Diana Valerie Artemis Avcısı
Mesaj Sayısı : 7 Kayıt tarihi : 29/06/11
| Konu: Eldoris(melez kampına geliş, külübe belirlenişi, uzun oldu biraz) Çarş. Tem. 13, 2011 3:54 am | |
| Berbat bir gün geçiriyordum. Önce müdürle yaptığımız tartışma sonra babamın bana verdiği ceza. Üstelik garip bir çocuk peşime takılmıştı. Boyu 1.50 olan ve topallayan bir sapık, bir bu eksikti. Aslında çocuk nazik biriydi ama bir yanlışlık olduğu kesindi. Aynı zamanda çocuktan daha önemli konularım vardı. Mesela ben dizüstü bilgisayarım olmadan ne yapacaktım? Babama kalsa daha kötüsü de olabilirdi ama neyse ki onu ikna etmek zor değil. Ama benim o masum bakışlarım ve ısrarcı ses tonum bile okuldan atılmama engel olamadı ve bu da babamı deliye çevirdi. Bir yılda iki kez okul değiştirmek normal değilmiş, ayrıca DEHB ve disleksi de artık bahanem olamazmış. Beni en kötü kozu oynamaya o zorlamış olmuştu böylece. “ Belki de annemden geçmiştir bana bunlar ama tabi onu hiç TANIYAMADIM, haliyle bilemem!” diye bağırınca içimden ağlamak gelmişti ama ben güçlü bir kız olarak sakin ve ifadesiz kalmayı başardım. Fakat babam sakin değildi “Melissa hemen odana git ve orda KAL!” diye bağırınca kendimi tutamadım. Ağlayarak odama gittim ve kapımı çarptım. Babam daha sonra odama geldiğinde ise en güvenli yerime yani kuleme kaçtım. Kuleyi babam bu eve taşındığımızda bana sürpriz olarak yaptırmıştı. Aslında tek yaptığı üst kattaki odayı benimkiyle birleştirmelerini istemekti. Benim hayalim bütün üçüncü katı oda olarak kullanmaktı fakat bu ev buna müsait değildi.
Kuleden indiğimde bilgisayarımın gittiğini görüp delirdim. Hemen salona koşmalı ve babamdan bilgisayarımı almalıydım. Ama o sırada evin kapısının kapandığını duyunca durup arabanın gidişini dinleyerek son gözyaşlarımın da akmasına izin verdim. Odama döndüğümde pembe kanepeme çöktüm ve karşımda duran boy aynasından yansımama baktım. Gördüğüm manzara pek de iç açıcı değildi. O 1.50’lik sapık beni böyle görse herhalde peşimi bırakırdı. Siyah uzun ve normalde ipeksi olan saçlarım kuledeki yatağıma girip yorganı yüzüme çektiğim ve babam gidene kadar orda ağladığım için kabarmıştı! Berbattı düzleştiricimle 1 saat süren randevumuzun sonucunda zaten okula geç kalmıştım bir de saçlarım akşamı bulamayınca iyiden iyiye moralim bozuldu. Üstümde artık eski okuluma ait olan kıyafetler vardı. Hızla telefonuma koştum ve Mona’yı ( kendisi en iyi arkadaşım sayılır) aradım. Telefon çalarken sinirden taşlı kabıma sürttüğüm tırnağımın sesiyle Mona’nın bana dinlettiği Kesha büyük bir ritim uyumu içinde odamdaki tek ses olma konumundaydılar. Derken Mona’nın aşırı neşeli ve “Biraz önce Starbucks’taydım “ ses tonunu duydum.
“Selam Mel ne var ne yok? Alışverişe çıkalım mı? İçimden kart limitini öğrenmek geldi. Ayrıca-“
“ Mona bir sorun var” sesim beklediğimden de kötü çıkmış olacak ki Mona sessizce devam teşviki yaptı.
“ Okuldan atıldım. Yine.” Dedim.
“ Çok kötü olmuş. Ama boş ver canım zaten moda kelimesinin zıt anlamlısı sizin okulun adıydı. Baban çok kızdı mı peki?” Evet, sesim onu etkilemişti. Aslında onun da benim gibi sorunları vardı. Her yıl bir başka okuldaydı.
“ Bilgisayarımı aldı. Buluşalım mı? Her zamanki yerde. Çörek ve kahveyi unutma.”
“Tamam, çıktım bile. Bir saate görüşürüz.”
İçimde kötü bir his vardı ama yine de onaylayıp kapattım. Hızlıca dolabımın yanına koştum. Genellikle babamın dikkatini çekmek için alışveriş yapan biri olarak kıyafet bulmak sorun olmadı. Duş aldım saçımı ve hafif makyajımı yaptım. Nedense içimden koşmaya müsait giyinmek geçmişti bu yüzden kot pantolonumun altına babetlerimi giydim. Büyükannemin 15 yaşıma girerken bana hediye ettiği gümüş bileziğimi taktım. Aynaya bakarken içimden “ Al işte baba kızını üzersen kredi kartının limitini aşar.” Diye geçiriyordum. Odama son bir kez baktım. Sanırım bir süre daha göremeyeceğimi anlamıştım.
Yolda peşime yürümekten çok sürünüyormuş gibi görünen bir kadın takıldı. Sanırım cüzdanımın peşindeydi. Koşmaya başlarken topuklu giymediğime seviniyordum. Derken kadın gözden kayboldu ve sonra her şey gözden kayboldu. Geriye sadece başımın arkasından gelen bir sızı ve karanlık kalmıştı.
Yıldızlar o kadar parlak ve büyüktü ki! Bir an kendimi Van Gogh’un Yıldızlı Gece isimli tablosundaymış gibi hissettim. Fakat bu manzarayı resmetmek imkânsızdı. Harikaydı. Aslında acaba adımı mı unuttum diye düşünmeye başlamıştım. Çünkü ben Alice olduğunu sanmıyordum. Harikalar Diyarı’nı keşfettiğim hissine kapılmıştım. Yıldızlar bana göz kırparken Orion’u görebiliyordum. Aklıma Artemis’in onu Apollon yüzünden öldürdüğüne dair mit geldi. İlk okuduğumda Apollon’dan nefret etmiştim. Aslında hala favori mitolojik şahsiyetim sayılmazdı. Neden sonra aklıma çevreme bakınmak geldi. Sadece gökyüzüne odaklandığımı geç anladım. Bembeyaz mermerlerden sütunların süslediği bir alandaydım. Burası bir tepeydi. Aşağıda deniz bütün ihtişamıyla ışıldıyordu. Diğer tarafta ise tapınak görünümlü bir yer vardı. Beyaz mermerlerin içinde gümüş çizgiler ışıldıyorlardı. Ve Ay’ın yansıması temiz mermerlerde açıkça seçiliyordu.
“ Hayal gücün inanılmaz hayatım.” Hızla arkamı döndüm. Karşımda ne bulmayı beklediğimi bilmiyordum ama 12 yaşında ve kıskanılacak derecede güzel bir kız olmadığı kesindi.
“ Ve en garip rüya karakteri ödülünü yetişkin ses tonuyla konuşan küçük kız alıyor.” Saçmalıyordum ve bunun farkındaydım. Ayrıca sebebinin burasının benim hayal dünyam olduğunu tahmin ettiğim bir hisle bu küçük kızdan hem korkuyor hem de ona karşı bir yakınlık duyuyordum.
“ Ben senin hayal gücünün ürünü değilim. Ben Artemis av ve ay tanrıçası.” Ve ben de buna karşılık zekâmı kanıtlama ihtiyacı (!) duymuştum. “ Hadi canım sende! Hayal gücüm süperdi ama bunu beklemezdim. Yani 12 yaşında bir çocuğun “Av ve Ay Tanrıçası Artemis” olduğuna mı inanmalıyım? Şaka mı bu? Şimdi bana Poseidon’un da onu kızdırırsam denizi üstüme salacağını da söyle de tam olsun” Konuştukça kendimi garip hissediyordum. Ve bir anda o küçük kız yok oldu. Yerinde yaşını tahmin edemediğim bir kadın duruyordu. Ve kelimenin tam anlamıyla TAŞ’tı. Bir heykelin canlanmış halini andırıyordu. Ve onun kim olduğunu anladım. “ Sen O’sun. Artemis!? Ama nasıl? Bu bir rüya değil mi yoksa? “
“Bir rüyayı asla hafife alma hayatım. Sadece seni uyarmakla kalmaz sana geleceği de gösterirler. Fazla vaktim yok. Hemen konuya girmeliyim. Tatlım sen özelsin ve her ne kadar yanlış gelecek olsa da şunu unutma sen bedeninin uyuduğu yere aitsin. Babana sakın güvenme! Beni rüyalarına bekle ve sakın unutma hiçbir şey göründüğü gibi değildir. Anneni gururlandır canım.” Gözlerinden hüznü okunuyordu. Ve bir anda jeton düştü. Heyecandan bağırarak “ Annemi tanıyor musun? Kim? Yaşıyor mu? Neden beni terk etti?” ağlıyordum. Annemi o kadar çok düşünmüştüm ki! “ Zamanı geldiğinde öğreneceksin hayatım. Ama şunu bil ki o seni hep sevdi. Hoşça kal Eldoris. Tekrar görüşeceğiz.” Ve yok oldu. Bütün o harikalar diyarı olayı bitmişti. Annem öz annem beni terk etmemişti! Ve birden ortalık kararmaya başladı. Başım ağrıyordu. Ve sesler netleştikçe rüyam akıp gidiyordu.
''Sanırım kendine geliyor. '' Hiç tanımadığım bir ses büyük bir rahatlamayla ve cevap beklemeden konuşuyordu. Gözlerimi açtığımda karşımda kızıl saçlı bir kız oturuyordu. Sanırım 19 yaşında falandı. Normalde kızın kıyafetlerini incelerdim ama arkasında birinin daha olduğunu gördüm. Adamı tam olarak görünce ciddi bir çığlık attım. Adamın her tarafı gözdü yani gerçekten göz. Beklide 70 gözü olabilirdi. Ve çok tırsmıştım. “ Sakin ol Melissa, bu Argus güvenlik şefimiz.” Kızıl saçlı kız sanırım bu konuşmayı çok yapmıştı. “ Burası Melez Kampı. Yani yarı tanrı yarı insan çocuklar için en güvenli yer. Burada hayatta kalmayı öğrenirler-“
“ Çıkarken broşür alırım şekerim. Şimdi bana neden burada olduğumu açıkla. Ya da boş ver bana çıkışı göster de gideyim. Babamı ara-“ o anda aklıma geldi. Artemis bana buranın evim olduğunu ve babama güvenmemem gerektiğini söylemişti. Tamam, bu deliceydi. Yani Yunan tanrıçalarından Artemis gerçekti ve işi gücü kalmamış rüyama girecekti. Ama nedense ona inanıyordum. Bu hayal gücünden fazlasıydı. Sanırım burada uzun süre kalacaktım. O zaman kötü kız tavrı bana hiç artı kazandırmazdı. Ayrıca daha babamı düşünmeliydim.
Kızıl saçlı kız iç gevezeliğimi nazikçe bozdu. “ Çok üzgünüm ama bir süre burada kalman çok daha iyi olacak. En iyisi seni Kheiron’un yanına götürelim. O sana her şeyi daha iyi açıklar.” İçimden sanırım bunu her gün yapıyor diye geçirdim.
Dışarısı bir komedi filmini andırıyordu. Hani şu modern giysili insanların eski çağda takıldıklarından. Saymakla uğraşamadığım bir grup çocuk tırmanış yapıyorlardı. Neredeydim bilmiyordum fakat körfez olduğunu düşündüğüm suyun üstünde ve kenarında birbirinden çok farklı görünen bir sürü çocuk vardı. Kızıl saçlı bana bir taraftan bilgi veriyor diğer taraftan da tedirgin bir şekilde beni süzüyordu. “Ah üzgünüm bu arada ben Isobel kampın kâhiniyim.” Tedirgin bir şekilde gülümsedi. “Pekâlâ Melissa-“
“ Adımı da mı böyle bildin?” Olabildiğince şirin gülümsedim ki bu işte çok iyiyimdir. Bir keresinde bir çocuğun müdireye asılmasını bile sağlamıştım. Fakat Kâhincik etkilenmemişti. “ Hayır, seni izliyorduk.” Bir an şok geçirdiğimi sandım. Öfkelenmiştim ve benim öfkelenmem hiç iyi değildir. Aslında fazlasıyla kindar bir tiplemeyimdir. “ Hangi cüretle! Ne sanıyorsunuz kendinizi? Haksızlı-“
“Seni korumaya çalışan ve sana değer veren kişiler sanıyoruz.” Bu kadardı kız başka bir şey dememişti. Öfkemin geçmesini bekleyerek yürümeye devam ettim. Sonunda dört katlı mavi boyalı bir eve geldik. Kız içeri seslenmeden evden biri çıktı ve benim ağzım yere yapıştı. Adamın teki, pek genç bir adam değil, atla bütünleşmişti. Yani üstü insan altı beyaz bir attı. Umarım içindeki insandır diye düşündüm. Ve tekrar, zekâmı kanıtladım; “ Oha sen nesin ya?”
Sentor, evet ne olduğunu hatırlamıştım, bir kahkaha attı. “ Genellikle ya dillerini yutarlar ya da nezaketen susarlar. Sanırım bizi çok eğlenceli günler bekliyor.” Adam veya sentor, bir kahkaha daha attı. “ Ben bir sentorum. Adım Kheiron, kampın başdanışmanıyım. “ adam daha anlatmaya niyetliydi ama daha fazla içimde tutamadan sordum. “ Gerçek değil mi? Bütün o Yunan zırvaları. Artemis, Athena falan filan.” Adam şaşırmıştı ve bu beni çok mutlu ediyordu. Sırıtarak “ Peki benle alakası ne? Benim bu çocuklarla ortak noktam ne?” dedim. Adam beni süzdü ve cevap verdi “ Çünkü DEHB ve disleksin var, anneni hiç tanımadın, ayrıca çok sık okul değiştiriyorsun.” Afallamıştım. “Beni izlemeyi kaç yıldır sürdürüyorsunuz?” sesim kontrollüydü ve aklımdan yüzlerce olasılık geçiyordu. “ İki haftadır iki kişi peşinde. Hah işte biri de geliyor. David Melissa buraya sağ salim vardı. Teşekkür ederiz.” Kheiron’un kimle konuştuğunu görmek için arkama döndüm. Karşımda baştan aşağı siyah giymiş bir çocuk duruyordu. Çocuk benle yaşıt olmalıydı ve garip bir şekilde çok karizmatikti. Beni bu yakışıklının takip etmesi pek de sorun değildi doğrusu. Bana bakıp hafifçe gülümsedi. Siyah gözleri samimiydi. Kheiron’a bakınca bu çocuğun pek neşeli ve yardımsever bir tip olmadığını fark ettim. Sanırım yeni yeni ilerleme kaydediyordu. Konuşmasında çok tatlı bir hava vardı. “Bir şey değil Kheiron. Benim için bir zevkti.” Bir anda midem kasıldı. Çocuk beni ne zamanlarda izlemişti acaba? Sanki aklımı okumuş gibi cevap verdi, “ Zaten bana sadece okul dışında izlemek düştü. Okul ve ev arası şu satir gözledi. Merak etme evini gözetlemedik sadece seni güvenle buraya getirmeliydik.” O an aklıma 1.50’li sapık geldi. Beni okuldan eve kadar takip etmişti. Olabildiğince tatlı bir sesle “ Peki onu gördüm de seni niye hiç göremedim?” diye sordum. Çok tatlı bir gülümsemeyle “ Kimse gölgelere bakmaz, benim de bazı numaralarım var.” Kheiron arkama doğru bakıp “ Rebecca, bir saniye gelir misin?” diye sordu. Arkama döndüğümde yaklaşık 19-20 yaşlarında kızıl kıvırcık saçlı turuncu tişörtlü, o an etraftaki herkesin- David hariç- bu tişörtü giydiğini fark ettim, bir kız yanımıza geldi ve gri gözlerinin içi gülerek bana baktı. “ Selam bizi çok beklettin. Hadi gel sana etrafı gezdireyim.” Direkt konuya girmek bu olsa gerekti. Sonra at adama dönüp''Sahip Çıkıldı mı?''diye sordu. Cevap vermesine izin vermeden “ Kim kime sahip çıkacakmış?” diye sordum. Anlaşılan bu konuşma çok sık yapılıyordu Annabeth gülümseyerek “ Anlatırım” dedi ve bana yeni evimi tanıtmaya başladı. “ Hadi görecek çok yer var” dedi. Fakat iki adım atmıştım ki kendimi David'in kolları arasında buldum. Ne ara düştüğümü anlayamamıştım fakat David'in refleksleri sayesinde kafamı bir kere daha vurmaktan kurtulmuştum. Kekeleyerek teşekkür ettim ve doğrulmaya çalıştım. Fakat başım dönünce tökezledim ve tekrar kahramanımın sayesinde yeri öpmekten kurtuldum. Bana bakarken gözlerinde endişe olması kalbimin daha hızlı çarpmasını sağlamıştı.” Bence önce biraz uzanmalı ve dinlenmeli. Sanırım revire gitse daha iyi olur.” Derken beni kolları arasına aldı. Daha doğrusu denedi. Her ne kadar içten içe bunu çok istesem de hızlıca kollarının arasından sıyrıldım. Beni şu masallardaki güçsüz prenseslerden biri sanıyorsa yanılmıştı. Gurumu zedeletmeyecektim. Fakat başım daha çok dönmeye başladı ve etraf karardı. Son hatırladığım tekrar onun kolları arasında olduğumdu. Ve gerisi sadece karanlıktı.
Gözlerimi odamda açınca rahatladım. Tavana astırttığım aynada kendime baktım. Süper görünüyordum. Yatakta doğruldum ve gerildim. Sonra karşımda oturan kızı gördüm. En sevdiğim pembe kanepeme sanki yıllardır oturuyormuşçasına konmuş sakince bana bakıyordu. Ve hâlâ çok güzeldi. “ Hadi ama yani rüya değil miydi? “ Kızın yüzünde hafif bir tebessüm oluştu. “ Üzgünüm hayatım ama değil.” İçimden hem gülmek hem ağlamak geliyordu. “ Kim? Yani annem. Niye bana sahip çıkmadı?” Sorularımı cevaplamayacağını nedense biliyordum. Ama beni şaşırtan bir şekilde cevaplamaya başladı. “ Annen benim çok sevdiğim biridir. Fakat sen dâhil herkesin sandığı kişi değil. Ayrıca sana sahip çıkılmasını beklememelisin. Ayrıca baban sandığın kişi değil hayatım.” Benimle konuşurken oturuşunu hiç bozmamıştı. İçimde binlerce duygu birbiriyle kavgaya tutuşmuştu. Hangisini hissedeceğime karar vermeye çalışıyorlardı sanki. Sonunda merak duygusu zafer bayrağını kaptı. “Niye? Neden babama güvenmemeliymişim? Beni o büyüttü, sevgili tanrıçamız ortada yokken o bana baktı. Ve eğer şimdi de sahiplenmiyorsa veya buraya gelip kendisi konuşmuyorsa onun bileceği iş. Sorun değil bu güne kadar annesiz geldim. Fakat bir açıklamayı hak ettim. Neden babama güvenmemeliyim?” rüyamda ağlıyordum. Tanrıça istifini bozmamış sadece bakışları yumuşamıştı. “ Bana güven Eldoris, sebebini yakında anlayacaksın. Hoşça kal.” Ve uyandım
“Tamamen iyileştiğine emin misin?” Bu David'in sesiydi. Yanı başımda uyanmamı beklemiş olması kalp atışlarımı hızlandırdı. Gözlerimi yine aynı revirde açtım. Ve yine bir Artemis rüyasından uyanmıştım. İki rüyada da önemli olan fakat dikkat etmediğim bir şey vardı ama neydi? İç gevezeliğimi at amca bozdu. “Bence tamamen iyileşti. Sorun yok.” Ve sonra birilerine bir şeyler daha söyleyip gitti. Fakat ne dediğini bilmiyordum çünkü o sırada kahramanım David'e odaklanmıştım. Çocuk çok tatlıydı ya üstelik gizemli bir havası vardı. O da bana bakıyordu. Bir süre sadece bakıştık sonda bu sessiz rüyayı o bozdu. “ Nasıl hissediyorsun?” benim için endişelenmiş olması çok romantikti. Biraz kekeleyerek “ Daha iyi. Sadece başım ağrıyor.” Dedim. Gülümsedi ki bu çok yakışıyordu ona fakat sonra kendime kızdım. Çocuğu daha ilk görüşümdü. Niye beni bu kadar etkilemesine izin vermiştim ki? Yani beni birazcık önemsiyor diye ondan hoşlanmaya mı başlamıştım. Bu çok zavallıcaydı. Ayrıca tatlı bir çocuktan daha önemli konularım vardı. İçimden ben nerede kalacağım? Diye geçirdim. “Hermes kulübesinde. Annen seni sahipleninceye kadar orada kalacaksın. Sanırım bu akşam sahiplenilirsin.” Sanırım içimden dememiştim. Sıkılmaya başlamıştım. Ayağa kalktım ve baş dönmesinin tamamn bittiğini görünce sevindim. Gerindim ve kendimi yoklamaya başladım. Sapasağlamdım. “ Nasıl bu kadar hızlı iyileştim?” David gülümsedi. Lanet olsun kim olduğunu bilmediğim annem hala beni sahiplenmemişti, Artemis bana babama güvenmememi söylemişti, tam olarak napıcağımı bile bilmiyordum ve ben oturmuş çocuğun çok hoş olduğunu düşünüyordum. “… ama fazlası seni küle çevirir.” Nico bana nasıl iyileştiğimi anlatıyordu sanırım ama ben kendi dertlerimle boğuşmakla meşguldüm. “Kulübeme gitmek istiyorum. Eşyalarım orada değil mi? Acilen telefon etmem lazım.” Bir taraftan da plan yapıyordum. Kıyafetsizdim ve eve gidemezdim. Nico düşünce aleminden çekip alarak “ Burada telefon yasak. Aslında teknolojiden olabildiğince uzak duruyoruz. Canavarları çekiyor-“ “ Pekala ben buradan nasıl çıkarım? Alışverişe gitmem gerek, kıyafetsizim! Bu arada lütfen bana o turuncu tişörtlerin zorunlu olduğunu söyleme. Zaten sen giymiyorsun.” “ Ben her zaman burada değilimdir. Kulübem genellikle boştur. Ara sıra uğrarım sadece.” “Peki tanrı olan ebeveynin kim?”David'e bakınca aslına aklıma tek bir tanrı geliyordu. “Hades, ölülerin ve yer altı dünyasının tanrısı” doğru tahmin etmiştim. “ Ee alışvrişe gidebilecek miyim artık?”
''Akşam yemeğini herkes kendi masasında yer. Sen annen seni sahipleninceye kadar Hermes masasında yiyeceksin.'' Rebecca durmadan anlatıyordu.Fakat gözleri birini arıyor gibiydi. “ Rebecca!” arkamızdan birinin seslendiğini duyduk. Annabeth gözleri ışıldayarak arkasına döndü ve ona doğru hızla yaklaşan gence sarıldı. Anlaşılan sevgilisiydi. Bir süre öylece kaldılar. Sonra Annabeth beni hatırladı ve çocuğun kolları arasından çıktı fakat elini bırakmadı. “ Melissa bu Daniel Poseidon’un oğlu. Ve bu da Melissa kampa bugün geldi.” Daniel'e kanım kaynamıştı doğrusu. Bir kere gözleri benimkiyle aynı renkti, bu babamdan aldığım bir özellikti onun gözleri de benimki gibi, ayrıca saçları kahverengiydi. Rebecca ile aynı yaştaydı sanırım. “ Merhaba Melissa kampa hoş geldin. Hangi kulübedesin?” Rebecca araya girdi “ Daniel Melissa’ya henüz sahip çıkılmadı. Ama sanırım Afrodit kulübesi olacak.” Bunu söylerken gülüyordu ve bende kendimi tutamadım. Masalarımıza geçti yemekler geldi Trovis isimli birinin yanında oturuyordum. Tatlı bir çocuktu ama bende kulübeye dönüp cep telefonumun yerinde olup olmadığını kontrol etme isteği uyandıran bir havası vardı. Yemeklerimizin bir kısmını tanrılara adamamız gerekiyormuş ki bu garipti. Ateşin başına geçip tabağımın yarısını boşalttım, biliyorum garipti ama o an içimden yemek yemek gelmiyordu. “ Anne beni duyuyorsan eğer sana ihtiyacım var.” Duraksadım ve tabağımın kalanını da boşalttım ve “ Artemis teşekkür ederim.” Dedim. Ve içimden gelen ani istekle oradan aşağı inip göl,deniz ya da her neyse oraya gittim. Hava sıcak diye şort ve sandalet ( Afrodit kulübesi kardeşleri olduğuma emin oldukları için bana bolca kıyafet vermişti) giymiştim. Ayakkabılarımı çıkartıp dizlerime kadar suya battım. Sorun şu ki yüzmeyi bilmiyorum. Küçükken boğulma tehlikesi geçirmiştim ve sudan korkardım. Fakat suyun her zaman rahatlatıcı bir etkisi olmuştu üzerimde ve buraya gelince bu daha da artmıştı. Beklide bana evimde hissettirdiği içindi. O kadar dalmıştım ki birinin geldiğini göremedim. “ Su insanı rahatlatıyor değil mi? “ yanıma kadar gelmişti. “ Poseidon’un oğlu olduğun için olmasın?”Daniel hafif bir kahkaha attı. Pantolonunun paçalarını sıvamaya gerek duymamıştı. “ Haklısın beklide o yüzdendir. Ama seni de rahatlattığına göre sadece babanın okyanus tanrısı olmasına gerek yokmuş. Hadi kamp ateşi vakti geldi. Annen büyük ihtimalle seni birazdan sahiplenecek.” Nedense Percy’de bir şey vardı. Kendimi ona yakın hissediyordum. “ Tamam hadi gidelim.”
Kamp ateşinin olduğu yere doğru giderken içim içime sığmıyordu. Hem korkuyordum hem mutluydum ve duyguluydum. Sonuçta annemin kim olduğunu öğrenecektim. Aslında Afrodit olduğuna emindim. Yani benim gibi güzel bir kız ancak Aşk ve Güzellik Tanrıçası’nın kızı olabilir. Kendimi beğenmişliğim de ondan gelmiş olabilir tabii. Ve Afrodit’i çok severim. Yani aşkın gücünü temsil ediyor ne de olsa. Güçlü ve zarif. Ayrıca müstakbel kardeşlerimin dediğine bakılırsa daha pek çok muhteşem özelliği var. Kamp alanına vardığımızda herkesin şarkı söylediğini görünce gülme krizine girmemek için yanağımın içini ısırmak zorunda kaldım. Ayrıca sihirli olduğuna iPod’umun üstüne bahse girerim. Çünkü şarkı hareketlendikçe ve kampçılar coştukça ateşte onlarla beraber coşuyordu. Rebecca'nın kardeşleriyle oturduğunu gördüm. Ben de Hermes kulübesinin olduğu yere Travis ‘in yanına geçtim. Tabii cep telefonumun güvenli bir yerde olduğundan emin olunca.Şarkı bitince at amca ya da Kheiron sırıtarak ateşin yanına geçti ve herkesin sessizleşmesi için toynağıyla yere sertçe vurdu. Doğrusu baya ses çıkmıştı. Sonra sırıtmaya devam ederek “ Harika! Bu arada kampımıza yeni gelen meleze hoş geldin diyorum. Melissa” bana bakarak gülümsedi “ Aramıza hoş geldin! Yakında sana sahip çıkılacak ve kardeşlerinin yanına geçeceksin.” Adam sırıtmaya devam ediyordu. İçimden anne şimdi tam zamanı lütfen! diye geçirdim. Bir taraftan da Afrodit kulübesine bakıyordum. Ve o an hepsinin gözleri ve ağzı açıldı. Korkarak Travis’e baktım ama onunda gözleri şaşkınlıktan kocaman açılmışlardı ve yüzü yemyeşil olmuştu. Hangi kaynaktan geldiğini görmek için ışık saçan bir şey aradım ama çevremdeki herkes bana bakıyordu. Kheiron “ Bu nasıl olabilir?” dedi ve ben iyice tırsarak kafamı kaldırdım. Yeşil hem de okyanus yeşili bir ışık yaba şeklinde tepemde asılıydı. Düşünmeye çalıştım bu şekil kesinlikle afrodit’e ait değildi. O an hatırladım ve ağzım açık kaldı.Daniel'e döndüğümde onunda şaşırdığını gördüm. Ama o hızlıca toparlandı ve bana cesaret vermek istercesine gülümsedi. Rebecca ise düşünceler âleminde bana fen projesi bakışı atıyordu. Kheiron sonunda kendine gelip ön ayaklarını kırarak eğildi ve selam verdi. Herkes bunu tekrarladı. Ayağa fırladım ve “ BİR HATA OLMALI” diye bağırdım ama duyan olmadı. Sonunda Kheiron konuştu “ Selamlar sana Melissa. Atların Efendisi ve Okyanuslar Tanrısı Poseidon’un kızı .”
Tanrıçam bu yarısıydı normalde bunun devamını yazıyorum yeterli gelmediyse onu da yazarım umarım iyi bir puan gelir. Bu arada size bir soru sormam gerek. Rp puanına göre külübelere giriyorsak külübelerin puanlarına nereden ulaşabilirim veya siz yazarmısınız. Şimdiden teşekkürler | |
|
Athena Admin/Tanrıça/Kamp Müdiresi
Mesaj Sayısı : 5210 Kayıt tarihi : 16/08/10
| Konu: Geri: Eldoris(melez kampına geliş, külübe belirlenişi, uzun oldu biraz) Çarş. Tem. 13, 2011 10:50 am | |
| Rp puanı 75.
/Admin.
*Soruların için yardım bölümünü kullanabilir veya melez danışmanlarımızdan yardım alabilirsin. Her kulübenin belirli bir puanlaması yok. | |
|