Kampa döndüğümde elim titriyordu. Şimdi ben Melanie'ye ne diyecektim? Bunların hepsini başından başlayarak anlatmak uzun sürecekti ve anlattıktan sonra yaşama şansım olmayabilirdi. Melanie benim kadar korkak değildi. O eminim bunun bir lanet olduğunu öğrendiği zaman peşinden koşacaktı. Ama ben kalıp Eris'i kızdırmayı tercih ederdim. Bizi Fatum'a bıraktığını söylerken yalan söylediğine emindim. Melanie'yi kampın Girişinden biraz uzakta görünce yanına gittim. Sözü nasıl açacağımı bilmiyordum. Yanına gittim ve ona sarıldım. "Melanie biz...Lanetlenmişiz." Bunu söylerken yüzümde öyle bir ifade vardı ki ilk başta şaka yaptığımı sanarken yüzüme bakınca gerçek olduğunu anladı. "Bunu kim yaptı?" Burnundan soluyordu. "Bak Melanie bilmiyorum. Aam Eris'in işi olmadığı kesin. Çünkü bunu onun bile çözemeyeceğini söyledi. Ondan çok daha büyük birinin işi olmalı. Onu oracıkta öldürmek isterdim ama biliyorsun yani o bir tanrı ve ben bir melezim ona saldırmak sadece zaman kaybı olurdu." Melanie bana deliymişim gibi baktı. "Yani ona en azından bağırabilirdin. Kılıcını sallayarak onu kızdırabilirdin!" diye bağırdı. "Bağırma! Ben sadece sonradan olacakları.." Melanie sözümü bitirmeme izin vermedi "Bugün saat 2'de arenada hazır ol! Seni öldürünce üzerimdeki lanet kalkacaksa ben de yaparım!" diye bağırdı. "Mel! Mantıklı düşünmüyorsun!" dedim ama çoktan kulübesine doğru koşmaya başlamıştı. Geri dönüp "Saat ikide!" diye tekrar bağırdı. Harika şimdi kardeşim beni öldürecekti.