Olimpos Rpg
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Olimpos Rpg

Percy Jackson ve Olimposlular ile Olimpos Kahramanları serilerinden esinlenilerek oluşturulmuş, zirvedeki rpg forum sitesi.
 
AnasayfaLatest imagesKayıt OlGiriş yap

 

 Gerçek Galibiyet / Renklerin Büyüsü

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
Drake Tyrell Stanislaus
Zeus'un Çocuğu
Zeus'un Çocuğu
Drake Tyrell Stanislaus


Mesaj Sayısı : 1178
Kayıt tarihi : 15/04/11

Gerçek Galibiyet / Renklerin Büyüsü Empty
MesajKonu: Gerçek Galibiyet / Renklerin Büyüsü   Gerçek Galibiyet / Renklerin Büyüsü Icon_minitimePtsi Mayıs 23, 2011 12:53 am

Gördüğü kabusun etkisiyle yatağından sıçrayarak kalktığında suratı terden sırılsıklam olmuştu. "Bu, şu ana kadarkilerin en kötüsüydü." diye mırıldandı banyoya giderken. Biraz kendine gelme çabasıyla yüzünü yıkadıktan sonra gördüğü o sahneyi tekrar gözlerinin önüne getirdi istemsiz bir şekilde...

"Sen, şu ana kadar doğmuş olan çocuklarımın yüz karasısın!" diye bağırıyordu heybetli Jüpiter karşısında diz çökmüş, korkuyla kafasını mermerden kaldırmak için cesaret toplamaya çalışan Drake'e. Bağrışlarının ardı arkası kesilmiyordu, her bir cümlesi bir başka hakaret tohumu ile yüklü oluyordu... "Seni o yarışma için seçmekle hata ettim. Yapmam gereken senin gibi bir beceriksizi daha doğduğu gün Lupa'nın önüne atmaktı! Yunan Kampı'ndaki bir Romalı olmana, o melezlerin hepsini zorlanmadan alt edebileceğine inandım! Gözlerimin önündeki gerçeği, yani senin acizin teki olduğunu görmezden geldim! Seni evlatlıktan reddediyorum Drake Tyrell Carter. Artık iki kampta da kabul görmeyeceksin!" Titriyordu. Tanrıların Tanrısı'nın söylediği her bir kelimede daha fazla küçüldüğünü, yere daha fazla yaklaştığını hissediyordu. Çaresizce başını yukarı kaldırmaya, babasının gözlerinin içine bakabilmeye çalışıyordu ama sanki Atlas misali göğün yükünü sırtlamıştı; Elinden hiçbir şey gelmiyordu, tüm gayretine rağmen mermerlere bakmaya devam ediyordu. Kaderiydi bu onun, artık yapabileceği tek şey mermerlere bakmaktı. Bir daha asla başını dik tutamayacak, babasına korkusuzca bakamayacaktı. Utanıyordu, çünkü utanması gerekiyordu. O, birkaç vasıfsız Yunan melezine karşı mağlup olmuş, yarışmadan elenmişti. Çok geçti her şey için. Yumruk yaptığı ellerini sıkmaya başladı. Kendini o kadar fazla zorluyordu ki titremesi tüm vücuduna yayılmış, hatta dişlerini zangırdatmaya başlamıştı. Onun ağırlığına dayanamayan mermerlerin çatlamaya başladığını hissediyordu. Önünde babasının tahtı ve tahtın önünde bulunan, sallanmayan bronz taştan bir alan vardı. Oraya ilerlemek, tehlikeyi atlatmak istiyordu ama kıpırdayamıyordu. Kaçınılmaz sonuna hazırladı kendini ve... Düşmeye başladı. Bu sefer baktığı zemin mermerden değil, çimlerden oluşuyordu. Kendini bir kez daha zorlayarak kafasını kaldırmaya çalıştı ve bu sefer direnci baskın geldi, bunu başardı! Etrafına baktığında kamp meydanında olduğunu fark etti. Doğrulmaya, ayağa kalkmaya niyetlendiği sırada gözleri Cornelia'yı buldu. Kardeşi olarak gördüğü kız, Drake ile göz göze gelince bakışlarını kaçırmış, ağabeyine sırtını dönmüştü. Telaşla etrafındaki diğer melezlere bakındı. Hepsinin suratında ondan iğrendiklerini ifade eden benzer ifadeler vardı. Kahterine'i gördü. Drake'e en yakın duran kişilerden biriydi. Gülümsedi sevdiği kızı görünce, elini ona doğru uzattı. Katherine onun düştüğü yerden kalkmasına yardım ederdi, Drake bu utançtan onun sayesinde kurtulurdu. Elini tutmadı Katherine, onun yerine donuk bakışlarını elinde tuttuğu çiçeğe yönlendirdi. O çiçeği ona Drake vermişti. Drake neler olduğunu anlamaya çalışırken çiçeği yere attı Katherine. Havada salınarak çimlerin üzerine düşen çiçeğin üstüne sert bir şekilde bastı. Gerçek bir Romalıydı Katherine; Sert ve acımasızdı. Korkaklarla, acizlerle işi olmazdı. Artık onun dünyasında Drake'e, kaybedene yer yoktu. Gözlerinin yanmaya başladığını hissediyordu, son anda kardeşi Marcus'u fark etti. Tekrar gülümsemeye zorladı kendini ama bu sefer başarılı olamadı; Önceki iki örneğin ardından başına gelecek şeyi tahmin etmişti. Kollarını göğsünde kavuşturmuş biçimde ona yaklaştı Marcus ve ölümcül bir sesle "Derhal git aciz melez! Bu kampta istenmiyorsun." diye bağırdı. Marcus'un sesi kamp meydanında adeta bir depremin oluşmasına neden olmuştu; Sallanan tek kişi ise Drake'ti. Karşısındaki hiçbir yüz telaşlanmamıştı, sadece ona küçümser bakışlar atıyorlardı. Çimlerin anası toprak parçalanmaya başladı, yerde yarıklar oluşuyordu. Son bir umut ile ellerini arkadaşlarına doğru açtı Drake, hiçbiri onu kurtarmak için elini tutmadı. Tekrar düşmeye başladı... Gittiği yerin o soğuk ve ıssız ölüm çukuru olduğunu biliyordu. O, acizin tekiydi ve artık kabul görebileceği tek yer, orasıydı...

...

Birkaç kez kırpıştırdı gözlerini, o kabustan sıyrılıp içinde bulunduğu odaya ve yeni sınavına odaklanmak istiyordu. Bir kez daha Tanrıça İris ile Tanrıça Hekate karşısında belirdi. İkisi de ona gülümsüyordu, gülümsemeleri cesaret verici olmaktan ziyade, son bir teselli hediyesi gibiydi. "Senden istediğimiz, tezgahın üzerinde gördüğün yedi boş deney tüpünün de yardımıyla, sihrin rengini elde etmen." dedi Hekate. Ardından parmaklarını şıklattı ve ortadan kayboldu. Parlak kanatlarını sefaya doğru açmış olan Tanrıça İris, Drake ile göz göze gelip "Sınavında başarılar, melez." dedi ve odada bulunan geniş pencereden dışarı süzülüp, gökyüzünde eşsiz güzellikle bir periymişçesine kanat çırpmaya başladı. Sihirli, büyülü bir tabloydu ama Drake'in şimdi Tanrıça İris'i izlemekten daha önemli bir şey yapması gerekiyordu. Sürekli aklını meşgul eden kabusun gerçekleşmemesi için, Renklerin Büyüsü ismindeki yeni sınavını verecekti. Beyaz bir masa örtüsünün kapattığı tahta tezgaha doğru ilerledi, ellerini tezgaha dayadıktan sonra karşısındaki yedi boş cam tüpe baktı. Kaşlarını çatarak bir süre bu odada nasıl renk elde edebileceğini düşündü. Elini çenesine dayadı, odada volta atmaya başladı. Aklına hiçbir yöntem gelmiyordu. Odanın duvarlarının rengi beyazdı. Beyaz, ona göre güzel bir renkti, saflığı temsil ederdi. Deney tüplerine yöneldi tekrar, en baştaki tüpü eline aldı ve [color=#6666ff]"Beyaz."[color] diye fısıldadı. Tüpün içinde parıltılar belirdi, cam hafifçe titredi ve ardından, deney tüpü beyaz bir sıvıyla oldu. Sıvı ilk başta sütü andırıyordu, tok ve mattı. Sonra, Drake'in aklında canlandırdığı beyaz tonuna göre tekrar cisimlendi ve hafiften saydam bir hal aldı, sıvılığını yitirip gaz formuna biraz daha yaklaştı. Ellerinde meydana gelen sihrin sıcaklığı içini tatlı bir yel esintisi misali rahatlatmıştı. Oyunu hazırlayanlardan biri Tanrıça Hekate'ydi ve bu, sihri kullanarak istediği her şeyi elde edebileceği anlamına geliyordu. "Sihri ve renkleri." diye hatırlattı kendine, Tanrıça İris de ona renkleri istediği şekilde yönetebilme yetkisi vermişti. Şimdi yapması gereken tek şey, sihrin rengini bulmaktı. Düşündü bir süre, elindeki tüpün içerisindeki beyaz sıvıya uzun uzun baktı. En sonunda, sihrin renginin belirli ve nesnel olamayacağına karar verdi. Bir Nyks çocuğu sihrini içinde taşırdı ancak onun için büyünün rengi beyaz değil, siyah olurdu. Bir Afrodit çocuğu için pembe, her renkten kutsaldı. Drake'in yapması gereken, onun için hangi rengin sihri ifade ettiğini bulmaktı.

Deney tüpünü tekrar tezgahtaki yerine yerleştirdikten sonra "Boşal." dedi. Renk, geldiği kadar sihirli bir şekilde ahenkle tüpün içini terk edip hiçliğe karıştı. Şapşal bir şekilde gülümsediğini biliyordu ama bu oyun onu mutlu etmiş, tasalarından ve kabuslarından uzaklaştırmıştı. İlk kez Tanrıların Oyunu'ndaki bir bölümden keyif alıyordu, endişesi geçmişti. Yapması gereken tek şey, doğru rengi bulmasıydı. Bu nedenle, onun için önemli olan kişileri ve olayları düşünmeye başladı. Açık olan pencereye doğru yürüyüp ellerini pervaza dayadı ve ufka, gökyüzüne baktı. Hepsi babasınındı gördüklerinin, Tanrı Jüpiter her şeyin sahibiydi, her şeye egemendi. Gülümsedi. Ona göre babası hakimiyeti ve yüceliği temsil ediyordu ve renklerin en asilini hak ediyordu. Drake için çok basitti o rengin hangisi olduğunu bulmak, az önce boşalmasını söylediği deney tüpüne dönüp "Mavi." dedi. Tüp, milyonlarca değişik hayatı aydınlatan, insanın içini huzurla dolduran bir mavi ile doldu. İçindeki renk, adeta odaya güç ve irade ışığı saçıyordu. Tezgahın arkasındaki duvara odakladı gözlerini, kulübelerinde bulunan Jüpiter heykelinin orada belirdiğini düşledi. Birkaç saniye sonra altınımsı bronz heykel, duvara sihirli bir biçimde resmedilmişti. Artık sihrin rengini bulacağı odada babasını ve ona bağlı olarak da kudreti, yani maviyi onurlandırıyordu.

Onun için önemli olan her şey ve herkes, zihninde birer birer canlanmaya başlamıştı. İlk olarak dünyadaki düzenin sorumluları olan tüm tanrı ve tanrıçaları düşündü. Renkleri, büyüyü, sihri, ateşi, suyu, doğayı, bilgeliği, azmi, hatta şarabı... Nedenini bilmiyordu fakat düşündüklerinin zihninde çağrıştırdığı renk, mordu. Mor Drake'e göre gizemin ve eşsizliğin, erişilmezliğin, ilahiliğin rengiydi. Drake'e göre oluşturanın rengiydi bu. Aşkı oluşturan Afrodit'in veya baharı oluşturan Persephone'nin, yeraltındaki düzeni oluşturan Hades'in, düşler dünyasını oluşturan Morpheus'un... Gülümsedi ve mavi renkle dolu olan tüpün yanındaki tüpe dönerek "Mor." dedi. Odanın duvarlarında binlerce küçük imge oluşmaya başlamıştı; taçlar, kılıçlar, ağaçlar, hayvanlar ve niceleri. Etrafına baktı Drake, dünyayı bu dört duvara sığdırmış olduğunu hissediyordu. Kaşlarını kaldırarak "Ama hala tam değil." dedi. Tabloda birkaç eksik vardı. "Tavan olması gerektiği kadar parlak değil." diye mırıldandı, onun dünyasının ışık kaynağı, bir kere bile yüzünü göremediği annesi aklına gelmişti. Doğumundan hemen sonra alınmıştı annesinin kollarından, büyütülmesi için bir başka kadının himayesine verilmişti. Hep içinde yaşatmıştı annesini; hayalindeki kadın eşsiz güzellikteydi, etrafa neşe ve gülücükler saçıyordu. Dinlemişti kardeşlerinden onu, girdiği her ortamı aydınlattığını öğrenmişti. Bir kere bile sarılamamış olsalar bile, Drake'in ışığıydı annesi. Onun en karanlık gecelerinde, kalbini ısıtır, gökyüzünü aydınlatırdı. Gözlerindeki yanma hissinden nefret ederek üçüncü deney tüpüne doğru "Sarı." talimatını verdi. Işıktı annesi, onu hiç görmemiş olsa bile hayalinde canlandırdığı gülümsemesi göz kamaştırıcıydı. Tüpün içinde oluşan sarı rengin ardından Jüpiter heykelinin ardında parlak bir güneş resmi belirdi. Drake'in dünyası yavaş yavaş şekil almaya başlamıştı. Ne yazık ki tablonun hala önemli eksikleri vardı. Aklına gelen dört ayrı duyguyu temsil eden renkler, neredeyse eş zamanlı olarak tüplerin içinde belirdi; Kırmızı, turuncu, çivit mavisi ve yeşil. Duvardaki parlak güneşe sırtını dönüp, birkaç imgeyle dolu olan duvarda akşamüstü tablosunun oluşmasını sağladı. Batmakta olan güneşin dağların ardından yaydığı kırmızı ışık, adeta kalbinin durmasına neden olmuştu. Bu güzellik, onda yalnızca bir ismi çağrıştırıyordu. Asla yılmayan ve korkusuz, güzel bir kızı. Ona aşkın ne olduğunu anlatan Katherine'i... Akşam güneşinin önünde bir bank oluştu, bankta bir kız ve bir erkek oturuyordu. Kız, önlerindeki kano gölünü seyre dalmıştı, erkek ise etrafındaki hiçbir güzelliğin bir değeri yokmuşçasına bakışlarını kıza odaklamıştı. Gülümsedi Drake. Katherine ile tanıştıkları günü, kampın kano gölünü zihninde canlandırdı. O korkusuz kız, o günden beri onun hayatının çok büyük bir parçasıydı. Deney tüpünün içinde belirmiş olan kırmızı, şarabı andırıyordu; vazgeçilmez, tatlı ve yıllar geçtikçe daha da güzelleşeceğini haykıran aşka benzetti onu Drake.

Kırmızının hemen yanında oluşmuş olan renk, turuncuydu. Bu odaya girene kadar turuncunun onun için ne anlam ifade ettiğine hiç kafa yormamıştı ama şimdi, cevabı bulmuştu ve bundan emindi. Turuncu, karşılıksız sevginin, sadakatin, her şeyi hiçe sayan adanmışlığın, yani Procella'nın rengiydi. Melez Kampı'na geldikten kısa bir süre sonra tanışmış olduğu pegasusu Procella, kendisini Drake'e koşulsuz ve şartsız biçimde adamıştı. Dünyası tersine dönse, tüm yaşanmışlıkları silinse, bir hiç olsa veya yeniden doğsa, bu durumun değişmeyeceğini biliyordu. Procella, bir şekilde Drake'e bağlanmış ve tabiri caizse ona sadakat yemini etmişti. Artık ikisinin arasındaki bağı kimse sorgulayamazdı; Procella onundu. Kasırga'yı kendisi seçmemişti, onun şiddetli esintisi Drake'i çevrelemişti. İstediği tek şey birkaç küp şekerdi ve bunun karşılığında sahibini kendi canı pahasına her türlü tehlikeden ilelebet koruyacaktı. Böyle bir adanmışlık, onun zihninde turuncuyla özdeşleşmişti. Odanın duvarlarında kanatlarıyla gökyüzünü yarmakta olan Procella'nın çok canlı görünen bir resmi oluşurken, deney tüpünün içindeki turuncu parıldadı. Kalan iki renk, çivit mavisi ve yeşil, kardeşliği ve hayatı temsil ediyordu. Drake'in aklına kampa gittiği ilk gün, tanıştığı ilk kişiler ve yaşadığı ilk maceralar geldi. Onun için ilk gününü unutulmaz kılan iki isim vardı; kardeşi Marcus ve kız kardeşi gibi gördüğü Cornelia. Marcus ona tanışıklıklarının bulunduğu kısacık dönemde kardeşliğin ne olduğunu öğretmişti. Kardeşlik, zaman zaman birini korumak için kırmak, zaman zaman kendini ateşe atmak, zaman zaman ise sadece sebepsiz yere kahkahalar atmaktı. En az kudretli olmak kadar asildi ve huzur vericiydi, maviydi ama hükmetmenin renginden daha açıktı, beyaza, saflığa daha yakındı. Birini sevmek, korumak, nedensiz yerine düşünüp durmaktı. Yalnızlığın önündeki sert tuğladan duvar, güvenli sığınaktı. 'Kardeş' dendiğinde ilk olarak Marcus aklına geliyor, beraberinde de başka bir sürü kişi ve anı çağrışıyordu. Zaman zaman sinirlendirdiği ve onu sinirlendiren Adyali, hep uzağında olsa bile kalbinin en güzel yerlerinden birinin sahibi Jennifer, kulübe ve ev arkadaşı, sırdaşı ve yoldaşı, ağabeyi Leonard, ilk aklına gelen isimlerdi. Duvarda yeni imgeler oluşmaya başladı, tabloya kamptaki Jüpiter kulübesi ile yemek gazinosundaki Jüpiter masası, kardeşlerinin çeşitli birkaç resmi eklendi. Mutlulukla gülümsedi Drake, ardından "Şimdi eksik olan tek şey hayat." dedi. Kamptaki ilk günlerinde, yaşama sevincinin ne olduğunu, tatlı bir kızın gözlerinden öğrenmişti. Küçük kız kardeşi gibi gördüğü Cornelia onun için hayatı temsil ediyordu, dengenin koruyucularından biriydi. Hayatın rengi, elbette canlılığı temsil eden yeşildi. Yedinci deney tüpündeki yeşil onda ormanları, çimleri, çiçekleri ama hepsinden de önce Lia'yı çağrıştırıyordu. Etrafındaki dört duvar da yeşil renkle bezendi, canlandı. Şimdi uzaklardaki uçsuz bucaksız vadileri, gökyüzünde süzülen kuşları ve sonsuz okyanusları görebiliyordu. Hepsinin yalnızca birer resimden ibaret olduğunu biliyordu ama bu sorun değildi, Drake kafasını ne tarafa çevirse bir başka hayata gidiyor, bir başka anısını tekrar yaşıyor, sevdiği bir başka kişiyle göz göze geliyor ve onun sıcak gülümsemesiyle ödüllendiriliyordu. Düşsel bir büyünün içindeydi, hızla bir duvara doğru koşmaya başlasa, duvara çarpmak yerine o resmin içerisine girebileceğini hissediyordu. Zevkle kahkaha attı, ufacık dört duvara tüm hayatını ve sevdiklerini sığdırmayı başarmış, kendi dünyasını birkaç metrelik bir alana toplamıştı.

Bir süre yalnızca ilahi bir özenle resmedilmiş olan çeşitli mekan ve kişileri izledi, içi gitgide daha fazla mutlulukla doldu. Ardından, hayatını bu odadan çıktıktan sonra da yaşayabileceğine karar vererek, odadaki tezgaha döndü. Karşısında, yedi deney tüpünün içinde kıpırdaşmakta olan yedi ayrı renk vardı. Tüplerin yerlerini değiştirerek renkleri uyumlu bir hal almaları için sıraladığında baştan sona renkler kırmızı, turuncu, sarı, yeşil, çivit mavisi, mavi ve mor şeklinde dizilmişti. Hayretle, bu sıralamanın anlamını fark etti. Drake farkında olmadan gökkuşağının renklerine hayat vermişti. Sırıtarak "Çünkü benim dünyamı da gökkuşağı renkleri oluşturuyor." dedi. Sorun, bu renklerden hiçbirini tek başına 'sihrin rengi' olarak nitelendiremeyecek olmasıydı. Ona göre hükmetmek de aşk da kardeşlik de sihirliydi. Hiçbirini temsil eden renk, tek başına hepsini kapsayamazdı. "Tıpkı dünyayı tek bir kişinin yönetmediği gibi." diye mırıldandı. Olimpos Konseyi'nin başkanı Jüpiter'di ancak kararlar 12 farklı kişiyle birlikte alınırdı. Kampta tek bir kulübe yoktu, birbirinden farklı birçok melez, kendilerine benzeyenlerle birlikte kümelenmişti. Gökyüzündeki yıldızlar bir arada değildi, birbirlerine değmeden, ayrı noktalardan dünyaya kendi ışıklarını saçarlardı. Güneş ve Ay hiçbir zaman yan yana görülmezdi, her zaman birbirlerine en uzak noktalarda dururlardı. Böylece, dünyanın dengesi sağlanırdı. "Sihrin asla tek bir rengi olamaz." dedi coşkuyla. Sonra tezgahın üzerinde deney tüplerinin birkaç katı büyüklüğünde cam bir kase oluşmasını sağladı. Tek tek tüm deney tüplerini alıp içlerindeki rengi kaseye boşalttı. Sihirle, hiçbir rengin birbirine karışmamasını sağlamıştı. Tüm renkler hareket ediyor, birbirlerine temas ediyordu ama hiçbiri bir diğeri tarafından asimile edilmiyordu, ışığını kaybetmiyordu. Kasenin içinde oluşturdukları yuvarlak şekil Drake'e Dünya'yı hatırlattı. Zaten Dünya da sihirli bir ahenk ile dans eden ama birbirine karışmayan renklerin bir cümbüşü değil miydi? Doğru cevabı bulduğunu net bir şekilde hissediyordu. Bir süre oluşturduğu sihirli güzelliği izlemesinin ardından, Tanrıça Hekate ile Tanrıça İris tekrar odada belirdi. İkisi de yine gülümsüyordu ama bu sefer dudakları teselli edici bir şefkatle değil, şaşkınlıkla karışık bir takdirle kıvrılmıştı. Önlerinde saygıyla eğildi Drake, bir başka mücadeleyi daha kazanmış ve yepyeni şeyler öğrenmişti. Ona göre dünyasını oluşturan renklerin asla yok olamayacağı, bu bilgilerin en önemlisiydi.

...

Yine Jüpiter'in karşısındaydı fakat bu sefer yerde iki büklüm durmuyordu, ayaktaydı ve doğrudan babasının kudretli yüzüne bakıyordu. Her şeye hükmeden Jüpiter, dünyanın egemeni, Drake'e gülümsüyordu. Anlamıştı, yine kaybetmişti. Kaybettiği için babasının ona duyduğu sevgiyi kaybetmemişti. Babası onu iyi bir kahraman olduğu için değil, yalnızca oğlu Drake olduğu için seviyordu. Ayrıca Drake asla aciz biri gibi davranmamıştı, son ana kadar elinden gelen her şeyi yapmıştı. Takdirini kazanmıştı babasının, aslında bu onun için en hakiki galibiyetti. Bir süre başını yere eğip yine çatlayacak mı diye mermeri inceledi ama mermerde hiçbir kıpırdama olmadı. Normalde şimdi kampa gitmesi ve arkadaşlarının ona sırtlarını döndüğü anı yaşaması gerekiyordu. Soran gözlerle babasına baktığında sıcak ve samimi bir gülümseme ile karşılaştı. Artık orada yalnız değillerdi, tanıdığı herkes aralarındaydı. Tüm dostları ona nazik ve içten bir şekilde gülümseyerek bakıyordu. Katherine Drake'in ona verdiği çiçeği elinde tutuyordu, Cornelia yaşama sevincini içinde barındıran gözleriyle doğrudan ağabeyine bakıyordu. Marcus yanına geldi Drake'in, elini kardeşinin omzuna dayadıktan sonra laubali bir sert havayla "Kaybettin Jüpiter oğlu. Tabii biz yanında olduğumuz sürece gerçekten kaybetmiş olduğunu söyleyebilirsen." dedi. Bu sefer konuşma sırası Drake'teydi. Gökyüzündeki parlak ufka gözlerini diktikten sonra hayalinde annesinin gülümsemesini canlandırdı ve "Ben hiçbir zaman gerçekten kaybedemem ki. Dünyamı oluşturan renkler ne olursa olsun parlaklığını yitirmez, beni karanlıkta yapayalnız bırakmaz." dedi. Sözlerini birbirinden farklı tondaki onaylama mırıltıları sürdürdü. Tanrıların Oyunu, babasının isteği üzerine dahil olduğu yorucu bir maratondu ama Drake o oyundan elense bile kaybetmiş olmayacaktı. Hayatını oluşturan birbirinden farklı renkler, onu koşulsuz bir şekilde içine almıştı; annesi, babası, Procella, dünyanın dengesini oluşturan tüm ilahi güçler, aşk, yaşamın canlılığı, kardeşlik, Drake'i sarıp sarmalamıştı. İkinci etabın ilk oyununda Sihrin Tanrıçası ve Rengin Tanrıçası ona hiçbir şeyin tam olarak siyah veya tam olarak beyaz olmadığını öğretmişti. Her zaman durumlar ve bu durumlara verilen değişik tepkiler vardı. Bazı şeyler ise hiç değişmezdi, bu sefer kan ter içinde olmasa bile gözlerini dünyaya tekrar açmış olması gibi. Yatağından kalktı ve banyoya doğru ilerlemeye başladı, önceki gün renkler ve sihirle oynadığı oyunun anısı hala taze bir şekilde aklındaydı.

Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Gerçek Galibiyet / Renklerin Büyüsü
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» Aşk ve Sihir / Renklerin Büyüsü
» Bölüm 1: Renklerin Büyüsü
» Hafızamın yardımı / Renklerin Büyüsü
» Âfitâbın Görkemi / Renklerin Büyüsü
» Tanrıçanın İpuçları / Renklerin Büyüsü

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Olimpos Rpg :: Etkinlikler :: Tanrıların Oyunu :: Etap # 2-
Buraya geçin: