New York'a gitme kararımı gözden geçirip, bu isteğimi bir an önce gerçekleştirmem gerektiğini anlamıştım. Hemen küçük sırt çantamı hazırlayıp, yola koyuldum. Kamptan sadece birkaç saat ayrılıp kafamı dinlemek en doğal hakkımdı. Orada beni, alış-veriş merkezleri ve kafeler bekliyordu. Hayalini kurduğum giysileri alacağım için çok heyecanlıydım. Kamptan kısa süreliğine ayrılıp böyle sevdiği şeyleri yapmak biz melezlere çok iyi geliyordu.
Sonunda New York'a geldim. Derin bir iç çekip karşımda duran alış-veriş merkezine doğru yürüdüm. Doyasıya alış-veriş yaptıktan sonra kardeşlerimede hediye almayı unutmadım tabii. Elimdeki devasa torbalarla kafeye yöneldim. Kahvemi yudumlarken herkes bir telaş içindeydi. Şaşırmıştım ve ne yapaağımı bilmiyordum. Etrafın sakinleşmesini beklerken neredeyse hiç insan kalmamıştı. Kalanlar ise korkuda bir oraya bir buraya gidip, çığlıklar atıyordu. Garsonların birbirleriyle fısıldaştıklarını duyabiliyordum.
Torbalarımı kapıp Centra Park'ta koşarken önümde devasa bir şey belirdi. Torbaları yere düşürmüştüm ve kaçmaya çalışıyordum. Bu bir canavardı. Ama hiç görmediğim değişik bir canavar. Neden bana bulaşıyor diye düşünüyordum ki cep telefonumun açık olduğunu hatırladım. 'Nasıl unutmuştum?' cep telefonumu elime alırken canavar daha da kötüleşiyordu. Cep telefonumu zar zor kapatıp fırlatabildiğim kadar uzağa fırlattım. Canavar bu sırada biraz daha sakinleşmişti ve uzaklaşıp gittiğini görüyordum. Herkes başıma üşüşmüştü. ''Tamam, sakinim!'' Bir an önce kampa gidip kardeşlerime bu olayı anlatmalıydım. Ve bir daha cep telefonumu sürekli açık bırakmam gerektiğini böylece anlamış oldum.