Olimpos Rpg
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Olimpos Rpg

Percy Jackson ve Olimposlular ile Olimpos Kahramanları serilerinden esinlenilerek oluşturulmuş, zirvedeki rpg forum sitesi.
 
AnasayfaLatest imagesKayıt OlGiriş yap

 

 Zafer Yarası / Renklerin Büyüsü

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
Marcus L. Stanislaus
Zeus'un Çocuğu/Kulübe Lideri/Canavarlara Karşı Korunma Eğitmeni
Zeus'un Çocuğu/Kulübe Lideri/Canavarlara Karşı Korunma Eğitmeni
Marcus L. Stanislaus


Mesaj Sayısı : 2117
Kayıt tarihi : 07/02/11

Zafer Yarası / Renklerin Büyüsü  Empty
MesajKonu: Zafer Yarası / Renklerin Büyüsü    Zafer Yarası / Renklerin Büyüsü  Icon_minitimeC.tesi Mayıs 21, 2011 9:57 pm

İçim sıkılıyor ve midem bulanıyordu. Bugünkü etabın çok zor olacağından adım gibi emindim çünkü yine bedensel zorunluluklar ile sınırlandırılacak bir etap olmayacaktı. Zekamızı kullanarak bu etabı geçmeliydik ve bunu yapmak gerçekten zordu. Ben aptal bir melez değildim ama bir Athena çocuğu da sayılmazdım. Zihin yerine bedenin kullanıldığı etapları çok fazla zorlanmadan geçiyordum. Yine de bu bölümden korkmamam ve zekama güvenmem gerekiyordu. Yanımda iki tane güçlü varlık yürüyordu ve ortalarında da ben vardım. Etraflarına adeta ışık saçıyorlardı. "İris ve Hekate..." diye mırıldandım. "Beni buraya bizzat onlar getiriyorlarsa işim gerçekten zor olmalı. Buna dayanabilecek miyim?" Bedenim yorulduktan sonra bir süre dinlenmek gücümü geri kazanmam için yeterli oluyordu ama zihin için aynı şey geçerli değildi. Zihin yorulduğunda eğer zorlamaya devam edersen bu bedenine de yansıyordu. Evet, sanırım bende de böyle olmuştu. Değişik bir ruh haline sahip olmuştum. Eskiden sevdiklerimin hiçbirini bir görev uğruna feda etmekten kaçınırdım. Şimdi ise önemli bir görevde muhtemelen kimse umurumda olmazdı ve görevi tamamlardım. Muhtemelen diyorum çünkü bir görev için değil, dünya yıkılsa bile yarı yolda bırakamayacağım kişiler vardı benim için. Mesela Drake, Lia, Dori... Onları düşünmek istemiyordum çünkü bu görevimi tehlikeye düşürebilirdi. Zihnimdeki tüm düşünceleri temizlemem gerekiyordu. Aynı zamanda içimdeki tüm hastalıklı ve "kan görme" isteğine dayalı duyguları da silmem benim için iyi olacaktı. Yoksa olmayacak mıydı?

İris ve Hekate tarafından bir odaya getirildiğimde görevimin ne olduğunu sormak için onlara dönüp bakmadım bile. "Görevin çok belirsiz gibi görünebilir ama hepinizde bu görevi tamamlayabilecek zeka ve irade var. Göreviniz 'sihrin rengi'ni bulmak." Öyle bir ruh haline girmiştim ki kelimeler beynime bir anda akın ediyor ve sonra hepsi geri çekiliyorlardı. Kulağımda garip bir uğultu vardı ve dizlerim hafifçe titremeye başlıyordu. "İçeride, bir tezgahın üstünde yedi tane tüp var ve içleri boş. Bunun dışında hiçbir malzemeniz yok. Bunu yapabilirsen turu geçersin. Yoksa bu oyuna veda edecek olan kişiler arasına gireceksin." Kelimeler bu noktadan sonra artık anlaşılamaz bir hal alıyordu. Sihrin rengi mi? Böyle lanet bir şey vardı da kampta bize mi öğretilmemişti, yoksa tanrılar bu şeyi kafalarından mı uydurmuştu? Zaman kaybetmenin gereksiz olacağı kanısına varıp hemen içeri girdim. Tezgahın üstünde söylenilen gibi yedi tane boş deney tüpü vardı. Bana buraya girerken "Bunun dışında hiçbir malzemeniz yok." denmişti ama yanılıyorlardı. Evet, bir eşyam daha vardı fakat bunu kullanamazdım. Çünkü bunu kullanabileceğim bir durum yoktu ortada. Tezgahın başına geçip kara kara düşünmeye başladım. Bir sonraki tura geçmek için inanılmaz bir istek duyuyordum.

Odaya girdiğimde ilk işim tezgahın altına ve yanlarına bakmak oldu. Lanet olsun, tanrılar bile bu kadar acımasız olamazdı! Bu odada başka hiçbir şey yoktu ve renk elde etmek için bir malzeme de bulamayacaktım. Bizden bu kadar muğlak bir şeyi bulmamızı bekleyemezlerdi. Benden sihrin rengi dışında bir şeyleri daha keşfetmemi istiyorlardı. Bu şey bu odada olabilirdi. Belki de bu gizli şey benim içimde saklıydı. O zaman bunu hiç bilemeyecektim çünkü artık kendimi tanıyamıyordum. Boş boş duvarlara bakarken aklıma bir fikir geldi. Çok çılgınca olabilirdi. Yahut çok aptalca da olabilirdi. Sonuçta bundan başka bir şansım yoktu ve bunu denemem gerekiyordu. Uzamış tırnaklarıma baktım. Neredeyse bir "pençe" halini almışlardı. Ellerimdeki yaralar ise henüz geçmemişti. Saçlarım artık inanılmaz berbat bir haldeydi. Gözlerimin altı ise uykusuzluktan ve günler boyu düşünmekten mosmordu. Dışarıdan beni gören biri kesinlikle kaçardı. Bitap bir halde yakınımdaki ilk duvara yaklaştım. Tırnaklarımı duvara geçirmem ile birlikte kulaklarımın çınlamasına ve dişlerimin birbirine kenetlenmesine neden olan bir ses çıktı. "Lanet olsun! Bu da ne böyle?!" Duvardaki boya sanki yoktu. Duvar boyanmış gibi görünüyordu ve bembeyazdı. Duvarın sıvasını çıkarıp bunu da ağzımda ıslatarak ezmeyi planlıyordum. Böylece belki bir ipucuna, hatta bir sonuca varabilirdim. "Ne kadar da salağım! Tanrılar bunu gayet kolay bir biçimde yapabilir. Özellikle de sinir bozucu Hekate hiç de zorlanmaz." Başka bir sonuç arayarak tüplerin içine baktım. Hiçbir sıvı yoktu. Hatta bir toz parçası bile göremiyordum. Kaçmak istedim bir an. Artık böyle şeylerle beynimi yormak istemiyordum. Neden burada kalayım ki? Benden muhtemelen olmayan bir şeyi bulmamı istiyorlardı. "Artık yeter. Bu oyundan sağ çıkabilsem bile akıl sağlığımı kaybedeceğim artık. Buradan acilen çıkmam gerekiyor." Heyecanlı bir şekilde etrafıma bakındım ve kapıyı aradım. Lanet olsun, içeride kapı yoktu! Biraz önce kapının durduğu yeri net olarak hatırlıyordum ama kapı orada değildi. Artık sinirlerim durdurulamayacak bir hal aldığında birkaç adım geriledim ve biraz önce kapının olduğu yere koşarak omuz attım. Bu darbeden sonra da haykırarak yere düştüm. Omzum çıkacak gibi olmuştu fakat umurumda değildi. Artık bazı şeyleri yavaş yavaş anlıyordum. Sihrin büyüsünü bulamazsam muhtemelen sonsuza kadar burada kalacaktım. Odada ne cam ne de kapı vardı ve tanrılar bana açıkça bir şey söylemeye çalışıyorlardı. "Bu işi ya çabucak bitirirsin, ya da ölümü ölümü tatmaya hazırlanırsın!"

Ellerimi kafamın arasına aldım. Nefesimi kontrol etmeye çalışıyordum çünkü çenem titriyordu. Dişlerimin birbirine çarpmasından kaynaklanan tıkırtı beni rahatsız etmek için yeterli bir nedendi. Halata tutunurken edindiğim yaralar hiç olmadığı kadar sızlıyordu. Elimi göğsümdeki yaralardan birine götürdüm. Bu muhtemelen en büyük yaraydı ve en çok sızlayan yara da oydu. Sonra elimi biraz daha sola kaydırıp kalbimin atışına baktım. Çok hızlı çarpıyordu ve sanki göğsüme sığmayacak gibiydi. Tanrıların bana oynadıkları oyunu anlamıştım. Onların da beni izlerken gülümsediklerine emindim. "Şu zamana kadar karşıma çıkıp beni yenmeye çalışan bütün tanrıları yanılttım. Sizi de yanıltmak benim için büyük bir zevk olacak sersemler! Siz iki lanet tanrıça bozuntusu bile beni yenecek kadar güçlü değilsiniz!" Bedenimde hızlıca dolaşan kanın sıcaklığını hissedebiliyordum. Kendimi tanrılardan bile güçlü bir varlık olarak hissediyordum ki bu da muhtemelen Zeus çocuğu olmamın getirdiği bir özellikti. Biz her zaman haklı olanın değil, güçlü olanın yanında olurduk. Ayağa kalktım ve kafamda bir plan oluşturmaya çalıştım. Sihrin rengi nasıl elde edilebilirdi ki? "Sihir sanırım soyut bir şey. Önemli olan da bunu somutlaştırıp renge dökmek sanırım. Bunu nasıl yapacağım peki? Bir de şu deney tüpleri var ki onlar bile aklımın karışması için yeterli bir neden." Saçlarımı karıştırırken bir yandan da düşünüyordum. Sihri somut hale getirmekle kalmayıp bir de sıvıya dönüştürerek rengini bulacaktım. Çok zordu bu. Hatta belki de imkansız. İçimden gelen kelimeler çatlamış ve yer yer birkaç küçük yara ile dolu olan dudaklarımdan sanki bir fısıltı olarak döküldü. "Ölümüne denemelisin ya da kaderini yaşamalısın bir yere varacaksan."

Yaşadığım sorunu ve çözümünü bulmak için yapılabilecek en iyi yöntemlerden birini yapacaktım. Eğer tüm filmi başa sararsam belki de bir çözüm üretip buradan çıkabilirdim. Bu arada zamanımın da azaldığını hissediyordum. Yavaş yavaş nefes alışlarım da düzensizleşiyordu. Yavaş yavaş başım da ağrımaya başlıyordu. Bu etkenler varken odaklanmak çok zor olacaktı ama yine de denemeliydim. Burada ölüp kalmak istemiyordum. Sadece tanrıların beni gördüğü bir yerde ölmemem gerekiyordu. Güçsüz biri değildim, bunu herkes bilecekti. Filmi başa sardığımda buraya ilk geldiğim zamanı hatırladım. Yanımda kim vardı? İris ve Hekate... Evet, ben her zaman Hekate'ye odaklanmıştım ama için işinde bir de İris vardı. "Güzel..." diye mırıldandım. "İlk ipucum bu olacak. Sanırım biraz bunun üzerinden düşünmeliyim. İlk önce düşünmem gereken şey İris gök kuşağı tanrıçası. Bunun bana bir yararı olacak mı acaba? " Kendimi zorluyordum ve bu beni yıpratıyordu. "Eğer bu oyunu Hekate ve İris hazırlamışsa ikisinin de kattığı bir şeyler olmalı." Yavaş yavaş heyecanlanıyordum çünkü artık elimde bir ipucu vardı. Aradaki bağlantıları kurmaya çalışıyordum. "Pekala, şimdilik birkaç dakikalığına Hekate'yi bir kenara bırakıp İris'e odaklanmalıyım. İris gök kuşağı tanrıçasıydı. Aklıma ilkokulda bize öğretilen gök kuşağının renkleri geldi. [i]"Lanet olsun, neydi onlar?!" Aklımı zorluyordum fakat hatırlayamıyordum! Odadaki hava artık bayağı azalıyordu. Birkaç dakika ıstırap içinde düşünürken en sonunda aklıma geldi. Neredeyse çığlık atar bir biçimde "Kırmızı, turuncu, sarı, yeşil, mavi, lacivert ve mor! Lanet olsun, işte renkler bunlardı!" İçimden bunları bir daha tekrarladım. "Kırmızı, turuncu, sarı, yeşil, mavi, lacivert ve mor..." Gök kuşağının renkleri ile tüpler arasındaki bağlantıyı bulduğumda ise bildiğim en ağır küfürleri etmeye başladım. "Lanet olsun, nasıl bu kadar salak olabildim? Bunu en başında anlamış olmam gerekiyordu!" Evet, gök kuşağının yedi rengi vardı ve aynı zamanda tezgahın üzerinde de yedi tane tüp... Her tüp gök kuşağının bir rengi içindi. Elimi başıma dayadım ve ne yapabileceğimi düşündüm. O renkleri yoktan var edemezdim ve şuan bulunduğum odaya da hakim olan renk beyazdı. Büyük bir umutsuzluk duygusu tüm vücudumda dolaştı. Artık beni öldürmek isteyen her şeye karşı savaş vermek istemiyordum. "Kaybettim... Kaybetmeme ve ölmeme siz neden oldunuz lanet tanrılar! Benim elimdeki imkanlar ile bulamayacağım bir şeyi bulmamı istediniz!" Tanrılara olan öfkemi her etapta dökmem onların hoşuna gitmiyordu muhtemelen. Umurumda olduğu da söylenemezdi çünkü her etapta ölüm ile burun buruna geliyordum. "Belki bir gün karşı karşıya da geliriz." diye düşündüm. Sevdiklerim aklıma geliyordu. Drake acaba bu etabı geçmiş miydi? Onun benden daha akıllı çıkmasını ümit ediyordum. Peki ya Dori, o da beni şu anda düşünüyor muydu? Leo henüz uyanmamış mıydı yoksa? Adya ise belki de iki ağabeyi için düşünüyordu. Hepsinin yüzü teker teker gözümün önüne geldi. Kulaklarım uğulduyordu ve bedenimin her noktası zangır zangır titriyordu. İçerideki havanın azlığından rahatsız olmaya çoktan başlamıştım bile. Arada gözlerim kararıyor ve ayaklarım karıncalanıyordu. Birkaç dakika sonra ise kendi kendime konuşuyordum.. "Eskiden insanlar gök kuşağını bir büyü veya sihir sanıp ondan çok etkilenmişler. Bazıları çok korkmuş ve kendilerini mağaralara atmışlar. Bazıları ise ona adeta 'tapınıp' peşinden koşmuşlar. Hatta bazıları gök kuşağının dibinde büyük bir altın hazinesi olduğunu bile düşünmüş. Ben şuan gök kuşağından kaçıyorum." "Kaçıyorum" derken içime kötü bir his yerleşmişti. Ben şu ana kadar hiçbir şeyden kaçmamıştım. Ayağa kalktım ve kendimden emin bir ifadeyle gülümsedim. "Ben de kaçmak yerine yüzleşirim o zaman!" dedim ve bütün gücümle koşarak duvara yüzümü vurdum. İlk anda kaşımın açılması ile vücuduma temas eden sıcak kanı hissetmiştim. Birkaç damla kan yere damladı ve bedenimin her noktasına bir acı yayıldı. "Ah, şimdi çok daha iyi." Kan isteyen vahşi tarafımı serbest bırakmıştım çünkü başka çarem kalmamıştı. "Pekala, olanları çok geç fark ettiğim için muhtemelen çok az zamanım kaldı ve benim bir gök kuşağı oluşturmam gerekiyor. Buraya kadar bir sorun yok. Lakin burada bir çeşme veya su kaynağı olduğunu da sanmıyorum. Hekate'nin benim düşünmemi istediği şeyi anladım fakat bunu nasıl uygulayacağım ki? Ben bir Poseidon çocuğu değildim. Gerçi bir Poseidon çocuğu bile buradan İris mesajı gönderemez." Hızlı düşünmem gerekiyordu çünkü havanın azlığı dayanılmayacak bir dereceye doğru gidiyordu. Beynimi farklı yöntemler kullanmaya zorluyordum. Bu oyunu kazanmak istiyorsam "normal" düşünmekten vazgeçmem gerekiyordu. Çünkü normal ve düz mantıkla düşünen kimse bu oyundan sağ olarak kurtulamazdı. "Her ne kadar inkar etsek de ölümlülerin dünyasında da farklı şeyler oluyor." En son ne zaman gazete okuduğumu düşünüyordum. Sanırım en son melez olduğumu öğrenmeden bir hafta önce gazete okumuştum. Hastalıklı ruhum serbest kaldığı için aşırı heyecanlı bir halde düşünüyordum ve aklım her zaman farklı çalışıyordu. "Pekala, cinayet haberlerinden başlayalım." En son okuduğum cinayet haberini hatırlamaya çalışıyordum. Melez olduğumu öğrenmeden önce fazla sinirli veya garip bir çocuk değildim ve bunlardan tiksinmekle beraber fazla okumazdım da. Yine de birkaç dakika içinde son okuduğum cinayet haberini hatırlamıştım. "Bir adam banyoda karısını kesmişti ve kadın küvetin içinde kendi kanında boğularak ölmüştü." Böyle bir şey normal durumlarda belki de kusmama neden olabilirdi fakat şuan normal bir durumda değildim ve tek amacım yaşamaktı. "Kendi kanında boğulmak! Tabii ya, bir İris mesajı yaratabilirim fakat bunun için çok fazla acı çekmem gerekecek." Planımı yavaş yavaş kafamda şekillendirmeye başlamıştım. Evet, kendi kanımı kullanarak bir İris mesajı yaratacaktım. "Peki ya drahmi? İris mesajı yaratmak için bir drahmiye ihtiyacım var." Tekrar şeytani gülümsemem yüzüme yayıldı ve elimi cebime attım. Kaçak olarak buraya soktuğum eşya bir drahmiydi. Her zaman yanında bir drahmi taşımak her yerde avantaj sağlıyordu. Yutkunduktan sonra tüplerden birine yaklaştım. "Tüplerden birini kırmalıyım fakat bu onun kullanımını engellememeli. Ona ihtiyacım olacak çünkü gök kuşağının yedi rengi var." Fazla hızlı olmasa da deney tüpünü kıracak bir hızda deney tüpünü tezgaha vurdum. Çok dikkatli davranıyordum çünkü en ufak bir hatada burada ölebilirdim. Küçük fakat bana yetebilecek bir parça kırmayı başarmıştım. Hiç hazırlık yapmadan her yerimi kesemezdim çünkü bu da salaklık olurdu. Deney tüpünün bir parçasını tekrar tezgaha koydum ve kolumu yatay bir düzlemde elimi hareket ettirerek sıkmaya başladım. Bu sayede kanın belirli bir yerde birikmesini sağlayacaktım. "Hızlı olmalıyım. Yoksa bunun vereceği acıya asla dayanamam." Bunu yapacağıma inanamıyordum fakat hayatta kalma içgüdüsü bunu zorla yaptırıyordu sanki. En sonunda kolum kıpkırmızı olduğunda harekete geçtim ve denet tüpünün keskin parçasını neredeyse kemiğe kadar koluma soktum. Acıyla haykırıyordum fakat duramazdım. Parçayı kolumdan çıkarmadan ilerletmeye başladım. Bu sırada tüm kanın belirli bir yere birikmesini sağlıyordum. Çünkü kanlar ayrı ayrı yerlere dağılırsa mesajı yaratamama ihtimali olurdu. Çığlıklarım duvarlarda yankı yapıyordu. Hiç ağlamamıştım fakat kolumu artık hissetmiyordum bile. Çok fazla kan kaybetmiştim. Artık hem nefes almak çok zorlaştığı için, hem de kan kaybından ölmek üzere olduğum için titremeye başladım. Bembeyaz kesilmiştim ve çok fazla üşüyordum. Yavaş davranamazdım, bu beni öldürürdü. Kanlar artık kırmızı bir su birikintisine benzediğinde titreyen eller ile cebimden drahmiyi çıkardım. Sesim titriyordu. "Ey gök kuşağı tanrıçası İris! Adağımı ka-kabul et ve bana dünyanın herhangi bir yerindeki gök kuşağını göster!" Parayı kan birikintisine attıktan sonra zemin hafifçe zangırdamaya başladı. "Oluyor, kurtulacağım!" Gök kuşağı görüntüsü gelirken ben de koluma göz attım. Boydan boya kesilmişti ve kanların arasından beyaz olan kemikler görünüyordu. Daha fazla bakarsam kusacağımı anladım ve kafamı tekrar mesaja çevirdim. Mesajda büyük bir gök kuşağı vardı. Bu gök kuşağı farklıydı çünkü sanki İris mesajında değil de, benim yanımdaymış gibiydi. Sonra aklıma dank etti ve yere yıkılıp kaldım. "Lanet olsun! Bu renkleri oradan alıp nasıl tüplere dolduracağım ben?!" Sinirlerim artık o kadar yıpranmıştı ki delirmenin eşiğine gelmiştim. Gözlerimden birkaç damla yaş süzüldü. Ölmeden önce sırf planımın bir adımını düşünmediğim için çok fazla acı çekmiştim. Benim biraz önce çektiğim acıları başka biri çekseydi büyük ihtimalle bünyesi kaldırmazdı. Yaşama içgüdüsü ile bütün o acılara katlanmak zorunda kalmıştım fakat şimdi elimde hiçbir şey yoktu. "Ne yapabilirim? Lanet olsun, ne yapabilirim?!" Görüntü yavaş yavaş siliniyordu ve ben hızlı olmalıydım. Deney tüpünü alıp birkaç saniye inceledim. Büyü ve gök kuşağı! Tabii ya, bunu da düşünememiştim işte. Eğer bu deney tüplerini Hekate yaratmışsa muhtemelen hepsi büyülüydü. İçimi bir sevinç duygusu kapladı ama bir yandan da hüzünlendim. "Bu oyun çok dahice ve bir o kadar da acımasızca düşünülmüş." Bu etapta birkaç kişi elenecekti muhtemelen. Peki ya kardeşim Drake? Onu düşünmeyi bıraktım ve hemen deney tüplerinden birini alıp gök kuşağındaki renklerden birinin içinden geçirdim. Sonra da diğerini ve bir sonrakini... Renkleri sırayla tüplere dolduruyordum fakat neredeyse ölmek üzere olduğum için pek hızlı olduğum söylenemezdi. Son deney tüpünü de doldurduktan bir saniye sonra İris mesajı kayboldu. "Lanet olsun, yetişemeyeceğim diye o kadar endişelendim ki!" Artık ölmeden önceki birkaç dakikamı yaşıyordum ve son bölüme gelmiştim işte. Şimdi renkleri karıştırmam gerekiyordu. "Zor olmayacak. Sonuçta bunlar büyülü..." Dediğimde haklıydım çünkü iki tüpü ağızlarından birleştirdiğimde karıştılar ve tek renk aldılar. Artık yere uzanmıştım ve orada çalışıyordum. Ölümüm yaklaşıyordu ve gözlerime bir sis perdesi inmişti. Bir rengi diğeriyle karıştırdığımda ne çıktığını göremiyordum artık. Elimde son iki tüp kaldığında ise bayılacak gibiydim. Etrafı göremiyordum bile, sadece elimdeki tüpün belirli belirsiz siluetine bakıyordum. Son iki tüpü de birleştirdiğimde ortaya gözümü alan bir renk çıktı. Evet, şimdi hatırlıyordum. İlk okulda öğretmenin bize anlattığı bir şeydi bu. Gök kuşağındaki tüm renkler karıştırılırsa tek bir renk çıkardı ortaya. Zor bir biçimde gülümsedim. Sınavı tamamlamıştım. Son kalan gücümle acı bir biçimde haykırdım. "Beyaz... Sihrin rengi beyaz!
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Zafer Yarası / Renklerin Büyüsü
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» Bölüm 1: Renklerin Büyüsü
» Aşk ve Sihir / Renklerin Büyüsü
» Renk Havuzu / Renklerin Büyüsü
» Hafızamın yardımı / Renklerin Büyüsü
» Âfitâbın Görkemi / Renklerin Büyüsü

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Olimpos Rpg :: Etkinlikler :: Tanrıların Oyunu :: Etap # 2-
Buraya geçin: