Olimpos Rpg
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Olimpos Rpg

Percy Jackson ve Olimposlular ile Olimpos Kahramanları serilerinden esinlenilerek oluşturulmuş, zirvedeki rpg forum sitesi.
 
AnasayfaLatest imagesKayıt OlGiriş yap

 

 Renk Havuzu / Renklerin Büyüsü

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
Katherine M. von Dorff
Poseidon'un Çocuğu/Kulübe Lideri/Pegasus Binicilik Eğitmeni
Poseidon'un Çocuğu/Kulübe Lideri/Pegasus Binicilik Eğitmeni
Katherine M. von Dorff


Mesaj Sayısı : 4525
Kayıt tarihi : 05/03/11

Renk Havuzu / Renklerin Büyüsü Empty
MesajKonu: Renk Havuzu / Renklerin Büyüsü   Renk Havuzu / Renklerin Büyüsü Icon_minitimeC.tesi Mayıs 21, 2011 10:17 pm

Yüzüne dökülen bir kova su ile uyandığında, uykulu ama bir o kadar da öfkeli bakışlarını onu uyandırmış kardeşine doğru çevirdi. “Neden yaptın bunu şimdi?” Yüzünde, tıpkı Katherine’nin kötü bir şey yaptığı zaman oluştuğu gibi, kendini beğenmiş bir gülümseme oluştu kardeşinin yüzünde. Gülümsemesinin sonrasında yaşanan küçük bir dil çıkarma yarışından sonra da odadan çıktı. Bir süre sessiz bir şekilde yatağında otururken, onun kulübesinde intikamını aldığı konusunda gülerek dolaştığını duyduğuna emindi. Biraz sinir bozucu olan bu davranış karşısında gözlerini devirip, söylenerek yavaş bir şekilde yatağından çıktıktan sonra, bir anda hatırladı. Bugün Tanrıların Oyunu’nun ikinci etabı başlayacaktı. Üzerindeki ağırlığın ve uyuşukluğun bir anda kalktığını hissederken, elinden geldiğince hızlı bir şekilde hazırlanmaya başladı. Onu en çok oyalayan, her zaman olduğu gibi pantolon olarak ne giyeceği olmuştu. Nasıl bir oyun olacağını bilmiyordu. Canavarların arasına bırakılabilirdi ya da bir yerden tırmanmaları istenebilirdi. Öte yandan, yeniden bir odaya alınıp, benliklerinin özü ile savaşabilir veya ona benzer bir şeyler yapabilirlerdi. Üstüne zaten her oyunda giydiği mor, Roma Kampı tişörtünü giyecekti. Yunan melezleri gibi o turuncu tişörtleri giymediği için seviniyordu bir bakıma. Bir anda toparlandı. Şimdi Romalıları Yunanlar ile karşılaştıracak durumda değildi. Yetişmesi gereken bir oyun vardı. Çıkmadan aynada son bir kez kendine baktıktan sonra, normalde kılıca dönüşebilen ametist yüzüğünü parmağına takıp ayrıldı oradan. Silahına ihtiyacı olup olmadığını bilemezdi ya. Şu ana kadar almadığı iki oyunda da bir şekilde silahın işine yarayabileceği durumlarda karşılaştığı için, artık bu tür durumlar için hazırlıklı olması gerektiğini düşünmeye başlamıştı.

***

Kamp meydanında Kheiron’un açıklaması ile oyunu Tanrıça İris ile Tanrıça Hekate’nin hazırladığını öğrenmişti. O zaman boşuna düşünmüştü dolabının başında o kadar. İris ile Hekate birleşmesinden, dövüşmeye gerek olacak bir oyun çıkacağını düşünmüyordu. Üç oyun sonrası yanına aldığı kılıç da işine yaramayacaktı. İlk defa almayı unutmamıştı ama o da kullanmasını gerektirmeyecek bir durumda olacaktı. Öyle de olmuştu. Tanrıçalar onu odaya aldıklarında, karşısında yedi boş tüp bulunuyordu. Ne yapacağını tam olarak anlamadığı için meraklı bakışlarını Tanrıçalara çevirirken, bu ifadesinin onları eğlendirdiğini fark etmişti. “Hoş geldin melez!” Dedi daha fazla eğlenmemeye ve oyunun açıklamasını yapmaya karar vermiş olan Hekate. “Gördüğün gibi orada yedi, boş tüp duruyor. Senden, onları kullanarak, sihrin rengini bulmanı istiyoruz.” Yüzlerine bakıldığında, bir kez daha eğlendiklerini görebiliyordu Katherine. Çünkü açıklamadan sonra, boş tüpler yüzünden karışmış kafası, iyice karışmasına sebep olmuştu. Yine de onun bu davranışı ile eğlenen Tanrıçalara onaylar bir şekilde başını salladıktan sonra tüplerin karşısına geçti. Şimdi ne yapacağını bilemez halde duruyordu öylece. Yedi boş tüp ile, sihrin rengi nasıl bulunabilirdi ki? Üstelik bu yedi tüpün ona nasıl yardımı olacaktı? Yedi tane olmalarının bu işle bağlantılı olduğunu biliyordu zaten. Onu ilk görüşte herkes anlardı. Tek sorun, bunu nasıl kullanacağı olmuştu.

Tüpleri bir süre elinde çevirdi, onları inceledi. Tüplerde belirli bir özellik yoktu. Kimya derslerinde, profesörlerinin kullandıklarına benziyorlardı az çok. Tüpleri incelemeyi bıraktığında çevresine bakınıyor, bir şeylerin gizlenmiş olması ihtimalini gözden geçiriyordu. Bazen arkasına dönüyor, onu izleyen Tanrıçaların tepkisine bakıyordu. Çoktan sıkıldıklarını düşünmüştü ama onun bir şeyler becerme çabası, ikisini de hala eğlendiriyor olmalıydı. Harika! Tanrıların Oyunu zaten yeterince muhteşem bir şeymiş gibi, bir de onların şaklabanı olmuştu şimdi! Sinirli bir şekilde önüne döndü ve tüpleri orada parçalamamak için kendini zor tuttu. Yaptığı anda eleneceğinin farkındaydı. O kadar ilerledikten sonra elenmek, egosunda ciddi anlamda hasara yol açardı.

Kendini sakinleştirmek için bir süre derin nefesler aldıktan sonra gözlerini kapattı. Düşünmeye çalışıyordu. Her ne kadar Tartarus’ta işine yaramasa da, okuduğu kitapların şimdi işine yaramasını istiyordu. Düşünmeye çalıştı. Tatilde ailesinin yanına gittiğinde, kardeşi ile fantastik kitaplar alırdı. Yedi. Bu sayı bir şeyler hatırlatıyordu ona sanki. Gözlerini hala açmamıştı. Tartarus’ta işine yarayan anıları, belki burada da işine yarardı?

Yağmur, son birkaç gündür son bulmadan yağmaya devam ediyordu. Ama Güneş, sanki son günlerde devam eden bu yağmura isyan edercesine göstermeye başlamıştı kendini. Ama bulutlar, ona inat içlerindeki suyu dünyaya dökmeye devam ediyorlardı. Yağmur suyu, bahçelerindeki ağaçları temizler, Katherine’e sihirli gelen o saf yeşil rengi ortaya çıkarırken, su ile güneş ışınlarının birleşmesinden oluşan gökkuşağı belirdi birden. Her an kaybolacakmış gibi görünen gökkuşağına, şaşkın bir şekilde bakan küçük kız arkasından duyduğu ses ile gözlerini sadece bir saniyeliğine ayırıp babasına döndü. “Sihir gibi…” Diye mırıldandı çocuksu sesi ile, sonra da ekledi. “Baba, orada kaç tane renk var?” Babası onun bu sorularına alışıkmış gibi cevapladı. “Yedi tane var. Kırmızı, turuncu, sarı, yeşil, mavi, lacivert ve mor.” Anladığını belli edercesine sallamıştı o küçük başını. Bir daha unutmamak üzere aklına kazımıştı sonra da. Rengarenk olan her şeyi seviyordu. Sevdiği her şeyi aklında tutmayı da.

Bir anda önünde duran tüplere baktı. Yüzünde oluşan gülümsemeyi yok etmek için uğraşsa da başaramıyordu. Bulmuştu! Yedi sayısının ona neden bu kadar önemli geldiğini hatırlamıştı! Fark ettirmeden İris’e baktı bir an için. Aslında, bu kadar oyalanması bile saçmaydı. İris’in ne Tanrıçası olduğunu hatırlaması bile yeterdi ona. “Sadece heyecan…”Diye mırıldandı bu sefer. Heyecan. Doğru düzgün düşünmesini engelleyen tek şey buydu. Elinde sıkıca tuttuğu tüpü, kırma tehlikesine karşın aldığı yere yeniden bıraktı onu. Elleri, tam bir şey bulduğu için sevinirken zihninde oluşan yeni sorulardan dolayı sinirlendiği için, yumruk halinde duruyordu. Yumruk yaptığı elini açmaya ve yeniden derin nefesler alarak kendini sakinleştirmeye çalıştı. Tanrıçalar sabırsızlanıyor muydu acaba? Çok oyalandığı için onu odadan çıkarıp, elendiğini söylerlerse ne olacaktı peki? “Sakinleş…” Diye fısıldadı bu sefer. Abartıyordu. Boş yere böyle davranıyordu. Bulacaktı. Üstelik biraz geç kaldı diye, Tanrıçalar onu çıkarmazlardı ya? Öyle olsa, çoktan çıkarmış olurlardı zaten.

Sakinleştiğinden emin olduktan sonra, yeniden tüplere baktı. Bunları düşünürken ayakta dikilmekten, kaslarının ağrımaya başladığını da hissediyordu. Morali yavaş yavaş bozulurken, aklına gelen her yöntemi denemeye başladı. Önce çevresine incelercesine bakıp, başka bir şey olup olmadığına baktı. Bembeyaz, pürüzlü duvarlar, boş tüpler ile dolu bir masa ve onu izleyen Tanrıçalar dışında hiçbir şey yoktu. Bu biraz sinir bozucuydu. Yine de deneyecekti. Gerginleşmiş vücudu ile ilerledi ve elini en baştaki tüpe uzattı. Onu göğsüne bastırırken, içindeki sihri bulmaya çalıştı. Gökkuşağı renklerini düşündü. En başta hangi renk olurdu her zaman? Kırmızı! Nereden başlayacağını bulmuştu sonunda. Ama hala gergindi ve yapamayacak gibi hissediyordu. Sakin olmadığı sürece bu işi beceremeyeceğini anlamıştı. Tek sorun, başarabilme ihtimali yüzünden heyecanlanması, aynı zamanda başaramama ihtimali yüzünden gergin olmasıydı. Derin nefesleri bile pek işine yaramıyordu. Kendi kendine mırıldanıyor, bu işi yapabileceği ama sakin olması gerektiği konusunda mırıldanıyordu. Bunları yapmanın pek işine anlamadığını anladıktan sonra, dudadığı ısırdı bir süre. Sonra bağdaş kurmuş bir şekilde yere oturdu. Oturmak bacaklarına iyi geldiği için, öncekine göre daha rahat hissediyordu kendini. Sımsıkı tuttuğu tüpteki ellerini bir kez daha gevşettikten sonra, yeniden göğsüne bastırdı onu. Dışarıdan bakan birine meditasyon yapıyormuş gibi gözüküyordu. Bir bakıma da öyle yapıyordu. İçindeki sihri bulmaya çalışıyordu o an. Mitolojik her varlık, içinde az ya da çok sihir bulundururdu. Tanrılardan aldıkları özellik sayesinde, melezler de dahildi buna. Bunları düşünerek sihri bulma işini hızlandırdı. Gözlerini bir kez daha kapattı. Derin nefesler alırken, üzerindeki gerginliğin ve heyecanın yok olduğunu hissedebiliyordu.

Göğsüne yapışık bir şekilde tuttuğu tüpten hissettiği ısı bir anda gözlerini açmasına sebep olurken, neredeyse sevinç çığlığı atıp, zıplamaya başlayacaktı. Hafif, kırmızı bir ışık, tüpün içerisinde parlıyor, Katherine’nin gözlerini kamaştırıyordu. Bir süre hayran olmuş bir şekilde tüpe baktıktan sonra, onu yerine koydu. İkinci tüpü eline alırken, hangi rengi düşüneceği konusunda kararsız kaldı bir süre. “Turuncu.” Dedi sonra kendine. Babası ile olan anısını hatırlamıştı yeniden. Eğer düşündüğü şey doğru ise, babası renkleri ona zaten olması gereken sıra ile söylemişti. Tıpkı az önce yaptığı gibi yere bağdaş kurarak oturduktan sonra, tüpü göğsüne bastırdı. Gözlerini kapatıp, derin nefesler alırken, yeniden içindeki sihri bulmaya odaklandı bir süre. Ellerindeki tüp, tıpkı önceki gibi yavaş yavaş ısınmaya başlarken gözlerini açtı. Bu sefer kırmızı değil, turuncu bir ışık halinde parlıyordu tüpün içinde. İkisinin de ışığı o kadar güçlüydü ki, bembeyaz duvarları sanki renkli gibi gösteriyordu. Turuncu ışıltılar saçan tüpü de yerine bıraktıktan sonra, üçüncü tüpü eline aldı. Hangi renkler kalmıştı geriye? Sarı, yeşil, mavi, lacivert ve mor. Sarı! Turuncuya en yakın olan rengi yapmalıydı şimdi. Bağdaş kurup oturdu, gözlerini kapattı ve derin nefesler almaya başladı. Sarıyı düşünüyordu. Ama zihnindeki öbür renkleri de atamıyordu. Korktu bir an için. Ya sarı değilde başka bir renk belirirse? O zaman ne yapacaktı? İçindeki korkuyu atarken biraz oyalansa da, diğerlerinden daha uzun süren bekleyişin ardından, tüpün tıpkı önceki gibi ısınmaya başladığını hissetti. Gözlerini, çekinerek açsa da, güven verici sarı ışıltıyı gördüğünde gülümsedi. Bir şeyleri anlamaya başlıyordu. Sarı ışıltısı ile, odanın daha renkli görünmesine sebep olan tüpü, diğerlerinin yanına koyduktan sonra, dördüncü tüpü eline aldı. “Bağdaş kurarak otur, derin nefesler al ve sihri düşün.” Diye mırıldandı hep yaptığı gibi. Aynı şeyleri tekrarladı. Bağdaş kurarak oturdu, derin nefesler aldı ve dördüncü tüpü göğsüne yaklaştırdı. Neden göğsüne yakın tuttuğu hakkında en ufak bir fikri yoktu. Belki kalbi orada olduğu içindi, belki de sadece canı öyle istiyordu. Ama içinden öyle yapmak geliyordu ve Katherine de buna karşı çıkmıyordu. Üstelik üç kez aynı şeyi tekrarladığında işine yaramıştı. O zaman doğru bir şey yapıyor olmalıydı.

Bu sefer, oluşması gereken rengin yeşil olduğunu bildiği halde onu düşünmedi. Sadece içinde kıpırdanmaya başlamış sihre odaklandı. Tüp ısınmaya başlarken gözlerini açıp, büyüyen yeşil ışığa baktı. Yüzündeki tebessüm ile onu parlayan diğer tüplerin arasına yerleştirirken, zihnindeki çarklar çalışmaya başlamıştı bile. Rengi düşünmesine gerek yoktu. Tüpler zaten bunu biliyordu. Katherine’nin yapması gereken tek şey içindeki sihre odaklanmak ve sakin kalmaktı. Beşinci tüpte de rengi düşünmeden aynı şeyleri uyguladı. Bağdaş kur, nefesler ve sihir. Diğer tüplerle de aynı şeyi uygularken aklında böyle giderse Hekate çocuklarının yaptığı kadar büyü, sihir ya da ona her ne isim veriliyorsa onu yapacağını düşünmeye başlamıştı. Bir Amphitrite kızı olarak, içinde o renkli ışıkları çıkarabilecek kadar sihir barındırdığını düşünmezdi. Sanki bundan yorgun düşmüş gibi daha yavaş hareket ediyordu şimdi. Enerjiye ihtiyaç duyuyordu. Bu etaptan sonra, kendini yatağa atacağına şüphe yoktu.

Lacivert ışıklar saçan tüpü de bıraktıktan sonra, boş kalan son tüpü eline aldı ve bağdaş kurup oturdu. Gözlerini kapattığında, kendini uyumamaya zorlayarak, bir an için esnese de sonra esnemesini derin nefeslere dönüştürebildi. Gözleri ağrıyordu ve günlerdir koşuyormuş gibi hissediyordu. Bu yüzden tüp ısındıktan sonra, gözlerini zor bir şekilde açarak mor ışıltıya baktı ve onu diğerlerinin yanına bıraktı. Renkler, tüplerin içinde ışıldarken Katherine arkasını döndü ve sabırsız bir iç çekişin ardından onu izleyen Tanrıçalara olanları anlatmaya başladı. “Gördüğünüz gibi, bu tüplerin içinde yedi farklı renk var. Bana sihrin rengini sormuştunuz. İşte bunlar.” Onlara baktığında, açıklamasının yeterince tatmin edici olmadığını görebiliyordu. Gözlerini devirdikten sonra, bitmedi dercesine elini kaldırdı ve tüplere döndü. O sırada içindeki ışıltılar havalanmış, birbirlerine doğru ilerlemiş ve Katherine’nin gözlerini kapatmasına sebep olacak bir parlaklığın ardından, büyük beyaz bir ışık topu halini almışlardı. Bunu kendisinin yapıp yapmadığından emin olamadığı için bir süre duraksadıktan sonra kendini toparladı ve yeniden konuşmaya başladı. “İşte bu.” Dedi eli ile o şeyi göstererek. Dikkatli bakılmadığında beyaz gibi görünen ışığa gözlerini kısarak baktı. İnceliyordu bir bakıma. İncelediği zaman, az önce tüpün içinde odayı rengarenk hale getiren renklerin dans eder gibi hareket ettiğini görür gibiydi. “Sihrin rengi şu anda bu ışık gibi, beyaz değildir. Sihrin belirli bir rengi yoktur aslında. Tıpkı ışık gibi. Normalde beyaz dediğimiz ışık, aslında bu renklerden oluşmuştur. Sihir de öyledir. Yani ona benzer. İçinde her rengi barındırır. Gökkuşağı gibi. O tüplerin içindeki renkler gibi.” Bunu derken İris’e çevirmişti bakışlarını. Gökkuşağı Tanrıça’sından kim daha iyi anlayabilirdi ki onu? Sonra yeniden ikisine bakmaya başladı. Onlara bakarken normalde o ana kadar sihri hep beyaz olarak düşündüğü aklına gelmişti. Ama hem okuduğu kitaplar, hem de bir an için hatırladığı o anısı fikrini değiştirmesine sebep olmuştu. İçindeki sihir, tüm renkleri barındırıyordu. Bu yüzden tüplerde sarı, kırmızı, mor, lacivert fark etmeden o parlak ışığı oluşturabilmişti. Gözlerini yeniden kapanmaması için zorlayarak Tanrıçalara baktı. Tıpkı baştaki gibi Hekate’nin konuşmasını beklerken, bu sefer konuşan Tanrıça İris oldu. “Peki ala melez. Gidebilirsin." Katherine şaşkın bir şekilde, ona cevabının doğru olup olmadığını soracakken Tanrıça elini salladı. Etrafındaki tüm şekiller hızlı bir şekilde kaybolurken, mide bulantısını önlemek için gözlerini kapattı. Sert bir şekilde zemine düştükten sonra ayağa kalkarak ona bakan melezlere aldırmadan acıyan belini ovdu. Bir daha asla Tanrıça İris’in onu bir yere yollamasını istemiyordu.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://camelot.hareketforum.org/
 
Renk Havuzu / Renklerin Büyüsü
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» Renksiz Renk / Renklerin Büyüsü
» Aşk ve Sihir / Renklerin Büyüsü
» Bölüm 1: Renklerin Büyüsü
» Tanrıçanın İpuçları / Renklerin Büyüsü
» Zafer Yarası / Renklerin Büyüsü

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Olimpos Rpg :: Etkinlikler :: Tanrıların Oyunu :: Etap # 2-
Buraya geçin: