O gün, ilk defa kendisini Olimpos'a ziyaret etmeye gelecek olan kızı için üzgündü. Aslında, bu bir ziyaretten çok, vedaydı. Güzelliğinden çok temiz kalbiyle bildiği kızı Alexandra'nın ağlayışlarını duyuyordu şimdi. Bağırışları, bir Tanrıça'nın bile içini acıtacak kadar fenaydı. O, melez hayatına alışamamıştı hiçbir zaman. Sadece babasından ve eski hayatından nefret ettiği için oraya bağlanmıştı. İçinde daima sevgiyi taşıdığından, onun için bu asla zor olmamıştı. Normal bir hayatı tercih etmişti Alexandra. On yıl dayanabilmişti sadece bu maceraya. Bir anda, karşısında beliren kızını görünce, gözlerine mahsun bir ifade indi Afrodit'in. O böyle olamazdı, ancak bu sefer gerçekten içi parçalanmıştı. Fakat, Aşk Tanrıçası olsa bile duygularını belli etmesi hoş karşılanmıyoru Olimpos Konseyi tarafından hoş karşılanmazdı. Hemen yüzündeki ifadeyle beraber, gözlerindeki hüznü uzaklaştırdı kendinden. ''Anne !'' Kızının karşısında gözyaşlarına boğulması ve onun hiçbir şey yapamaması, gerçekten üzücüydü. Gidip ona sarılmak ve yaşadığı üzüntüleri unutturmak istiyordu o an. Fakat, istediği gibi davranamazdı. Kurallar bunu öngörüyordu. Kendinden emin duruşunu korudu ve kızının gözlerinin içine bakarak konuşmaya başladı. Gözleriyle kendisinin de ne kadar üzgün olduğunu göstermeye çalışır gibiydi. ''Merhaba, Alexandra. Bana neler söyleyeceğini biliyorum, kendini zorlama lütfen. Verdiğin bu karar senin için hayati önem taşıyor. Ne dediğimin farkında mısın ? Sen, bu hayatı bıraksan bile, o seni bırakmayacak. Sen Güzellik ve Aşk Tanrıçası'nın kızı olsan da, bir melezsin. Her yerde düşmanın bulunabilir. Huzuru arıyorsan eğer, bunu unut.'' Tanrıça Afrodit, o an kendisine bile inanamamıştı. Bu kadar sert konuşmak istemiyordu. Ancak, olabilecekler düşünülürse bu konuda kesinlikle haklıydı. Kızının hayatına müdahale etme hakkı pek olmasa bile, kendini durduramamıştı. Ve şimdi, karşısında sözlerinin verdiği şok etkisinden kaskatı kesilmiş kızına bakıyordu. İlk defa, ne olacağını kestiremiyordu Tanrıça Afrodit.