Olimpos Rpg
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Olimpos Rpg

Percy Jackson ve Olimposlular ile Olimpos Kahramanları serilerinden esinlenilerek oluşturulmuş, zirvedeki rpg forum sitesi.
 
AnasayfaLatest imagesKayıt OlGiriş yap

 

 Ölüler Tanrısı Hades, babam.

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
Philomela Morgenstern
Hades'in Çocuğu
Hades'in Çocuğu
Philomela Morgenstern


Mesaj Sayısı : 184
Kayıt tarihi : 22/04/11

Ölüler Tanrısı Hades, babam. Empty
MesajKonu: Ölüler Tanrısı Hades, babam.   Ölüler Tanrısı Hades, babam. Icon_minitimeSalı Haz. 14, 2011 9:50 pm


    Beni kampa getiren satir Selvi ile beraber pegasus ahırlarına doğru ilerliyordum. Bana benim için çok güzel bir şey yapacağını söyleyip duruyordu. Ben zaten kendi derdimdeydim, karnımda iki aylık bir bebek vardı! Bundan daha kötü bir şey olamazdı, benim gibi on yedi yaşındaki bir genç kız için. Hele de bu bebek, Luke'tansa. Luke Castellan, efsanevi Hermes oğlu. Fakat o Kronos'un ruhuna sahipken. O zamanı hatırlayınca içime çöken kasveti Selvi kıkırdayarak dağıttı. "Çok beğeneceksin sürprizimi, çok." dedi gülümseyerek. Ben de zoraki olarak gülümsedim. Doğrusu ne olduğunu merak etmiştim, beni gerçekten sevindirecek bir şey olmasını diliyordum bütün kalbimle. Selvi'yle beraber pegasus ahırlarına vardığımda gözlerim Pandion'u aramaya başladı. Pandion'u simsiyah tüylerinden tanımıştım ve çoğu pegasustan farklı olarak kan çanağına dönmüş gözlerinden. Koşarak yanına gittim, onu gerçekten özlemiştim. Ona sarıldıktan sonra Selvi'ye döndüm. "Havada özlem giderirsiniz." dedi sabırsızcasına. Ona gülümsedim ve Pandion'un sırtına atladım. O sırada da Selvi, Pandion'un kulağına eğilmiş, ona bir şeyler fısıldıyordu. Fısıldaması bittiğinde büyük bir iş başarmışcasına göğsünü gerdi, ardından arkama oturdu. Ona, Pandion'a ne söylediğini sorarcasına baktım ama o bana bakmıyordu, kendi kendine gülümsüyordu ve her bir yana dönen cin gibi gözlerinden bir şeyler yaptığı anlaşılıyordu. Selviye döndüm ve sordum merakla. Çünkü pegasus biz daha nereye gideceğimizi söylemeden havalanmıştı. "Pandion kendi kafasına göre mi uçuyor?" diye sordum bir şeyler anladığımı ima edercesine. Selvi kıkırdadı ve beni önüme döndürdü. İlk defa pegasusumla havalanıyordum, bu gerçekten heyecan vericiydi. Hava suratıma vurdukça gururlanıyordum. Ben bir melezdim, eski yaptıklarımın hiçbir önemi yoktu. Babam Hades'in kızı olmak istiyordum, aynı onun gibi olmak. Bir de pegasusumla havalanırken nereye uçtuğumuzu bilseydim daha güzel olurdu tabi. Selvi'ye dönüp sürekli soruyordum nereye gittiğimizi veya onun nereye gittiğimizi bilip bilmediğini. Selvi ise beni duymuyormuş gibi yapıyordu, bu bakışı biliyordum. Gerçi ben pegasusumun üzerinde mutluydum. Ama yolculuk biraz uzun sürmüştü, az da olsa sıkılmaya başlamıştım. Selvi'ye tam arkamı dönecekken Pandion'un alçaldığını hissettim. Ben burayı tanıyordum. Kalabalık sokaklar, küfür edip işe giden insanlar, sıkışık trafik... Burası benim şehrimdi, burası New York'tu. Ve biz de şu anda yüksek binalardan biri olan Empire States'in arka taraflarına doğru ilerliyorduk. "Selvi, burası New York." dedim şaşırmışcasına. Ben burayı gerçekten özlemiştim. Selvi'ye sarıldım. "Çok çok teşekkür ederim. New York'u özlemiştim." dedim iç çekerek ve annemi görme hayalleriyle dolarak. Selvi ise bana tek kaşını kaldırarak baktı. "New York mu? Kızım buraya New York'a gelmedik." Şaşırmıştım. New York'a ziyarete gelsek gerçekten güzel olabilirdi. Pandion yere indiğinde, adettendir bizim oralarda, geldiğim yerleri öpmeye başladım. Selvi bana garipsermişcesine bakınca omuz silktim. "Ben Yunanlıyım." dedim gülümseyerek ve önden Selvi, arkadan ben ilerlemeye başladık. Empire State'in kapısından içeri girerken çok heyecanlanmıştım. Selvi'ye baktım, bir şeyler yapmaya çalışıyordu fakat anlamıyordum. Resepsiyona gitti ve kısık sesle isteğini söyledi. "Bizi altı yüzüncü kata çıkar." Birden gülmeye başladım, yüksek sesle. Selvi bana acayip acayip bakıyordu, normal bir şeymiş gibi söylediği. "Burada altı yüzüncü kat yok seni zeki satir." dedim gülerken, ama sonra bunun bir sır olduğu aklıma geldi ve ağzımı kapadım. Resepsiyonist ikimize de garipseyerek bakıyordu. Selvi kulağıma fısıldadı. "Aptal, buranın altı yüzüncü katı var. Sus." dedi sinirlenerek. Ben de korktum ve sustum. Adam bize bakıyordu hala, Selvi de resepsiyoniste dert yanarcasına anlatmaya başladı ve biraz korkutucu görünmeye çalışarak. "Yeni bir melez. Yani melez. Hem de ne melezi biliyor musun? Yeraltı Tanrısı'nın melezi." diyince resepsiyonistin gözleri büyüdü. Hani bu gizliydi? Selvi beni bazen şaşırtıyordu ama bunu diyince resepsiyonist ona anahtarı vermişti. Selvi gururlu bir şekilde asansöre doğru ilerliyordu. "Ama burada altı yüzüncü kat yok." dedim mızmızlanarak. Selvi ise beni takmıyordu, asansörün kapıları açılınca hemen içeri girdik. Keşke girmeseydik, içerideki müzik beni oldukça bayıyordu. Muhtemelen seksenlerden kalma bu müzikle yolculuk yapmak sıkıcıydı. Ben konuşmak istiyordum ama Selvi yerinde duramıyordu, kıpır kıpırdı ki bu durumda kendi kendime konuşmam pek bir fayda sağlamıyordu. Asansör durduğunda gerçekten de altı yüzüncü kattaydık. Oldukça şaşırmıştım. Selvi elindeki anahtarla bir kapıyı açtı. Ve o an bayılacaktım. Ağzım açık kalmıştı, yerimde sabirçe durup karşımdakini izliyordum sadece. Selvi'nin beni onlarca kez dürtmesinden sonra kendime geldim. "Burası neresi?" diye sordum şaşkınca ve kısık sesle. Selvi ise benden daha sessiz ama bir o kadar da etkileyici bir tonla açıkladı. "Medeniyetin kalbi, Olimpos." Gökyüzünün üstünde, yürümek gibiydi bu. Her şey ayaklarımın altındaydı, bütün dünya. İlerlerken yepyeni yerler görüyordum. Adlarını bile bilmediğim yaratıklar, güzellikler vardı burada. Tam merkezde çeşme vardı. Burası büyüleyiciydi, gerçekten de büyük sürprizdi benim için. Suratını bir iki kez kampta gördüğüm ama adlarını bildiğim küçük tanrılar da buradaydı hem. Burası gerçekten ama gerçekten harikaydı, süperdi. Selvi'ye sarıldım. "Sen harikasın." dedim. Selvi ise beni itti. "Buna harika mı diyorsun? Adımlarını hızlandır bayan." dedi ve beni çekerek götürmeye başladı. Yaklaşık on iki tane odası olan bir yere girmiştik şimdi de. Selvi sayıyordu, saymayı bitirdi ve beni bir odanın içine doğru çekti. Girdiğimiz oda, karanlık gibiydi, ürkütücüydü. Doğrusu korkuyordum. Yürürken Selvi beni durdurdu. Başımı onun baktığı yöne doğru çevirdiğimdeyse bir adam gördüm. Yaşlı ama güçlü olduğu belli. Fakat biraz şaşırmıştım, adam bana sertçe bakıyordu. Selvi, adamın önünde eğildi. "Merhaba Yüce Tanrı Hades." dedi ve geri adımlarla odadan çıktı. Bu satir delirmişti! Ben şu an utançtan kıpkırmızı kesilmiştim. Karnımda bir bebekle, babamın karşısındaydım. Konuşmaya utanıyordum. Oysa bir yıl öncesine kadar bu an için nelerimi vermezdim. Başım eğik, babamın azarını yemeyi bekliyordum. "Philomela Carter, namı diğer Castellan! Buraya gelmeni ben istedim." dedi sert bir tonla. Korkuyordum, ses veremiyordum, vermek istemiyordum. Burada ölecektim, biliyordum. Selvi bunu neden yapmıştı ki? Aman Tanrım, kelimenin tam anlamıyla geberecektim. Gözlerim kapalı babamı dinliyordum. "Ne haltlar yediğini, karnındaki bebeğin.. Her neyse, her şeyi biliyorum. Bildiğin gibi ben yeryüzüne pek sık gelmem. Senin için de gelmedim. Konsey varmış galiba, her neyse. Hatanı anlamana sevindim. Ve şu anda utanç duymana da sevindim. Bak, buraya gelme amacın, sana bir şey vereceğim, minik bir şey. Belki, sana yardımı dokunur. Şu anda seni öldürmemek için kendimi zor tuttuğumu da biliyorsundur umarım. Konuşmak istemiyorum, elimden bir kaza çıkabilir." dedi ve önüme bir şey fırlattı. "Onu yerden al. Onu bileğine tak, böylece dövme biçimine gelecek ve, herhangi bir tehlike anında benim yollayacağım bir ruh sana yardım edecek. Sadece bir ruh. Şimdi buradan gitmeni rica ediyorum Phil. Üzgünüm, evlatlarımı öldürmek hobim değildir." der demez odadan çıktım. Gülümseyerek beni bekleyen Selvi'ye baktım. "Selvi, ölüyordum haberin var mı? Çabuk gidelim buradan! Hamile bir kızı babasının yanına götürmek ne demek!" dedim ve hızlı adımlarla asansöre doğru ilerlemeye başladım. Böyle olsun istemezdim, yıllardır beklediğim babamla bu şekilde tanışmak istemezdim. Verdiği eşya da, doğrusu güzeldi ama hangi amaçla verdiğini bilmiyordum. Selvi'yle beraber Pandion'a doğru yürürken, aklımda yıllardır planladığım sorular vardı, en çok onları soramadığıma üzülüyordum.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Ölüler Tanrısı Hades, babam.
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» İyi Ölüler
» Ölüler ve Biz
» Tehlikeli Ölüler
» Kötü Ölüler
» Savaş Tanrısı ile tanışıyorum

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Olimpos Rpg :: Olimpos :: Empire State Binası/Olimpos-
Buraya geçin: