Olimpos Rpg
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Olimpos Rpg

Percy Jackson ve Olimposlular ile Olimpos Kahramanları serilerinden esinlenilerek oluşturulmuş, zirvedeki rpg forum sitesi.
 
AnasayfaLatest imagesKayıt OlGiriş yap

 

 Dövüş Sanatları Sınıfı / 30 Haziran - 6 temmuz

Aşağa gitmek 
3 posters
YazarMesaj
Zack Cliff Burton
Nyks'in Çocuğu/Kulübe Lideri/Dövüş Sanatları Eğitmeni
Nyks'in Çocuğu/Kulübe Lideri/Dövüş Sanatları Eğitmeni
Zack Cliff Burton


Mesaj Sayısı : 814
Kayıt tarihi : 23/02/11

Dövüş Sanatları Sınıfı / 30 Haziran - 6 temmuz Empty
MesajKonu: Dövüş Sanatları Sınıfı / 30 Haziran - 6 temmuz   Dövüş Sanatları Sınıfı / 30 Haziran - 6 temmuz Icon_minitimeÇarş. Haz. 29, 2011 1:04 pm

Ellerini yüzüne keder ile götürmüş ve büyük bir hüsran ile parmakları arasından karşısında çuvallayan melezlere bakıyordu. Bir çoğu antrenman mankenlerine büyük bir özgüven ile yaklaşıp rezilliğin kelime anlamını gösterirmişcesine dayak yiyordu. Bazıları ise Zack'in beklentilerini aşarak iyi bir performans gösteriyordu ama bu bazıları bir elin parmak sayısına bile yetişemiyordu. Sinirli bir şekilde Sebastian'a baktı ve gözlerini devirdi. Sebastian efendisinin sinirden gittikçe gerilen yüz hatlarına bakarak ne yapması gerektiğini anladı ve bir melezin daha dayak yemesine izin vermeden çalışma mankenini yerden aldı. Mankeni yerden aldıktan sonra Zack'in arkasına geçti ve yarı hüzün yarı hayal kırıklığı ile kafasını eğdikten sonra efendisinin söyleyeceklerini bekledi. Sebastian'ın mankeni alıp eski yerine dönmesi ile sinir ile melezlere baktı Zack. Bakışları ile bir kaç melezi bulunduğu yere sinmesine sebep oldu. Bakışlarını melezlerin üstünden çekip '' Sizler tamami ile bir zaman kaybısınız! Size sanatlarımı öğretmeye çalışmak bile saçma bir düşünceydi. Şimdi ormandan çıkıp kulübenizdeki sıcak yataklarına gidin bakalım! '' dedi sert bir ses tonu ile. Tüm melezler kızgın ve kırılmış bakışlar ile ormanı terketmeye hazırlanırken Zack boğazını temizleyip melezlerin dikkatini yeniden kendisine çekti ve '' Her ne kadar bir çoğunuz beni hüsrana uğratmış olsada. Bazılarınız tekniklerimi azda olsa kaptı. Ama bunu teyit etmek için seçtiğim kişiler sınava giricek. '' dedi bezgin bezgin. Bazı melezler umut ile bakışlarını Zack'e ve söyleyeceklerine dikerken bazıları ise başaramadıklarını bildiklerinden umursamadılar. Zack merakla bekleyen melezlere bakmadan Sebastian ve Claude ile birlikte ormanın derinliklerine doğru ilerlerken '' Satellite ve Theodor benimle gelin. '' dedi umursamaz bir şekilde.


Ormanın karanlık derinliklerinde yürümeye devam ederken arkasından gelen Theodor ve Satellite'e bakmadan konuşmaya başladı '' Diğer melezlerden daha yetenekli çıktınız ama bu iyi olduğunuzu göstermez. İyi olduğunuzu bana sınav ile kanıtlamanız gerekiyor. ''. Yürümeye devam ederken Zack kendi öğrencilik yıllarını düşünmeden edemiyordu. Yaklaşık beş yaşında başlamıştı Zack'in eğitimi. Her gün geceli gündüzlü işkence dolu eğitimlerden geçmişti. Ustalık seviyesine çıkıncaya kadar çok şey feda etmişti. Bunları düşündükçe bu derslikteki melezlerin yaptığı saçmalıklar Zack'i daha da sinirlendiriyordu. Sessiz ve kararlı bir şekilde ormanın karanlığında ilerlerken aniden durarak onu takip edenleri şaşırttı. Arkasına döndü ve sınava kalmayı başarmış iki meleze dikkatli bir şekilde göz gezdirdi. Bakışları ile iki melezide süzdükten sonra '' Sınava burada başlayacaksınız ve sınav alanınız şu gördüğünüz patikalar olucak. Her biriniz bir patikaya girecek ve olu takip edeceksiniz. Yolun sonuna varabilirseniz sınavı geçmiş olucaksınız. Ama bu o kadarda kolay olmayacak. Öncelikle tüm silahlarınız bende kalıcak ayrıca yumruklarınızdan başka hiç birşeyi kullanmayacaksınız. Kullanırsanız elenirsiniz. '' dedi karşıdaki ikiye ayrılan patikaya bakarak. Daha sonra bakışlarını yeniden melezlere çevirip '' Bu arada size küçük bir ipucu, tanrıça Athena pinti birisi değildir. '' dedi ve gülümseyerek yanlarından ayrıldı.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Theodor Aquila
Apollon'un Çocuğu
Apollon'un Çocuğu
Theodor Aquila


Mesaj Sayısı : 710
Kayıt tarihi : 30/10/10

Dövüş Sanatları Sınıfı / 30 Haziran - 6 temmuz Empty
MesajKonu: Geri: Dövüş Sanatları Sınıfı / 30 Haziran - 6 temmuz   Dövüş Sanatları Sınıfı / 30 Haziran - 6 temmuz Icon_minitimeSalı Tem. 05, 2011 11:27 am

Ben melez mankenle dövüştükten sonra iki kişi daha onunla karşılaşmıştı. Birisi Sat'ti, diğeriyse daha önce görmediğim bir melezdi. Sat güzel dövüşmüştü bana göre, sonuçta bir Avcı'ydı. Refleksleri ondan önce hareket ettikleri için kolay bir dövüş çıkarmıştı. Diğer melezse kısa bir dövüşten sonra mankeni etkisiz hale getirmişti. Çok oldu bitti gibi gelmişti bu bana ama tam bu konu hakkında düşünürken Zack'in Sebastian diye seslendiği adam gelip mankeni yerden almıştı. Neler olduğunu anlamamış bir şekilde etrafa bakarken gözlerim Zack'i buldu. Öfkeli görünüyordu, hem de çok öfkeli. Zaten '' Sizler tamami ile bir zaman kaybısınız! Size sanatlarımı öğretmeye çalışmak bile saçma bir düşünceydi. Şimdi ormandan çıkıp kulübenizdeki sıcak yataklarına gidin bakalım! '' dediğinde bu öfkenin sınırlarını görmüş oldum. Sanırım kimse onun istediği gibi dövüşememişti. Ama ben kendime güvenmiştim, dersi geçebileceğime inanıyordum. Tam arkamı dönüyordum ki Zack boğazını temizledi. Demek her şey bitmemiş, diye düşünerek ona baktım. '' Her ne kadar bir çoğunuz beni hüsrana uğratmış olsada. Bazılarınız tekniklerimi azda olsa kaptı. Ama bunu teyit etmek için seçtiğim kişiler sınava giricek. '' dediği zaman her şeyin bitmediğini öğrenmiş oldum zaten. İçimde bir umut büyümeye başlamıştı. Bir an dikkatimi etrafa bakmaya yönlendirdiğimde herkesin benimle aynı durumda olduğunu fark ettim. Derken Zack yanındaki iki adamla arkasını dönüp yürümeye koyuldu. Öfkelenip ben de dönecektim ki '' Satellite ve Theodor benimle gelin. '' dediğini duydum. Bir an duraksadım, doğru mu anladım diye Sat'e baktım ve onun da bana baktığını fark ettiğimde doğru anlamış olduğumu fark ettim. Diğer melezlerin bazıları öfkeyle, bazılarıysa kıskaçlıkla bakarken Sat ile birlikte Zack'in ardından ormanın derinliklerine doğru ilerlemeye başladık. Zack yine bize bakmadan '' Diğer melezlerden daha yetenekli çıktınız ama bu iyi olduğunuzu göstermez. İyi olduğunuzu bana sınav ile kanıtlamanız gerekiyor. '' dedi. Bu iyi bir haberdi, ayrıca ben de iyi olduğumu kanıtlamak için elimden gelen her şeyi yapacaktım. Bir an Sat'le konuşma ihtiyacı duydum ve ona döndüm. Onun düşünceler alemine dalmış olduğunu fark edince onu oradan çıkarmak istemedim. Bu yüzden ben de düşünmeye başladım. Bu sabah görmüş olduğum rüya beni buralara kadar getirmişti. Rüyadaki adamlarla karşılaşırsam onlara hadlerini bildirebilecektim artık. Zack önümde birden durunca düşüncelerimden sıyrıldım ve gerçekliğe döndüm. Zack bizi bir süre inceledikten sonra '' Sınava burada başlayacaksınız ve sınav alanınız şu gördüğünüz patikalar olucak. Her biriniz bir patikaya girecek ve yolu takip edeceksiniz. Yolun sonuna varabilirseniz sınavı geçmiş olucaksınız. Ama bu o kadarda kolay olmayacak. Öncelikle tüm silahlarınız bende kalıcak ayrıca yumruklarınızdan başka hiç birşeyi kullanmayacaksınız. Kullanırsanız elenirsiniz. '' dedi. Silahlarımın uzakta olacağı fikri beni biraz telaşlandırmıştı, ama öğrenmek için bazı şeylerden feragat etmem gerekiyordu. Zack'in baktığı taraftaki patikalardan hangisinin daha zararsız olduğunu kestirmeye çalıştım. Fakat sonunda ikisinin de birbirinden tehlikeli olduklarını fark ettim ve seçme hakkını Sat'e bıraktım. Zack bize dönüp '' Bu arada size küçük bir ipucu, tanrıça Athena pinti birisi değildir. '' dedikten sonra yanımızdan ayrıldı. Bu demek oluyordu ki, başıma çok eğlenceli(!) şeyler gelecekti. Sat'e baktım ve "Pekala kuzen, seçim senin. İstediğin yolu seç." dedim. O da bana bakarak "Ben de senin seçmeni umuyordum Teo. Neyse ben şu patikayı seçiyorum." dedi. Kafamı salladım ve belli belirsiz bir şekilde "Başarılar." dedim. Sat de bir şeyler dedi fakat bunu anlayamadım. Çünkü ikimiz de sınava odaklanmıştık ve dikkatimizi dağıtmamaya çalışıyorduk. Babam şu sıralar uyuyor olacağı için Ay Tanrıçası teyzem Artemis'e dua ettim ve sınava resmi olarak başladım.

İlk başlarda zamanımı Orman'ın hangi kısmında olduğumu anlamaya çalışmak geçirdim. Fakat daha sonra bunun boşa bir çaba olduğunu fark ettim ve başıma gelecek şeylere karşı hazırlıklı olabilmek için kulak kesildim. En ufak bir çıt sesinde aniden dönüyordum. Bir süre ilerledikten sonra artık başıma bir şey gelmesi için dua etmeye başlamıştım. Çünkü fırtına öncesi sessizlik pek hoşuma gitmiyordu. Bunu düşündüğüm anda uzaktan bana doğru gelen bir şeyi fark ettim. Bu daha çok bir topa benziyordu. Ne olduğuna karar verememiş olsam da yana çekildim ve topun patlayarak içinden kıpkırmızı, kan gibi bir sıvının çıktığını gördüm. Üstelik de bir not vardı. Hemen kağıdı alıp okudum . "Daha fazlası yolda." yazılıydı. Yazıyı okur okumaz kafamı kaldırdım ve etrafa baktım.

Hiçbir yerden geldiler. Çünkü her yerden geliyorlardı. O kadar çoklardı ki, kendimi hiçlik denizinde hissediyordum. Ve o kadar çoklardı ki, hepsinden kurtulmak için dönmekten midem bulanmaya başlamıştı. İlk top saldırısı geldiğinde derste Zack'in öğrettiği gibi ellerimi dümdüz yapıp bir kılıca çevirmiştim. Her gelen topu sağ elimle durduruyor, sol elimle de itiyordum. Neyse ki bazıları yan yana oldukları için iki üç tane topu aynı anda durdurabiliyor, itebiliyordum. Bir süre sonra durdurmaktan vazgeçtim ve sadece vurmaya başladım. Şuursuzca hareket ettiğim için birçoğu vücuduma çarpıyordu ve üstümü kana buluyorlardı. Bu yüzden dikkatimi bedenimde topladım, düşünmeyi bıraktım. Tek hedefim bu lanet olası yapışkan sıvının üzerime dökülmesini engellemekti. Bu yüzden hızlı hareketlerle vuruyor, iteliyor, durduruyordum. Bazen ayağımı doksan dereceden fazla kaldırarak birkaç topu birden vurmayı başarıyordum. Artık tüm kaslarım isyan etmeye başladığı sırada toplar gelmeyi bıraktı. Ortaya çıkan manzara hem korkunçtu, hem de beni gururlandırmıştı. Sadece bir düzine top patlamamıştı, bunun yanında yetmiş tane olduğunu tahmin ettiğim sayıda topu patlatmıştım. Etraf kan gölü olmuştu. Öyle ki dışarıdan bu görüntüyü görsem burada bensiz bir katliam partisi verildiğini sanardım. Aynı durum kıyafetlerim için de geçerliydi. Tamamen kan olmuşlardı. Alacakaranlık vakti olduğu için hava çok soğuktu ve kan da bunu kat be kat arttırıyordu. Titrememe engel olamayarak yürümeye başladım. Bundan sonra şom ağzımı açmamaya karar verdim ayrıca. Acaba babam kehanet yapan Tanrı olduğu için mi bunlar başıma geliyordu?

Şafak sökmeye başlarken toplardan daha korkunç bir şeyin başıma geleceğini hissediyordum. Harika bir mavilik vardı. Bir an kendimi manzaranın güzelliğine kaptırmıştım ki bir dal kırılması sesiyle kafamı sağa çevirdim. Yakalayabildiğim tek şey ufak bir parıltı olmuştu. Bunun neye ait olduğunu bir yandan çok merak ederken bir yandan da buradan kaçmak istiyordum. Ama merak duygum ve "erkek adam hiçbir şeyden kaçmaz" düşüncesi beni parıltının peşine düşürdü. Kısa bir arayıştan sonra ben onu değil de, o beni buldu. Parıltının sahibi hiç tahmin etmeyeceğim bir yaratıktı. Zack'in de dediği gibi "Athena pinti birisi değil"miş. Karşımda ufaltılmış bir Namea Aslanı vardı. İlk başta gözlerimin yanıldığını düşündüğüm için arkamı dönüp aniden tekrar önüme döndüm ve saf saf bana bakan Namea ile karşılaştım. Aslında tatlı bile olabilirdi. Ama onu ormanda görmem, hem de sınav zamanında, bir tesadüf olamazdı. Üzerime açgözlülükle baktığını fark edince acaba kan kokusuna mı geldi diye düşündüm. Bu yüzden uysal bir şekilde Namea'ya yaklaştım. Elimi uzatmamla birlikte hırladı. Ben de korkuyla geri zıpladım. Aklıma anında Heracles geldi. Bu sayede görevimi anlamış oldum. Bu ufak aslanı alt etmem gerekiyordu. Bunun hiç kolay olacağını düşünmüyordum. Ama düşündüğümden de zor oldu...

Bu ufaklık çok dişliydi, her iki anlamda da. Yani çetin cevizdi, uzun bir süre direndi. Aynı zamanda birçok dişi vardı ve bunları bana geçirmeden duramıyordu. Acaba dişleri kaşındığı için mi böyle yapıyordu, bilmiyorum. Yine de bu sevimli ufak canavara acımadan saldırmak zorunda kalmıştım. Heracles nasıl yaptı bilmiyorum, ama ben bayağı bir zorlandım. Çok güçlü bir hayvandı. Neyseki derisi tamamen altın olmadığı için darbelerim canını acıtmıyordu. Gelişim evresinde olması nedeniyle kasları tam gelişmemişti. Bu yüzden bazı zayıf noktalarını bularak buralar üzerinde çalışıyordum. Mesela birkaç darbenin ardından ensesine vurunca afalladığını fark ettim. Diğer bir zayıf noktası da bacaklarının eklem noktasıydı. Ben de tekmelerimle ve yumruklarımla buraları zayıflattım. En sonunda zayıfladığından emin olunca tüm gücümü, sanırım bir miktar da chi enerjisi biriktirmeyi başarmıştım, ellerime gönderdiğimi hayal ettim. Namea Aslanı'nı afallatacak bir çığlık atarak art arda on tane darbenin sonunda Namea dayanamadı ve çöktü. Aynı zamanda havası da çıktı. Bir dakika, havası nasıl çıkabilirdi ki? O sırada bunun da bir manken olduğunun farkına vardım. Heracles Namea Aslanı'nın postunu almıştı, bana da bu manken kalmıştı. Ne kadar hoş değil mi... Yoluma sakince(!) devam ederken artık sınavın bitmesini dilemeye başladığımı fark etmiştim. Kan üzerimde kuruduğu için çok korkunç görünüyor olmalıydım. Yine de karşıdaki siyah giyimli iki kişiden daha iyi duruyordum. Bir dakika... Karşımda neden siyah giyimli iki kişi var?

Daha önce bu adamları bir yerlerde görmüştüm. Televizyonda olabilir mi acaba? Ah tamam şimdi hatırladım, bunlar beni rüyamda kuyuya atan adamlardı. Tanrıça Athena bunu da mı biliyordu acaba? Hayır canım, rüya Tanrısı Morpheus'tu. O zaman bu rastlantı Tanrıçası Thyke'nin işiydi. Şu sıralar onunla fazla rastlaşıyorduk doğrusu. Ben bunları düşünürken ninjalar bana iyice yaklaşmışlardı. Hemen dövüş pozisyonumu aldım. Ayaklarım yere daha sağlam basarken bütün kaslarımın kasıldığını hissettim. Yumruklarımı iyice sıkarak ninjaları beklemeye başladım. Onlar da sağolsunlar hemen saldırıya geçtiler. Sonu olmayacak gibi duran vuruşlarla beni geri çekilmeye zorluyorlardı. Amaçları neydi acaba? Derken arkamda bir anda oluşmuş olan çivili bariyerleri fark ettim. Yani belli bir alanda dövüşmek zorundaydım ve çiviler canımı acıtabilirlerdi. Bu yüzden savunmayı bir kenara bırakmak zorundaydım, Aikido'yu tam anlamıyla kullanamayacaktım ama saldırı yaparken savunma yapmış olmuyor muydum zaten? Kendimi şu ninja bozuntularından korumam gerekiyordu. Ama onlar hızlı hareketleriyle ve art arda vuruşlarıyla dengemi kaybetmemi sağlıyorlardı. Biri adeta bir gölge gibi arkama geçti ve beni yere serdi. Tam burnuma vurdu ve bu sefer kesinlikle kırılmasına neden oldu. Diğeri de kaburgalarımın üstüne oturdu. Dejà vu! Bu sefer hiçbir yerden ses gelmedi. Ama onun yerine yardımıma babam koştu. Artık güneş doğuyordu ve bu daha iyi hissetmemi sağlıyordu. Bütün ışınları üstüme çekince kendimi daha güçlü hissetmeye başladım. Kendimi ısıtmamayı başarıyordum, ama ninjalar o kalın kıyafetleri içinde pişiyor gibi duruyorlardı. Bir an bakışlarımız karşılaştı ve bu sayede bomboş bakan bir çift gözle karşılaşmış oldum. Yani yine mankenlerle savaşıyordum. Kendimi durdutmama gerek yoktu. Güneş ışınlarını etrafı dolduracak kadar çok kullandım, o kadar ki göz gözü görmüyordu. Ama benim gözlerim her yeri oldukça net görüyordu. Kendimi bir anda sarstım ve üzerimdeki ninjayı atmış oldum. Hemen ayağa zıpladım ve burnumu kıran ninjaya öfkeyle bakıp tam doksan derecelik bir açıyla ayağımı havaya kaldırdım. Tekmem çok şiddetliydi, çünkü güneş yanımdaydı ve öfkeliydim. Bu sefer art arda darbe indirme sırası bendeydi. Elimi yine kılıca döndürdüm ve saldırıma devam ettim. Bir anda çivili bariyerlere gelmiştik. Ninja iyice savunma pozisyonuna geçtiği için kaba kuvvete başvurdum ve tüm gücümle onu ittim. Biraz yerinden kımıldadığı anda ayağına çelme taktım ve kafasının bariyerlere çarpışını izledim. Daha bu zaferi kutlayamadan diğer ninjaya döndüm ve gücümü toplamış bir şekilde koşmaya başladım. Ninja beni göremiyordu sanırım, çünkü hazırlıksız yakalandı. Önce karnına, sonra da bacağına bir darbe indirdim. Dizlerinin üstüne çökünce de kafasını tutup dizime çarptım. Biraz dövüş sanatlarından uzaklaşmıştım belki ama bu da bir nevi sanat sayılabilirdi bence. Buradan sonra çok kısa bir mesafe yürüdüm. Çivili bariyerleri aşmayı başarınca yirmi otuz adım atmıştım ki iki tane sandalyenin bana baktığını gördüm. Demek ki Sat daha gelmemişti. Ben yorgunluktan ölüyordum. Her tarafım kandı ama sınavı tamamlamış olmak harika bir duyguydu.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Satellite Morgan
Artemis Avcısı/Kulübe Lideri/Melez Danışmanı/Araba Yarışları Koordinatörü/Okçuluk Eğitmeni
Artemis Avcısı/Kulübe Lideri/Melez Danışmanı/Araba Yarışları Koordinatörü/Okçuluk Eğitmeni
Satellite Morgan


Mesaj Sayısı : 3387
Kayıt tarihi : 24/08/10

Dövüş Sanatları Sınıfı / 30 Haziran - 6 temmuz Empty
MesajKonu: Geri: Dövüş Sanatları Sınıfı / 30 Haziran - 6 temmuz   Dövüş Sanatları Sınıfı / 30 Haziran - 6 temmuz Icon_minitimeÇarş. Tem. 06, 2011 7:30 am


    Dersi geçip geçmediğimi bekliyordum büyük bir heyecanla. Açıkçası Zack'in dersinden geçmenin zor bir şey olduğunu biliyordum, çünkü o her şeyi kolaylıkla beğenmeyen biriydi. Bu da doğal olarak hepimizin sinirlerinin gerilmesine sebep oluyordu. Bazıları dersin bitmesine sevinmiş bir şekilde gülümseyip umursamaz bir tavır sergilerken diğerleri de Zack'in gözlerinin içine bakıyordu fakat Zack hiçbirimizin gözünün içine bakmıyordu. Başı dik bir şekilde ilerliyordu, hiçbirimizi umursamadığını belli eder şekilde. Öğrencileri izledikçe sürekli oflayıp pufluyordu, birkaç kişide de gülümsemişti. Ben dövüşürken gülümsemiş olmasını umuyordum bütün hevesim, şevkim ve isteğimle. Ben son öğrencinin de dövüşmesini izlemek üzere beklerken, Zack'in yardımcılarından biri mankeni alarak götürmeye başladı. Gülümsedim, sanırım ders bitmişti ve şimdi sınava geçecektik. Kahverengi gözlerim merakla parlayarak Zack'e bakıyordu. Fakat Zack arkasını dönüp bize bakmaya başlayınca korkudan gözlerim büyümüştü. Oldukça sinirli bakıyordu, ani bir bağırmaya ve azarlanmaya hazırdım. Bize zaman kaybı olduğumuzu söyleyip duruyordu ve kulübelerimize kovmuştu bizi. İyice geçemediğimi düşünmeye başlamıştım, iki kaşımı da kaldırdım ve oturduğum topraktaki otlardan kopardım bir tane. Diğerleri gibi ayağa kalktım düş kırıklığına uğramış bir şekilde, daha önce hiç bu kadar aşağılanmamıştım. "Her ne kadar bir çoğunuz beni hüsrana uğratmış olsada. Bazılarınız tekniklerimi az da olsa kaptı." diyince Zack istemsiz bir şekilde durdum. Belki de bu kişilerden biri olabilirdim, sinirlenmeden önce biraz durup düşünmem gerekiyordu. Kendime güveniyordum fakat egoist veya artist biri olmadığımdan da direk kendimi öne atmak istemiyordum. Zack'e göz ucuyla bakarken yine o umursamaz sesini duydum. "Satellite ve Theodor benimle gelin. " Kuzenime baktım, aynı anda o da bana bakmıştı ve gülümsedim. Zack, yanında iki yardımcısıyla beraber yürürken ben de kuzenimle beraber ikisinin peşinden gidiyordum. Gerçekten sınava kaldığımıa sevinmiştim ve en katı öğretmenin Zack olduğunu anlamıştım. Sadece iki öğrencisi sınava kalmıştı ve ikimizin de geçip geçmeyeceği bir muammaydı. Ormana doğru yürüyorduk beşimiz, içimi gece gece ormanda yürürken bir ürperti kaplamamış değildi fakat avcılar olarak buna alışmıştık, bu yüzden bir beş yıl öncesinden çok daha rahattım. Fakat bir süre sonra üşümeye başlamıştım, sonunda Zack durduğunda ben de durdum aynı anda kuzenime baktım. Sanırım sınavı yapacağımız yere gelmiştik, gözlerimi kapayarak derin bir nefes verdim ve Nyks oğlunu dikkatle dinlemeye başladım. "Sınava burada başlayacaksınız ve sınav alanınız şu gördüğünüz patikalar olacak. Her biriniz bir patikaya girecek ve yolu takip edeceksiniz. Yolun sonuna varabilirseniz sınavı geçmiş olacaksınız. Ama bu o kadar da kolay olmayacak. Öncelikle tüm silahlarınız bende kalacak ayrıca yumruklarınızdan başka hiçbir şeyi kullanmayacaksınız. Kullanırsanız elenirsiniz." Önümde bir yol biçiminde uzanan iki tane patika vardı. Dudağımı büzdüm, bu patikaları geçmek sınavı bitirmek demekse eğer, bu patikalardaki tehlikeleri tahmin bile edemiyordum. Tırnağımı yemeye başladım, oldukça gerilmiştim. Tüm silahlarımızı Zack'e teslim etmemiz gerekiyordu fakat benim sırtımda doğal olaraktan bulunan oklarım vardı, her avcının sırtında bulunan. Muhtemelen olabildiğince onları kullanmamaya çalışacaktım, üstümde de okum dışında hançerim vardı. Kotumun cebinden çıkarıp yere attım ve kuzenime baktım, omuzlarımı yukarı kaldırarak. "Bu arada size küçük bir ipucu, tanrıça Athena pinti birisi değildir. " dedi Zack ve ardından iki yardımcısıyla beraber yürümeye başladı. Onun arkasından yutkunarak baktıktan sonra patikalara döndüm. Hangisini seçeceğim hakkında bir fikrim yoktu, Teo'nun seçmesini uygun görerek sıramı ona devredecektim ki önce o konuşmaya başladı. "Pekala kuzen, seçim senin. İstediğin yolu seç." diyince biraz bozuldum. İlk hamleyi ondan bekliyordum oysa. Rastgele bir patikayı işaret ederek o patikayı seçtiğimi söyledim. Aklımda hiçbir fikir yoktu, hatta bir süre sonra iki patikanın da aynı olabileceğini düşünmüştüm. "Başarılar kuzen." demiştim cılız bir sesle ve ardından içimden Tanrı'ya dua etmeye başladım. Belki Zeus, belki Hades, belki Artemis, belki Selene. Hangisi üstüne alınırsa, bana yardım edeceğinden emindim. Patikadan ilk adımımı attım ve yürümeye başladım.

    Gözlerimi sonuna kadar açtım ve etrafa bakmaya başladım. Orman gece gece gerçekten ürkünçtü. Karşıma bir canavarın çıkmasını bekliyordum, onun canına okumak istiyordum az önce derste öğrendiğim tekniklerle. Havanın karanlığı hafiften azalmaya başlamıştı, bütün gecemi Dövüş Sanatları Dersi'nde geçirdiğime inanamıyordum, inanılmaz derecede uykum vardı ve sabahleyin de avlanmamız gerekiyordu. Kısa bir esnemeden sonra gerildim ve yoluma devam ettim. Yavaş yavaş yürüyordum, kendimde güç depoluyordum. En ufak bir hışırtıya gözlerimi döndürüyordum korkuyla ve ellerim hazırdaydı. Tekmelerim de bekliyordu. Dövüşürken okuma uzanamamak beni üzecekti bunu biliyordum fakat yine de bu dersi gerçekten geçmek istiyordum ve karşıma gigantların kralı çıksa bile yenecektim, buna inanıyordum.

    Yavaş adımlarla salına salına yürümeye devam ederken birden yanından geçtiğim çalılıktan bir ses duydum. Durdum ve gözlerimi büyüttüm, derin nefesler almaya başladım. Çalılığı hafifçe araladıktan sonra bana bakan bir çift göz gördüm. Korkmuştum ama yine de o gözlere bakıyordum dikkatle. Hemen sınavı bitirmek istiyordum, tabi bitirebilirsem. İki çift göz biraz kendini ileri ittiğinde bir çift daha göz görmüştüm. Geri çekildim, yüreğim ağzıma gelmişti. Donmuştum, yutkundum ve elimi sırtımdaki oklara götürüyordum ki orada da duraksadım. Eğer silahımı kullanırsam sınavı geçemezdim, o kadar uğraşım boşa giderdi. Yumruğum hazır bir şekilde beklemeye başladım ama bir yandan da oldukça ürküyordum. Karşımda duran dört gözün sahibi muhtemelen iki farklı kişiydi, veya tek göz olarak düşünürsek dört farklı kişinin. Henüz tam olarak görememiştim kim veya ne olduğunu. Çalılıkların ardından çıkmasını beklerken bir çift daha göz gördüm ve toplam üç çift göze ulaştığımda derin bir nefes verdim. Acaba şu çalılığın arkasında kaç tane yaratık var diye merak etmiştim, çalılığın oraya gittim ve tepeden baktığımda karşımda sayamadığım kadar çok göz gördüm ve geri çekildim. Çalılıklar hışırdamaya başlamıştı, muhtemelen yaratıklar yerlerinden çıkıp benimle dövüşmeye geliyorlardı, iyice gerilmiştim. Dudağımı ısırdım ve beklemeye başladım. Oldukça vahşi görünüyordu ilk kafasını çıkartan yaratık. Birden başka bir kafa daha çıktı, kusacak gibi olmuştum. Tek tek kafalar çıka çıka toplam dokuz tane kafa çıkmıştı. Gövdelerini görmek için sabırsızlanıyordum. Sağ elimin yumruğu öndeydi, sol ayağım gerideydi. O yaratıklara günlerini göstermek için çalılardan çıkmalarını iple çekiyordum. Bir ayak öne geldi ve birden bir gövde. Sadece bir gövde. Dokuz kafayı taşıyan iğrenç bir gövde. Yumruk hazır bekleyen elimle alnıma sertçe vurdum, aptallığıma inanamıyordum. Bu bir hidraydı, dokuz kafalı iğrenç yaratık. Hidra üzerime doğru tükürüklerini saçarak gelirken onu nasıl yeneceğimi düşünüyordum. Daha önce de görmüştüm, oklarımın yardımıyla yenmiştik onu avcılar olarak. Ama şimdi tek başımaydım ve sadece kas gücümü konuşturmak zorundaydım. Kaşlarımı çatarak yaratığa doğru baktım ve ne yapabileceğimi düşünmeye başladım. Öncelikle o çalının arkasına nasıl saklandığı kafamı kurcalamıştı, hidra üzerime doğru gelirken ben de çalıların sonuna kadar araladım. Sıvımsı bir yüzey vardı, biraz su biraz toprak. Çalıların üzerinden oraya bakarken bir yaprak düştü yüzeye ve ardından kayboldu. Bir kez daha uzun ve içli bir şekilde ofladım, hidraya gülümsedim fakat o bir insan olmadığı ve neredeyse anti insan sayıldığı için pek hoşnut görünmüyordu bu durumdan. Üzerime doğru gelmeye başladı, korkuyordum. Benden oldukça güçlü olduğunu bildiğim bu yaratığı tek başıma kaslarımla yenmem imkansız gibi bir şeydi fakat bu derslikten ölesiye geçmek istiyordum. Ölmemek için dua etmem gereken yerde dersi bitirmek için sabırsızlanmam belki de benim aleyhime oluyordu bilmiyordum. Bunları düşünürken birden hidranın üzerime geldiğini fark ettim ve ani bir atılımla kendimi geriye attım. Üzerime gelen hidrayı umursamıyordum, daha sınav yeni başlamıştı fakat ben şimdiden gerçekten çok yorulmuştum. Bir tehlikenin çıkması için beklerken, kendimi harap etmiştim ve şimdi önümde duran tehlikenin sadece önünde eğilebiliyordum. Hidraya baktım, o da bana bakıyordu on sekiz gözüyle beraber. Ayağa kalktım ve gözlerimi büyüterek onun boyunlarından birini tuttum. "Sen aptal ve çirkin bir varlıksın! Benim yanıma gelmeye cürret etmemeliydin!" dedim kimseye çıkartmadığım kadar yüksek sesimle. Hayvanın bir boynunu elimde tutuyordum ve o an gelen bir patlamayla o boyna tekme attım. Yaratık debelenirken yaratığın boynunu sıkıyordum olabildiğince çok fakat yaratık birden beni geri fırlattı. Diz kapağımın üzerine düştüğümde inlemeye başladım. İğrenç şey canımı gerçekten fazlasıyla yakmıştı. Dizimi tutarak yerde oturuyordum fakat bu sefer canavar gerçekten vahşileşmiş gibiydi. Üzerime koşarken tekrar bilinçsizce okuma uzandım ama yine çaresizce bıraktım onu. Sekerek yere kalktığımda hidraya doğru ilerlemeye başladım, olabildiğince çabuk olmam gerekiyordu. Dersten öğrendiğim teknikleri uygulamaya karar vermiştim. Sol elim kalkan görevini görürken sağ elim canavarın kafasından birini koparmak için hazır bekliyordu. Onun boynunu tuttuktan sonra sağ elimle, sol elimle de boynuna sertçe vurmaya başladım. Ayrıca tekmelerimle de olayı güçlendiriyordum. Canavar debeleniyordu ve kuyruğunu sırtıma vurmuştu. Sırtım oldukça acımıştı fakat o anda sırtımın acısını düşünemeyecek durumdaydım, o yaratığı yenmek zorundaydım. Boynunu son gücümle zorluyordum ki kopardım ve gülümsedim. "İşte budur." dedim ve hayvanın ölmesini beklemeye başladım. Fakat o sırada hayvanın kafası değişim geçirmeye başladı ve ben de kendimi yere attım. Bugün üst üste aptallıklar yapıyordum, kendi kendime sinirleniyordum. Hayvanın iki kafası birden yerine gelirken ben de kendi kendime sitem etmiştim. Bu hayvan beni delirtecekti, birden arkama bakmadan koşmaya başladım. Hidradan kurtuluş olmadığını biliyordum fakat yine de onu biraz arkamda bırakmak iyi olacaktı. Tam o sırada kovuğundan gözlerini bana yöneltmiş olan bir baykuş görmüştüm. O an aklımdan Zack'in biz patikalara girmeden önce söylediği söz geçmişti. "Bu arada size küçük bir ipucu, tanrıça Athena pinti birisi değildir. " Baykuşun yanına gittim ve sarı saçlarımı ince parmaklarımla kaşımaya başladım. Bunun bir işaret olduğuna emindim, hem de çok. Onun kocaman gözlerine bakarken birden beynimdeki ışık yandı. Ben bugün gerçekten çok salaklık yapmıştım. Derin bir nefes verdim ve düşünmeye başladım. Mitoloji dersinden hatırlıyordum bu olayı da, rahatlamış gibiydim. Yine de peşimde beni öldürmeye programlanmış bir hidra vardı. Herkül'ü hatırladım, kafasını yakınca hidraların hidralardan başka baş çıkmamıştı ve böylece hidra ölmüştü. Bunu da Athena sayesinde yapmıştı çünkü Athena pinti biri değildi. Gülümsedim ve etrafta odun aramaya başladım. Avcı içgüdülerim sayesinde odunu kolaylıkla yakabileceğimden emindim. Baykuşun durduğu ağaca baktım, sanırım aramakla uğraşamayacaktım. Onun olmadığı dallardan birine tırmanmaya başladım. Ağaca tırmanırken elime kıymık batmıştı, acı bir şekilde bağırdım. Elime baktım, o kadar ciddi bir şey gibi görünmüyordu fakat gerçekten canımı acıtmıştı. Dalı sertçe kopardım ve kopardığım gibi yere düştüm. Artık hidra çok yaklaşmıştı, derin nefesler alarak ateşi yakmaya başlamıştım. Şansıma ateş hemen yanmıştı, sönmemesini umaraktan ağacın oraya bıraktığımda hidraya bakıyordum, gözüm dönmüş bir şekilde. Ona doğru koştum ve karın boşluğuna sol elimle hızlı bir şekilde vurdum. Sol elimi kullanabilmenin vermiş olduğu haz ve güvenle vücudumu dikleştirdim ama hidra sürekli oraya buraya sallanıyordu. Onun o kafasını yerinden çıkarmak için nelerimi vermeyeceğimi düşündüm, hele de üzerine o ateşi sürdükten sonra. Benim sayemde artık on kafası olan hidraya başımı eğerek gülümsedim ve beni anlamasa da onunla konuşmaya başladım. "Sanırım artık bu kaslar kendini göstermeli." dedim kahkahalar atarak ve büyüttüğün gözlerimde hidraya bakmaya başladım. Öncelikle boyu çok uzuntu, onu yenmek için yere düşürmem gerekiyordu. Bunu da yapmak zor olmayacaktı, az önce yaktığım ateşi aldım ve ayağına doğrulttum. Ani bir acıyla iğrenç bir ses çıkardıktan sonra yere yığıldı. O sırada ben de bir kafasını tuttum ve bütün hıncımla vurmaya başladım. Teknik de kullanmıyor değildim gerçi, bir elimi ve bir ayağımı kalkan niyetine kullanırken diğerlerini de onun kafasını koparmakta kullanıyordum, kullanmaya çalışıyordum. Sonunda bir kafası kopmuştu, ben de muhtemelen dualarım sayesinde hala sönmemiş olan ateşi aldım ve onun kafasına sürdüm. Ateş işe yaramıştı ve yaratık tekrar dokuz kafalı olmuştu buna sevinmiştim fakat artık onu dövüşerek öldürmek istiyordum. Bu yüzden dokuz kafasını da birbirine bağlayarak nefessizlikten öldürmeye karar vermiştim. Bunu yapmak, hidranın kafasını koparmaya çalışmaktan çok daha kolay olacaktı kesinlikle. Hidranın bir kafasını aldım ve diğer kafasını da almaya çalıştım, bu sırada gerçekten çok efor sarf ediyordum ve biraz daha geç kalırsam sınavdan kalabilme ihtimalim de vardı. Hidranın diğer kafasını aldım fakat aynı anda iki kafası da elimde tutamadım ikisi de kaçtı. Sonunda sadece dövüşerek canavarı yenmeye karar verdim. Yerde duran canavarın üzerine çıktım ve karnına vurmaya başladım. Bir süre sonra yavaş yavaş toz bulutuna dönüşmeye başlamıştı gülümsedim. Hidra tamamıyla kaybolduktan sonra elime baktım, bir sürü yara çizik vardı. Dudağımı büktüm ve yürümeye başladım.

    Başarmıştım, ya da öyle zannediyordum. Bunda Athena'nın yardımları yadsınamazdı veya o minik baykuşun. Bütün tanrılara dua etmiştim ve hepsinden de mükafatı almıştım. Gökyüzüne bakıyordum, salına salına ilerlerken. Her yerim yara bere içinde olmuştu, tam bir avcı kılığına büründüğüme emindim şimdi. Gökyüzünden başımı kaldırdığımda karşımda Teo'yu gördüm ve boş bir koltuk. Koşarak o boş koltuğa oturdum ve kuzenime baktım. "Süpersin kuzen." dedim üzerindeki yaraları işaret ederek. Gerçekten çok uğraşmışa benziyordu ve benden daha önce buraya gelmişti. İkimizin de sınavdan geçmesi umuduyla sandalyeme iyice gömüldüm ve eğitmen Nyks çocuğu Zack'i beklemeye başladım.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://www.platis.forummum.net
Zack Cliff Burton
Nyks'in Çocuğu/Kulübe Lideri/Dövüş Sanatları Eğitmeni
Nyks'in Çocuğu/Kulübe Lideri/Dövüş Sanatları Eğitmeni
Zack Cliff Burton


Mesaj Sayısı : 814
Kayıt tarihi : 23/02/11

Dövüş Sanatları Sınıfı / 30 Haziran - 6 temmuz Empty
MesajKonu: Geri: Dövüş Sanatları Sınıfı / 30 Haziran - 6 temmuz   Dövüş Sanatları Sınıfı / 30 Haziran - 6 temmuz Icon_minitimePaz Tem. 10, 2011 9:59 pm

Sınav bitmiştir. Notlarınız duyurular kısmına yazılacaktır
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Dövüş Sanatları Sınıfı / 30 Haziran - 6 temmuz
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» Dövüş Sanatları Dersi / 4 haziran - 11 haziran
» Bilgilendirme // Dövüş Sanatları Sınıfı
» Zeka ve Strateji Geliştirme Sınıfı , 19-29 Temmuz
» Mitoloji Tarihi Sınavı | 30 Haziran - 6 Temmuz
» Şarap yapımı dersi. (29 Haziran - 6 Temmuz)

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Olimpos Rpg :: Melez Kampı :: Derslikler :: Dövüş Sanatları Sınıfı-
Buraya geçin: