Olimpos Rpg Percy Jackson ve Olimposlular ile Olimpos Kahramanları serilerinden esinlenilerek oluşturulmuş, zirvedeki rpg forum sitesi. |
|
| Zeka ve Strateji Geliştirme Sınıfı , 19-29 Temmuz | |
|
+2David Tyler C. Scarlett Stanislaus 6 posters | Yazar | Mesaj |
---|
C. Scarlett Stanislaus Athena'nın Çocuğu/Zeka ve Strateji Eğitmeni
Mesaj Sayısı : 717 Kayıt tarihi : 03/03/11
| Konu: Zeka ve Strateji Geliştirme Sınıfı , 19-29 Temmuz Ptsi Tem. 18, 2011 11:59 pm | |
| Sabah erkenden kalkmış mutfağa gidip kendime sütlü tahıl gevreği hazırlamıştım.Erken kalkmamın nedeni bugün dersimin olacağından dolayıydı.Yine geç kalmak istemiyordum.Kardeşlerimin hepsi uyanmıştı zaten.Oysa saat henüz sekizdi.Nasıl bu kadar erken kalkabildiklerini bir türlü anlayamıyordum ki ben Athena'nın kızıydım.Neyse ki ikizim olan Dave de benle aynı anda kalkıyordu yoksa lakabım 'Uykucu' olabilirdi.Ya da başka bir şey.Bahsettiğim kişi kardeşim sonuçta aklına neler gelebileceği hiç belli olmaz.Kardeşimden bahsetmişken bu sefer kardeşimin yardımına ihtiyacım olabilirdi.İkizimin yanına giderek "Naber ikiz?" dedim sevecen bir tavırla."Ne istiyorsun?" dedi dalga geçerek.İşte ikiz olunca hemen anlaşılıyor."Şeyy,bugün ki derste sana ihtiyacım olabilir." dedim gözlerimi sevecen bir şekilde kırpmaya devam ederken."Ateşe körükle yaklaşma kardeş,dersten mezun oldum.Bir daha o derse girmek istemiyorum,gelirsem de senden bir şeyler isteyerek gelirim." dedi.Eh,ihtiyacım vardı kardeşime."Ne istersen yapabilirim ikizim benim." dedim 'yapabilirim' i vurgulayarak.."Bir ay boyunca odamı sen toplayacak ve düzelteceksin,buna temizlik günleri de dahil." dedi sinsice gülerken."Tamam yaparım,sen dağınık olan ikiz değilsin sonuçta.Ama şunu söyleyeyim bana ihtiyacın olduğunda üç ay temizlik sözü alırım ona göre,ki ben dağınık biriyim bildiğin üzere." dedim çok bilmiş yüz ifademi takınarak."Tamam şartımı geri alıyorum ikizciğim,ne istiyorsun?" dedi direk,düşünmeden.Ateşe kim körükle gitmiş belli oldu böylece."Bu ay ki dersi açık havada kullanacağız.Bu seferki ders daha çok strateji üstüne olacak.Savaş stratejisi yani." dedim."He yani beni hedef tahtası olarak kullanacaksın." dedi."Eh az biraz.Kendim dövüşürken neler yaptıklarını anlayabilirim ama detayını göremem sonuçta." dedim."Pekala,nasıl olsa iyi kılıç kullanıyorum." dedi."Hı-hı.." diye cevap verdim.Gerçi iyi kılıç kullanıyordu ama buna evet diye cevap veremezdim,o benim kardeşim sonuçta,onu gıcık etmek benim görevim sayılır.Sütlü tahıl gevreğimi bitirdikten sonra kullandığım gevrek tabağını lavaboya koyup içini suyla doldurdum.Ardından da alarmı beş buçuğa kurup odama uyumak üzere geçtim.Ardından da yatağa geçip gözlerimi kapadım.Bugün ki ders zorlu olacaktı,yorgun olmak istemem açıkçası.
Alarmın odada inleyen sesiyle gözlerimi açtım.Saatin kaç olduğunu kontrol etmek için saatimin kadranına bakıp üstümü değiştirmek üzere dolaba gittim.Hermes kulübesi sağolsun,benim için çaldıkları nano zırhımı çıkarıp düğmesine bastıktan sonra giydim.Ardından da kılıcım Arkadan Bıçaklayan'ı alıp kardeşlerime selam verdik Dave ile(Evet Dave de hazırdı).Ardından da kulübeden çıkıp kılıç alanına gittik.Bu sefer yalnızca bir kaç kişi vardı ders alanında bizden önce gelmiş olan.Rahatladım.Son gelen kişi olmayı istemiyordum açıkçası.
Herkes geldiğinde Dave bana bakıp "Madem benle savaşacaklar konuşmayı ben yapsam olur mu?" diye fısıldadı sinsice gülerek.Tahmin etmeliydim,buraya boşu boşuna gelmemişti.Eh,napabilirim ki madem o hedef tahtası olacak,ve büyük ihtimalle hepsini kazanamayacak,bari bu kadar iyilik yapayım değil mi? Gülümseyerek "Elbette ikiz,elbette." dedim.Ardından da bir kaç adım geri gidip taklit şeklinde öksürdüm.Herkes bana baktı.Dave'i işaret ettikten sonra ikizime bakıp 'Başla' anlamında kafamı salladım.O da konuşmaya başladı.
- Spoiler:
kısa olduğu için özür dilerim. malum tatil,akıcılığı pek sağlayamazdım uzun yazınca. hepinizden yapmanızı istediğim,ve puan kazandıracak olan şey, savaş stratejisini kullanarak Dave ile dövüşemeniz. bu ayki derste puan kırılmasını teşkil eden bazı durumlar şunlar; - kullanılan cümlelerin genel olarak akıcılığı
başta olmak üzere puan kırılabilir. uzunluktan puan kırılmayacak. Bol Şans dilerim.
| |
| | | David Tyler Athena'nın Çocuğu/Zeka ve Strateji Eğitmeni
Mesaj Sayısı : 1997 Kayıt tarihi : 17/02/11
| Konu: Geri: Zeka ve Strateji Geliştirme Sınıfı , 19-29 Temmuz Cuma Tem. 22, 2011 9:17 am | |
| Uzun zamandır ilk defa erken kalkmıştım. Umarım bir daha bu asla gerekmezdi. Kalkmamın nedeni bir türlü uyuyamamamdı. Yerimden kalktım ve hazırlandım. Pijamalardan kurtulup. Normal kıyafetlerimi giymiştim. Odamdan çıkıp mutfağa gittim bir şeyler yemeliydim. İçeri girince ikizimi gördüm. Üstelik o da beni görmüştü ve yanıma gelmişti. "Naber ikiz?" dedi. Kesin bir şey olmuştu. Ve bunu hemen söyleyemeyecek olduğunu biliyordum o yüzden. "Ne istiyorsun?" dedim dalga geçer bir şekilde. "Şeyy,bugün ki derste sana ihtiyacım olabilir." dedi. Hala deminki haliyle konuşuyordu ve gerçekten önemli bir şey istiyordu. Ayrıca onun istediği yardımlar her zaman acı verici olurdu. Bu günde bir şeyler olacağı kesindi yoksa benden yardım istemezdi. "Ateşe körükle yaklaşma kardeş,dersten mezun oldum.Bir daha o derse girmek istemiyorum,gelirsem de senden bir şeyler isteyerek gelirim." dedim ona. . "Ne istersen yapabilirim ikizim benim." gerçekten çok acınaklı bir durum hiç bu kadar çaresiz kaldığını hatırlamıyordum doğrusu. Ve yapabilirimi vurgulayarak söylemişti. Ona acıdığım için küçük bir istekte bulundum. "Bir ay boyunca odamı sen toplayacak ve düzelteceksin,buna temizlik günleri de dahil." dedim. Sinsi bir şekilde de gülüyordum o sıra. Sonuçta ben o kadar da kirli biri değildim. Ve korktuğum şeyi söyledi. "Tamam yaparım,sen dağınık olan ikiz değilsin sonuçta.Ama şunu söyleyeyim bana ihtiyacın olduğunda üç ay temizlik sözü alırım ona göre,ki ben dağınık biriyim bildiğin üzere." dedi çok bilmiş bir ifadeyle. Gerçekten de dağınıktı. Hemen planımı değiştirdim. Aklıma daha iyi bir plan gelmişti. Daha önemsiz işlerimde bunu kullanabilirdim. Biliyorum ki bu derslikte isteyeceği ilk yardımdı ama son yardım da olmayacaktı. "Tamam şartımı geri alıyorum ikizciğim,ne istiyorsun?" dedim. "Bu ay ki dersi açık havada kullanacağız.Bu seferki ders daha çok strateji üstüne olacak.Savaş stratejisi yani." dedi. . "He yani beni hedef tahtası olarak kullanacaksın." dedim. Çok normal bir olaymış gibi. "Eh az biraz.Kendim dövüşürken neler yaptıklarını anlayabilirim ama detayını göremem sonuçta." dedi. Haklıydı ama bunu ona asla söylemezdim. "Pekala,nasıl olsa iyi kılıç kullanıyorum." dedim. Kullanamıyor bile olsam. 20 dakikalığına dünyanın en iyi kılıç kullanıcısı olabiliyorum. "Hı-hı.." dedi. Bu demek ki "evet ikiz çok iyi kılıç kullanıyorsun ve ben bunu kabullenmek istemiyorum." du. Tabağını lavaboda yıkadı ve yatağına geçti. Bende o sırada sonsuz boşluğu hazırlamaya başladım. Ambrosia, nektar, ana silahlarım. Sonra bir kaç değersiz kılıç ve Medusa'nın kafası burada ne arıyordu ki. İyi ki göz tarafına gözlük yapıştırmıştım yoksa çoktan taşa dönüşmüştüm. Ayrıca o neden yatağımın altındaydı ki. Onun yeri benim Sonsuz Boşluğum'du. Christina uyanınca hemen hazırlandı. Nano giysi olan bir zırh giymişti. Hermes kulübesi çalmış. Bir tane de bana fırlattı. Normal zırhımdan daha çok işe yarayacağı kesindi. Kardeşlerimizle konuştuktan sonra kulübeden çıktık. Dersliğin yapılacağı yere vardık ve ben konuşmayı yapmak istedim. Christina izin vermişti bu olaya. Melezlerin önüne geçtim. "Merhaba melezler. Beni bir çoğunuz tanıyorsunuzdur. Ama tanımayanlar için ben David Tyler. Eğitmeninizin ikiziyim. Ve bu derste kendisine yardımcı olmamı istedi. Benim yapacağım şey hepinizle birer birer dövüşmek olacak. Christina ise sizin dövüşmenize bakacak. Bu dövüşte sadece kılıç ve kalkan kullanılacak başka hiç bir silaha izin yok. Özel güçlerinizi kullanabilirsiniz. Benimki istediğim bilgilerin zihnime gelmesi. Bu güç sayesinde derste biraz zorlanabilirsiniz. Benim anlatacaklarım bu kadar. İlk kim gelip benimle dövüşmek ister?" diye sordum. - Spoiler:
Gecikme için afedersiniz.
| |
| | | Leo von Dorff Nyks'in Çocuğu
Mesaj Sayısı : 753 Kayıt tarihi : 31/05/11
| Konu: Geri: Zeka ve Strateji Geliştirme Sınıfı , 19-29 Temmuz C.tesi Tem. 23, 2011 7:14 pm | |
|
Gece olmuştu, ve ben uyumuştum. Evet doğru duydunuz, Gece’nin oğlu olarak uyuyodum! Neden mi? Şuana kadar hiçbir dersliğe gitmemiştim, bu nedenle acayip derecede meraklıyım. Aslında arkadaşım teklif etmeseydi, “Git, çok güzel bir derslik...” demeseydi gitmiycektim. Alarmın iğrenç sesiyle uyandım ve saate baktım. Sabahın beşiydi.Neden bu saatte ders yapıyorlardı ki? Tekrar baktım. Beş mi?! Derse geç kalıyordum! Hemen mutfağa gittim. Bir iki bişeyler atıştırıp odama gittim. Üstüme rahat bir şeyler geçirince saate tekrar baktım. Beş dakika vardı. Hemen hızlıca kulübeden çıktım. Kılıcım, kalkanım, pantalonum, tişörtüm... Tamam, hepsi üstümdeydi. Hızlıca koşmaya başladım. Alana vardığımda eğitmenlerin benden önce dersliğe gelmiş olduklarını gördüm.. Hemen yere oturdum. Sanırım gözlerim yanlış görüyordu. Eğitmenimiz Christiana'nın yanında dostum Dave vardı. Ona başımla selam verdim. Bana gülümseyerek karşılık verdi. "Merhaba melezler.” Diye konuşmaya başladı. “Beni bir çoğunuz tanıyorsunuzdur. Ama tanımayanlar için, ben David Tyler. Eğitmeninizin ikiziyim. Ve bu derste kendisine yardımcı olmamı istedi. Benim yapacağım şey hepinizle birer birer dövüşmek olacak. Christina ise sizin dövüşmenize bakacak. Bu dövüşte sadece kılıç ve kalkan kullanılacak, başka hiç bir silaha izin yok. Özel güçlerinizi kullanabilirsiniz. Benimki istediğim bilgilerin zihnime gelmesi. Bu güç sayesinde derste biraz zorlanabilirsiniz. Benim anlatacaklarım bu kadar. İlk kim gelip benimle dövüşmek ister?" dedi. Ne? Dövüşecek miydik?! Bu harka bir şeydi! Herkes birbirine baktı. Kimse onun nasıl dövüştüğünü görmeden meydan okumak istemiyor gibiydi. Sonra herkes düşüncelerimi alamış gibi bana bakmaya başladı. Bakışlardan kurtulmak için beklenmedik bir yola başvurdum. "Hey! Dostum beni unuttunmu?” diye bağırdım Dave’ye “Unuttuysan ben Leo von Dorff ve sana meydan okuyorum.” Melezlerden gelen fısıltıları yok sayarak devam ettim. “Özel gücün güzel, ama bunu savaşta asla kullanma. Eski günlerin aklıma gelirse asla dövüşemem." dedim ve güldüm. Dave bana “Ciddi misin sen?” der gibi bakıyordu. Evet anlamında başımı salladım. Sonra da Dave'i izlemeye koyuldum. Aslında onunla düelloya girişmek hiçte mantıklı değildi lakin sonuçta zevkliydi. Nano teknoloji olan bir giysi giymişti. Özel gücü, kılıçları... Her şeyi harikaydı! Aman tanrım ne yaptım ben? Dave beni yanına çağırdı.İlk başta birkaç temel hareket gösterdi. Sonrada “Kendi hareketlerini ve stratejini sen bulmalısın.” Dedi ve düelloyu başlttı. İlk önce düz bir vuruş yaptım, ustalıkla önledi tabi. Sonra karşı atağa geçti. Kılıcını ustalıkla önledim ama bu kesinlikle acemi şansıydı. Ne olduğunu anlayamadan dikkatim dağıldı. Fransa'daki yaşadığımız zorluklar gözümün önüne geldi. Sonra beklemediğim birşey oldu. Dave atağa geçti. Kılıcıma öyle bir vurdu ki yere düştü. Almaya çalışırken ayağını kılıcın altına koydu, hızlı bir hamleyle kılıcı havaya fırlatı ve sağ eliyle kılıcı kaptı. Bitmişti. Çevik bir hareketli iki kılıçıda boğazıma dayadı. Dayanamadım ve Dave "Bir daha rövanş daha istiyorum!" diye bağırdım. Bana yine “Ciddi misin?” der gibi baktı. Sadece gözlerine baktım. Yerdeki arkadaşlarım bizi dikkatlice izliyordu. Kabul etti.
Atağa geçtim. Sertçe vurdum, ve bir kere daha, ve bir kere daha... Bunları beklemiyordu. Yenilmek bende intikam hissini ortaya çıkarmıştı. Dave saldırıya geçti ama atağını önledim. Sanırım daha sert oynayacaktı. Saldırıya geçmedi, bende geçmedim. Aklımdan geçen saçma sapan düşüncelerin arasında bana yardımcı olabilecek birini çekip çıkardım. Bir film izlemiştim, adını hatırlayamadğım bir film... Oradaki adamlardan biri havaya zıplayıp sağ ve sola vuracak gibi yapıyor, adamın arkasına düşünce onu itip kılıcıyle birlikte yere gömüyordu. İşte benim hareketim buydu ama bu Dave'de işe yaramayacağından emindim. Beni bunu yapmaya teşfik eden şey ise aklıma gelen bir sözdü. “Denemeden olmaz.” Hiç düşünmeden havaya zıpladım ve yapacağım hareketi denedim. Dave bunu biliyordu sanırım, arkasındayken bana vurduğunda kılıcım yere düştü. Dave kılıcıma ayağıyla vurdu ben alamadan. Kılıç uzağa gitti.Şimdi yapacağım tek bir şey vardı. Eskiden yaptıklarımı tekrarlamak. Sokak dövüşlerindeki gibi savaşmak. Dave'in yanında gittim ve çelme taktım. Kılıcı elimdeydi.Onun yaptığını yaptım ve kılıcını uzağa attım. Artık kılıçlarımız değil yumruklarımız konuşuyordu. Ben kılıcını atınca herkes şaşırmıştı.Hatta eğitmenimiz Christiana'nın da şaşkın olduğunu düşünmek doğruydu. Dave'in üstüne geçtim ve yumruklar atmaya başladım. Ama eninde sonunda sıra ona geldi. Dave bana öyle bir yumruk attı ki yeri öptüm. Ayıldığımda iki kılıçta boğazımdaydı. Kaybetmiştim. Yere oturdum. Christiana bana notumu verdi. Diğer arkadaşlarımın dövüşlerini izledim. Fena değillerdi. Ama ben yinede Dave ile birkere daha dövüşmek istiyordum. Hepsinin işi bittikten sonra Dave “Rövanş isteyen var mı?” diye sordu. “Evet.” dedim ve ayağa kalktım. Sanırım herkese fenalık gelmişti ama birkaç melez çok sevindi. Dave'in yanında gittim, bu savaş iyi olmak zorundaydı. İlk önce düz bir vuruş yaptım ve ustalıkla vuruşumu durdurdu. O kadar sinirlenmiştim ki bir tane daha, birtane daha derken peş peşe 5 kere vurdum. Savaşım iyi gidiyordu. Dave'in vuruşlarınıda önlüyordum. Bir daha bu derse biraz zor gelirim diye kendi kendime söz verdim.Bunları düşünürken kenarda Christiana'yı görebiliyordum. Ona bugün çok kızmıştım. Dave'i hedef tahtası gibi kullanmaya çalışıyordu.
Dave kılıcıma bir vuruş yaptı. Stratejim yoktu. Tabi yenilmemin nedeni de buydu.Dave'in savaşa başlamadan önceki konuşmaları aklıma geldi. “Stratejin yoksa kaybedersin.” Kılıcımı yere hızlıca vurdum. Toprak parçası kılıcıma saplanmıştı. Onu elimle ayırıp Dave attım. Öyle bir güldüki! Aslında bende güldüyordum. Demek böyle birşeydi. Dikkatini dağıtmalıydım, ama nasıl? Hızlı hızlı düşünüyordum. Alnımdan dökülen terler sayesinde resmen banyo yapmıştım. Ama sonuç olarak cevabı bulmuştum. Athena çocukları strateji olmazsa kaybeder. Dave'in stratejisini yok etmeliydim, ama nasıl? “Aa bak uçak var.” Desem bakar mıydı acaba? Yok, sanmıyorum. Son derece çaresizdim. Salırıya geçmeden önce düşünmeme izin veriyordu. İçimden anneme haykırmak geldi. Neden bilmiyordum ama, bunu düşünecek vaktim yoktu."Anne nasılsın?” diye mırıldandım. Sanırım bundan daha iyi bir şeyler söylemem gerekiyordu. "Sana ihtiyacım var. Bak yeniliyorum! Yardımına ihtiyacım var. Beni duyuyorsan lütfen gel!" Gelmeyeceğinden emidim. Onun bizimle ilgilenecek vakti yoktu, değil mi? “Keşke derse gelmeseydim.” diye düşündüm. Rezil olmaktansa kulübemde uyurdum. Ama sonuç olarak buraya gelmiştim ve bu kadar rezillik yeterdi. Kafamın içinde duyduğum ses beni daha da cesaretlendirdi. "Leo, bunu başarabilirsin! Kendine güvenin tam olsun yeter. Sana bir ipucu; ayaklarına vur." Bu kesinlikle annemin sesiydi. Mutlu olmuştum ama bu hissin yüzüme yansımasına izin verecek vaktim bile yoktu. Dave'in bunu bilmemesi gerekiyordu. Aniden kılıcına vurdum. Yakınındayım, bu yüzden ayaklarına da tekme vurdum ve yere düştü. İçimden “Teşekkürler anne.” Diye mırıldandım içtenlikle. Dövüşmeye devam ettik. Şimdi daha rahattım ama Dave yerden bile iyi dövüşüyordu. Çoğu kişi gülüyordu. Haklıydılar, berbat dövüşüyordum. Kılıç tutuşum,kullanışım berbattı.Artık ölmekten korkmuyordum. Zaten kaybedeceğim birşey de yoktu.
Dave’nin benden sıkıldığını düşünmeye başlamıştım. Haklıydı, çünkü o da başkalarıyla dövüşmek için buradaydı. Hep benimle değil. Gerçi burdaki herkesle dövüşmüştü ama bu benim düşüncemdi. Aniden başımın ağrısıyla inledim. Dengemi keybetmiştim. Dave’nin yüzündeki kurnazca ifade beni şüphelendirmişti. O napıyordu böyle?.Anılarım, benliğim, bildiğim herşey sanki kopyalanıyordu. Tabi ya! Özel gücünü kullanıyordu. Canım yanmaya başlamıştı. Sanırım artık taktiklerimin ne olduğunu anlamıştı, sinsize güldü. Artık hiçbir şey düşünmemeliydim. Sadece o anda yapmalıydım. Dave ile kılıçlarımız çarpıştı. Bana birşey yapmadı ama ben ona tekme attım. Eğildi. Canı acımalıydı ama bu sonuçta bir düelloydu. Artık hiçbirşey eskisi gibi olmamalıydı. Kılıcıyla bana vurdu ama kalkanımla önledim. Keşke herkes gibi benimde bir özel eşyam olsaydı diye düşündüm ama artık düşünmemeliydim. Anında uygulamalıydım. Dave'in nano teknolojili zırhına vurdum. Hiçbir şey olmadı. Sanırım Dave'i devirmenin tek yolu kılıcını almaktı. Ona sinsice güldüm. Ve bağırarak atağa geçtim. Dave'in kılıcına sinirli ve öfkeli vurduğumda kılıç uçtu. Birden gözgöze geldik. Dave fazla hızlı koşamıyordu. O koşmaya başlayınca bende başladım. Onu geçtim ve yere yatarak kılıcı aldım. Artık oyun bitmişti. Kılıcı elimdeydi ama elinde hala kalkanı vardı. Kalkanımı yere bıraktım. Artık iki kılıcla mücadele etmesi gerekiyordu. Kılıçları kalkana vurdum, tahtadan olsaydı çoktan paramparça olmuştu. Dave'e yine tekme attım. Eğildi. Kılıcını yere koydum ve kalkanını almaya çalıştım. Öyle sert tutuyorduki bu güç nerden geliyordu kim bilir. Birden aklıma ayakları geldi. Yere düşme. Tabi ya! Hızlıca bir çelme taktım. Dave artık yerdeydi. Kılıcına tekme vurdum ve kılıcı uçtu. Onu ayağa kaldırdım ve iki kılıçla boğazını sardım. Sanırım bunu beklemiyordu. Kılıcını ona geri verdim. Verir vermez kılıcı boğazımda oldu ve konuşmaya başladı. "Kural 1. Rakibine asla arkanı dönme." dedi. Hepimiz güldük. Dave ile selamlaştım. Sonrada Christiana'nın elinde bir silgi gördüm. Sanırım notum değişmişti. Christiana bağırdı. "Evet melezler bugünkü dersimiz bitti. Hepinize çok teşekkür ediyorum dersime geldiğiniz için. Leo senide hırsından dolayı tebrik ediyorum." dedi. Zafer kazanmış şekilde gülümsedim. Kulübeme doğru yola koyuldum. Bu arada bugünkü olanları düşünüyordum. Gayet güzel bir gündü. Sıkıcı değildi. Ama normal bir ders olsaydı emin olun sıkıntıdan buharlaşmıştım.
Kulübeme geldim. Kardeşlerimin hepsi uyuyordu.Mutfağa geçip birkaç bişey atıştırdım. Televizyona geçtim ve sessizce izlemeye başladım. En sevdiğim dizi bitince kapattım ve yatağıma gittim. Bugünün yorgunluğu ve güzelliğiyle hemen uykuya daldım. Kim bilir rüyamda ne görecektim?
En son Leo von Dorff tarafından Paz Tem. 31, 2011 4:36 am tarihinde değiştirildi, toplamda 4 kere değiştirildi | |
| | | Kathie Mitchiel Davies Artemis Avcısı/Parti Organizatörü
Mesaj Sayısı : 443 Kayıt tarihi : 20/12/10
| Konu: Geri: Zeka ve Strateji Geliştirme Sınıfı , 19-29 Temmuz Paz Tem. 24, 2011 7:54 am | |
| Kızların gülmeyle karışık çığlıkları tatlı uykumdan uyanmama sebep oldu.Gözlerimi açtığımda Sat ve Lexi odamın içinde koşturuyordu.Sat'a baktığımda sırılsıklam olduğunu ve elinde bir sürahi olduğunu gördüm.Bıkkınlıkla doğruldum ve "Noluyor kızlar ?" dedim.Lexi güldüğü için cevap veremiyordu.Sat "Sevgili kardeşim Lexi bana şaka yapmak istemiş de." dedi ve Lexi'nin üstüne yürümeye başladı.Lexi kaçacak yeri kalmayınca yanıma koştu ve yorganımın altına girdi.Yorganın altından gelen gülme sesleri beni de gülümsetmişti.Ama benim kalkıp hazırlanmam gerekiyordu.Burada oturup onların eğlencesini izleyemezdim.Sat'a "Sonra devam etseniz olur mu?Bugün dersliğe gideceğim hazırlanmam lazım." dedim.Sat hayır anlamında başını sallarken Lexi kafasını yorganın altından çıkarmıştı.Ben ne olduğunu anlayamadan Sat suyu üstümüze fırlattı ve yatak da ben de sırılsıklam olduk.Ben sinirle yatağımın içinden çıkarken Sat kaçmaya başlamıştı bile.Koşarak onun peşinden salona girdim.Salonda koşturup birbirimize bağırıyorduk.Onu kovalamaktan çok sıkılmıştım."Tamam pes ediyorum,dersliğe gitmem lazım gelince hesaplaşacağız." dedim ve odama döndüm.
Güzel bir sabah sayılmazdı.Çığlıklarla uyanmıştım,sırılsıklam olmuştum,yatağım göle dönmüştü ve 15 dakika boyunca koşturmuştum.İçimden "Daha iyi bir sabah olabilirdi." dedim ve saate baktım.Yeterince vaktim vardı.Önce banyoya gidip yüzümü yıkadım.Aslında Sat sayesinde buna gerek kalmamıştı ama sadece alışkanlıktı.Banyodaki işim bitince odama döndüm ve dolabımı açıp kıyafetlerime göz gezdirdim.Sade giyinmeyi daha çok seviyordum.Bu yüzden her zamanki gibi kot bir pantolon ile gri tişörtümü çıkardım.Onları üstüme geçirdikten sonra saçlarımı dağınık bir şekilde toplayıp mutfağa gittim.Kahvaltı henüz hazır değildi.Geç kalmamak için sadece portakal suyumu içtim ve ayakkabılarımı giymeye gittim.Lena "Nereye gidiyorsun ?" diye sorduğunda çoktan dışarı çıkmıştım.Sonunda yalnız kalabilmiştim.Kamp pek sessiz sayılmazdı ama bizim kulübeden sessiz olduğu kesindi.İçimden "Kulübemi seviyorum." diye geçirirken kılıç alanına varmıştım.Henüz Christina gelmemişti.Sadece erkek melezlerden biri vardı.Onu tanımıyordum,tanımak istediğim de pek söylenemezdi.Ben ona kötü bakışlar atarken Christina ve David geldiler.Christina David'e izin verince David konuşmaya başladı. "Merhaba melezler. Beni bir çoğunuz tanıyorsunuzdur. Ama tanımayanlar için ben David Tyler. Eğitmeninizin ikiziyim. Ve bu derste kendisine yardımcı olmamı istedi. Benim yapacağım şey hepinizle birer birer dövüşmek olacak. Christina ise sizin dövüşmenize bakacak. Bu dövüşte sadece kılıç ve kalkan kullanılacak başka hiç bir silaha izin yok. Özel güçlerinizi kullanabilirsiniz. Benimki istediğim bilgilerin zihnime gelmesi. Bu güç sayesinde derste biraz zorlanabilirsiniz. Benim anlatacaklarım bu kadar. İlk kim gelip benimle dövüşmek ister ?"Korktuğum için değildi ama birinci olmayı sevmiyordum.O yüzdenbaşkasının çıkmasını bekledim.Biraz önce kötü bakışlar attığım çocuk "Hey! Dostum beni unuttunmu? Unuttuysan ben Leo von Dorff ve sana meydan okuyorum.Özel gücün güzel ama bunu savaşta asla kullanma.Eski günlerin aklıma gelirse asla dövüşemem." dedi ve öne çıktı.Kendini beğenmiş bir görüntüsü vardı ama dövüşte iyi olduğunu düşünmüyordum.David isteğini kabul edince onun yanına gitti ve başladılar.İlk başlarda David üstünlük kursa da düellonun sonunda Leo kazanmıştı.Şaşırtıcı bir sonuçtu ama pek de önemsemiyordum.
David "Sırada kim var ?" dediğinde ben öne çıktım."Sakıncası yoksa ben varım." dedim.David onaylayınca yanına gittim.Kılıç kullanmayı bana Sat öğretmişti.Onun sayesinde bu konuda kendimi geliştirmiştim.Kendime güveniyordum ve David'i yenebileceğimi düşünüyordum.Erkeklere duyduğum öfke de bu konuda bana yardım edecek gibiydi.David'i daha fazla bekletmemek için kılıcımı çıkardım ve pozisyonumu aldım.Sanırım benim başlamamı bekliyordu.İlk adımı ben attım ve kılıcımı David'e doğru salladım.Kolayca vuruşumu savurmuştu.Avcı olduğum için öfkemi pek kontrol edemiyordum.Ona art arda sert hamlelerde bulunuyordum.O ise hiç zorlanmadan beni geri püskürtüyordu.Sinirim git gide arttığı için daha da hiddetleniyordum.Ama bir türlü onu alt edememiştim.Son hareketiyle kılıcımı savurup beni yere düşürdüğünde "Siz avcılar hep böyle misiniz?Biraz zekice dövüş." dedi ve sırıttı.Diğerleri de gülmeye başladığında kılıcımı yerden aldım ve toparlandım.Tekrar ilk pozisyona dönmüştük.O yine benim saldırmamı bekliyordu.Bu sefer ben saldırmayacaktım.Hiçbir şey yapmadan onun hamlesini bekledim.İkimiz de uzun bir süre kımıldamadık.Artık diğer melezler mırıldanmaya başlamışlardı.David dayanamadı ve ilk hamleyi yaptı.Kılıcımla hamlesini geri püskürttüm.Savunmada ben olacaktım,onun saldırmasını istiyordum.İşe de yarıyordu.O saldırıyor ben ise geri çeviriyordum.Sonunda bir boşluğunu yakalayıp kılıcını savurdum ve ou yere düşürdüm.Onun bana yaptıklarının aynısını yapmıştım.Tek yaptığım onu taklit etmekti.Ve bunu yaparken hiç zorlanmamıştım.Söz söyleme sırası bendeydi."Sadece Athena çocukları zeki olmuyor.Ve evet biz avcılar böyleyiz ve farkettiysen günün sonunda kazanan da biziz."dedim ve yerime döndüm.David öfkelenmiş gibiydi.Ayağa kalktıktan sonra "Şimdi kim gelmek ister ?" dedi.- Spoiler:
David'in renk kodunu bulamadım o yüzden farklı oldu.Ve sanırım kısa oldu biraz.Umarım sorun olmaz.
| |
| | | Lieselotte Qwin Nemesis'in Çocuğu
Mesaj Sayısı : 320 Kayıt tarihi : 13/07/11
| Konu: Geri: Zeka ve Strateji Geliştirme Sınıfı , 19-29 Temmuz Paz Tem. 31, 2011 2:09 am | |
| Henüz Melez Kampı'ndaki ikinci gününde, burada sadece yan gelip yatılmadığını öğrenmiş ve bu şoku tam olarak üzerinden atamadan, kardeşlerine karşı sorumluluklarını yerine getirmesi gerektiği kararına varmıştı Lieselotte. Sabah erkenden kalkıp hazırlanmış ve satir arkadaşı Ronald'dan aldığı zorunlu ders listesine bir göz atmıştı. Tarihten nefret ederdi; Mitolojinin m'sinden dahi anlamazdı. Pegasus kelimesinin ne anlama geldiği hakkında hiçbir fikri yoktu. Okçuluk, sadece birkaç kez televizyonda şahit olduğu bir spordan ibaretti. Canavarlarla karşılaşmak içinse, önceki gün uçakta yaşadığı şok nedeniyle kendini hiç hazır hissetmiyordu. Katılabileceği dersler, kılıç antrenmanları ve zeka strateji gibi görünüyordu. İlk olarak kılıç antrenmanları dersliğine uğradı ve oradan dersin işleneceği tarihi öğrendi, elindeki ders listesine özensiz bir şekilde not etti. Şimdi sırada, zeka ve strateji dersi vardı. O dersin de henüz işlenmeye başlanmamış olması kesinlikle çıkarlarına tam olarak uyardı. Ne yazık ki derslik binasına gittiğinde, dersin işlenmeye başlanmış olduğunu ve katılmak istiyorsa acele etmesi gerektiğini öğrendi. Az önceki dikkatsizliği için kendine kızarak, tekrar kılıç antrenmanlarının yapıldığı yere doğru yürümeye başladı. Oradaki melez pekala da ona şu anda kılıç dersinin işlenmediği bilgisinin yanı sıra, bunun nedeninin dersliğin strateji sınıfı tarafından işgal edilmiş olduğu bilgisini verebilirdi. Ne yazık ki iki gün içinde anladığı kadarıyla, burada yeni melezlerin ortamı öğrenmesi zordu. Kıdemliler, yenilere sadece eğlenceli birer ufaklık gözüyle bakıyordu. Kampa ideal bir yaşta, yani on üç falan olduğu dönemlerde gelse, Lieselotte elbette bunu önemsemezdi. Fakat o yirmi yaşındaydı ve çaylak olduğunu en ufak bir hareketinde dahi belli ediyormuş hissine kapılmaktan kendini bir türlü alamıyordu. Yine de, yeni tanıştığı kişiler annesinin Nemesis olduğunu duyunca, ona daha sıcak davranmaya başlıyordu ki bu da İntikam Tanrıçası'nın çocuklarının kampta bir mazileri olduğunun somut bir kanıtıydı. Kulübelerindeki çocuk resmi ansızın aklına geldi. Genç ve daha önce birçok savaşa girmiş olduğu her halinden belli olan bir çocuğun portresinin altında, 'Ethan'ı saygıyla anıyoruz' yazıyordu. Kamptaki bir Hades çocuğu olan arkadaşı ona, Ethan'ın kampın en son hiper kahramanı olan Percy'nin ölümüne engel olarak tüm melezleri kurtardığını ve ölümcül hatasını yenebildiğini söylemişti. Aslında Lieselotte şu ana kadar hep ölümcül hatasının doğruları görmesini sağlayan bir lütuf olduğunu düşündüğünden, Ethan'ın gurur veren hikayesini fazlasıyla yadırgamaktan hiçbir zaman kendini alamamıştı.
Aklındaki düşünceleri bir kenara atarak kılıç antrenmanlarının yapıldığı alana vardı ve az önceki çocuğu sinsi ve 'sonra görüşeceğiz' ifadesi veren bir gülüş attıktan sonra, ileride birkaç melezin dikilmekte olduğu alana vardı. "Zeka ve strateji dersi, değil mi?" diye sorduğunda, olumlu bir yanıt alarak geç de olsa doğru yolu bulduğu için ufak bir tatmin duygusu yaşadı. Lieselotte'nin orada diğer melezleri inceleyerek geçirdiği birkaç dakikanın ardından, meydanda iki kişi daha görüldü. Biri kız biri erkek olan ve birbirlerine korkunç derecede benzeyen bu iki kişi, büyük ihtimalle Lieselotte'den üç-dört yaş küçüktü. Onların dersin eğitmenleri olan ikiz kardeşler olduklarını öğrenince ufak bir şok yaşadı. Demek ki kampa genç bir yaşta gelmek, insanı böyle bir noktaya eriştirebiliyordu. Lieselotte tüm egosu yerle bir olmuş bir melez gibi hissediyordu ve bu duygudan en kısa zamanda kurtulabilmek için çok fazla çalışması gerektiğini biliyordu. Kız eğitmenin dikkatleri toplamak amaçlı öksürüğünün ardından, erkek olan eğitmen konuşmaya başladı. Lieselotte onun tüm söylediklerini can kulağıyla dinliyor ve duyduğu her yeni kelimede, daha da fazla kızarıyordu. Dövüşmek mi? Pekala, kılıç kullanmayı çocukluğunda gittiği bir kursta öğrenmişti ama elleri bir kabzayı yıllardır kavramamıştı. Kalkan denilen şeyi ise, sadece eski savaş filmlerinden anımsıyordu. Neden burası Antik Yunan geleneklerini sürdüren bir kamp diye lazer ışık tabancaları veya sihirli yahut zehirli savaş aletleri falan kullanmıyorlardı? Ok, yay, mızrak, gürz, kılıç, kalkan... Lieselotte kendini Orta Çağ filmlerinden birinde rol alıyormuş gibi hissetmişti. Memnuniyetsizlikle gülümsedi çünkü bu ortamda durumun tuhaflığının farkında olan tek kişi gibiydi. Kendini beğenmiş olduğu her halinden anlaşılan bir çocuk öne çıkarak ilk düello yapacak kişi olmak istediğini belirtti. Lieselotte bu iki erkeğin karşılaşmasını büyük bir şokla izlemeyi sürdürdü. Hırslı erkek ne olursa olsun pes etmeyerek en sonunda strateji eğitmenini yenmeyi başardığında, neredeyse kendini tutamayarak çocuğu alkışlayacaktı. Çocuğun düellosunun ardından, savaşmak için bir kız gönüllü oldu. Lieselotte o kız kazanırsa, cesaretini toplayıp bir sonraki gönüllü olabileceğini düşünüyordu. Kızın bir avcı olduğunu öğrenince biraz hayal kırıklığına uğradı çünkü bir arkadaşının ona anlattığı kadarıyla avcılar, sadece kızlardan oluşan bir gruptu ve hepsi erkeklerden nefret eden ve ölümcül olan savaş makinelerinden farksızlardı. Sonuç olarak Lieselotte'yi pek de şaşırtmayarak, ikinci karşılaşmayı kazanan kişi avcı kız oldu. David isimli eğitmen başka gönüllü olup olmadığını sorunca, Lieselotte derin bir nefes alarak tüm cesaretini topladı ve "Şimdi de ben gelmek istiyorum." dedi. İki eğitmenin de ona tanımayan gözlerle baktığını fark edince, açıklama yapma gereği duyarak "Ben buraların yeni çocuğu oluyorum, Nemesis kulübesinden Lieselotte." bilgisini verdi. David'in onaylayan ifadesinin ardından açıklık alana çıktı ve ona uzatılan kılıç ile kalkanın ağırlıklarını tarttı, sonra ısınmak için birkaç küçük kılıç numarası denedi. Evet, neyse ki aradan geçen yıllara rağmen kılıç ile yarattığı mücizelerin her birini hala hatırlamaktaydı. Bir anda gelen öz güveni eşliğinde David'in karşısına çıktığında, az önceki kızı taklit etmeye, yani tam bir savaşçı olmaya karar verdi. Sonradan burada kılıç antrenmanı yapmadığını anımsadı. Zeka ve strateji sınıfındaydı. Yapması gereken şey kılıç becerilerini değil, savaş stratejisi bilgisini konuşturmaktı. Hızla kendi artı ve eksilerini düşündükten sonra, hızına ve insanlar üzerindeki etkisine güvenebileceğine kanaat etti. Lieselotte bir şekilde aklından geçen düşünceler veya söylediği sözlerle, insanları az da olsa yönlendirmeyi başarabilirdi. Büyük ihtimalle karşısındaki melez de benzer güçlere, hatta daha fazlasına sahipti ama bu duruma kafa yormanın ona en ufak bir getirisi dahi olmayacağını çok iyi biliyordu. Derin bir nefes aldıktan sonra kılıcını çoktan düelloya hazırlanmış olan David'e doğru salladı ve karşılaşmaları başladı.
İlk birkaç dakika boyunca tek yaptığı şey kılıç hamleleriyle rakibini durağan bir düello havasına sokmaya çalışmaktı. Sonra ani bir hamle yaparak sol tarafa doğru atladı, kılıcını doğru açıya getirdikten sonra yerde yuvarlandı ve David sol tarafına henüz yeni dönerken, onun arkasına geçmeyi başardı. Eğitmeninin kabzayı tuttuğu yere çok yakın olan bir noktaya, kılıcının tüm gücüyle vurmayı başardı. Rakibi deneyimsiz bir melez veya sıradan bir insan olsa, büyük ihtimalle bu hamlesi ona karşılaşmayı kazandırırdı. Ne yazık ki David yıllardır melezlerin arasında yaşayan ve kılıç kullanmak konusunda Lieselotte'den çok daha bilgili olduğu her halinden anlaşılan bir eğitmendi. Yine de, intikam dolu Nemesis kızının pes etmeye hiç niyeti yoktu. Kendisinden önce tam bir kendini beğenmiş olan bir erkek ve tam bir savaş makinesi olan bir kız, David'i yenmeyi başarmıştı. Lieselotte ise, tam bir soğukkanlılık abidesiydi. Her zaman, her durumda soğukkanlı olmayı başarabilirdi. Aklına gelen dahiyane fikir ile bir anda içi kıpır kıpır oldu. Neredeyse heyecandan havaya zıplayacak ve her şeyi mahvedecekti. İşte, David'i yenebileceği çok basit bir yol vardı. Soğukkanlıydı o, hakimiyetini asla kaybetmezdi! Strateji dersinden geçmesini sağlayacak o mükemmel taktiği akıl etmeyi başarmıştı! Düşüncelerini belli etmemek için bir süre bu fikri bir kenara bırakıp tekdüze bir şekilde düellolarını sürdürdü. David yine az önceki gibi kendini karşılaşmalarına kaptırdığı sırada ise, planını uygulama kararı aldı. İki eğitmen de Lieselotte'nin kampa yeni gelmiş bir kız olduğunu çok iyi biliyordu. Yani, hem onu tanımayacak hem de karakterini haklı olarak küçümseyeceklerdi. Lieselotte David'in kılıç manevralarının birine rol icabı olarak karşı koyamayacak ve metalin içine girişini hissedecekti. Yaralanacak ama buna rağmen soğukkanlılığını korumayı başaracaktı. Çaylak bir öğrencisini yaralayacağı için şok olacak olan David, yalnızca birkaç saniye için olsa da, bocalayacaktı. Lieselotte onun şaşkınlığından yararlanıp son hamlesini oynayacaktı. Satranç oyununa benzeyen hayat hikayesi gibiydi bu düello da işte. Rakibini kandıracak, düşüncelerini koruyacak ve en sonunda karşısındaki kişiyi şaşırtarak oyunu kazanacaktı. Şu ana kadar yaptığı her şey, tüm hayat hikayesi, zaten bundan ibaretti. İşlediği cinayet, kampa gelişi... Aklına gelen tüm anılarında aynı biraz da şansının yaver gitmesine dayalı taktik vardı. En azından, şu ana kadar hep işe yaramıştı ve Lieselotte, strateji eğitmeninin hayatında bir ilk olmaması için annesi Nemesis'e sessiz bir dua mırıldanmaktan kendini alamadı.
...
Sol omzuna saplanan keskin metalin acısıyla kendini tutamayarak canhıraş bir çığlık attı. Gözleri yaşlarla dolmuştu; Hayatında ilk defa bu denli büyük bir acı tatmış olmanın verdiği şokla vücudunun her tarafını bir titreme nöbeti sarmıştı. Tıpkı kendisi gibi şok olmuş olan David şaşkınlıkla kılıcını çekip yere indirdiğinde, Lieselotte bunun tek şansı olduğunun farkına vardı. Eğitmeninin hamlesinin nereye isabet etmesi gerektiğini kendisi ayarlamış, onun kılıcını sağ tarafından uzak tutmaya gayret göstermişti. Böylece, kılıç tutan eli yaralanmasının ardından da işlevini sürdürmeye devam edebilecekti. Sol omzundan boşalan kanın teninde sıcak bir his bırakarak akması, zihninden kolay olmasa da atabileceği bir düşünceydi. Oradaki sızlamayı ve korkunç yanmayı, birkaç dakikalığına, bir zafer uğruna hissetmemeye çabalayabilirdi. David yarasının durumuna bakmak için ona doğru yaklaşırken hızlı bir hamleyle eğitmeninin tam arkasına geçti ve kılıcını David'in boğazına dayadı. Eğitmeni az önce aşağı indirmiş olduğu kılıcını yere atarak, teslim olduğu mesajını verdi. Lieselotte kendi tehditkar kılıcını onun boğazından uzaklaştırırken, "Şah ve mat. Oyun bitti ve yine kazanan kişi ben oldum." diye mırıldandı. Kız olan eğitmen defterine kendisiyle ilgili notlar alırken, Lieselotte eğitmenlerinden izin isteyerek kamp revirinin yolunu tuttu. Bu sefer kazanan kişi olmak için vazgeçtiği şey, vücudunun sağlığı olmuştu. Her seferinde birbirinden zorlayıcı yeni fedakarlıklar yapması gerekiyordu işte; Bu galip kişi olmanın bir numaralı ve en temel şartıydı.
| |
| | | Esméralda Gwen Artemis Avcısı
Mesaj Sayısı : 171 Kayıt tarihi : 19/06/11
| Konu: Geri: Zeka ve Strateji Geliştirme Sınıfı , 19-29 Temmuz Ptsi Ağus. 01, 2011 6:26 am | |
| - Ufak Bir Spoiler.:
- Şeyy, gerçekten uzun olduğunu biliyorum, ama bu kurguya gerçekten ihtiyacım vardı ve bir yerden başlamam gerekiyordu, kısmet derseymiş. İdil'ciğim, yorulacaksın ama, özür dilerim.
- İlk paragraf bir başka Rp'mden alıntı, kolyenin nereden geldiğini anlayabilmeniz için.
- İyi okumalar. -.-
Deli gibi titriyordum. Sırılsıklam olduğumdan bahsetmeme gerek bile yoktu herhalde, öyle olmayı istediğim de söylenemezdi. Islak oldukları için suratıma yapışmış saçlarımı vücudumda kalan son enerjiyi kullanarak kulaklarımın arkasında ittim. Gerçekten çok yorgundum. Gece olmasına rağmen hala sıcaklığını koruyan kumlara uzanıp günlerce uyumak, hatta bir daha uyanmamak istiyordum. Beni öldürseler, sesimin çıkacağından emin bile değildim. Hayır hayır, bence çıkardı. Onlara beni öldürmek için yalvaran çaresiz ve cılız sesim olurdu bu muhtemelen. Daha fazla dayanamadım ve kendimi sıcak kumların üzerine attım. Ne yapmak istediğim ortadaydı; uyumak istiyordum. Gözlerim de benimle hemfikir gibiydi. Her ne kadar açlıktan ölüyor olsam da, bunu umursamadan gözlerimi kapattım. Halbuki daha onlar kapanmadan boynumda kime ait olduğunu bilmediğim kolyeden habersiz 13. rüyamı görmeye başlamıştım. Bulanıktı. Çok bulanıktı. O kadar bulanıktı ki, bir an körleştiğimi sanmıştım. Ama daha da önemlisi, nefes alamıyordum! Bunu denemiştim, boş ciğerlerimi havayla doldurmayı beklerken ağzıma dolan tuzlu suyu yutuvermiştim! Öksürmeye çalıştım, ama ortamdaki basınç o kadar fazlaydı ki, doğru dürüst hareket bile edemiyordum. En azından nerede olduğumu biliyordum artık. Daha şimdi içinden metrelerce koşmuş gibi yorgun çıktığım denizdeydim. Ve boğuluyordum. Tabi ki hemen yukarıya doğru yüzmeye çabaladım, ama yapamıyordum. Neden yapamıyordum ki? Her hareketimi düşüncelerimle gözden geçirdim. Herhangi bir yanlışım yoktu. Zaten bir Amphitrite çocuğunun suyun içinde yüzmekle ilgili bir hata yapması imkansız gibi bir şeydi. Neler olduğunu çözmeye çalışırken yavaş yavaş suyun dibine battığımın farkına anca varabilmiştim. Neler oluyordu? İşte bu olayı anlamak çok daha zordu. Bunu daha önce duymuştum. “Sanki bir kuvvet beni denizin dibine çekiyordu!” gibi birşeyler yazmam gerekirdi. Ama bu doğru olmazdı. Hiçbir şey beni çekmiyordu, daha çok ben kendi kendimi dibe sürüklüyordum. Ne yapıyordum?! Kendimi mi? Hayır, bu imkansızdı! Ben kendimi yukarıya doğru ittirdikçe, daha beter sürüklenmeye başlamıştım. Daha da ilginci boynum ağrımaya başlamıştı. Önce bu basınçta son derece normal olduğunu düşündüm lakin bir süre sonra sadece suyun içinde olduğum için değil, boğuluyor olduğum için ölmek üzere olduğumun farkına vardım. Evet, sanki biri beni kendi elleriyle boğuyordu. Ne kadar süredir beynime oksijen gitmediğini bilmiyordum, bunu düşünecek kadar beynim kalıp kalmadığını bile bilmiyordum açıkçası. Hatta bunları düşünecek vaktim bile yok demek hoş olurdu, ama düşünebildiğimden bile emin değildim. Başım gerçekten ağrıyordu. Gözlerime bir sis perdesi inmeye başladığında anlamıştım. Ben... Ben ölüyordum. Önce bununla mücadele etmeye çalıştım, ama yapabileceğim birşey yoktu. Son hızla dibe doğru çekilmeye devam ediyordum. Ne kadar su yuttuğumu tanrı bilirdi. Panik duygusu tüm vücudumda kol geziyordu. İçimdeki çaresizlik ve umutsuzluk tüm benliğimi sardı sarmaladı. Artık pes etmiştim. Can havliyle çırpınmaya son veren bedenim bir an hareketsiz kaldı. Gözlerim yavaşça kapanırken saçlarım dalgalanan suyun içinde, havada sabit kalmıştı. Hislerim benliğimi terkederken, cılız düşüncelerim de aniden yokoluverdi. Çok daha baskın bir çekilme duygusuyla bir an gözlerim karardı. Tüm anılarım gözlerimin önünden akıp giderken olmayan kafam hala karışıktı. Artık öyle bir yerdeydim ki, hiçkimsenin aklı almazdı. Tiz, duyulamaz bir ses bile yoktu. Ne bir yaşam belirtisi, ne bir insanın gözünü coşturan renk, ne bir ısı dalgası... Düşünebiliyor musunuz? Hiçbir şey! Hiçbir renk! Sadece bomboş bir hiçlikte yapayanlız ve amaçsızca sürükleniyordum. Ben- Ben ölmüştüm! Suyla dolu, zarar görmüş ciğerlerimi deli gibi öksürerek boşalltım lakin bir yandan da nefes almaya çalışmak son derece zordu. Henüz kendime gelememiş, gözlerimi açmamıştım. Çünkü ne göreceğimedn emin değildim. Az önce olanlar bir... Bir rüya mıydı? Bu imkansızdı! Olanlar o kadar gerçek, duygularım, düşüncelerim o kadar bana aitti ki, buna inanmak gerçekten zordu. Kendimi cesaretlendirerek yavaşça gözlerimi araladım. Kendimi bir plajda bulmuş olmam gerçekten ürkütücü ve ironikti ama en azından bu kez buraya nasıl geldiğimi biliyordum. Gece burada mı uyumuştum ben? “Vay canına!” diye homurdandım. Sözde denizin yakınlarında olmak, suyun çocuklarına iyi gelirdi. Ama ben şuan hiçte iyi hissettiğimi düşümüyordum açıkçası. Gözümün önüne rüyam olduğunu düşünmediğim olaydan kareler geliyordu. Kafamı çılgınca sallayarak savuşturmaya çalılştım onları. Kısa süre sonra işe yaramasının verdiği sevinçle hemen ayağa kalktım, lakin ayağa kalkmamla yere yığılmam bir oldu. Ne olmuştu az önce? Yere yapışmadan önce yine o çekilme duygusu hissetmiştim. Ve boynumun ağrısı... Çok acıyordu. Sanki biri bana saatlerce işkence etmişti. Ovuşturmak için elimi boynuma götürdüm ve orada olduğundan haberdar olmadığım ince şeriti hissederek irkildim. Bu da neydi böyle? Elimle boynumu ve çevresini yokladım. İp gibi bir şey dolanmıştı boynuma. İçgüdüsel olarak hemen çekiştirmeye başladım. Kısa diyemeyeceğim bir zaman zarfı boyunca çabaladım, sonuç olarak ondan kurtulmuştum. Bu bir kolyeydi. Birkaç saniye boyunca parladı ve gittikçe matlaştı. Kedi gözünden bir kolyeydi bu, rengi karameldi ve hiçte uğur getiren bir kolyeye benzemiyordu. Lakin daha da önemlisi, bu kesinlikle bana ait değildi. Öncelikle son derece ağırdı, neredeyse bir gülle kadar. Ve soğuktu da, buz gibi denizden çıktığımda vücut ısım o kadar düşüktü farkına varamamış olmam normaldi. Demek batmama neden olan şey bu kolyeydi. Evet, bunun farkına varmak gerçekten garipti, uyurken boynumda böyle bir şeyin olduğundan haberim bile yoktu! Bilinç altım benimle dalga geçiyor olmalıydı. Elimdeki nereden geldiği bilinmez kolyeye baktım. Sanırım en iyisi bu olacaktı. Ayağa kalktım. Tekrar kumlara yığılmayacağımdan emin olduğum anda dalgalara yaklaştım ve kolyeyi var gücümle fırlattım. Derin bir nefes vererek arkamı döndüm. Hava aydınlanmıştı, yani yeni ve son derece yorucu bir gün yine beni bekliyordu. Nede böyle düşündüğümü bilmiyordum. Yorucu bir gün... Neden ki? Yorucu olması için bir neden varmıydı ki? Temizliğimi yapmış, sorumluluklarımı- Bir dakika! Bu gün- Bugün Zeka ve Strateji dersim vardı! Ve geç kaldığımdan son derece emindim... Var gücümle koşmaya başladım. Açlıktan karnım gurulduyor, saçımdan ve kıyafetlerimden kumlar dökülüyordu ama şimdilik bunları düşünecek halim yoktu. Hemen kulübeye dalıp kılıcım Simetria’yı kaparken kızlar şaşkınlıkla bana baktı. Buna aldırış edecek kadar bile vaktim yoktu. Yorgunluğumu ve yaşadığım şok tamamen yok sayarak kalkanımı da kaptım ve canhavliyle koşmaya başladım. Yolu yarıladığımda yay ve ok takımımı unuttuğumu hatırlamıştım lakin geri dönüp onları alacak kadar vaktim olduğunu düşünmüyordum. Koşmaya devam ettim. Üstümden terle karışık kumlar akıyordu. İki saniye durup soluklandım. Derse böyle giremezdim ya!
Su her an içimde bir yerlerde olduğundan dolayı susamamıştım lakin açlık tüm bedenimi sarmalamaya başlamıştı. Kendi kendime güldüm. Şuan böyle bir şeyi düşünebiliyor olmam gerçekten garipti. Aslında bugün olanlardan sonra yaşadığım hiçbir şeye garip denemezdi ya! Düşüncelerimi aklımın ufacık bir köşesine ittirdim ve nefesimin düzene girmesini bekledim. Ciğerlerimde kalan son nefesi de verip kılıç alanına daldım. Bu gerçekten şaşırtıcıydı çünkü kimsecikler yoktu. Saat kaçtı ki? Kolumdaki saate baktım ama gün boyu yüzmüş olmanın verdiği doğal tepkiden dolayı çalışmıyordu. Biraz salladım onu. Yere birkaç damla su aktı. Saatin yelkovanı önce tedirgince çalışıp çalışmama arasında gidip geldikten sonra, hepten duruverdi. Sanırım bunu öğrenmek için tüm gününü denizde harcamamış, saatli bir melezin gelmesini beklemem gerekiyordu. Ve bingo! Koşa koşa alana giren bir melez gördüm, ama yanına gitmeyi alımın ucundan bile geçirmedim. Tanımadığım insanlarla konuşmak pek huyum değildi ve şuanki ruh halime bakılacak olursa, konuşmak yapmak istediğim şeyler listesinin başında gelmiyordu. Kılıcımı özenle yere koyup yanına oturdum. Düşünceli bir biçimde kafamı önüme eğdim. Ne hissetmem gerektiğini bilmiyordum, hissetip hissetmek istemediğimi de bilmiyordum açıkçası. Gözlerimi kapattım. Derin derin nefes alıp verirken rüzgarın hızlanan uğultusu kulaklarımdaydı. Etrafımdaki cıvıltılı kuş sesleri bu derin uğultuya karışıp, sesler de görüntüler gibi bulanıklaşıp giderken, her zaman olduğu gibi duygularım beni yalnız bırakmıştı. Onlara ihtiyacım yoktu, benim hiçbir şeye ihtiyacım yoktu ki zaten! Evet, bitmek bilmeyen, sonu gelmez egom yine işbaşındaydı. Kendimi bildim bileli düşüncelerim böyleydi, bu beni her ne kadar üzse bile, yıllardır bu değişmemişti. Laik olmadığım, değerini bilmediğim her şeye ihtiyacım vardı. Her ne kadar bunun farkında olsam da, kendime itiraf etmek, ya dabunu yapmaya çalışmak bile başlıbaşına bir işkenceydi benim için. Sinirle kaşlarımı çattım. Şuan yaptığım şey tam da buydu! İçimde kendi kendime köpürttüğüm öfke duygusu kabarmaya devam ederken ne yapacaımı bilemez hale gözlerimi açtım. Gözlerimi kapayalı en fazla otuz saniye olduğundan emindim lakin onları açtığımda karşılaştığım görüntü bu zaman senkronuna uymuyordu. Birbirine “Vay be!” dedirtecek kadar benzeyen iki melez vardı alanın ortasında. Biri kız biri erkekti. O an gözüme ilişmeyen bir başka melezin farkına vardım. Zaten yerdeydi, bir de boyu gerçekten kısaydı. Bu da fark edilmesini güç kılıyordu. Yüzünü kaldırıp ikiz olduklarını düşündüğüm kardeşlerden erkek olanına bakınca, kim olduğunu anlamıştım; bu Leo’ydu! Onunla Manhattan gecelerine aktığımı ve voleybol oynadığımı hatırlıyordum. Gerçi benim gibi birinin böyle erkeksi biriyle ne işi olduğu da çözümlenememiş bir gerçekti! Leo kılıcına ulaşmaya çalışıyordu sanırım. Çaresiz ve sinirli olduğu her halinden anlaşılıyordu. Bütün bunlar ne ara olmuştu yahu? Birkaç saniye başımı önüme eğmiştim ben, bütün bular nasıl olabilirdi?! Şaşkınlıkla kaşlarımı havaya kaldırdım. Leo şuan kulaklarımdaki uğultu nedeniye duyamayacağım bir şeyler mırıldandı. Gözlerimi kapadım. Eğer düşündüğüm şey doğruysa, neler olacağını biliyordum. İçimden 60’a kadar saydım ve yavaşça gözlerimi açtım. Aynen düşündüğüm gibiydi. Bu kez alanda Leo’dan hiçbir eser yoktu. Manhattan’da ki takılmacadan tanıdığımı yeni fark ettiğim David ve Christina hala aynı yerdeydiler, David’te hala dövüşmeye devam ediyordu. Ama bu kez Leo’yla değil, yeni olduğunu bildiğim bir kızla! İkisinin de açısından, düellonun pekte iyi gittiği söylenemezdi. Yaralıydılar ama durmadan birbirlerine hamleler savuşturuyorlardı. Çıkan kılıç sesleri kulağımda sonsuz defa yankılandı. Ellerim hemen kulaklarıma giderken gözlerim içgüdüsel olarak kısılmıştı. Görüşüm bozulup ortalık bulanıklaşırken sesler de görüntülerle bir oldu. Tekrar kendime geldiğimde, David “Sırada kim var?” diye bağırıyordu. Uzun bir süre kimseden ses çıkmayınca Christina defterine not düşmeye koyuldu. David’te ona katılmak üzere arkasını döndü. Ders bitiyordu ve ben henüz olmayan hünerlerimi göstermemiştim. Okçulukta çok daha iyi olduğum kesindi, kılıçlarla o kadar deneyimim yoktu, yine de dersin adı Zeka ve Strateji’ydi. Yeni tek yapmam gereken bende olduğunu düşündüğüm zekamı kullanmak ve kendime sağlam bir strateji çizmekti! “Ben!” diye bağırdım, daha doğrusu bağırmaya çalıştım. Ama ağzımdan sadece cılız bir fısıltı çıktı. Utançla kızardım, neden olduğunu da bilmiyordum gerçi. Sesim o kadar kısıktı ki, birinin beni duymuş olma ihtimali yoktu. “Ben!” diye bağırdım bu kez, ilkinde başarısız olmanın verdiği azimle sesim o kadar gürültülü çıkmıştı ki, sessiz alanda defalarca yankılandı. David şaşkınlıkla arkasına dönerken Christina not almayı bırakıp başını kaldırdı. Tüm melezler bakınmaya başladı, sesin nereden geldiğini anlamamışlardı belli ki. Eh, bu da son derece normal birşeydi. Onlardan ne kadar uzakta oturduğumu yeni fark etmiştim. Kalkıp kendimi göstermem en iyisi olacaktı muhtemelen. Yerden de destek alarak ayağa kalktım ama tıpkı plajdaki gibi yere kapaklandım. Birkaç melezin katıla katıla gülüşünü duyabiliyordum. Yakındaki birkaç melezin ise yardım etmekle etmemek arasındaki tedirginliklerini hissedebiliyordum adeta. Rezil olmuş olmanın verdiği iğrenç hisle mücedele ederek yerimde doğruldum. Yine o lanet kolyenin boynumda olduğunu hissedebiliyordum. Ama ben bunu var gücümle denize fırlatmamış mıydım? Nereden çıkmıştı ki bu?! Çaktırmadan kolyeyi boynumdan çekip çıkardım. O kadar ağırdı ki, daha fazla tutamayıp yere bıraktım onu, herkes beni izlemiyor olsaydı küçük çaplı bir çukur kazar, gömerdim muhtemelen. Egomu tatmin edip ayağa kalkarken ellerimi birbirine sürttüm. Daha sakin bir sesle “Ben de şansımı deneyebilir miyim?” diye mırıldanırken yerden kılıcmı alıyordum. David yüzündeki uzun bir süre boyu değişmeyeceğini düşündüğüm ifadeyle “Tabi ki de!” diye mırıldandı. Alnındaki birkaç teri silip ufak tefek yaralarının da iyi durumda olduğuna kanaat getirince “Gel.” Der gibi bir işaret yaptı. Derin derin nefes alıp vererek alanın ortasına doğru yürüdüm. Ülkemde gelenek olduğu üzere düello öncesi ona nazikçe selam verdim. Şaşkınlıkla karşılık verirken son defa gözlerin baktım ve atağa geçtim. Ama çok önemli bir şeyi unutuyordum; kendime bir strateji çizmemiştim ki! Neyime güvenerek ona meydan okuduğumu da bilmiyordum açıkcası, sadece içimdeki garip bir dürtü bunu bana yaptırmıştı. Sinirle bana baktı. Gözlerinde habersiz başlamış olmamın ona verdiği sinir okunuyordu. “Ne yapalım.” Der gibi ona baktım. Kendimden emin görünmeye çalışıyordum, bu onu şaşırtıp, sağlam planlarım olduğunu düşünmesine yol açabilirdi belki. Şimdilik en iyi stratejim buydu. İşe yaradığını söylemek gerçekten hoş olurdu lakin ne yazık ki yaramamıştı. David şaşkınlığını üzerinden hızlı atmış gibi görünüyordu, hamlemi savuşturmuş olmakla kalmayıp hemen atağa geçmişti. Art arta bitmek bilmeyen ataklarını önlemek için var gücümle çabalıyordum ama bu hiçte kolay bir şey değildi. Birkaç dakika daha direndikten sonra daha fazla dayanamamıştım, doğal olarak kendimi yerde bulmuştum. Bugün yerlerin bana sempatisi artmıştı belli ki, beni kendine çekmekten başka bir şey yapmıyordu kendileri. Açlık ve yorgunluğun verdiği hisle gözlerimi kapatmayı reddettim, aniden uykuya dalacağımdan neredeyse emindim. Yine de bugün sağolsun beni hiç yalnız bırakmayan yankılı uğultuyu duyabiliyordum. Her ne kadar görüntü bulanıklaşmış olsa da, gözlerimi kapatmamayı başarmıştım. Ama ayağa kalkamıyordum. Doğrulmakta bile zorlanıyordum hatta. Kendimi sırt üstü kapaklanmamak için zor tuttum ve kalan enerjimle ayağa kalktım. Tabi ki yüz üstü yere kapaklandım.
Sanırım ne oluğunu biliyordum. Yine o lanet kolye iş başındaydı. Elimi boynuma götürerek kolyeyi çektim yerinden. Ne ara olduğunu bilmiyorum ama artık bir stratejim vardı. David’in kararsız bir ifadeyle bana baktığını görebiliyordum. “Ayağım!” diye haykırarak acıyla kıvranıyormuş gibi yaptım. Taklit işinde gerçekten iyi olduğumu söylerlerdi zaten, hiçbir zaman da bundan şüphe etmemiştim. Planım işe yaramıştı. David yakınıma bir yerlere kılıcını bıraktı ve hemen yanıma koştu. Merakla durumumun nasıl olduğunu gözlemlemeye çalışıyordu. O ayağımla ilgilenirken çaktırmadan kılıcına uzandım ve kolyeyi kabzasına bağladım. Güneşin ışıkları cüsseli ağaçların gölgesinde yokolduğundan kedi gözü şeklindeki kristal parlamıyor, göze batmıyordu. Kılıcı kabzasından tutup kaldırmayı denedim fakat tabi ki de becerememiştim. İçimden kahkahalar attım. Bakalım şimdi neler olacaktı. David ayağımın tamamen iyi olduğunu ve ayağa kalkabilece durumda olduğumu söyledi. Biraz homurdanıp biraz da sızlanarak ayağa kalktım. Christina henüz notumu vermemişti galiba. David yerime geçip dinlenmemi önerir önermez çılgınca başımı salladım. “Hayır, gerek yok.” Diye mırıldanırken sesimin tamamen toparlamışım gibi çıkmasına önem veriyordum. “Tekrar denemeye ne dersin?” diye sordum ona, kılıcımı yerden alırken. Dönüp yerde oturan melezlere, sonra da ikizine baktı. Kimseden itiraz gelmediğinden emin olunca da teklifimi kabul etti. Kılıcımı defans amaçlı bir pozisyonda tutup yere eğilmesini bekledim. Biraz düşündükten sonra eğilip kılıcını aldı, daha doğrusu almaya çalıştı. Yerden kalkarken iki büklüm olmuştu, garip garip sesler çıkarması Christina’nın dikkatini çekmişti, kaşlarını çattı. Ondan başka kimse fark etmiş görünmüyordu. David zorlukla kılıcını kaldırdı ve karşıma geçti. Kıpkırmızı olmuş, gerçekten ağırlıkla mücadele ediyor gibi görünüyordu. Kafası da son derece karışık gibiydi. Kazanmak için olmasa bunu ona asla yapmazdım ama işin ucunda zafer olduktan sonra gözümün hiçbir şey görmediği bir gerçekti. Ayrıca David’in bir erkek olması da işleri benim açımdan gerçekten kolaylaştırıyordu. Bana baktı, atağa geçmemi istiyor gibiydi. Bu kılıçla saldırıya geçemeyeceğini ikimiz de biliyorduk. Aslında durumdan diyerlerine bahsetmesi iyi olabilirdi lakin, beş saniye önce kolaylıkla kaldırdığı kılıcın şimdi tonlarca ağırlaştığını, çekilmek istediğini söylese, kim bilir diğerleri ne düşünürdü? İçimden onu kutladım, yaptığı şey gerçekten cesurcaydı, gerçi herkes bunu böyle değerlendirmezdi ama, kutlayan bendim. Kılıcımın pozisyonunu çabucak değiştirdim ve hemen üzerine çullandım. Amacım onu yaralamak ya da öldürmek değildi, önce kalkanını, sonra kılıcını, sonra da kendisini düşürecektim. Alın size strateji! Doğrudan kalkanına saldırdım, kalkanın hafifliği sağolsun, hamlelerimi kolayca engelledi, ama kılıcın malum durumu nedeniyle beni geri püskürtemedi. Bu da bana iyice avantaj sağlamıştı. Biraz daha aynı taktiği uyguladım, kalkanını tuttuğu elinin gerçekten yorulduğundan emin olduktan sonra etrafında bir tur atıp, arkasından dolaştım. Amacım sağ gösterip soldan çakmaktı, işe yaramıştı da. Benim sağdan sert bir tekmeyle atağa geçeceğimi düşünen David, soldan kalkanına aldığı sert darbeyle şaşkına dönmüştü, bu da son bir hamleyle kalkanını düşürmeme yetmişti. Planım tıkır tıkır işliyordu, yüzündeki hayalkırıklığı ve çaresizliği görebiliyordum, elindeki şuanlık sayemde işe yaramaz kılıç, onun kendini savunmada kullanabileceği tek unsurdu. Boş kalan eliyle, kılıç tutan eline destek verdi ve kendini zorlayarak kılıcını kaldırdı. Tam anlamıyla kıpkırmızıydı, sanki biri bir inşaattan kırmızı boya çalmış, yüzüne boşaltmıştı. Bir erkeğin karşımda iki büklüm oluşunu keyifle izlemek gerçekten hoştu lakin artık harekete geçmenin vakti gelmişti. Tam ellerini ve kılıcı omuz hizasında kaldırmıştı ki, en sert darbemi kılıcına vurdum. Hatta o kadar sertti ki, kılıçların çarpışmasından çıkan ses, kulaklarımda defalarca yankılandı. Zaten zar zor tuttuğu kılıcı bırakmamak için verdiği mücadele, onu da bu acı sonla buluşturdu; kılıçla birlikte yüzükoyun yere yapışıverdi! Resmen bir taşla kuş katliyamı yapmıştım! Kocaman bir zafer gülümsemesiyle yerde oturan melezlere baktım. Hepsinin kafası karışmış görünüyordu. Aldırış etmeden yere baktım. David toparlamaya başlamıştı bile, çaktırmadan yere eğildim ve kolyeyi kılıçtan zarif bir hareketle çıkardım. Bu lanet şeyin bu kadar işe yarayacağını düşünmemiştim. Her seferinde nasıl durmadan boynuma geldiğini bilmiyordum lakin bunu bana gönderen kişiye sonsuz teşekkürlerimi ilettim. David düşündüğümden de dinamik olmalıydı, gerçekten çok çabuk kendine gelmişti. Christina bana puanımı verirken, yerde kılıcını aramaya koyuldu. Gözü ona ilişir ilişmez kabzanın üzerine ellerini gezdirdi, sanki onu tutmaktan çekiniyordu. Haklıydı da. Yine de düşündüğümden cesaretli çıkmıştı. Yerinde doğrulup kılıcı kaldırdı, tamamen normal oluşunu hazmedememiş gibi bir ifade vardı yüzünde, “Ama bu...” diye fısıldarken düşüncelerimi kanıtladığının farkında bile değildi. “Üç nokta...” Diye mırıldanıp yerime dönerken, şaşkın bakışlarını üzerimde hissedebiliyordum. O an duyamayacağım birkaç şey mırıldandı ve ayağa kalktı. Kolyenin hala elimde olmasının yarattığı ağırlıkla mücedele ederek yere oturdum. Oturur oturmaz da, kolyeyi taktım. Artık neredeyse tüm işlevlerini biliyordum, gözlerimi kapattığım anda, zaman su gibi akıp gidiyordu. Şuan tam da ihtiyacım olan şey buydu. Dersin biran önce bitmesini istiyordum, bugün yeterince yorulmuştum. Gözlerimi sıkıca yumum iki dakika kadar kapalı tuttum onları. Artık çevreyi dinlemekten vazgeçmiştim, uğultunun sesi o kadar da ilginç gelmiyordu. Esintinin hızlandığını, sıcaklığın düştüğünü hissettiğim anda araladım gözlerimi. Alan bomboştu, güneşte batmaya yüz tutmuştu. Yerel saate göre ne kadar süredir burada oturmuştum acaba? Baya olmuş olması gerekiyordu. Önce ayağa kalkmaya yeltendim, ama artık düşeceğimi önceden benimseme gibi bir özellik kazanmıştım, gerçekten kullanışlı olabiliyordu. Boynumdan kolyeyi çıkarıp herhangi bir yere koymak istiyordum, nasılsa sabah uyandığımda, hatta kulübeme giden yolda boynuma geri döneceğinden emindim. Çıkardım onu, boynumu da ovaladım. Ayırlık nedeniyle biraz ağrıyordu. Kolyeyi elime aldım, başkasının bulmaması için atabildiğim kadar uzağa atmayı planlıyordum lakin kolyeye hareket getiren kedi gözü motifi gözüme ilişmişti, karanlıktan olsa gerek, parlıyordu. Dokunmak istiyordum ama, içimden bir ses dokunursam bir şeyler olacağını söylüyordu. İyi mi, kötü mü olduğunu söylemiyordu tabi, bu da dokunmamda bir sakınca olmadığını düşündürüyordu bana. Daha fazla dayanamayıp elimi gözün üzerine götüdüm. Bu kesinlikle camdan yapılmaydı! Camın ardında ne olduğunu bilmiyordum, öğrenmekte istemiyordum açıkçası, camdan yapılmış bir kedi gözü motifinin aslında neyden oluştuğunu kim bilmek istedi ki?! Muhtemelen bu bendim, her ne kadar inkar etsem de bazen gerçekten son derece meraklı olabiliyordum. Her zaman olduğu gibi, merağıma yenildim ve cam motifi bastırdım, bir yandan da kırılmamasını diliyordum. Lakin kırılmaktansa, çok daha garip birşey olmuştu; cam motif batmıştı! Evet, göze ve kulağa garip geliyordu ama olan buydu. Daha iyi anlatmak gerekirse, kedi gözü içine göçmüştü! Dümdüz yüzeyde elimi gezdirmeye dalmışken anca fark edebilmiştim; kolye artık ağır değildi! Elimle tarttım biçtim onu, sıradan bir kolyeden daha ağır değildi. Ya sporcu bir adam kadar kas yapmıştım, ya da kolyeyi inaktif etmenin bir yolunu bulmuştum! Kollarıma bakar bakmaz ikinci seçeneğin doğruluğunu kendime kanıtlamıştım. Yüksek sesle kahkahalar attım. Boş alanda yankılandı sesim. Açlıktan ölüyordum ama gerçekten umursamıyordum. Sevinçle kolyeyi boynuma takarken zamanı gelince onu yeniden aktifleştirmenin bir yolunu bulacağımdan emindim. Dinamik bir şekilde yerimden kalkarken kılıcım Simetria gözüme ilişti. Eğilip onu yerden alırken bugün yaşadıklarım gözlerimin önüne geldi. Zafer benimdi, kazanmıştım! Çoğu buna hile ya da şans diyebilirdi, ama bu dersten geçmek için gerekli unsurlar zeka, ve iyi bir stratejiydi. Zekam olmasa bir stratejimin olmayacağından emindim, kazandığım zaferin de iyi bir strateji sayesinde olduğundan da herhangi bir şüphem yoktu. Sonuç olarak kimseye laf düşmezdi. Saat kaçtı ki? Kolumdaki saate baktım ama gün boyu yüzmüş olmanın verdiği doğal tepkiden dolayı çalışmıyordu. Biraz salladım onu. Yere birkaç damla su aktı. Saatin yelkovanı önce tedirgince çalışıp çalışmama arasında gidip geldikten sonra, hepten duruverdi. Sanırım bunu öğrenmek için tüm gününü denizde harcamamış, saatli bir melezin gelmesini beklemem gerekiyordu.
Sanki zaman durmadan kendini tekrarlıyordu...
| |
| | | C. Scarlett Stanislaus Athena'nın Çocuğu/Zeka ve Strateji Eğitmeni
Mesaj Sayısı : 717 Kayıt tarihi : 03/03/11
| Konu: Geri: Zeka ve Strateji Geliştirme Sınıfı , 19-29 Temmuz Ptsi Ağus. 01, 2011 10:54 pm | |
| ders bitmiştir. sınav rpsi olmayacak bildiğiniz gibi. değerlendirmeler yapılıyor. | |
| | | | Zeka ve Strateji Geliştirme Sınıfı , 19-29 Temmuz | |
|
Similar topics | |
|
| Bu forumun müsaadesi var: | Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
| |
| |
| |
|