Sabah güneşin yüzüne vuran ışınlarıyla uyandı. Bugün oynaması gereken bir oyunu vardı. Bunun için acele etmeliydi. Bir iki dakika sonra çalacak olan alarmını susturdu ve banyoya elini yüzünü yıkamaya gitti. Banyodan dönünce yatağını topladı, dolabını açtı. Her zaman ki gibi kıyafet sorunu bugünde vardı. Ne giyecekti? Bu oyun içinde kıyafet belirtilmemişti. Bu sefer renklerini siyahtan kullanmaya karar verdi. Kapkara olacaktı. Üstüne siyah bluzunu, altına ise siyah kotunu giydi. Makyajını da siyahtan yana kullanacaktı. Siyah göz kalemi sürdü, siyah farını çekti. Tek renkli olan dudağında olan kırmızı rujuydu. Siyah convers ayakkabısıyla da siyah takımını tamamladı. Çanta almayacaktı bugün. Neden olduğunu bilmese de içinden bir ses “Alma” değiyordu. O da içinde ki sese uydu ve yanına çantasını almadı. Kulübesinden hızlıca çıktı ve kamp meydanına doğru ilerledi. Her oyunda olduğu gibi yine açıklamayı Kheiron, kamp meydanında yapacaktı. Hızlı adımlarla kamp meydanına ilerledi. Oraya vardığında herkes gelmiş onu bekliyordu. Buna çok şaşırmıştı. Oysa ki erken kalkmıştı. Demek ki hazırlanması bayağı bir vaktini harcamıştı. O da yerine geçince Kheiron konuşmaya başladı: “Evet melezlerim. Bir oyunda daha birlikteyiz. Bu oyun sizin en çok korktuğunuz oyunlardan biri. Halat Oyunu! Hazırlayanlar ise daha çok korkmamınıza yol açabilir. Onları da sizi daha fazla meraklandırmadan söyleyeyim. Tanrı Hades ve Tanrıça Persephone. Şimdi sizi tek tek götürecekler. Başarılar dilerim hepinize.” Hades’le Persephone… İkisi de hep korktuğu tanrı ve tanrıçalardı. Anlaşılan bu oyun epey bir zor olacaktı. Şimdi oyunu daha çok merak etmiş, hemen oynama istiyordu. Kheriron’un “Claire Angel Deeply.” Demesiyle ayağı kalktı. Kendi ismi okunmuştu. Hızlıca Tanrı Hades ve Tanrıça Persephone’nin yanına gitti. Hades elini şıklattı ve üçü bir yere ışınlandılar. Etraf çok karanlıktı. Buranın neresi olduğunu anlamaya çalıştı. Başta çıkaramasa da sonra anladı. Burası Hades ve Persephone’nin mekanı yeraltı dünyasıydı.
Onu yeraltına Tartarusa götürdüler. Korktuğu gözlerinden rahatlıkla okunabiliyordu. Ne kadar saklamaya çalışsa da tedirginliği onu ele veriyordu. Önde o arkada ise Tanrı Hades ve Tanrıça Persephone salına salına yürüyordu. Tartarusa vardıklarında durdular. Niye buraya getirildiğinden habersiz şekilde bir açıklama bekliyordu. Fakat Hades ve Persephone açıklama yapma gereksinimi bile duymuyorlardı. Bir süre açıklama yapacaklarını umut eden bir bekleyişten sonra “Ama burası dipsiz Tartarus. Benim burda ne işim var ya?” diye sordu. Bu lafının üzerine Hades’le Persephone’nin kahkahaları bütün yeraltını inletmeye çoktan başladı. Hades bir ara gülmesine mola verip “Aaa yemin et. Biz bilmiyorduk bak. Bizde acaba burası neresi diye kara kara düşünüyorduk.” diyerek dalga geçti. Sonra hız kesmeyen kahkahasına devam etti. Fakat bu sefer çok daha gür bir sesle kahkaha atıyordu. Persephone kahkaha atmayı bitirince elini şaklattı. Elini şaklatmasıyla onun Tartarusta bir halata tutunması bir oldu. Aşağı baktığında yüzünü buruşturdu. Aşağısı dipsiz bir kuyu gibiydi. Karanlık, sessiz ve korkutucu bir kuyu… Hemen yüzünü tekrar Hades ve Persephone’ye çevirdi. Hades ve Persephone arkalarını dönüp gitmek üzereydiler. Onu burada yalnız mı bırakacaklardı? Hem de hiçbir açıklama yapmadan. Hemen buna engel olmalı, bir şeyler yapmalıydı. Çözümü “ Heyy beni burada bırakmayın. Ne zaman alacaksınız bari onu söyleyin. Bir açıklama yapın yaaa.” Diye bağırarak buldu. Hades arkasını döndü. Bir karısına bir halatta asılı olan kıza baktı. “Canımız ne zaman isterse o zaman alırız seni.” Dedi ve bir kahkaha daha patlattı. Halatta asılı kıza son bir kez daha baktıktan sonra orayı terk etti. Claire ise arkalarından bağırmaya devam ediyordu: “Ya bırakmayın beni burada. Ne kadar kalacağım. Bir şey söyleyin.” Hades’le Persephone tamamen gözden kaybolunca sesi artık kısık bir sesle çıkmaya başlamıştı: ”Ama ben buda kalamam kiii. Pufff Lanet olsun.” Bir süre sonrada sesi tamamen kesilmişti. Hades ve Persephone’den ümidi kesince bulunduğu yeri incelemeye koyuldu. Tutunduğu halata baktı. İpten değil sarmaşıklardan yapılmıştı. Bu Persephone’nin işi olmalıydı. Sarmaşıkların dikenleri, elini fena halde acıtıyordu. Buna daha ne kadar dayanabileceğini hiç bilmiyordu. Yukarı baktı. Yukarısı da aşağısı gibi kapkaranlıktı. Persephone’nin hazırladığı sarmaşığın nereye bağlı olduğunu bir türlü göremiyordu. Eli, sarmaşıktan yapılan ipi tutmaktan iyicene kızarmıştı. Eline baktığında ağlayacak gibi oldu ve dudaklarından “Off ya ben daha yeni manikür yaptırmıştım!” kelimeleri süzüldü. Hades ve Persephone’nin onu buraya atıp gitmelerine çok sinirlenmiş ve yunanca küfürler savurmaya başlamıştı. Bir süre sonra nefesi kesilmiş ve bunun anlamsızca olduğunu anlamayı başarmıştı. Ne kadar süre burada kalacağını bilmiyordu ve bu oyunu kazanabilmek için nefesini boşuna tüketmemeliydi. Bu oyun düşündüğünden oldukça zordu. Çünkü en küçük hatası ve ya dayanıksızlığı Tartarus’un dibini boylamakla sonuçlanabilirdi. Kampta Tartarus’a yollamak istediği bir sürü melez vardı. Fakat şimdi onlar yerine kendisi buradaydı. Bu yüzdende ayrıca bir sinir topluyordu. Kardeşlerini, annesini, arkadaşlarını ve sevgilisini düşündü. Burada tartarus’a düşerse onlar ne yapacaklardı? Onun için üzüleceklerini biliyordu. Onlar için bu oyuna da dayanmak zorundaydı. Hele ki Pers. Sevgilisi… Onu kaybederse yıkılır, o da tartarus’a atlardı. Bu kötülüğü ona yapabilecek miydi? Onun yüzünden sevgilisinin de hayatını sonlandırmasına izin verebilecek miydi? Hayır. Veremezdi. Bunun için nefesinin son damlasına kadar dayanacaktı. Elleriyle ipe daha sıkı tutundu. Sevdikleri için bunu yapmak zorundaydı. Fakat bir süre sonra elleri terlemiş ve ipten yavaş yavaş kaymaya başlamıştı. Ne kadar süre geçtiğini bilmiyordu ama biraz daha gelmezlerse düşecekti. Aşağıya tekrar baktı. Aşağıya baktıkça başı dönüyor, umutsuzluğa kapılıyordu. Bu kampa gelmeden önce bir kuyuya düşme tehlikesi geçirmişti. İşte Tartarus’a bakınca da aklına hep o anısı geliyordu. Şimdi de aynı o zaman ki gibi çok korkuyordu. Düşmekten ya da ölmekten… Önünde iki seçenek vardı. Ya direnecek ya da kendini huzura doğru serbest bırakacaktı. O zorla kazanılmayan hiçbir şeyin anlamlı olmadığına, boşa olduğuna inanıyordu. Bu da ona benziyordu. Bunda da zora, zorluklara göğüs gerecekti. Hemen pes etmeyecek, direnecekti. Bunun için ta en başında Tanrılar Oyununa katılmaya karar verdiği zaman yemin etmişti. Şimdi yeminini tutma zamanıydı… Artık canı çok sıkılmıştı. Ne gelen vardı ne de giden. Elleri morlaşmaya, gücü tükenmeye başlamıştı. Gülmeyi özlemişti. O sürekli gülerdi. Tebessümü yüzünden hiç eksik olmazdı. tebessüm süz, kahkahasız bir hayat düşünemezdi. Fakat bu gün yeraltına indiğinden beri hiç gülmemişti. “Kendime boşuna eziyet çektiriyorum.” Diye düşündü. Gülmeliydi. Bu oyun gülmemek için değmezdi. Zaten hayat çok kısaydı. Birde mutsuz bir şekilde bu kısa hayatını geçiremezdi. Kendi kendine fıkralar anlatıp gülümsemeye başladı. Kahkaha atamıyordu. Çünkü atarsa düşmesi � bir ihtimaldi. Bu yüzden sadece yüzüne tebessüm konduruyordu.
Anlatacağı fıkralar bitmiş, artık aklına hiçbir şey gelmiyordu. Sıkıntıdan patlamak üzereydi. İpi hala nasıl bu kadar sıkı tutabildiğine şaşıyordu. Fakat daha fazla dayanamayacağı da apaçık ortadaydı. “Hadi Hades ya gel artık ya da Persephone. Kurtarın beni bu lanet olası yerden.” Diyerek umutsuzca bekliyordu. Daha ne kadar devam edecekti bu? Daha ne kadar sıkılacaktı? Artık elleri dayanamıyor, kayıyordu. Sağ eli baştayken sol elini öne almalıydı. Bunu yapmak her ne kadarda çok tehlikeli olsa da denemeye değecekti. Sol elini bıraktı. Şimdi tek eliyle sarmaşığı tutuyordu. Sol elini biraz daha üst bir yerden tuttu. İşte şimdi işin en zor kısmındaydı. Bu sefer sağ elini bıraktı. Sol elle dengede kalmak neredeyse imkansızdı. Sarmaşıklarla birlikte bir o yana bir bu yana gitmeye başladı. Düşecek diye çok korkuyordu. Tam düşüyordu ki sağ elini sarmaşığa atmayı son anda becerebildi. Fakat eli dikenli kısmına gelmişti. Eli kanamaya başladı. Kıpkırmızı kanlar Tartarus’a damla damla akıyordu. Ölümü hiç bu kadar yakın hissetmemişti. Eline baktı. Sağ eli kanlar içinde kalmıştı. Bir de sağ eli… Şimdi çok zor dengede kalabiliyordu. Tek tesellisi Afrodit kızlarına nazaran kan görünce bayılmamasıydı. Bayılsaydı zaten hayatının son nefesini vermiş olurdu. Sağ eliyle daha fazla ipe tutunamazdı ve bıraktı. Şimdi sol eliyle duruyordu. Böyle ne kadar süre daha durabilirdi ki? Acil olarak eline pansumanın yapılması gerekiyordu. Elinden akan kan yüzüne, kıyafetlerine, her yerine bulaşmıştı. Buda onun canını ayrı bir yakıyordu. “Lanet gitsin!” dedi. Çok sinirlenmişti. Sol eliyle daha fazla dayanamayacağını anlayarak sağ eliyle tekrar tutundu. Ne kadar canı yansa da bu acıya katlanmak zorundaydı. Artık yüzünden damla damla ter akıyordu. Çok yorgun düşmüştü. Bütün kampı, babasın, sevdiklerini, sevgilisini bir film şeridi gibi önünden geçirdi. İpi bırakacaktı. Bırakmamak zorundaydı. Yoksa kan kaybından gidebilirdi. Sağ elini bıraktı. Bu sol elini beşinci kez falan bırakışıydı. Tam sol elini de bırakacakken Tanrı Hades’in kahkahaları yankılanmaya başladı. Hayır. Oyunun sonuna gelmişti. Birazcık daha dayanmalıydı. Peki buna gücü var mıydı? En azından denemek zorundaydı. Sağ elini tekrar attı. Bir-iki dakika sonra Tanrı Hades ile Tanrıça Persephone kapıdan gözüktü. “Oh çok şükür.” Dedi. Şu an ki mutluluğu anlatılamayacak bir ölçüdeydi. Persephone elini ikinci kez şıklattı ve işte Hades’le Persephone’nin yanındaydı. Persephone hemen kanayan sağ eline baktı ve “Çok kötü olmuş. Bir revire gitmelisin.” Dedi. Tanrı Hades ise her zaman ki gibi umursamıyordu. Hep birlikte yeraltından çıktılar. Bir oyunun sonunda daha gelmişti ve bu oyunu da kazanmıştı!