Huzurlu bir gece. Ama fazla huzurlu. Bir şeyler eksik. Ne olabilir ki? Huzurlu mu demiştim? Yanılmışım. Bu huzurlu falan değildi. Daha çok… Neydi o kelime? Ah, evet. Sıkıcı. Evet, işte aradığım kelime tam olarak buydu. Bunu değiştirecek bir şey gerekli. Ama nereden bulacağım neşemi yerine getirecek şeyi ben? Bir an düşündüm. Kendime cevaplaması imkânlı ya da imkânsız çok fazla soru soruyordum. Bunu kesmenin de bir yolunu bulsam iyi olacaktı. Hıh. Daha pek çok şeyi kesmem gerekmiyormuş gibi. Neden bu kadar kötüydüm ki? Boynumda annemden kalan ay taşı kolyeye gitti elim. Canım sıkıldığında istemsiz olarak yaptığım bir hareketti bu. Bilemiyorum. Belki de sadece bana güven veriyordu.
Ne yapsam ne yapsam diye düşünmekten o kadar bıkmıştım ki. Bir anda içeri dalan kardeşime diktim gözlerimi. O küçük sersemle uğraşmak iyi olabilirdi. En azından keyfimi yerine getirirdi. Ne yani? Sadece Ares Çocukları mı diğer melezlere sataşabilirdi? O an sadece öylece dikildiği bir an karşıma çıkmıştı. Evet, bu oldukça iyiydi. Kenarda duran kırmızı elmayı zavallı kardeşimin kafasına yerleştirdim. Bana “Manyak mısın?” der gibi bakıyordu. Hayır. Elbette manyak değildim. Sadece canım sıkılmıştı ve en önemlisi de sadist’in tekiydim. Ok ve yayımı sıkıca kavrayıp nişan aldım. Kulübenin en uzak noktasıydı. Doğrusunu söylemek gerekirse elmayı değil de kafasını nişan alıyordum. Oku serbest bırakırken kafasını son anda eğmesi kesinlikle işime gelmiyordu. Kızgınlığıyla bana olduğu gibi gözleri siyaha bürünmüştü. Bende kendi gözlerimi siyaha bürüdüm. Neydi şimdi bu? Düello teklifi falan mı? Gerçekten beni geçebileceğini mi sanıyordu? Kavgacı kardeşler olduğumuz her halimizden belliydi sanırım.