İlk günlerimin güzel geçmesine rağmen, içimdeki ses, buralardan uzaklaşıp, kendimi kurtarmam gerektiğini söylüyordu. Bir iki gün, sadece öylece oturup, neler yapabileceğime baktım. Annemi çok özlemiştim. Nerelerdeydi? Neler yapıyordu? Ona zarar gelmiş miydi? Hayatta mıydı? Sırt çantamı topladım, gecenin çökmesini bekledim. Gece olduğunda, sessizce kulübemden çıktım ve yürüyerek çıkışa geldim. Arkama baktığımda kimse yoktu. Derin bir nefes aldıktan sonra, kamp dışına adımımı attım ve koşmaya başladım. Aradan bir kaç dakika geçtikten sonra, cüzdanımı ve paramı kampta unuttuğumu farkettim. Bu başıma gelen en kötü şey olsa gerekti. Allahtan yanımda patenlerim vardı. Patenlerimi giydim, bir ağacın arkasına saklandım. Ardından önümden geçen kamyona koştum, arkasına tutundum, o kadar şanslıydım ki, beni direk Manhattan'a götürmüştü. Şimdi sırada, eve dönüş yolunu bulabilmek vardı. Aklıma tek bir yol geliyordu: Metro. Bunu nasıl yapacağım hakkında bir fikrim olmasa da denemeye kararlıydım. Caddelerde yürürken, bir metro girişi gördüm. Aşağıya indim, yürüdüm ve gişeler önüme çıkmıştı. Etrafa bakındım, hiçbir güvenlik görevlisi yerlerinde değildi. Bu şansımı iyi kullanmalıydım. Bir anda hızlandım, koşmaya başladım ve sanki bir engelli parkur koşucusuymuş gibi, biletli geçiş yerlerinin üzerinde atladım, arkama bakmadan koşuyordum, arkamdan düdük sesleri geliyordu. Kalabalığa karıştım, hemen bir tuvalete saklındım. Bir süre orada bekledim. Arada bir kapıyı kontrol ediyordum. Etraf yatışınca, kalabalıkla beraber bir metroya bindim. Durağımda indim. Metro durağından çıktım ve evime doğru yola koyuldum. Eve geldiğimde, annem beni büyük bir mutlulukla karşıladı. Gerçekten, o kadar büyük bir mutluluktu ki, ikimizde göz yaşlarımızı tutamaştık, bir iki gün kendimize gelemedik. Annemle geçirdiğim en güzel günlerden biriydi. Neden? derseniz.. Çünkü, anne hasreti bambaşka bir şey.. gerçekten.. anlatılmaz yaşanır deriz ya... aynen o türden işte.