Eline eski bir parşömen kağıdını almış, üzerindeki Yunan alfabesiyle yazılmış olan yazıyı çözümlemeye çalışıyordu. Sabah kulübenin kapısı feci şekilde çalınmış, kardeşlerinden kimse uyanmayınca da kapıya o koşmuştu. Ve o parşömeni bulmuştu. Hoş, kardeşlerinin çoğu kulübede değildi. Bazıları bir aile kurmuştu ve kulübeye nadiren uğruyorlardı. Caroline ise, oradan hiç çıkmayacak gibiydi. Ardına baktığında sevdiği bir evi ve ailesi olduğunu sanmıyordu. Korkunç günler yaşamıştı ve burada biraz olsun düzelebilmişti. Yalnızdı evet, sonuna kadar yalnızdı bu hayatta. Bir kulübe dolusu kardeşi olsa bile, onun dışında hiçbir yaşamı yoktu. Ya da onu bağlayan bir şey. Yalnız büyümüştü ve öyle olmaya mahkumdu o. Şimdi elindeki parşömende yazılanları anlamış ve şoktan kaskatı kesilmişti.
''Merhabalar, çocuklarım.
Son günlerde aldığım duyumlar hiç hoşuma gitmiyor. Ortalıkta boş boş dolanan ve hiçbir şey yapmayan melezler olarak anılıyorsunuz. Hatta bazı laflar var ki, ben bile bu işlere karışacak gibi oluyorum. Yeraltı Dünyası boş kaldı gibi şeyler. Siz hala eğlenmeye devam edin, benim adım burada kötüye çıkıyor. Sizin en cesur, en atılgan olmanız gerekirken, bu tür laflara fırsat tanıyorsunuz. Eğer böyle devam ederse, hepinizi de çok kötü şeyler bekliyor. Özellikle benim tarafımdan. Kendinize dikkat edin. Kim olduğunuzu ve ne için yaşadığınızı hatırlayın.''
Dehşet içinde parşömeni yere fırlatırken, son kez altındaki yazıya baktı. Yunan alfabesiyle Ölüler Tanrısı Hades yazılmıştı. Babası, onlara bir mektup yollamış ve akıllarını başlarına toplamaları konusunda ciddi bir uyarıda bulunmuştu. Tanrı Hades, bunun için uğraşmışsa, durum gerçekten vahimdi. Eh, aslında şu sıralar Hades çocukları için işlerin iyi gittiği söylenemezdi. Zeus çocukları her yerde kahramanlıklar kazanırken, onların pek bir şey yaptığı olmuyordu. Ortalıkta gerçekten kötü laflar dolanıyordu. Bunlara Caroline de kulak misafiri olmuştu. Hades çocuklarının güçlerini ve havalarını kaybettiklerine dair, ardı arkası gelmeyen laflar çıkmaya başlamıştı. Bir an için gözlerinin öfkeden kıpkırmızı olduğuna yemin edebilirdi, çünkü sabrı taşma noktasına gelmişti. Hızla ayağa kalkıp, kulübede bulunan kardeşlerini uyandırmaya gitti. Aklında, nereden olursa olsun bir işin ucundan tutmak vardı. Aklına ilk gelense, temizlikti. Kulübe gerçekten terk edilmiş gibi görünüyordu. Herkesin odasının kapısını tek tek açarak, bağırırcasına uyanmalarını söylüyordu. ''Kalkın artık, yapmamız gereken yığınla iş var !'' Gözlerinden alevler fışkırıyordu adeta, hırs bürümüştü Caroline'i. Babalarının adını kirleten melezler olmayacaklardı. Çalışıp, eski havalarını geri kazanacaklardı. En sonunda zorla da olsa bütün kardeşleri kalkmış, salondaki koltuklara uyku sersemliğiyle yığılmışlardı. Aslında çok erken bir saatte kaldırmıştı hepsini. Fakat, erken davranmak o durumda yapılacak en iyi şeydi. Zira, gözüne uyku girdiği de pek söylenemezdi zaten son günlerde. Nedenini kendisi de bilmiyordu. Elindeki parşömeni kardeşlerine fırlattı. Kardeşi Lucifer, sinirle bağırmaya başladı. ''Caroline ne yapıyorsun sen ? Bu saatte hepimizi uyandırdın ve önümüze saçma bir kağıt fırlatıp, karşımızda dikiliyorsun !'' Caroline, sakinliğini korumaya çalışıyordu. Derin bir nefes aldı. ''Onu kimin gönderdiğini ve ne yazdığını bilsen eminim bu söylediklerini geri almak isterdin, kardeşim.'' Ortalık gergin bir havaya bürünmüştü. Kardeşleri, mektubu alıp okumaya başladılar. ''Mektubu okumadan, size söyleyeceklerim var. Hemen işe koyulmalıyız. Kulübe gerçekten çok pis, terk edilmiş gibi duruyor. Bize hiç yakışmıyor bu. Mektubu okumayı bitirdiğinizde ne demek istediğimi anlarsınız. Her neyse, herkes temizliğe odasından başlasın. Gerisini planlarız.'' Kardeşleri ona dikkat kesilmişlerdi. Ardından, tekrar mektuba döndüler. Caroline, merakla bekliyordu.