2.yi yazıyorum çünkü 85 puandan daha yüksek bir puan istiyorum...
---~---
Kafamı en sevdiğim mitoloji kitabımdan kaldırdım ve etrafıma bakındım.Odam oldukça dağınıktı.Kıyafetlerim her yana saçılmıştı.Kıyafetlerimin çoğunun rengi en sevdiğim renk olan mor renginde olduğu için odanın hakim rengi mor olmuştu resmen.Ayaklarımı yataktan kaldırdım ve yavaşça yere koydum.Ayağımla parmak arası terliklerimi yana ittirdim.Kafamı hafiften eğerek David'e baktım.(David benim çift yumurta ikizim olur.Birbirimize aşırı derecede benzemiyoruz bu yüzden.Zaten o bir erkek normal ikiz olsak da benzeyeceğimizi pek sanıyorum)Her zamanki gibi uyuyordu.Parmaklarımın ucunda yavaşça odadan çıktım.Dave'i uyandırmak istemezdim.Eğer istemediği bir zamanda uyanırsa oldukça huysuz olabiliyordu.Salona varana kadar parmak ucunda yürüdüm.
Salonumuz oldukça genişti.Duvarlara bordo ve bej renkleri hakimdi.Babam evden çok erken saatte çıktığı için yine yatağını-öhöm koltuğu - toplamaya vakit bulamamıştı.Koltuğa doğru yürüdüm ve kahverengi olan battaniyesini süzdüm.Üstünde baykuş desenleri vardı.Babam her zaman o battaniyesiyle yatardı.Hatta onu yıkamazdı bile! Ben ve Dave bunu iğrenç bulurduk ama babam inatçı biriydi.Hatta bir keresinde battaniyeyi çamaşır makinesine tıkıştırırken babam beni yakalamıştı ve tam iki ay boyunca benle konuşmamıştı.O battaniyeyi annem vermişti babama.Anne....Bu laf bana hiç tanıdık gelmiyordu.Onu daha hiç görmemiştim,tanımamıştım üstelik adını bile bilmiyordum!Biz ne zaman 'Anne' desek babam hemen konuyu değiştirirdi,konuyu niye değiştirdiğini sorunca da bunu bizim iyiliğimiz için yaptığını söylerdi.Neyse ne annesiz büyümek ve daha adını bile bilmemek kalbimde,kalbimizde büyük bir delik açıyordu.
Battaniyeyi ve çarşafı katladıktan sonra yastığı ikisinin üstüne koyup bodruma indim ve onları yere koydum.'ÇIT!' diye bir sesle irkildim ve hemen arkamı döndüm.Parmaklarımın ucunda yavaş yavaş bodrumun basamaklarından yukarı çıktım.O sırada elime ilk gördüğüm şeyi yani uzun ve ağır bir çekici aldım.Mutfağa doğru usulca yürüdüm.Çekici hafifçe yukarı kaldırdım.Sonra da hızla mutfaktan içeri daldım.
Dave beni bu halde görünce bir çığlık attı.Normalde olsa çığlık atmasıyla dalga geçerdim ama bu sefer o kadar çok rahatlamıştım ki..."Ne halt ediyorsun Chris,ödümü patlattın" diye haykırdı Dave."Üzgünüm Dave,amacım seni korkutmak ya da kız gibi çığlık atmanı sağlamak değildi" dedim.Yüzünü buruşturdu.Devam ettim."Sadece eve bir hırsız falan girdi sanmıştım..." dedim masum bir şekilde."Evet zaten hırsızlar evden cips çalarlar" dedi elindeki cips paketini göstererek."Aynı zamanda çığlık atmadım ben." dedi.'Hı-hı..' dedim ve ona doğru yürüdüm.Elindeki cips paketini çekiştirerek aldım ve "Sabah sabah bunlardan yeme,sonra kilo alıyorsun.Üstelik çok da zararlı.Belki de bu yüzden bu kadar az kız arkadaşın olmuştur." dedim ve paketi dolaba geri koydum.Bana 'çok kötüsün' anlamına gelen bir bakış fırlattı ama umursamadım."Haydi bakalım koşu saatimiz geldi" dedim ve gülümsedim."Aman ne güzel" dedi ve ayakkabı dolabına doğru yürüdü.Ben de peşinden gittim.İkimiz de en sevdiğimiz beyaz renkli yürüyüş ayakkabımızı aldık ve evden çıktık.Ben zaten üstümü değiştirmiştim ne de olsa.Üstümde askılı bir tişört ve altımda da yeşil eşofmanım vardı.Dave ise aşağı inmeden önce gri renkli eşofman takımını giymişti.
Uzun bir süre sonra telefonumu çıkardım ve adım sayara baktım.Ardından da kilometre ölçere.Dave oldukça yorulmuştu,yorgunluğu her halinden belli oluyordu ama biraz kilo vermesi gerekliydi bu yüzden "Haydi Dave dayan biraz, son 8 kilometre" dedim ve hafif bir tebessümle gülümsedim.Cevap vermek yerine derin derin nefes alıp vermeye devam etti.Bir süre sonra sürekli takip ediliyorum hissine kapılmaya başladım.Ama etrafta tek bir kişi bile yoktu.Bu his uzun bir süre boyunca devam etti.İkide bir arkama dönüp bakıyor,etrafı kolaçan ediyordum.""Ne oldu Chris korktun mu?" dedi Dave dalga geçer bir halde."Saçmalama" dedim.'PAT!' "Duydun mu bunu?" dedi Dave."Kıpırdama" dedim ve elimionun önüne koydum.Etrafa biraz kulak kabarttım.Bir 'PAT' sesi daha duyuldu,sonra bir tane daha ve bir tane daha...Dave'e döndüm.Kıpırdamıyordu hala.Ama sonradan fark ettim ki gözleri fal taşı gibi açılmıştı.Daha ne olduğunu sormadan "KAÇ!" diye bağırdı ve elimi tutup hızla koşmaya başladı.Ben de hızla koşmaya başladım.Hafiften dönüp arkama baktım ve....Ve dönmez olaydım daha iyiydi.Eğer gözlerim beni yanıltmıyor ise arkamda kocaman bir 'canavarın' bulunduğuna yemin edebilirdim!Kaçmaya devam ederken sürekli arkama bakıyordum.Evet artık emindim arkamdaki şey iğrenç gri renkli kocaman bir canavardı.Buna inanmak beni daha hızlı koşmaya teşvik etti.Dave hala elimi sımsıkı tutuyordu.İlk yerden sağa döndük.Eve doğru gidiyorduk , uzun yoldan da olsa eve gidiyorduk...
Eve vardık kapıyı hızlıca açtık ve kapının arkasına ayakkabı dolabını ve mutfaktan aldığımız bir kaç sandalyeyi dayadık ve kapıyı kilitledik.Nefes nefese kalmıştık.İkimizden de çıt çıkmıyordu.Sessizliği bozarak "Yoksa o..." "Evet bir canvardı." dedi Dave cümlemi tamamlayarak.'Tık tııkk' diye bir sesle irkildik.Ses camdan gelmişti.Tabii ya camlar.Bizim camlar kapı büyüklüğündeydi.Ama gelen canavar olamazdı hangi canavar cam çalardı ki?Cama doğru koştuk.Karşımızda babamızı görünce donup kaldık.Hemen camı açtım.Babam içeri girdi ve "Bunun vakti çok erken geldi çocuklar.Size söylemeliydim ama söyleyemedim özür dilerim.Bu annenizle alakalı,yani tanrıça Athena" dedi.İkimiz de şaşırmıştık."Lütfen soru sormayın.Sadece gidip bavul hazırlayın sizi Melez Kampı'na götürmek zorundayım artık." dedi ve gitmemizi işaret etti.Dave " Melez Kampı mı?O da ne? Ayrıca annemiz tanrıça Athena mı?! Bu nasıl olur?" dedi."Soru yok demiştim..Hadi hazırlanın çabuk" İkimiz de koşarak yukarı çıktık ve bavullarımızı hazırladık.İkimiz de birbirimizle konuşmuyorduk,aslında konuşamıyorduk.Resmen şok olmuştuk.Aşağı indik.Babam da bizi şu "Melez Kampı" denen yere doğru götürmeye başladı.Sessiz bir yolculuktu bu.Ama hayatımızın yolculuğuydu...