Hafifçe esen rüzgar, çiçeklerin rüzgara karışan muhteşem kokusu, kuşların cıvıltısı, güneşin parlaklığı beni benden alıyordu. Neden burası bu kadar güzeldi ki? Buradan hiç çıkmamak, ömrümü burada geçirmek istiyordum. Arkadaşlarımla, sevdiklerimle ve daha tanışamadığım babamla. Babam benimle daha hiç konuşmamıştı. İşte bu çok sinir bozucuydu doğrusu. Millet, birbirine ebeveynlerini anlatırken ben bir köşede, sessizce onları dinliyordum. Çoğu zaman orada olduğumun farkına bile varmıyorlardı. Çimenlere uzanmış, rüzgarın suratımı yalamasına izin vermiştim. Yapacak iş bulamadığım veya biraz dinlenmek istediğimde bunu yapardım. Gözlerimi kapatmış, çoktan hayallere dalmıştım. Babamı hayal ediyordum. Üstüne kısa kollu gömlek, altında deniz şortu, ayağında sandalet ve elinde üçlü yabası. Biraz komik bir hal alıyordu hayalimde ama ne yapayım daha önce onu görmemiştim ki. Gözlerimi hafifçe araladım ve olduğum yerde doğruldum. Güneşe gözlerimi diktim. Bunu yaparken gözlerimi elimle siper almıştım tabii. Bir Apollon çocuğu olmadığıma göre bunu yapmam çok sakıncalı olabilirdi. Güneşin altında sere serpe uzanan deniz, beni benden alıyordu. Plaja gitmek için ayağa kalktım ve adımlarımı plaja yönelttim. Yolda gördüğüm kişilere selam veriyor, sahte gülümsememi takınıyordum. Pek de umurumda değildi açıkçası. Plaja geldiğimde ayakkabılarımı çıkarttım ve elime aldım. Sıcak kum, beni pek de etkilemiyordu. El ele dolaşan sevgililer, birlikte eğlenen arkadaşları gördükçe içimi karamsar bir hal kaplıyordu. Sevgililerin yanından yavaşça geçerken babamı düşünüyordum. Ona denizden ulaşabilirdim. Kafamı kaldırdım ve ileriye baktım. Kimse yok gibi gözüküyordu. Hemen adımlarımı hızlandırdım ve kimsenin olmadığı tarafa doğru koşmaya başladım.
Yorulmuştum. Derin derin nefes aldım ve etrafıma bakındım. Neredeyse kimse yoktu. Olanlar da beni görmezden geliyordu diyebilirim. Herkes kendi işine bakıyordu. Kıyafetlerimi üstümden çıkarmadan ayaklarımı denize soktum. Ellerimi iki yana açtım ve içimden "Sana geliyorum baba." dedim. Babam dediğimi duymuş olacak ki hafif bir dalga geldi suratıma. Kıyafetlerim hiç ıslanmamıştı. İşte bu, en sevdiğim özelliklerden biriydi. Su, neredeyse boyuma gelecekti. Güneşe bir kez daha baktım ve kendimi denize bıraktım. Gözlerime açtım ve etrafıma bakındım. Suyun altında bile nefes alabiliyordum. Birkaç ufak balık etrafımda geziniyordu. Elimle onlara selam verdim ve gülümsedim. Kendimi, denizde daha iyi ve rahat hissediyordum. Babamın varlığını aramaya başladım. Onun gücü, kendini hemen gösterirdi. Etrafımda birkaç tur döndüm ve nereye gideceğimi kestirdim. Hızla gideceğim yöne doğru yüzmeye başladım. Yanımdan geçen deniz canlıları, bana tuhaf bakıyordu. Poseidon'un oğlu olduğumu anlamışlardı herhalde. Birkaç dakika yüzdükten sonra -ki bu sürede epey yol almıştım- bir saray gördüm. Muhteşem bir saray. Burası babama ait olmalıydı. Oraya doğru ilerledim ve etrafa göz gezdirdim. Etraftakiler bana bakıyor, beni süzüyordu. Sarayın kapısından içeri girdiğimde gözlerime inanamamıştım. Gerçekten çok büyük bir yerdi. İleri baktığımda büyük boy dünya haritası ve onun başında bir adam vardı. Dünyayı çeviriyor, sanki bir yer arıyordu. Elinde üçlü yabası vardı. Bu adamın, babam olduğunu anlamıştım. Üstünde kısa kollu gömlek, altında deniz şortu vardı. Tam hayal ettiğim gibiydi. Acaba böyle düşündüğüm için mi böyle giyinmişti? Yanına gittim. Eğildim ve "Merhaba baba." dedim. "Ayağa kalk sevgili oğlum. Geleceğini biliyordum." Buna pek şaşırmamıştım doğrusu. Düşündüğümden daha yakışıklıydı. Elini omzuma attı. Bu bile güven vermeye yetiyordu. Ne diyeceğimi bilemiyordum. "Eee. Sarayda işler nasıl gidiyor?" diye saçma bir soru sordum. Sorduğum anda kendimi boğmak istemiştim fakat bu pek zor olacak gibiydi. Gülümsedi ve "Ne olsun, uğraşıyoruz işte. Kamp nasıl? Alışabildin mi?" "Evet. Birkaç arkadaş bile edindim. Geri dönünce hepsine senden bahsedeceğim." Gözleri parlıyordu. Beni gördüğüne sevinmiş bir hali vardı.