıktık. Bildiğim kadarıyla burada Athena tarafından Zeus'a hediye olarak verilmiş iki otomaton heykel vardı. Bunların buradan kaçmamıza yardımcı olabileceğini söyledim Lucy'e, tabi ki bizim için canlanma zahmetine katlanırlarsa. Kafeteryanın terasında bulduk aradığımız heykelleri, kanatları olan iki dev savaşçıydı bunlar. "Lucy, annene dua etmeye ne dersin?" İlk önce bir an afalladı, sonra ise onların canlanması için bunu yapmamız gerektiği konusunda bana hak verdi. Tam dua etmeye başlamıştı ki, tiz bir çığlık sesi kapladı her yeri. Dev griffin kanatlarını açmış üzerimize doğru geliyordu. "Plan iptal, geri dönmeliyiz." dedim Lucy'e, tekrar içeri girdiğimizde ise asansörden kafeteryaya doğru gelen 50'ye yakın canavarla karşı karşıya geldik. Bunları aşsak bile en üst kattaki asansörlerde devlerin bizi beklediğinden emindim. Buradan kaçmamız mümkün olacak mıydı acaba?


En son Adrian Black tarafından Paz Ekim 31, 2010 10:10 pm tarihinde değiştirildi, toplamda 1 kere değiştirildi
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Lucianna Fackrell
Athena'nın Çocuğu/Kulübe Lideri
Athena'nın Çocuğu/Kulübe Lideri
Lucianna Fackrell


Mesaj Sayısı : 4356
Kayıt tarihi : 22/08/10

Titan Atlas'ın Kaçışı / Kurgu 1. (Hoover Barajı) [2] Empty
MesajKonu: Geri: Titan Atlas'ın Kaçışı / Kurgu 1. (Hoover Barajı) [2]   Titan Atlas'ın Kaçışı / Kurgu 1. (Hoover Barajı) [2] Icon_minitimeC.tesi Ekim 30, 2010 4:56 am

Üstüm başım drakon tozu olmuştu! Ah, dua etmeye birkaç dakika önce başlamış olsaydım... Belki de şu anda iki dev heykelin sırtında uçuyor olurduk! Ama yok, ne zaman şansım yaver gitmişti ki?! Öfkeyle sesli bir nefes aldım ve Adrian'a döndüm, "Pekala, savaşmaktan başka şansımız yok. Bu arada... seninle savaşırken ölmek onur verici dostum." dedim. Adrian ilk başta sözlerim üzerine gülecek oldu ama sonra suratıma yerleşmiş ciddi ifadeyi görünce bundan vaz geçti ve kafasını salladı. Birden, "Ama bence pes etmek için erken!" diye bağırdı ve bize doğru gelen canavarlarla arasındaki mesafeyi iyice kapatarak, dövüşmeye başladı. Tek kaşımı kaldırarak arkasından baktım, bu Ares çocukları gerçekten de konu savaş olunca pes etmek nedir bilmiyorlardı... "Umarım bugün öğrenmez." diye mırıldandım ve yanına koşmaya başladım.

Daha önce de çok sayıda drakonla yüzleşmiştim ama bu sefer karşımda tür çeşitliliği gibi bir sorun vardı. Mesela, drakonların zırhlarının açıklıklarına odaklanıyordum ve karşıma bir telekine çıkınca anlık bir bocalama yaşıyordum, bu da yavaşlamama neden oluyordu. Omuzlarımı dikleştirip elimden geldiğince hızlı bir şekilde, canavarları doğramaya devam ettim. Bir ara gözüm etrafı sarılmış olan Adrian'a ilişti, gözlerindeki kararlılıktan anladığım kadarıyla durumundan rahatsız değildi. Birkaç dakika boyunca aynı tempota karşımıza çıkan yaratıkları haklamaya devam ettik, en sonunda hepsini toz bulutuna çevirmeyi başarmıştık. Sırıtarak Adrian'a döndüm ve "Çak bakalım!" diyerek sağ kolumu havaya kaldırdım ve o anda korkunç bir acı hissettim. Adrian'ın "Kolun... kötü görünüyor." demesine gerek yoktu, yaralanmış olduğumu zaten fark etmiştim. Acıyla suratımı buruşturarak tekrar Ares oğluna döndüm ve "Kolumu boşver şimdi, buradan nasıl çıkacağız?" diye sordum. Bana 'Athena kızı olan sensin' dermişçesine bir bakış attıktan sonra çaresizce asansörleri işaret etti.

"Sanırım başka şansımız yok." diyerek duygularıma tercüman oldu, birlikte yukarıda bizi bekleyen canavarlarla karşılaşacağımızdan emin olarak asansöre bindik. Bir 'ping!' sesiyle açılan kapıların ardından gözlerim hemen karşımızda duran Griffin'e odaklandı, demek kafeteryanın terasından tekrar buraya çıkmıştı... Tabii ona ulaşmadan önce yenmemiz gereken üç Laistrygonia devi olduğunu da fark etmiştim. Tereddütle Adrian'a baktım, geldiğimiz yer şimdi gözüme çok daha güvenli geliyordu, belki de en iyisi aşağı inip bu yaratıklar gidene kadar saklanmaktı... "Korkak olma." dedi içimdeki kafayı yemiş Lucy, "Sen bu devleri haklayabilirsin!" Sonra içime yerleşmiş anlık cesaretle birkaç adım öne çıktım ve kendimi bir devle karşı karşıya buldum. Robyn bir keresinde bana onlardan birini nasıl yendiğini anlatmıştı, "Başka çarem kalmadığını görünce yerde bir yarık oluşturdum ve onu Tartarus'a yolladım." demişti. Rose'un ise suyun basıncını kullanarak havaya uçurduğunu duymuştum. Eh, kalkandan farksız derilerini geçmek, kılıcım Nefesalan'ı bile aşan bir marifetti.

Aklıma bulunduğumuz yeri canavarlara karşı nasıl kullanabileceğimiz geldi, belki de Hoover Barajı devleri öldüremese bile bir süreliğine etkisiz hale gelmelerini sağlayabilirdi. Adrian'a dönerek az ötedeki baraj sularını işaret ettim. "Ne? Onları baraja mı düşürmeye çalışacağız?" diye sordu. Omuz silkerek "Daha iyi bir fikrin yoksa veya kendin barajı boylamak istemiyorsan, evet!" dedim. Yenildiğini kabul ederek başını salladı, sonra yerden büyükçe bir taş atıp karşımdaki deve fırlattı ve "Hey! Zırh kafa, buradayım!" diye bağırarak koşmaya başladı, gerçekten de devi arkasına takmayı başarmıştı. Şimdi sıra bendeydi. En yakındaki deve yaklaştım ve o daha beni fark etmeden, hemen arkasına geçtim ve iki elimle bacağına sıkıca tutunarak, üzerine tırmanmaya başladım. Dev varlığımdan haberdar olduğunda, çoktan omuzlarına ulaşmış ve sırtındaki yerimi sağlamlaştırmıştım. Sırıtarak beni üstünden atmak için sağa sola sallanmayı bırakmasını bekledim, sonra tam da benim istediğim gibi dosdoğru baraj sularına koşmaya başladı. İçimden "3... 2... 1... Şimdi!" diye sayarak tam o dengesini kaybetmiş sulara sert bir düşüş yaparken, devin üzerinden atladım. Betona yaralı kolumun üzerinde çakılmıştım ve korkunç bir sızı hissediyordum ama hızla ayağa kalktım, Adrian'ın ne durumda olduğuna bakmam lazımdı...
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Misafir
Misafir




Titan Atlas'ın Kaçışı / Kurgu 1. (Hoover Barajı) [2] Empty
MesajKonu: Geri: Titan Atlas'ın Kaçışı / Kurgu 1. (Hoover Barajı) [2]   Titan Atlas'ın Kaçışı / Kurgu 1. (Hoover Barajı) [2] Icon_minitimeC.tesi Ekim 30, 2010 6:17 am

Kafeteryayı kullanılamaz bir hale getirip orada onlarca canavarı öldürdükten sonra yeniden yukarı çıkmaya karar vermiştik. Dev griffinle karşılaşmak o an istediğimiz en son şeydi. Ama asansörlerden yukarı çıktığımızda Griffin'in bizi orada beklediğini farkettik. Biz nereye gidersek gidelim, o da peşimizden gelecekti belli ki. Ama ondan önce ilgilenmemiz gereken üç Laistrygonia devi vardı. Onları nasıl alt edeceğimiz hakkında hiçbir fikrim yoktu, bu nedenle Lucy'nin söylediği şeyi yapmaya karar verdim. Yerden bir taş alıp devlerden birinin kafasına fırlattım. "Hey! Zırh kafa, buradayım!" diye haykırınca da, dev peşime düştü. Baraja doğru koşarken gözucuyla arkama bakınca, Lucy'nin de bir diğer devin üstüne çıkmış, onu baraja doğru sürüklemekte olduğunu gördüm. Zaten yaralanmıştı, devler onun için daha da büyük bir tehlike oluşturuyordu artık. Düşüncelerimi peşimdeki devi barajdan nasıl düşüreceğime vermeye çalıştım. Barajın kenarına kadar gelmiştim, devle yüzleşmek üzere arkamı döndüm. Devle aramda birkaç metre mesafe kalıncaya kadar bekledim, sonra da kılıcımı havaya kaldırıp deve vuracakmış gibi yaptım. Aptal yaratık çok kolay yutmuştu bunu, bir anda üstüme doğru koşmaya başladı, benimse tek yapmam gereken aniden kenara atlayıp devin barajdan nehire düşüşünü izlemekti.
Dönüp Lucy'e baktım. O da bir devi barajdan düşürmeyi başarmıştı. Yaralı kolunun üstüne düşmüş olmalıydı, doğrulmaya çalışırken kolunu tutuyordu. O an geride kalan son devin ona doğru koşmakta olduğunu gördüm. Bunu görmemle birlikte hızla yanına koşmaya başladım. Dev ayakta zor duran Lucy'e tüm gücüyle vuracaktı ki sıçrayıp kılıcımla devin boğazını kestim. O an ölmesini beklerdiniz değil mi? Ama hayır, yaratık sadece küçük bir sıyrıkla atlattı saldırımı. Bu onu daha da öfkelendirmekten başka bir işe yaramamıştı. Ama en azından bu kez Lucy'e değil, bana saldırıyordu. Bu dev diğerlerinin yaptığı hatalardan ders almış olacak ki, özellikle baraja yaklaşmıyordu. Onu nasıl öldüreceğimiz bir muammaydı, devin saldırılarından kaçmaktan başka bir şey gelmiyordu elimden.
Devin bir saldırısından daha kaçtıktan sonra, yaratığın arkasında Lucy'i gördüm. Kendine gelmiş gibiydi. Gözleriyle bana ne yapmam gerektiğini anlatmaya çalışıyordu sanki. Sanırım anlamıştım ne demek istediğini, ne kadar başarılı olacaktı bilmiyorum ama denemeye karar verdim. Lucy ile birlikte aynı anda bağırarak iki farklı taraftan deve doğru koşmaya başladık, dev şaşkınlıktan hareket bile etmiyordu. Bir arkasına bir önüne dönüp neden stratejimizi değiştirdiğimizi anlamaya çalışıyordu. Yakında öğrenecekti nasıl olsa! Lucy ile aynı anda kılıçlarımızı tüm gücümüzle devin karnına sapladık, yaratık acı içinde haykırıyordu ama hala ölmemişti. Ben kılıcımı sağa doğru hareket ettirirken Lucy de kılıcıyla sola doğru gidiyordu. Birkaç saniye sonra dev ortadan ikiye bölünmüş bir halde buharlaştı. Bu zaferi kutlamaya fırsat bulamadık, çünkü devlerin öldüğünü gören griffin tiz bir sesle çığlık atıyordu.
"Lucy, ikimiz birleşsek bile griffin ile baş edemeyiz." dedim aceleyle. "Hemen baraja gir, kafeteryaya dön ve oradaki otomatonları tekrar canlandırmayı dene. Başarırsan onlarla barajın üstünden buraya uçarsın, beni de alırsınız ve buradan ayrılırız." O gelene kadar dayanamazsam neler olacağından bahsetmek istemiyordum. Bu gereksiz yere onun moralini bozacaktı. Gerçi o çoktan anlamıştı böyle bir ihtimal olduğunu, ne de olsa zeki bir Athena kızıydı. Başta bana itiraz edeceğini sandım, ama haklı olduğumu o da anlamıştı. O yaralı koluyla zaten dayanamazdı griffin karşısında.
"Haklısın. Lütfen ben gelene kadar dayan. Elimden geldiğince çabuk olacağım." dedi ağlamaklı bir sesle, ve koşarak barajdan içeri girdi. Ben ise karşımda dikilmiş dev griffinin keskin gözlerine bakıp kılıcımı iki elimle kavradım. Bu yaratığa karşı hiç şansım yoktu, ama pes etmeyecektim. Lucy dönene kadar kaç dakika dayanabilirdim, bunu düşünmek bile istemiyordum.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Lucianna Fackrell
Athena'nın Çocuğu/Kulübe Lideri
Athena'nın Çocuğu/Kulübe Lideri
Lucianna Fackrell


Mesaj Sayısı : 4356
Kayıt tarihi : 22/08/10

Titan Atlas'ın Kaçışı / Kurgu 1. (Hoover Barajı) [2] Empty
MesajKonu: Geri: Titan Atlas'ın Kaçışı / Kurgu 1. (Hoover Barajı) [2]   Titan Atlas'ın Kaçışı / Kurgu 1. (Hoover Barajı) [2] Icon_minitimeC.tesi Ekim 30, 2010 10:57 am

"Hemen baraja gir, kafeteryaya dön ve oradaki otomatonları tekrar canlandırmayı dene. Başarırsan onlarla barajın üstünden buraya uçarsın, beni de alırsınız ve buradan ayrılırız." Adrian'ın sözleri üzerine bir an ne yapacağımı şaşırdım. Cümlesini devam ettirmemişti ama onun da diğer ihtimali aklından geçirdiğini anlamıştım. Saniyenin onda biri kadar bir süre düşündükten sonra, dediğini yapmaya karar verdim. "Haklısın." dedim, "Lütfen ben gelene kadar dayan. Elimden geldiğince çabuk olacağım."

Onu böyle bir canavarla arkada bırakmak istemiyordum ama tek kurtuluş şansımız da o heykellerdi. Adrian'ın ben gelene kadar hayatta kalmayı başarmasını umuyordum, benim de gelirken yanımda iki devasa heykel getirmemi! Asansöre bindim ve geçmek bilmeyen bir sürenin sonunda kafeteryaya vardım. İki koca heykelin karşısında durdum ve "Hımm, buradan sonra doğaçlama takılacağım sanırım." dedim. Gerçekten de hayatım boyunca birçok psikopatça eylem gerçekleştirmiştim ama bu benim heykellerle ilk konuşmam olacaktı. Ne işe yarayacağını bilmememe rağmen boğazımı temizledim ve gözlerimi kapatıp odaklanmaya çalıştım... "Anneciğim, lütfen bana yardımcı ol!" diye tüm kalbimle dua ettikten sonra, heykellere dönerek konuşmaya başladım: "Şey... ııı, selam! Hey, siz! Uyansanıza! UYANIN DEDİM!" ama fayda etmiyordu. Aklım sürekli Adrian'ın şu anda ne halde olabileceğine takılıyordu ve odaklanamıyordum. Zaten mantıklı yanım hala iki heykelin canlanabileceğine inanmamaktaydı.

Pes etmek gibi bir lüksüm yoktu, tekrar denemeye karar verdim. "Ben Tanrıça Athena'nın kızıyım ve uyanmanızı istiyorum!" Kollarımı kavuşturup bir süre bekledim ama yararı yoktu... Gözlerimde yaşlar birikmişti, durumun çaresizliği bu kez sesime de yansıdı: "Arkadaşım yukarıda ve ölmek üzere, tek kurtuluş şansımız sizsiniz... Uyanın, lütfen uyanın..." Artık iyiden iyiye ağlıyordum, karşılaştığım canavarlar, zihnimi yoklayıp duran Atlas tehdidi, kolumdaki acı ve içinde bulunduğum çaresizlik beni esir almıştı. Sonra, bir mucize oldu!

"Biri lütfen mi dedi?" paslı sesin sahibi heykel hafifçe kıpırdandı. "Evet, evet ben de duydum, bize ihtiyacı varmış sanırım." Bir anda içim umutla dolmuştu ve gülümsemem tüm suratıma yayıldı! "Me-merhaba. Lütfen bana yardım edin!" dedim kibarca. Sihirli kelimeye sıkı sıkı yapışmaya kararlıydım: lütfen. "Zaten uzun süredir buradayım, çok sıkıldım. Sanırım ona yardım edebiliriz, değil mi?" Sol tarafta duran heykel rahat bir şekilde yanındaki arkadaşına döndü. Diğer otomaton bir süre sessiz kaldıktan sonra, "Bu yarı-tanrılar da bizi toplu taşıma aracı olarak kullanmaya başladı ya, neyse. Tamam, pekala kibar kız, sana yardım edeceğiz. Bu arada adım-" Heykeller benimle muhabbeti ilerletmeden önce kurtarmam gereken bir arkadaşım vardı, onun için devasa taş kütlesinin lafını kestim. "Ben de Lucy, tanıştığımıza memnun oldum. Şimdi, uçarak barajı geçip arkadaşımın olduğu yere ulaşabilir miyiz, lütfen?"

Birkaç dakika sonra, kendimi devasa bir heykelin sırtında, Hoover Barajı'nın üstünde uçarken buldum. İçinde bulunduğum duruma rağmen kendime engel olamayıp gülümsüyordum. Hatta bir ara -sızlayan yarama rağmen- kollarımı iki yana açıp derince nefes alarak, ciğerlerimin havayla dolmasını bile sağlamıştım. Pegasuslarla uçmak güzeldi ama... bu heykeller kesinlikle çok daha iyiydi! Adrian'dan ayrıldığım yere vardığımızda, yerdeki bir silüetin üzerine eğilmiş, ölümcül darbesini indirmeye hazırlanan Griffin'i gördüm. "Çabuk! Hemen onu Adrian'ın üzerinden çekin!" diye bağırdım telaşla.

Yanımızdan süzülen heykel lafımı ikiletmedi ve dosdoğru canavara doğru uçmaya başladı. İçimden lütfen onu ıskalayıp da Adrian'ı püreye çevirmesin diye dua ediyordum... Korktuğum başıma gelmedi ve heykelin gazabına uğrayarak toz bulutuna dönen, Griffin oldu. Sırtında olduğum heykelden beni indirmesini istedim, sonra feci şekilde yaralanmış -ama hala nefes alan- Adrian'ın diğer heykelin sırtına yerleşmesine yardımcı oldum. Çantamdan bir parça ambrosia çıkarıp eline tutuşturdum, sonra "Dinlenmen gerektiğini biliyorum ama buradan derhal ayrılmamız gerekiyor. Bu canavarlarla rastlantı sonucu karşılaşmadığımıza eminim." dedim. Kendi heykelimin üzerine bindim ve gökyüzünde süratle süzülmeye başladık, hemen arkamızdan diğer heykel ve onun sırtında da Adrian gelmekteydi...


(Adrian'ın ekleyeceği bir şey yoksa kurgunun Hoover Barajı kısmı sona erdi.)
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Titan Atlas'ın Kaçışı / Kurgu 1. (Hoover Barajı) [2]
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» Güneş Arabasıyla Hoover Barajı'na
» Titan Atlas'ın Kaçışı / Kurgu 1. (Styks Irmağı) [4]
» Titan Atlas'ın Kaçışı / Kurgu 1. (Othyrs Dağı) [5]
» Titan Atlas'ın Kaçışı / Kurgu 1. (Thalia'nın Ağacı) [1]
» Titan Atlas'ın Kaçışı / Kurgu 1. (Long Island Kıyısı) [6]

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Olimpos Rpg :: Kamp Dışı :: Hoover Barajı-
Buraya geçin: