| Çalınan Altın Post (Labirent) | |
|
+2Leonard L. Carter Cassandra Masen 6 posters |
Yazar | Mesaj |
---|
Cassandra Masen Thanatos'un Çocuğu
Mesaj Sayısı : 4293 Kayıt tarihi : 18/09/10
| Konu: Çalınan Altın Post (Labirent) C.tesi Ekim 23, 2010 11:55 pm | |
| Herkes girdikten sonra kapı kapandı ve birden karanlıkta kaldık. Sakin olmaya çalışarak derin nefesler aldım. Şimdi yönümüzü bulmamız gerekiyordu. Gözlerimin karanlığa alışmasını bekledim. Diğerlerinin mırıldanmalarını duyabiliyordum. Bazı ayak sesleri, değişen duvarların sesleri dahil her şeyi duyabiliyordum ama hangi yöne gideceğime bir türlü karar veremiyordum. En sonunda soluma baktım. -Sola gideceğiz dememle oradaki yolun kaybolması ve duvarın gelmesi bir oldu. Öfkeyle ayağımı yere vurdum. Sesli söylememem sadece işaret etmem gerekirdi. Şimdi ya sağdan gidecektik ya da düz. Sağıma baktım. Daha güvenli gibiydi. Onlara sağa doğru gideceğimizi gösterdikten sonra hançerimi çıkardım ve dikkatli bir şekilde yürümeye başladım. | |
|
| |
Leonard L. Carter Zeus'un Çocuğu/Kılıç Eğitmeni
Mesaj Sayısı : 1903 Kayıt tarihi : 09/10/10
| Konu: Geri: Çalınan Altın Post (Labirent) Paz Ekim 24, 2010 12:09 am | |
| Herkes girdikten sonra kapı kapandı ve birden karanlıkta kaldık. Şimdiki sorun yön bulmaktı. Jess
-Sola gideceğiz. dedi. demesiyle oradaki yolun kaybolması ve duvarın gelmesi bir oldu. Öfkeyle ayağını yere vurdu. Sağına baktı. Onlara sağa doğru gideceğimizi gösterdi. Kılıcımı çektim. Sağa döndük. Dikkatli bir şekilde yürüyordum. İçimden bir ses birazdan karşımıza bşir canavar çıkacağını söylüyordu. Yanılmadım da. Karşımıza Dev akrepler çıktı. Parıl parıl, safran sarısı, boyları 3 metre, pütürlü kıskaçları vardı, zırh misali pullu kuyrukları bulunuyor, kuyruğun ucunda boyu kılıcım kadar uzun bir iğnesi vardı.
'Bu biraz erken olmadı mı? dedim. | |
|
| |
Serena Su Hanzadeoğlu Athena'nın Çocuğu
Mesaj Sayısı : 4815 Kayıt tarihi : 07/09/10
| Konu: Geri: Çalınan Altın Post (Labirent) Paz Ekim 24, 2010 12:25 am | |
| Karanlıktı hem de çok. Sakin ol Sere, korkma hiçbir şey yok! diyip duruyordum kendime. Haydi, ama kendimi mi kandıracaktım? Biraz sonra iğrenç yaratıklar gelecekti. Of iyice saçmalamıştım, sussam çok iyi olacaktı. Jess, sola gideceğimizi söylemişti fakat duvarlar hemen o tarafın girişini kapatmıştı. Bu lanet labirent böyleydi işte. Mimarisine hep hayran kalmıştım ama bir yandan da korkutuyordu. Jess, sağ tarafı işaret edince hepimiz o tarafa doğru yöneldik. Jess’in arkasındaydım.
Tam konuşmaya başlayacaktım ki önümüze dev akrepler çıktı. Hepsi birbirinden iğrençti. Leo’nun sesini duydum ve gözlerimi devirdim. Bir labirentteydik ve bu olay her an olabilirdi. Sinirle konuşmaya başladım. ‘‘Bu labirentten ve siz pis kokuşmuş canavarlardan nefret ediyorum.’’ Kurşun kalemi cebimden çıkardım, elimde döndürdüm ve bir kılıca dönüşmesini hayal ettim. Kalemim kılıca dönüşünce önümde akrep biraz sersemledi. Kılıcım ile bir kaç darbe savurduktan sonra dev akrepçik yere yığılı verdi. ‘‘İğrenç!’’ Gerçekten de iğrençti.
| |
|
| |
Arthur Dragomir Küçük Tanrı
Mesaj Sayısı : 491 Kayıt tarihi : 06/10/10
| Konu: Geri: Çalınan Altın Post (Labirent) Paz Ekim 24, 2010 12:36 am | |
| Karanlık olduğunda fark etmeden Sat'in elini tuttum. Normalde tam tersinin olması gerekirdi ama nerdee? Kız bildiğin avcıydı ve bu da onun korkak olmadığının kanıtıydı. Yine de Sat'in elini bırakmadım ve bir an öylece kaldık. Sonra Jess soldan gideceğimizi söyledi. Tam bir adım atmıştım ki yol kayboldu ve yerine duvar geldi. Jess bu sefer öfkeyle ayağını yere vurdu. Bir an düşündükten sonra bize sağ tarafı gösterdi ve biz de o tarafa yürümeye başladık. Birden karşımıza akrepler çıkana kadar. Leo bir şeyler mırıldandı ama Sere kılıcını çıkarıp bir tanesini öldürdü. İğrenç olduğunu söylediğinde evet anlamında başımı salladım. Gerçekten iğrençtiler.
Excaliburu çıkardım ve bir tanesiyle savaşmaya başladım. Fark etmediğim iğnesi tam üzerime geldiği sırada birden karşımdaki akrep bir muza dönüştü. Muz da elini uzatmış Jess'in eline düşünce birden gülme krizine girdim. "Sağol ya ben de acıktım diyordum" dedikten sonra muzu onun elinden aldım. | |
|
| |
Leonard L. Carter Zeus'un Çocuğu/Kılıç Eğitmeni
Mesaj Sayısı : 1903 Kayıt tarihi : 09/10/10
| Konu: Geri: Çalınan Altın Post (Labirent) Paz Ekim 24, 2010 1:28 am | |
| Arthur gülme krizine girmişti. Akrepler hala üstümüze doğru geliyordu. İki tanesi bana doğru gelmeye başladı. Birini yok ettim. Diğerinin iğnesinin koluma girmesine engel olamadım. İğneyi çekti. Bir daha deniyecekti fakat klıcımı savurup onu da yok ettim. Kolum sızlıyordu. Yere yığılmak üzereydim. Kendimi tutamayıp yere yığılı verdim. En son gördüğüm önümdeki akrepin yok oluşuydu. | |
|
| |
Serena Su Hanzadeoğlu Athena'nın Çocuğu
Mesaj Sayısı : 4815 Kayıt tarihi : 07/09/10
| Konu: Geri: Çalınan Altın Post (Labirent) Paz Ekim 24, 2010 1:45 am | |
| İğrenç bir dev akrepten mi korkacaktım? Çok komikti gerçekten! Ben Athena kızıydım, bundan sonra hiçbir şeyden korkmayacaktım. Veya üzülmeyecektim. Bir tane daha akrebi öldürürken gülümsüyordum. Bu iş çok eğlenceli olmaya başlamıştı. ‘‘Yaşasın bir tane daha öldürdüm. İşte bu kadar…’’ Kılıcı elimde ustaca çeviriyordum. Gerçektende kılıç konusunda kardeşim Lucy’e benziyordum. Her ne kadar iyi olmasam bile…
Etrafta neler olup bitiyor izlemeye başlamıştım en sonunda. Herkes hala akreplerle uğraşıyordu. Dikkatimi çeken tek kişi Leo olmuştu. Akreplerden biri iğnesini batırmıştı. Fakat Leo akrebi o sırada öldürmüştü. Genç çocuk yere yığılırken hemen yanına koştum. Bu canımı yakmıştı ve beni fazla korkutmuştu. Yere düşmemesini sağlamak için kollarından tutmuştum. Fakat o çoktan derin bir uykuya dalmıştım. Göz yaşlarım yanaklarımdan akarken ağzımdan sadece tek bir kelime çıkmıştı. ‘‘Leo!’’
| |
|
| |
Cassandra Masen Thanatos'un Çocuğu
Mesaj Sayısı : 4293 Kayıt tarihi : 18/09/10
| Konu: Geri: Çalınan Altın Post (Labirent) Paz Ekim 24, 2010 1:50 am | |
| Akrepleri tek tek öldürüp meyveye dönüştürürken Sere'nin sesini duydum. Leo mu? Ne olmuştu ona? Döndüm. Leo yerde yatmıştı ve gözlerinden yaşlar akan Sere onu tutuyordu. Akreplerle dövüşmeyi bırakıp onların yanına gittim. Hemen çöktüm ve elimin tersini Leo'nun alnına koydum. Çocuk sanki ateş içinde kalmış gibi yanıyordu. -Olamaz, bu olmamalıydı! Sere onu güvenli bir yere taşımama yardım et. Akreplerden uzak tutmalıyız! dedim ve onu ikimiz de kaldırdık. Akreplerden biraz uzağa götürdükten sonra bıraktık. Yanıma aldığım çantama baktım. Suyu bulduktan sonra elime döktüm ve oradaki zehri temizlemeye çalıştım. Ama bu zehrin yayılmasını engellemezdi. Buradan gitmemiz gerekiyordu. Hemen. | |
|
| |
Misafir Misafir
| Konu: Geri: Çalınan Altın Post (Labirent) Paz Ekim 24, 2010 3:17 am | |
| 8 melez labirentin karanlığına dalmış ilerliyorduk. İlk kez labirente girmiştim, ve hakkında bilmediğim ama kısa zamanda öğreneceğim çok şey vardı. Mesela labirent özellikle kaybolmamız için uğraşıyor gibiydi. Karşılaştığımız ilk yol ayrımında Jess "Sola gideceğiz." deyince soldaki geçit kapandı, ve biz de sağdan gitmek zorunda kaldık. Gideceğimiz yeri söylemememiz, işaretle göstermemiz gerekiyordu sanırım. Birkaç dakika sonra hepimize "Keşke ortadan gitseymişiz." dedirten bir şey çıktı karşımıza. 3 metre boyunda, dev akrepler... Herkes silahlarını çıkarmaya başladı, ben de cebimden babamın hediyesi kupa as'ı çıkartıp ortadaki kalbe dokundum baş parmağımla. Kart Assassin's Heart'a dönüşünce kılıcımı savurarak canavarların arasına atıldım. Ekip arkadaşlarımla çok güzel bir iş çıkarıyorduk. Sayısız akrep öldürmüştük ama vazgeçmeye niyetleri yok gibiydi, sürekli yeni akrepler geliyordu. Akreplerle savaşmaya tüm gücümle devam ediyordum. Kılıcımı bir oraya bir buraya savurarak canavarları öldürürken, zehirli iğnelerinden kaçmak için savaş içgüdülerimden sonuna kadar yararlanmam gerekiyordu. "Leo!" Bu Sere'nin sesiydi. Arkama dönebilmek için savaşmakta olduğum iki akrebi öldürüp buharlaştırmam gerekiyordu. Yaklaşık 30 saniye sonra döndüğümde korktuğum manzarayla karşılaştım. Leo bir akrep tarafından zehirlenmiş, yerde yatıyordu. Sere ve Jess de yanındaydı. Onların Leo'yu alıp savaş bölgesinden uzaklaştırmasını izlerken bir akrep tarafından sokulacaktım neredeyse. Son anda onu farkedip kenara çekildim ve tek bir kılıç darbesiyle canavarı buharlaştırdım. Etrafıma baktım, grubun kalan kısmı hala akreplerle dövüşüyordu. Ama sayıları bitmeyecek gibiydi. "Hemen uzaklaşın, ileri doğru koşsun herkes! Bunları yenmenin bir yolu yok!" diye bağırdım. Arkadaşlarım yaralı olan Leo'nun yanına doğru koşmaya başladı. Ben de en arkalarından koşuyordum. Ancak Leo yaralıydı ve iki kişinin onu taşıması gerekiyordu. Bu da hızımızı azaltacaktı, zaten yeterince hızlı olan akreplerden kaçmamız mümkün olmayacaktı. Çabuk düşünmeliydim, onların bizi takip etmesini engelleyecek, veya hızlarını azaltacak bir şey bulamazsak hepimiz burada ölecektik. Koşarken kolumda bir parlaklık dikkatimi çekti, bu kol saatimden geliyordu. Her zamankinin aksine kristal renkli bir ışık yayılıyordu saatimden. Geceyarısı olmuştu. Bu bana babamdan bir hediyeydi, ama nasıl kullanmam gerektiğini hala bilmiyordum. O an şimdi olmalıydı. Saatin kenarındaki tek tuşa bastım. Kristal ışık kırmızıya dönüşmeye başladı. Sanki saatimden yukarı doğru alevden bir kasırga yükseliyordu. Arkama bakıp dev akreplere odaklandım, ne olacağını bilmiyordum ama tüm gücümle onları durdurmaya konsantre oldum. Tik tak, tik tak. O an anlam veremediğim iki şeyden biri bu tik tak sesiydi. Saate bakınca bir kronometre oluştuğunu gördüm, 1 dakikalık zamanın 5 saniyesi geçmişti. Diğer anlam veremediğim şey ise akreplerin ağır çekimdeymiş gibi hareket etmeleriydi. Sanırım babamın hediyesinin ne işe yaradığını öğrenmiştim. Ama tahminlerimde haklıysam, sadece 50 saniye daha devam edecekti bu. Arkadaşlarıma dönüp bağırdım "Hadi herkes koşmaya devam etsin! Bu onları yalnızca bir dakika oyalayacak." Bir dakika kaçmamız için yeterli olabilirdi, ama Leo'nun yarası ne olacaktı? Karşımıza çıkan ilk engel bizi bu denli zorladıysa labirentin derinlerine gittikçe yüzleşeceğimiz canavarlarla nasıl baş edecektik? Bu soruların cevabını bilemiyordum...
|
|
| |
Arthur Dragomir Küçük Tanrı
Mesaj Sayısı : 491 Kayıt tarihi : 06/10/10
| Konu: Geri: Çalınan Altın Post (Labirent) Paz Ekim 24, 2010 3:32 am | |
| Akreplerinin yavaşlamasını fırsat bilerek koşmaya başladık. O sırada planlar yapmakla meşguldüm. Jess ve Sere Leo'yu taşımaya çalışıyorlardı ve bu da onları yavaşlatıyordu. Başka sağa döndük. O anda aklıma bir fikir geldi. Herkes geldikten sonra geldiğimiz koridora doğru bakarak sanki oraya gidecekmiş gibi yaptım. Ardından "Soldaki koridordan gideceğiz" diye sesli bir şekilde söyledim. Akrepler tam geçeceklerdi ki o yol kayboldu ve yerine duvar geldi. Normalde işe yaramayacağını düşünmediğim bu plan işe yarayınca Leo'yu unutmuşum. Ama sonra hatırladım ve Leo'yu yere yatıran kızların yanına doğru gittim. Bir an ateşine bakmak için dokundum ve elimi çekmek zorunda kaldım. Çocuk zehrin etkisiyle resmen yanıyordu! | |
|
| |
Misafir Misafir
| Konu: Geri: Çalınan Altın Post (Labirent) Paz Ekim 24, 2010 3:57 am | |
| Leo'nun akrepler tarafından sokulması hem hızımızı azaltmıştı hem de direncimizi kırmıştı...Korku duygusunu bastırmam gerekliydi çünkü büyülerimin gücünü kısıtlıyordu.Herkes ne kadar canla başla çalışsa da akreplerin bir sonu yok gibiydi.Disiplinli askerler gibiydiler...bir tümen gidince,yerine yenisi geliyordu.Yanımdaki kılıcım pek yarar sağlamıyordu ve ben de büyülerle idare ediyordum.Büyülerin digerlerinden birine gelmemesi için konsantre olmam gerekliydi - ve ayrıca korkmamam - ...
Tam gücüm tukenecekken,Leo gittikçe zayıf düşerken - ayrıca mon dieu çocuk yanıyordu! - beni rahatlatan bir olay oldu...Adrian'in saati bir şekilde zamanı kısa süreliğine de olsa yavaşlatmişti!Bir dakikadan az bir sürede Leo'yu kurtarmamız ve su kahrolasıca akrep bozuntularindan kurtulmamız gerekiyordu!!
Tam o sırada,Arthur harika birsey yaptı!Akrepler,diğer tarafta kalmışlardı ve onlardan kurtulmuştuk!Simdi ise tek sorun Leo idi....Ya da ben öyle zannetmiştim...
En son Anna Maria Perrez tarafından Ptsi Ekim 25, 2010 2:56 am tarihinde değiştirildi, toplamda 1 kere değiştirildi |
|
| |
Cassandra Masen Thanatos'un Çocuğu
Mesaj Sayısı : 4293 Kayıt tarihi : 18/09/10
| Konu: Geri: Çalınan Altın Post (Labirent) Paz Ekim 24, 2010 4:17 am | |
| Leo'ya bir şey yapamıyordum. Neden yapamıyordum?! Su zehri sadece yavaşlatıyordu ve Leo'ya ne zaman dokunsam elimin yandığını hissediyordum. Lanet olsun.. Bu göreve bir arkadaşımı kaybetmek için gelmemiştim ben. Biraz rahat etmesi lazımdı. Yer çok sertti. Elimi yere koyup çiçekler çıkmasını sağladım. Sonra aklıma bir şey geldi. Bazı bitkiler hastanın iyileşmesinde etkiliydi. Ama hatırlamıyordum ki o çiçeği çıkartabileyim. Gözümden bir damla yaş süzüldü. Bir şeyi becerememekten nefret ediyordum! En azından akrepler gitmişti. Arthur'a dönüp teşekkür edercesine gülümsedim. O da biraz tedirgin bir şekilde bana gülümsedi. Maria'yı yanıma çağırdım. Zehri büyüsüyle yavaşlatmasını söyledim. O da bazı şeyler yaptı. Leo biraz rahatlamış görünse de yeterli değildi. Onun tamamiyle iyileşmesi gerekiyordu. Diğerlerinin yanında güçlü görünmeye çalışarak biriken gözyaşlarımı sildim. Leo ölmeyecekti. Bu görevde kimsenin ölmesine izin vermeyecektim. -Arthur ve Adrian siz Leo'yu taşıyın burada uzun süre duramayız. | |
|
| |
Leonard L. Carter Zeus'un Çocuğu/Kılıç Eğitmeni
Mesaj Sayısı : 1903 Kayıt tarihi : 09/10/10
| Konu: Geri: Çalınan Altın Post (Labirent) Paz Ekim 24, 2010 4:57 am | |
| Leo , Leo. Tek sorun olmaktan nefret ediyordum gerçekten. Maria'yı yanıma geldi. Zehri büyüsüyle yavaşlatmaya çalıştı. . Biraz rahatlamış görünsem de yeterli değildi. Ona teşekkür ettim. Herkes oturmuştu. Sadece onları yavaşlatıyordum. Beni bırakıp gidin desem böyle bir şey yapmazlardı. Herkesi zor durumda bırakmştım. Üstelik birde labirentteydik. Doğrulmaya çalıştım. Ama nafile. Birkez daha denemeye kalktım ama Sere beni geri çekti ve yine oturdum.
'Siz devam edin.' dedim.
'Bu göreve bir arkadaşımı kaybetmek için gelmedim ben.' dedi Jess. 'Asla olmaz.' Çaresizdik. Ben ölene kadar orada olacaklardı.
| |
|
| |
Satellite Morgan Artemis Avcısı/Kulübe Lideri/Melez Danışmanı/Araba Yarışları Koordinatörü/Okçuluk Eğitmeni
Mesaj Sayısı : 3387 Kayıt tarihi : 24/08/10
| Konu: Geri: Çalınan Altın Post (Labirent) Paz Ekim 24, 2010 5:13 am | |
| Birkaç akrebi avladıktan sonra Leo'yla uğraşıyorduk.Leo sürekli gitmemiz için bize yalvarırken hiç birimiz gitmeye niyetli değildik.Arthur'un da yardımıyla akrepleri atlattıktan sonra Leo'yu kenara çektik.Her birimiz bir şey düşünüyorduk ama o sırada Leo gittikçe güçsüzleşiyordu.Hepimiz onun etrafında dolanırken karşımıza mantikor çıktı.Bu harikaydı!Önce akrepler,sonra mantikor.Hem de Leo yerde kıvranıyordu.Yayımı ve okumu çıkardım ve bir kaç kişiye Leo'nun başında durmalarını söyledim.Jess zaten her şeyi organize ediyordu.Hepimiz mantikora saldırmaya başladık. | |
|
| |
Cornelia Fackrell Poseidon'un Çocuğu/Pegasus Binicilik Eğitmeni
Mesaj Sayısı : 871 Kayıt tarihi : 03/10/10
| Konu: Geri: Çalınan Altın Post (Labirent) Paz Ekim 24, 2010 8:48 am | |
| Akremleri öldürdükçe artıyorlardı. Ne kadar akrep öldürdüğümü bilmiyordum ama sonunda onlardan kurtulmuştuk. Tabi Leo'nun yaralanmasını saymassak. Leo'nun yanına gittim. Elimden hiç birşey gelmiyordu. Bir şeyler yapmak ve onu iyi etmek istesemde olmuyordu. Leo'nun ateşine bakmak için yanına gittim ve alnına dokundum. Alnına dokunmamla birlikte elimi geri çekmem bir oldu. Zehir giderek etkisini göstermeye başlıyor ve ateşi giderek artıyordu. Leo'nun böyle olmasına dayanamıyordum. Kuzenimin böyle olup buradan yaralı çıkmasını istemiyordum. Buraya arkadaşlarımı kaybetmek için gelmemiştim. Ben Leo'yla ilgilenirken arkamızdan birden mantikor geldi. Sat bunu görür görmez ok atıp, dövüşmeye başladı. Diğer arkadaşlarda St'e yardım etmek için onun yanına gittller ve onlarda dövüşmeye başladılar. Ben ve Sere Leo'nun yanında duruyorduk. Yine suyu kullanarak az da olsa zehri dışarı atmak ve Leo'ya biraz güç vermek için çantamda yanımda getirdiğim bütün suları çıkarttım ve suyu hareket ettirerek Leo'nun yarasını iyice temizlemeye çalıştım. Bütün zehri çıkaramıyacağımı bilsemde Leo'nun ateşini düşürüp, zehrin etkisini azaltmayı umuyordum. Benim getirdiğim sular yetersiz gelince "Arkadaşlar aranızda su getirenlerin sularını alıyorum." dedim. Herkesin Leo'nun iyi olması için suyu verceğini biliyordum. Bu yüzden almamın pek sorun olcağını düşünmüyordum. Jess, Sat ve Sere'Nin sularını alarak zehri temizlemeye devam ettim. Ben suyu açılan yaranın üzerinde hareket ettirirken Leo'nun canı yanıyordu. Ama bunu onun iyiliği için yapmalıydım. Temizliyebildiğim kadar zehri temizledikten sonra Leo'nun ateşine baktım. Az da olsa düşmüştü. Zehrin daha yavaş etki etmesini umuyordum. "Sere sen Leo'nun yanında kal. Eğer savaşmak istersen seslen ben gelirim. Bende kızlara yardıma gidiyim. Eğer bir ihtiyacın olursa Leo seslen." dedim. Sere başını tamam anlamında salladıktan sonra kılıcımı aldım ve diğerlerinin yanına gittim.. | |
|
| |
Misafir Misafir
| Konu: Geri: Çalınan Altın Post (Labirent) Paz Ekim 24, 2010 9:46 am | |
| Benim zamanı yavaşlatmam, ardından Arthur'un akıllıca geçidi kapamasıyla akreplerden kurtulmuştuk. Ama önümüzde daha zorlu engeller olacağına emindim. Leo'nun yarası gittikçe daha kötü oluyordu. Maria'nın hünerleri ne kadar faydalı olmuştu bilmiyordum. Jess Arthur ve benim Leo'yu taşımamızı, burada daha fazla kalmamamız gerektiğini söyledi. Kısa bir mesafe gitmiştik ki, şansın bugün kesinlikle yanımızda olmadığını belli eden bir şey oldu. Karşımızda hissettirdiği tüm dehşetiyle bir mantikor duruyordu. Sat yayını, diğer melezler de kılıçlarını çıkarttı. Leo'yu güvenli bir köşede bırakıp Lia'ya onunla ilgilenmesini söyledik. Ve kılıcımı kaldırarak arkadaşlarıma zehirli bıçaklarını fırlatmakta olan mantikorun üstüne koşmaya başladım. Attığı zehirli bıçaklar yüzünden hiçbirimiz mantikora yaklaşamıyorduk. Sadece Sat uzaktan oklarıyla onu vurabiliyordu, ama mantikor kuyruğuyla bunları da savuşturuyordu. Bu şekilde savaşarak bir sonuca varamazdık. Birinin risk alması gerekiyordu. Kılıcımı mantikorun fırlattığı bıçakları engellemek için deli gibi savurarak koştum canavarın üstüne. Mantikor tüm gücünü benim üstüme odaklayınca arkadaşlarımın da mantikora ulaşmak için bir şansları oldu. Bıçak atmakta usta gibiydi, kılıcımı ne kadar hızlı kullanırsam kullanayım bir bıçağının sol kolumu sıyırıp hafif bir yara açmasına engel olamadım. Ama bu sırada tüm dikkatini bana verdiği için Sat'ın oklarından biri boynunu delip geçti, mantikor yüksek sesle kükredi ve daha büyük bir güçle etrafına bıçaklarını fırlatmaya başlayacaktı ki... Etrafındaki yarım düzine melezin ona ilahi bronz kılıçlarıyla vuracak kadar yaklaştığını farkedememişti. Birkaç saniye içinde aldığı kılıç darbeleriyle canavar anında buharlaştı. Hepimiz yorulmuş, hafif yaralar almıştık. Kolum hala mantikorun bıçağının verdiği acıyla kaplıydı. Neyse ki sadece sıyırmıştı. Herkes birbirini tebrik edip, yaralarıyla ilgilenirken ben kolumdaki yaraya bakmak için duvarın bir köşesine yaslanıp oturdum. Gömleğimde açılan yırtığı elimle daha da büyütünce, yaranın hissettiğimden daha kötü olduğunu farkettim. En azından müdahale yapılmazsa gittikçe ölümcül bir yaraya dönüşebilirdi. "Yarana bakabilir miyim?" diye sordu biri. Başımı kaldırdım, bu Maria'ydı. İlk gün arenada tanıştığım kız. "Tabi ki." diye cevaplayıp yarama bakması için kolumu uzattım, yarayı ilk gördüğünde yüzü ekşidi biraz. Sonra gözlerini kapayıp büyülü sözcükler mırıldanmaya başladı. Onu seyrederken gerçekten çok güzel göründüğünü farkettim. Bir Afrodit çocuğundan pek bir farkı yoktu. Öyle dalmışım ki, gözlerini açtığını bile farkedememiştim. "Ee, nasıl hissediyorsun?" diye sordu gülümseyerek. "Harikayım, sanki kolumda hiç yara yokmuş gibi." diye karşılık verdim. Koluma baktım, gerçekten de sadece küçük bir iz kalmıştı. Yaram Leo'nunki kadar ciddi olmadığı için iyileştirilmesi de bir o kadar kolay oluyordu sanırım. "Şey, diğerlerinin yanına gitsek mi?" diyecek başka bir şey bulamamıştım. Ayağa kalkıp Leo'nun başına toplanmış olan diğer arkadaşlarımızın yanına gittik. Devam etmeye hazırdık. Arthur ile birlikte yeniden Leo'yu omuzlarken bizi seyretmekte olan Jess'e ters bir bakış atmayı da ihmal etmedim. Bu görevin başarısı için ikimiz de birbirimizle muhattap olmamaya çalışıyorduk. Şu ana kadar şansımız yaver gitmişti. Ama hızımız da, Leo'nun dayanma gücü de azalıyordu. Maria ve Lia'nın marifetleri bile onu çok uzun süre hayatta tutamazdı. |
|
| |
Cassandra Masen Thanatos'un Çocuğu
Mesaj Sayısı : 4293 Kayıt tarihi : 18/09/10
| Konu: Geri: Çalınan Altın Post (Labirent) Paz Ekim 24, 2010 9:58 am | |
| Mantikoru öldürmüş, yeniden yola koyulmuştuk. Bana ters ters bakışlar Adrian'a aynı şekilde karşılık veriyordum. Ama bir süre sonra bu sinirlerimi bozmaya başladı. Aldırma Jess diye düşünmeme rağmen öfkem gitgide artıyordu. Bu neden melez olmuştu ki? Ya da hangi akla hizmet onu empusanın elinden kurtarmıştım. Bıraksaydım da kız kendine bir güzel ziyafet çekseydi. Gerçi bunun kanı bile güzel değildir. Maria'nın yanına gittim. Artık korkmuyor gibiydi, ona gülümsedim. O da bana gülümsedi. Küçükkenki gibiydi. Birbirimize güven vermeye çalıştığımızda hep gülümserdik. İşe de yarardı. Bu sefer Leo'nun yanına gittim. Adrian'a bakmamaya özen gösteriyordum. Çocuk sinirlerimi bozuyordu! Elimi Leo'nun alnına koydum. Tekrar ateşi yükselmeye başlamıştı. Lia'yı çağırdım ve su olup olmadığını sordum. Kalmadığını söyleyince bir an panikledim. Çevreme bakındım. Sonra aklıma bir şey geldi. Benim için iğrenç ve gaddarca olan bir şey. Yerde çiçekler açtırdım ve Lia'ya onlardaki suyu alıp yarayı temizlemesini söyledim. Zor ikna çalışmasından sonra Lia suyu alıp Leo'daki zehri biraz daha temizlemeye çalıştı. Maria da bir kaç büyü sözü söyledi. Ateşi yeniden düşen Leo da rahatlayınca önüme döndüm ve her şeye rağmen bana kötü bakışlar atan Adrian'a baktım. -Bana öyle bakmayı kes yoksa seni meyveye dönüştürürüm. | |
|
| |
Arthur Dragomir Küçük Tanrı
Mesaj Sayısı : 491 Kayıt tarihi : 06/10/10
| Konu: Geri: Çalınan Altın Post (Labirent) Ptsi Ekim 25, 2010 4:49 am | |
| Adrianla Jess kavga etmeye başlamak üzereydi. Sıkkın bir şekilde nefes aldım. "Kesin şunu. Buraya kavganızı dinlemek için gelmedim ben." dedim. Jess birden şaşkın bir şekilde bana döndü. Benim bu kadar ters olabileceğim aklına gelmemiş olmalıydı. Ne yapabilirdim ki? Ne kadar zaman geçtiğinden haberim yoktu, burada ışık olduğundan şüpheliydim ve uykum gelmeye başlamıştı. Üstümü değiştirmemiş, saçımı taramamıştım. Bunlar yetmezmiş gibi zehirli akreplerle ve tuhaf iğneler atan mantikor denilen canavarla savaşmıştım. Benden normal davranmamı beklemeleri delilik olurdu. Leo'yu taşımak her geçen dakika zorlaşıyordu. Zehir sanki ağırlığını arttırıyordu ya da ben yoruluyordum. İkinci seçenek daha mantıklı gelmişti. Üstelik yeniden ateşi yükseliyordu. Bu ateş hiç düşmez miydi?! Aynı işlemler tekrarlandı. Bir süre kimse konuşmadı. Yer değiştiren duvarların, koridorlarda yürüyen canavarların ve bizim ayak seslerimiz dışında başka ses yoktu. Açıkçası bu biraz ürkütücüydü. | |
|
| |
Misafir Misafir
| Konu: Geri: Çalınan Altın Post (Labirent) Salı Ekim 26, 2010 5:01 am | |
| Arthur'un beklenmeyen çıkışından sonra Jess şaşkın bir şekilde ona baktı.Aslında içimden Arthur'a teşekkür ediyordum.Onların kavga etmesini istemiyordum.Bu yorgunlukla bir de onların kavgalarıyla uğraşamazdım.Leo'u iyileştirirken kullandığım büyü beni yormaya başlamıştı.Üstelik Adrian'ı iyileştirirken bana bakışını unutamıyordum.Belki de biraz dinlenmeliydik.Ayaklarım ben bunu düşünür düşünmez durdu.Bunu düşünmemi bekliyorlardı sanki.Çevreme bakınıyordum.Aslında her an her yerden canavar çıkabilirdi yine de biraz otursam bana yeterdi.
Diğerlerine dinlenmem gerektiğini söyledim.Jess oturacağım yerde çeşitli çiçekler açmasını sağladı.Böylece hepimiz rahat rahat oturabilecektik.Leo yakınıma oturdu.Ona dokundum henüz ateşi çıkmamıştı - iyi ki çıkmamıştı yoksa elimi ateşe tutmuş gibi oluyordum-
Tam herkes oturmuştu ki birden bir ses duydum.Tam oturduğum zaman gelmesi ne şanstı ama.Ayağa kalkacağım sırada birden aklıma bir fikir geldi. "Ben Leo'nun yanında kalsam nasıl olur? Hem ona bakarım hem de canavardan korurum" onların onaylamasını beklemedim. Onaylayacaklarını biliyordum. |
|
| |
Cornelia Fackrell Poseidon'un Çocuğu/Pegasus Binicilik Eğitmeni
Mesaj Sayısı : 871 Kayıt tarihi : 03/10/10
| Konu: Geri: Çalınan Altın Post (Labirent) Salı Ekim 26, 2010 5:45 am | |
| Arthur'un Jess ve Adrian arasındaki kavgayı engellemesine çok sevinmiştim. Aralarında tatsızlık çıksın istemiyordum. lAbirentte biraz daha ilerledik. Ben ve Anna arada Leo'nun ateşine bakıyorduk. Henüz ateşi çıkmamıştı. Buna herkes gibi bende çok sevinmiştim. Anna biraz daha yürüdükten sonra çok yorulduğunu ve oturmak istediğini söyledi. Haklıydı bende çok yorulmuştum. Beni yoran yürümekten çok suyu kullanmak, hareket ettirmekti.
Jess oturacağımız yere çiçekler açtırttıktan sonra hepimiz teker teker yere oturmaya başladık. Daha oturalı bir dakika olmadı karşımıza yine bir canavar çıktı. Canavara tam baktığımda onun iki canavar olduğunu gördüm. Bunlar laistrygonialardı. Kıpkırmızı gözleri ve upuzun boyları vardı. Bu devlerin dişlerini görünce biraz ürkmüştüm. Onlar bize yaklaşmaya devam ederken Anna Leo'nun yanında kalmak istedi. "Tamam sen kal." dedikten sonra hepimiz canavarlarla dövüşmeye başladık. Bu canavarlar bizi oldukça zorlasa da yine de yenilmemiş ve savaşıyorduk.. | |
|
| |
Cassandra Masen Thanatos'un Çocuğu
Mesaj Sayısı : 4293 Kayıt tarihi : 18/09/10
| Konu: Geri: Çalınan Altın Post (Labirent) Salı Ekim 26, 2010 5:57 am | |
| Bu canavarı yenmek çok zordu. Dev olmaları hantal hareket etmelerini sağlasada bize vurduklarında iki metre geriye uçuyorduk. Normalde derin yara açacak olan hamleler onlarda sadece çizik yaratıyordu. Onları meyveye dönüştürmeye çalıştıkça da beni uzağa fırlatıyorlardı. Artık biraz sersemlemeye başlamıştım. Başım dönüyordu ve ayakta kalmakta zorlanıyordum. Koşup devin üzerine atladım. Dönmeye başladı. Beni üzerinden atmaya çalışıyordu. Sanırım yardım çağırdı. Anlamadım çünkü midemin bulantısını geçirmeye çalışmakla uğraşıyordum. Dev Leo'ya doğru ilerlemeye başladı. Bir anda Sat'in bir ok çıkardığını gördüm. Birden hislerim tehlike olduğunu haber verdi. O okta bir şey olmalıydı. Dev Leo'ya yaklaşmıştı. Maria'ya kaçmasını söyledim. Bu devi meyveye dönüştürmem için bir fırsattı. Tabi hızlı davranabilseydim. Her şey bir anda oldu. Sat'in oku sanki bir dinamitmiş gibi canavara çarpar çarpmaz patladı. Leo'yu korumaya çalışırken biraz uzaklaştığımdan mıdır nedir, bana pek etki etmedi. Ya da ben öyle düşünüyordum. Sonra her yer karardı. Bayılmadan önce hissettiğim tek şey havaya fırladığımdı.
(Millet biz Leo ile Kalipsonun yanına gitmiş bulunmaktayız. Artemis sağolsun. Her neyse bundan sonra rplerinizi ona göre yazın) | |
|
| |
Satellite Morgan Artemis Avcısı/Kulübe Lideri/Melez Danışmanı/Araba Yarışları Koordinatörü/Okçuluk Eğitmeni
Mesaj Sayısı : 3387 Kayıt tarihi : 24/08/10
| Konu: Geri: Çalınan Altın Post (Labirent) Salı Ekim 26, 2010 6:19 am | |
| Jess herkese canavarı meyveye dönüştüreceğini söylüyordu.Ama benim elimdeki ok da patlayıcı bir oktu ve elimde patlamasını istemezdim.O tam hamlesini gerçekleştirirken ben de ölmek istemediğim için oku fırlattım ve canavar toz oldu.Ama toz olduğu anda hiç kimse birbirini göremiyordu.Herkes birbirinin adını söylüyordu.Bağırırken Arthur'a çarptım.Benimle beraber gelmesini söyledim ve biraz daha ilerledik.Bu sırada toz da kaybolmuştu ve çoğumuz birbirimizi bulmuştuk.Ama Jess ve Leo ortalarda yoktu.Herkes deli gibi onların adlarını bağırıyordu ama hiç bir ses seda gelmiyordu.Hepimiz onları arıyorduk. | |
|
| |
Serena Su Hanzadeoğlu Athena'nın Çocuğu
Mesaj Sayısı : 4815 Kayıt tarihi : 07/09/10
| Konu: Geri: Çalınan Altın Post (Labirent) Salı Ekim 26, 2010 6:24 am | |
| Her şey o kadar çabuk olmuştu ki. Hiçbir şey hatırlayamıyordum. Tek hatırladığım Leo’nun acı çekişiydi. Ağlıyordum yine ağlıyordum. Leo bile ağlamama şok olmuştu. Bir Athena kızı bu kadar güçsüz müydü? Evet, en zayıf noktamdan vurulmuştum. Leo’nun acı çekmesi… Bütün olaylar geçerken sadece gözlerimi kapamakla yetindim. Kendime geldiğimde ortalıkta ne Leo vardı, ne de Jess. Neredeydi bunlar? Sinirle etrafı aramaya başladım. Ama yoklardı. Koşarak Anna’ya sarıldım. Beni teselli edecek tek kişi o’ydu. Şimdi Jess ve Leonun nerede olduğunu bilmiyorduk. Üstüne üstlük buradan nasıl çıkacağımızı da bilmiyorduk. Sat’e ve diğer dostlarıma güvenmekten başka çarem yoktu. | |
|
| |
Misafir Misafir
| Konu: Geri: Çalınan Altın Post (Labirent) Çarş. Ekim 27, 2010 7:18 am | |
| Mantikoru öldürdükten sonra yola devam etmeye koyulduk. Sanırım o son bakışım yüzünden Jess de sürekli bana bakıp duruyordu. Ben de bakışlarıma daha ters bir ifade yerleştirip karşılık veriyordum. Bana kendisine öyle bakmamamı, yoksa beni meyveye dönüştüreceğini söyledi. Bunu çok kolay sanıyordu heralde! Neredeyse Leo'yu bırakıp Assassin's Heart ile onun üstüne yürüyecektim ki, Arthur ondan beklemediğim bir şekilde bize bağırıp kavgayı bırakmamızı söyledi. Şaşkınlıktan ne ben ne de Jess bir şey söyleyebilmiştik. Bir süre yürüdükten sonra Maria çok yorulduğunu, dinlenmesi gerektiğini söyledi. Aslında bu hepimiz için iyi olmuştu, çünkü hepimiz yorgunluktan bitap düşmüştük. Tam dinlenmeye başlamıştık ki, bu labirentte dinlenmenin bile mümkün olmadığını anladık. Bir düzine Laistrygonia'lı dev üzerimize doğru geliyordu. Boyları en az iki buçuk metreydi. Maria Leo'nun yanında kaldı, kalan herkes ise canavarlara saldırmaya başladı. Her birimize iki dev düşüyordu, oysa onlardan birini yok etmek bile çok zordu bizim için. Savaş hiç de iyi gitmiyordu. Üç devle birlikte savaşıyordum, birine karşı bir şansım olabilirdi belki ama üçü birden saldırınca kendimi korumaktan başka bir şey gelmiyordu elimden. Devler üç tarafımdan da saldırırken gerilemeye başladım. Sırtımın labirentin duvarlarına çarptığını hissedince başımın belada olduğunu anladım. Devler tam bana saldırmaya hazırlanırken çılgınca bir şey yapmaya kararverdim. Geriye doğru atlayıp ayaklarımı tüm gücümle duvara vurup hız kazandım, ve karşımdaki devin üstüne doğru atladım. Havadayken kılıcımı devin boğazına batırmamla devin buharlaşması bir oldu. Geriye iki tane kalmıştı. Onlarla nasıl baş edeceğimi düşünürken şiddetli bir patlama oldu. Kendimi bu kez iradem dışında havada uçarken buldum. Kendime geldiğimde her yerin tozla kaplı olduğunu gördüm. Devlerden de eser yoktu. Herkes birbirine sesleniyordu. Birkaç dakika sonra toplandığımızda Jess ve Leo'nun orada olmadığını farkettik. Her yeri aramamıza, saatlerce seslenmemize rağmen onları bulamadık. Leo, Sere'nin erkek arkadaşı olduğu için bu durum onun için daha zor olmalıydı. Onun Maria'ya sarılıp ağladığını gördüm. Perişan bir vaziyetteydik. Böyle devam ederse bırakın Altın Post'u bulmayı, labirentten dışarı adımımızı dahi atamayacaktık. "Ayağa kalkın!" diye bağırdım herkese. "Leo ve Jess yok evet, ama onları bulacağız. Burada oturup durmak hiçbir işe yaramaz! Hadi, ilerlememiz gerek."
|
|
| |
Cornelia Fackrell Poseidon'un Çocuğu/Pegasus Binicilik Eğitmeni
Mesaj Sayısı : 871 Kayıt tarihi : 03/10/10
| Konu: Geri: Çalınan Altın Post (Labirent) Çarş. Ekim 27, 2010 7:58 am | |
| En son olan patlamayla birlikte kendimi havada uçarken buldum. Bu patlamadan sonra kendimi yerde bulduğum sırada labirent duman ile dolmuştu. Birbirimizi göremiyorduk. Herkes birbirini merak ettiği için isimlerimizi söylüyorduk. Bir süre sonra duman azaldı ve birbirimizi görmeye başladık. Etrafa bakındığımızda ortalıkta Jess ve Leo yoktu. Şaşırmıştık, kimse nerede olduğundan haberi yoktu. Hepimiz şaşkın ve üzgündük ama Sere bu duruma daha çok üzülmüşe benziyordu. Adrian'ın bize çıkışından sonra hepimiz biraz daha toparlandık ve labirentte yürümeye devam ettik. Hepimiz Jess ve Leo'yu bulmayı umuyorduk. Bir süre hepimiz sessizce labirentte ilerlemeye devam ettikten sonra sesler duymaya başladık. Bu ses bizden gelmediğine göre yine bir canavar yaklaşıyordu. Canavarın ne olduğu hakkında bir bilgimiz olmamasına rağmen bizi çok zorlamamasını umuyorduk. Zaten hepimiz çok yorgunduk. Sere'de bitkin bir durumdaydı. Onun savaşıp savaşamayacağı hakkında bir tahminim yoktu. Labirentte bir süre duraksadıktan sonra ayak sesleri giderek bize yaklaşmıştı. Canavarı gördüğümüzde şok olmuştuk. Karşımızda kimera duruyordu. Bu canavarı önceden duymuştum ama hiç görmemiştim. Aslan ve yılan karışımı bir şeydi. Kuyruğu yılan, gövdesi ve başı da aslandı. Ağzından ateş saçıyodu. Bununla nasıl mücadele edeceğimiz hakkında bir fikrim olmasa bile herkes gibi bende canavarı gördüğüm anda saldırmaya hazırlandım. Bütün bulabildiğim yada yanımıza getirebildiğim suyu bu kimeraya fırlatıcaktım ve bize zarar vermesini önleyecektim. Leo için çiçeklerden çıkarttığımız suları aldım ve gücümü kullanmaya hazırdım. Bu sırada Adrian ve diğerleri de dövüşe başlamışlardı. Ardından bende aralarına katıldım ve canavarla savaşmaya başladık.
| |
|
| |
Satellite Morgan Artemis Avcısı/Kulübe Lideri/Melez Danışmanı/Araba Yarışları Koordinatörü/Okçuluk Eğitmeni
Mesaj Sayısı : 3387 Kayıt tarihi : 24/08/10
| Konu: Geri: Çalınan Altın Post (Labirent) Perş. Ekim 28, 2010 12:37 am | |
| Tam biz Leo ve Jess'i ararken karşımıza bir de Kimera çıkmıştı!Leo'nun kaybıyla üzülen Sere şimdi bu canavarla nasıl savaşacaktı?Ağzımı açmaya bile vaktim yoktu bu yüzden kimeraya fırlattığım okları saymadan kendi kafamda düşünüyordum.Bir yandan tabi aklım Leo ve Jess'de kalmıştı.Benim sebep olduğum patlamayla yok olmaları beni daha da çok üzüyordu.Bu bir görevdi tabi,kesin bir yerlere gitmişlerdir;o patlama başka yerlere açılan bir kapıdır onları için diye umuyordum.Umarım bu kapı tarlalardan biri olmamıştır..
Kimera üstümüze üstümüze yürüyordu.Herkes eline ne geçtiyse fırlatıyor,canavarın yanına giderek kılıç hünerlerini gösteriyor;özel güçlerini kullanıyorlardı.Ama biz bu canavarı nasıl bu moral bozukluğuyla geçecektik,hiç bir fikrim yoktu.
Oklarımla ve mızraklarımla canavarı yenmeye çalışıyordum ama nafile.Ardından kılıcımı elime alarak yanına gittim.İğrenç yaratık iğrenç kokuyordu.Bu yüzden geri çekilip oklarımı kullanmaya devam ettim. | |
|
| |
Misafir Misafir
| Konu: Geri: Çalınan Altın Post (Labirent) Perş. Ekim 28, 2010 6:22 am | |
| Her yere kaos hakimdi. Bir çoğumuz yaralıydık, duygusal olarak da savaşa hazır değildik. Peki bu kimerayı nasıl öldürecektik? Dev aslan hem etrafa alev püskürtüyor, hem de kuyruğuyla arkadan ve yandan yaklaşmaya çalışanlara vuruyordu. Önden yaklaşmak zaten imkansızdı. Ne yapacağımızı bilemiyorduk açıkçası, herkesin tek yapmaya çalıştığı hayatta kalmaya çalışmaktı. Mutlaka bir zayıf yönü olmalıydı, ama ne? Bu canavarı da atlatırsak karşımızda küçük bir göl vardı. Belki o gölü aşınca bir yerlere ulaşabilirdik. Göl mü? "Lia!" diye seslendim. "Gölü görüyor musun? Kimerayı oraya çekeceğim, sen de suyun gücünü kullanıp alevini söndüreceksin, sonra hepimiz saldırıp onu yok edeceğiz. Anlaşıldı mı?" Canavarın yılan şeklindeki kuyruğunun saldırılarından korunmak için kılıcını deli gibi sallayan Lia başıyla onay verdi. Şimdi zor olan, canavarı göle doğru çekmekti. Kimere, kendisine hızlıca ok atmakta olan Sat'e dönünce canavarın arkasına geçtim. Kılıcımı kuyruğuna doğru savurdum. İlahi bronzun temasıyla birlikte kuyruğu kesildi, arkadaki yılan kuyruk artık tehdit oluşturmuyordu. Ama kimera yine de çok tehlikeliydi. Ve farkettim de, özellikle benim için! Kuyruğunu kesmeme çok sinirlenmiş olacak ki, bir anda arkasını dönüp bana kükremeye başladı. Kılıcım elimde zıt yöne kaçmaktan başka yapabileceğim bir şey yoktu. Zaten gitmek istediğim yer de orasıydı, Lia'nın da bizimle gelmesini umuyordum. Koşarken ayaklarının çıkardığı seslerden kimeranın da hala benim peşimde olduğunu anlayabiliyordum. Göle ulaşınca durup arkamı döndüm, kılıcımı iki elimle kavrayıp canavarın karşısına dikildim. Kimera ağzını açıp bana doğru koca bir alev yığını gönderirken tek yapabileceğim Lia'nın yetişmiş olmasını ummaktı. Bir anda arkamdaki göl tarafından bir rüzgar hissettim, iki saniye sonra da sırılsıklam oldum. Lia suyun gücünü kullanıp kimeranın alevini söndürmüştü, ama bu sırada beni de sırılsıklam ıslatmıştı. Canavar şaşırmış gibiydi, sudan hiç hoşlanmıyordu belli ki. Ağzı hala açıktı, alev çıkarmaya çalışıyordu sanırım. Üstüne doğru koşarak kılıcımı açık ağzından sokup damağına sapladım. Kimera arkasında yorgunluktan artık zar zor ayakta durabilen yarım düzine melez bırakarak buharlaştı. "Yürümeye devam etmeliyiz." dedim yüksek sesle. Bazıları buna itiraz etmek istese de, haklı olduğumu biliyorlardı. Burada ne kadar uzun süre kalırsak bizim için o kadar kötü olacaktı. Tekrar yola koyulduk. Gölün üstündeki küçük tahta köprüden geçtikten sonra karşımızda önümüzdeki en zorlu engel duruyordu. Yol sağ ve sol olmak üzere ikiye ayrılıyordu, tam ortada ise... Karşımızda duran adamın iki kafası vardı. Biri sinsice gülümserken diğeri son derece ciddi görünüyordu. Bunun kim olduğunu anlamam için Sat'in fısıldamasına gerek yoktu "Bu Janus." Yani seçimlerin tanrısı. "Merhaba genç melezler." dedi sağdaki yüz. Konuşurken de yüzündeki sinsi gülümsemeyi korumayı başarıyordu. "Onu dinlemeyin çocuklar, o hep saçmalar." Soldaki yüz konuşuyordu bu kez. "Hemen onun sizi kandırmasına izin vermeden soldaki yolu seçin ve kurtulun." "Asıl sen onları kandırmaya çalışıyorsun!" dedi sağdaki. "Doğru olan benim yolum. "Kesin ikiniz de!" diye bağırdım. Karşımdakinin bir tanrı olduğunu bir an için unutmuştum sanırım. "Ne demek istediğinizi tam olarak açıklayın." "Çok basit." dedi soldaki yüz. "Vermeniz gereken bir karar var." "Hayatınız da bu karara bağlı." "İki yoldan biri mutlaka ölüme gider." "Diğeri ise aradığınıza kavuşturur sizi." "Unutmayın, hangisi seçerseniz seçin..." "Asla geri dönüş yok!" "Yeter, kafamı karıştırıyorsunuz!" diye haykırdım bir anda. Sırayla konuştukları için ne dediklerini tam olarak anlayabilmiş, ne de hangisini seçeceğimi kestirebilmiştim. Janus'tan biraz zaman isteyip bir süre düşündük, ama hiç kimse içinden çıkamıyordu bu bilmecenin. İki yüzlü biri, yani bir düzenbazlık olmalıydı bu işte. "İki yoldan biri mutlaka ölüme gider." sözünü söyleyen sağdaki yüzdü, yani sinsi yüz. "Diğeri ise aradığınıza kavuşturur sizi." diyen ise daha ciddi görünen soldaki yüzdü. Burada bir karar verilmesi gerekirse pozitif konuşan, daha güven verici görünen seçilir, ama bu işin içinde bir hile olduğunu düşünmeden edemiyordum. "Pekala arkadaşlar, ben şansımı deneyeceğim. Burada daha fazla kalamayız, yapacak çok işimiz var." dedim arkadaşlarıma. "Sağdaki yolu seçiyorum." dedim Janus'a dönüp. Hepimiz birden sağdaki yola adımımızı attığımızda diğer iki yol da kapandı. "Bugün şanslı gününüzdesiniz melezler. Ama ölümden sonsuza dek kaçamayacağınızı bilmeniz gerek. Şimdilik elveda, hepinizle tekrar görüşeceğimize emin olabilirsiniz." Bu kez iki yüz de aynı anda konuşuyordu. Tanrı bir anda kaybolurken hepimiz derin bir oh çektik. Demek doğru yolu seçmiştik, peki şimdi nereye gidiyorduk? Birkaç yüz metre ileride yolun sonunda bir kapı belirmişti, üstünde de yunan "Eta" harfi vardı. Labirentin çıkışını bulmuştuk.
(Labirent kısmı bitmiştir.)
|
|
| |
| Çalınan Altın Post (Labirent) | |
|