Bu kadar gergin olduğuma inanamıyordum. 'Kızın seni görmeye geliyor.' diye hatırlattı bir ses bana, sanki bu herşeyin cevabıymış gibi. Ama değildi. Midemde büyüyen tuhaf histen bir türlü kurtulamıyordum. Pacely'le yaşadığımız (ya da yaşamadığımız mı demeliydim acaba) onca şeyden sonra belki de normal karşılanabilecek bir histi. Elimde olmadan, bütün çocuklarımın benden nefret edip etmediğini sorgulamaya başlamıştım. 'Böyle bir şey yok,' diye kendimi kandırmaya çalışarak gözlerimi kapattım, ama engel olamıyordum. O sırada çalmadan açılan kapının gıcırtısı dikkatimi dağıttı. Böyle kaba bir hareket karşısında en iyi ihtimalle sinirlenmem gerekirdi, ama hiçbir şey hissedemiyordum sanki. Gelen kızımdı. 'Kızım?...' Kendi sesimi tanıyamayacaktım neredeyse, Anita'yı bu kadar çok özlediğimi daha önce hiç fark etmemiştim. Sağımda bir kıpırdanma duyunca dönüp, tanrıların sözde kralı olan Zeus'a baktım. Benim yansıtmadığım öfkenin bütün izlerini taşıyordu. Bir an için nerede olduğumu unuttum. Kızıma zarar vermeyi aklının ucundan bile geçirirse ona burada meydan okurdum. Neler yapabileceğimi bilen biri olarak bunu göze almazdı herhalde. Zeus'a tek kelime etmeden ayağa kalktım ve zihin gücümü kullanarak kendimi küçülttüm. Kızıma doğru yürürken yüzümde dalgalanan ifadelerin özlemden mutluluğa, mutluluktan şaşkınlığa dönüşmesine izin verdim. Bu güzel kız bir açıdan çok tanıdık, bir açıdan da o kadar yabancı geliyordu ki... Ortamın daha da gerilmemesi için, 'Dışarı çıkalım, Anita.' dedim. Bir elimi onun omzuna koyarak onu kapıya kadar yönlendirdikten sonra onun arkasından çıktım ve kapıyı kapattım. Dönüp tekrar ona baktığımda, nefesim kesilir gibi olmuştu. Evet, gerçekten onu ne kadar özlediğimin farkına ancak varabiliyordum. Bir elimi uzatıp onun yanağına koymak istedim, ama bunu yapıp yapamayacağımdan emin değildim. Belki de biraz ağırdan almam gerekecekti. 'Nasılsın kızım?' diye sorduğumda sesimin biraz titrediğini fark ettim. Biraz toparlanmak için hafifçe öksürdüm ve devam ettim. 'Kamp hayatın iyi gidiyordur umarım.'