Olimpos Rpg
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Olimpos Rpg

Percy Jackson ve Olimposlular ile Olimpos Kahramanları serilerinden esinlenilerek oluşturulmuş, zirvedeki rpg forum sitesi.
 
AnasayfaLatest imagesKayıt OlGiriş yap

 

 Korkular / Halat

Aşağa gitmek 
2 posters
YazarMesaj
Cornelia Fackrell
Poseidon'un Çocuğu/Pegasus Binicilik Eğitmeni
Poseidon'un Çocuğu/Pegasus Binicilik Eğitmeni
Cornelia Fackrell


Mesaj Sayısı : 871
Kayıt tarihi : 03/10/10

Korkular / Halat Empty
MesajKonu: Korkular / Halat   Korkular / Halat Icon_minitimeSalı Mayıs 17, 2011 7:52 am

Uzun süreden sonra büyük bir huzur, rahatlama hissi ve mutlulukla gözlerimi sabaha açmak paha biçilemezdi. Bugünlerde çok meşguldüm. Tanrıların oyununa seçilmek hem onur verici, hem de huzursuz edici bir histi. İki etaptır heyecandan gözüme uyku girmemiş, sonunda da dün akşam erkenden uyuyup kalmıştım. Daha yeni uyanmış olmamın ve vücudumdaki enerjinin verdiği his ve heyecan ile gülümsedim. Bugün bende olan enerji ve anlamlandıramadığım mutluluk bedenimi sarmalamıştı. Hatta bugün olacak birinci etabın son -yani üçüncü- oyununu bile umursamıyordum. Mutluluğum şu an heyecanımı bastırıyor, etrafa neşe ile bakmamı sağlıyordu. Esneyerek, gözlerimi ovaladım ve kulübeme yattığım yerden göz attım. Uzun zamandır kulübeme gelmemiş gibi hissediyordum. Bunun nedenlerinden birisi etrafın çok kirli olması, birisi de uzun zamandır kulübeye sadece uyumak için geliyor olmamdı. Yine de kulübemi her detayına kadar biliyor, en ince ayrıntılarının bile farkına varıyordum. Kardeşlerimden hiçbiri kampta uzun süre durmadığı ve sürekli gidip geldikleri için, sanki burası yalnız benim evim gibiydi. Ama kardeşlerim bir günlük gelseler bile ellerinden gelen bütün çabayı harcayarak kulübeyi kirletmeyi beceriyorlardı. Aslında onlara suç bulmak yerine kendi hatalarımı da görmeliydim. Tanrılar oyunu için sürekli bilgi toparlamak, oyunlara katılıp babamı ve kulübemi göstermek dışında bir de etrafı eskisi gibi temizlemeliydim. Bunu bir kâğıda not edecek ve en kısa sürede uygulamaya koyacaktım. Benim kadar temiz ve düzenli bir kız için bu kulübe çöplük gibiydi, yine de kulübemi çok seviyor, kardeşlerime her ne kadar beni kızdırsalar ve yanıma çok az uğrasalar bile onlara bayılıyordum. Ne dersem diyeyim onları çok seviyordum ve kardeşim oldukları için mutluydum. Kulübenin yarısı camdan, yarısı duvardan oluşuyordu ve duvardaki deniz kabuğu motifleri biricik kardeşim Rose'me aitti. Motifleri görünce hafifçe gülümsedim. Onu en son düğününde görmüştüm ve bir daha karşılaşamamıştık. Benim bu oyuna seçilmem, onunda yeni evini kurması derken uzak kalmıştık birbirimizden. Birden onu ne kadar özlediğimi fark ederek üzüldüm. Kardeşlerim arasında en sevdiğim kişi Rose'ydi ve onu uzun süre görmemek moralimin bozulmasına neden oluyordu.

Birden saatimin çalmasıyla kendime geldim, bu sabah kendiliğimden uyanmıştım. Saatin çalan sesi kulağıma fazla batınca komedinin üzerindeki saatime uzanarak onu susturdum. Bugün erkenden görevin olduğunu biliyordum. Evet, içeriği, kaçıncı sırada olacağım ya da nerede olacağı hakkında hiçbir fikrim olmasa da bir saat sonra Kheiron ile buluşacaktım. Ne kadar istemesem de bunun için kalkmalıydım. Yatağımdan kalkıp yavaşça banyoya doğru ilerlemeye başladım. Banyoya gelip suyu yüzüme çarptığımda, tam anlamıyla kendime geldiğimi hissettim. Poseidon'un kızı olmayı, suyu ve su ile uğraşmayı seviyordum, beni kendime getiriyor, normale çeviriyordu. Moralim bozuk bile olsa, suyun içerisindeyken her şeyi unutup sakinleşirdim. Elimi ve yüzümü yıkamanın ardından, dişlerimi fırçalayıp banyodan çıktım. Bu işlerle fazla oyalanıyordum ve bu da çok zaman kaybetmeme neden oluyordu. Odaya döndüğümde mavi, krem renkleriyle süslenmiş olan dolabıma göz attım. Uzun zamandır çoğu kıyafetimi giymemiş, hep rahata kaçmıştım. Evet, oyunda da elbise giyecek değildim ama kendime zaman ayırıp kamptan çıkmak, gezip dolaşmak istiyordum. Kampta olmama rağmen uzun zamandır çoğu arkadaşımı göremiyordum bile. Bu beni üzse de dayanıyordum her şeye. Başımı hafifçe sallayarak kendime geldim ve dolabımdan kısa mavi şortumu ve beyaz askılı bluzumu giydim. Bugün görev ne olursa olsun üzerime rahat ve ağırlık yapmayacak şeyler giyecektim. Saate baktığımda vaktin geldiğini anlayarak son kez kulübeme göz attım ve kapıya doğru ilerlemeye başladım. Kulübemizin açık kahverengi olan kapısını arkamdan kapatacağım sırada silahımı unuttuğumu fark ederek hemen kızlarla beraber kullandığımız şirin gözüken, mavi makyaj masamıza koştum. Üzerinde denizyıldızı deseni olan tokayı alarak saçımı önden tutturdum ve bu sefer hazır olduğuma karar vererek kulübeden ayrıldım. Meydana doğru ilerlerken bana bakan ve selam veren melezlere selam veriyor, hatta arada bazılarıyla konuşuyordum. Hepsi oyun hakkında bilgi istiyor, nasıl gittiğini soruyor ve beni dikkatle inceliyordu. Aslında bende hiçbir değişiklik yoktu, beni neden bu kadar dikkatle süzdüklerini anlamasam da sesimi çıkartmıyordum kimseye. On iki yarışmacının Kheiron eşliğinde toparlanacağı meydana doğru ilerlerken bir yandan da güneş ile bulutların gökyüzündeki uyumunu izliyordum. Sonunda önümde yaklaştıkça yükselen, karışık sesler duyunca geldiğimi fark etim. Karşımdaki topluluğa baktığımda herkes meraklı ve heyecanlı gözüküyordu. Melezlere kısa bir sürede göz attıktan sonra, ağabeyimin Marc ve Kate ile durduğunu fark ederek yanlarına doğru ilerlemeye başladım. Üçü de spor tarzda giyinmişti ve yorgun oldukları gözlerinden belli oluyordu. Aslında onların yorulmasını hiç istemiyor, aksine mutlu olup eğlenmelerini istiyordum. Ama en az onlar kadar bu görevlerin verdiği yükümlülüğün farkındaydım. Bu öylesine oynanacak bir oyun değildi, ne de olsa kamptaki en özel on iki kişiden biriydik ve bu yarışma için hepimiz elimizden geleni yapıyorduk. Aslında bir tuhaflıkta vardı, Kate, ben, Drake ve Marcus, grup olarak birbirimizi koruyorduk her ne kadar rakip olsak da. Bu bana mutluluk veriyordu çünkü hem finallere bu grupla kalmak isterdim, hem de ben yenilsem bile onların yenmesi beni sevindirirdi. Bu düşünceyle gülümserken birden Drake beni fark ederek gülümsedi ve "Hoş geldin ufaklık." diyerek yanıma geldi. İşte benim ağabeyim... Her durumda gülümseyebiliyordu. "Hoş buldum." dedikten sonra aramızda kısa bir sessizlik oluştu. Etrafıma bakındığımda herkesin sustuğunu ve Kheiron'un geldiğini fark ettim. Anlaşılan görevin başlamasına az kalmış, herkes nefesini tutmuş ve oyun hakkında bir bilgi bekliyordu. Kheiron bize döndüğünde hepimiz ona dikkat kesilmiştik. Birden ilk geldiğim gün aklıma geldi. Sentor yani yarı at olduğunu fark edince inanamamış ve korkmuştum. Ama şimdi, gerçekten de kendimi geliştirmiş ve çok daha değişik canavarlar görmeye başlamıştım. Tabi Kheiron'un da kötü olmadığını anlamıştım. Kheiron hafifçe öksürerek konuşmaya başladığında ben ağzım açık onu dinliyordum. "Merhaba melezler. Bugünkü göreviniz hiç beklemediğiniz bir yerde, yeraltında! Evet, doğru duydunuz. Şimdi hepiniz pegasuslarınıza binip NSÖ Plakçılığa gideceksiniz. Oradan size soru sormadan asansör ve kayık ile yer altına ineceksiniz. Sizi orada Tanrıça Persephone ve Tanrı Hades karşılayacak. Şimdilik size bu kadarını söyleyebilirim. Pegasuslarınız sizi bekliyor, hadi oyunda hepinize başarılar." İşte bu olamazdı, olmamalıydı! En son Hades ile kavgamı hatırlayarak ürperdim. Beni öldürmek istediğini hala unutmamış hatta bu oyunu değerlendireceğini de düşünmüyor değildim. Ne de olsa bu Tanrı Hades'ti ve benim burnumdan getirirdi bu oyunu. Sakinleşmeye çalışarak derin nefes aldım ve melezlerle beraber ahırlara doğru ilerlemeye başladım. Yol boyunca herkes fısır fısır konuşurken ben sessiz kaldım. Aşağıya yani yer altına indiğimde ne yapacağımı düşünüyordum. Umarım beni Persephone alırdı, yoksa Hades'i çekecek durumda değildim. En son kavga edişimizde babamın beni kurtarışı bu sefer olmayabilirdi. Ahırlara geldiğimizi fark ederek düşüncelerimden sıyrılarak gözlerimi ahırın içerisinde dolaştırdım. Pegasusumu kısa sürede bularak yanına doğru ilerledim. Alice’in yanına giderek üzerine bindim ve kulağına doğru "Merhaba kızım, çok özledim seni, en kısa zamanda yanına uğrayacağım ama şimdi görevdeyim ve denileni yapmam gerekiyor, haydi beni NSÖ Plakçılığa götür." dedim ve vereceği tepkiyi bekledim. Ama o sesini çıkartmadan, sadece diğer pegasusları takip ederek uçmaya ve beni NSÖ’ ye doğru götürmeye başladı. Bana bu kadar kızacağını düşünmemiştim ama benimle konuşmamakta da haklıydı. Ne de olsa onu uzun zamandır ihmal ediyordum. Bir süre havada ilerledikten sonra NSÖ Plakçılığa geldik. Pegasusundan indikten sonra ona dönerek "Eğer bu yarışı da geçersem, en kısa zamanda geleceğim yanına Alice." dedim ve arkamı dönerek arkadaşlarımla içeriye doğru ilerlemeye başladım. Ben pegasusumdan uzaklaşırken arkamdan "Sana görevinde başarılar Lia." dediğini duyarak gülümsedim. İşte bana nazı bırakıp konuşmuştu ve çok rahatlamıştım. Pegasusumu çok severdim, en yakın dostum gibiydi ama onun bana böyle davranması tuhaf oluyordu. NSÖ Plakçılıktan içeri girerken iki turdur yaptığım gibi, Baba beni bu seferde beni koru lütfen, yoksa kızını ölü olarak bulabilirsin dedim.

İçeri girdiğimizde ruhlar bize gözlerini dikmiş bakıyor, biz ise ne yapacağımızı bilmediğimiz bir şekilde etrafa bakınıyorduk. Kheiron bizi kamptan yalnız yollamış, eşlik etmek yerine bizi orada beklemeyi tercih etmişti. Buna saygı duyuyordum, ne de olsa görevimizin ne zaman biteceği hakkında bir fikrim yoktu. NSÖ Plakçılıkta kimse sesini çıkarmayınca Charon'u en iyi benim tanıdığımı düşünerek Charon'un yanına doğru ilerlemeye başladım. Arkamdan ağabeyim Drake'nin geldiğinin farkındaydım ama yine de durmadım. Charon beni görünce siyah gözlüğünün üstünden gülümsedi ve "Hoş geldiniz melezler, buyurun." diyerek asansöre doğru yolu gösterdi. Asansöre bindiğimde Charon'un yüzündeki gülümsemenin hayra alamet olmadığını ve bunun altında neler yattığını düşünüyordum. Gerçi konu Tanrı Hades olunca ondan her şey beklenirdi. Asansör oldukça küçük, arkadaşlarım ile de bu yüzden iç içe girmiş durumdaydık. Asansörden indiğimizde rahatlayarak derin nefes aldım ama birden etrafın karanlığını görerek buranın çok rahat olmadığını fark ettim. Kayık ile Styks Nehri'nden karşıya geçerken etrafa göz atıyordum. Nehir aynı hatırladığım gibi çok kirli, etrafta simsiyahtı. Bitkilerin bile bu kadar az olması tuhaftı, daha önce daha çok olduklarını hatırlıyordum. Ben bunları düşünerek etrafa bakınırken birden karşı tarafta Tanrı Hades ile Tanrıça Persephone'yi görerek her şeyi unuttum. Tanrıça Persephone çok güzel ve çekici bir tanrıçaydı. Kıvrımları, dolgun dudakları, esmer teni, uzun kahverengi saçları ve koyu kahverengi gözleriyle çok güzel bir uyum içindeydi. Üzerine giydiği uzun krem rengindeki elbise her yere ışık saçıyor ve tanrıça olduğunu belli ediyordu. Tanrıça Persephone'nin hafifçe gülümsediğini görerek bende ona gülümsedim. Ardından yan tarafına baktığımda karşımda biricik (!) amcam Tanrı Hades'i gördüğüm gibi irkilmem bir oldu. Hades ile tüm melezler neredeyse anlaşamazdı ama Hades bana neredeyse herkesten daha çok sinir oluyordu. Bunun nedeni onunla yaptığım savaşlarda kazanmış olmam, geldiğim günden beri sürekli kampı koruyor olmam ve onunla laf dalaşına girmem böyle olmasının sebeplerinden sadece birkaçıydı. Kayığın kuma vurmasıyla kendime geldim ve ağabeyimin yardımıyla kayıktan inerek arkadaşlarımın yanındaki yerimi aldım. Tanrıça Persephone konuşmayı üstlenerek "Hoş geldiniz melezler. Bugün sizi zor bir görev bekliyor. Göreviniz aslında basit gibi gözükse de gerçekten zor. Bugün uzun bir halat'a tutunarak Tartarus'tan aşağıya sarkıtılacaksınız, bu kadar. Ama unutmayın, ellerinizi bıraktığınız an kendinizi Tartarus'ta ölü bulursunuz." Tanrıça Persephone'nin konuşması üzerine tüylerim diken diken olmuştu. Tartarus'a atacaklardı resmen bizi. Bunu duyduğuma inanamıyordum bile. Tanrılar nasıl bu kadar acımasız olabilirdi ki? Arkadaşlarıma baktığımda hepsi şok olmuş şekilde bakıyorlardı Tanrıça Persephone'ye. Gözlerim Tanrı Hades'e kaydığındıysa resmen bize bakıp güldüğünü fark ederek sinirlerim gerildi. Onun bizimle dalga geçmesine inanamıyordum. Derin nefes alarak sakinleşmeye çalıştım. Hades'e laf atarsam resmen ölümümü kendi elimle hazırlamış olurdum. Biraz daha sakinleştiğim an Hades'in beni fark ettiğini anladım ve içimden ona kızdım. Ah, neden hep benim başımı belaya sokmak ya da moralimi bozmak zorundaydı ki? "Haydi melezler, beni takip edin." dediğinde Tanrıça Persephone'ye baktım ve onunla beraber ilerlemeye başladım. İçimde kötü bir his vardı, sanki kötü bir şeyler olacaktı. Ama ben kendime güveniyordum, bununda üstesinden gelebilirdim değil mi? Ellerimle gözlerimi ovalayarak kendime gelmeye çalıştım ve zihnimi rahat bırakarak etrafa bakınmaya başladım. Burası yine aynı hatırladığım gibiydi, hiçbir değişiklik yoktu. Zaten olmasını da bekleyemezdik değil mi? Cerberus'un havlamasıyla yerimden sıçrayarak düşüncelerimden sıyrıldım. Köpeği tamamen unutmuştum ben. Ama yanımızda Hades ve Persephone olduğu için sadece bir kere havlamakla yetinmişti. Bunun için sevinmiştim doğrusu, ondan kaçıp buraya gelmek, yeterince zordu. Bir de görevimiz vardı ki, o beni gerçekten de şoka uğratan en zorlu görevlerden biriydi. Bu görevi nasıl geçecektim hiçbir fikrim yoktu. Sadece farkında olduğum şey içimde korku yoktu, nedenini anlamasam da. Mağaranın önüne geldiğimizde Kate'ye çarparak duraksadım. Durduğumuzun bile farkında değildim ona çarpana kadar. Sessizce dudaklarımı kıpırdatarak Özür dilerim, dedim Kate'e. Kate başını salladığında tekrar Persephone'ye döndüm ve dediklerini dinlemeye başladım.

"Melezler buradan sonra Tanrı Hades sizi içeri Tartarus'a götürecek ve tek başınıza orada duracaksınız. Diğerleriniz burada bekleyecek." dedi ve hepimizin anlayıp anlamadığına bakmak için hepimiz üzerinde gözlerini dolaştırdı. Sonunda Tanrı Hades'e dönerek sözü onu bıraktığını belli etti. Merak, öfke ve korkuyla Tanrı Hades'e döndüm. Beni sevmediğini biliyordum ve onu bende sevmiyordum. Bu yüzden ona bakmayı bile istemiyordum. Yine de bakmak zorundaydım işte. Tanrı Hades üzerindeki siyah kıyafetini çekiştirerek düzeltti ve hafifçe öksürerek "Benimle ilk gelecek kişi, Poseidon kızı Cornelia Fackrell." dedi. Herkes dehşet ile bir bana bir Hades'e bakarken ben ise sadece Hades'e bakıyordum. Gözlerimden kin, öfke ve nefret okunduğunun farkındaydım. Hades'in de bana bakışları farksız sayılmazdı aslında. Bunun olacağını biliyordum ve ilk giden olmanın verdiği huzursuzlukla kıpırdandım. İç çekerek "Peki." dedim ve mağlarının içine doğru ilerlemeye başladık. Son kez arkama baktığımda, Drake'nin, Kate'nin, Eduard'ın ve Marcus'un dehşet içinde baktıklarını fark ettim. Yine de onlara dönüp son kez sarılma şansını bile bulamadım. Mağaranın içinde ilerlerken içimdeki his giderek kötüleşiyor, korku artıyor ve sıkıntı basıyordu. Hades'in elindeki meşale ile aydınlanmış olan mağaranın duvarları eski çağdan kalma, taş üzerine yazılan yazılarla kaplanmıştı. Eh, Hades'ten de başka ne beklenirdi ki? "E yeğenim (!) görüşmeyeli nasılsın?" demesiyle irkilerek Hades'e döndüm. Gerçektende benimle dalga geçer gibi konuşuyordu ve bu sinirlerimi bozsa da bunun hesabını sonra sormaya karar vererek, sadece "İyiyim amcacım (!) sen nasılsın?" dedim. Verdiği cevap sadece kötü bir gülüş atmak olmuştu ve bende bundan başka cevap duymayı beklemiyordum açıkçası. Bir süre sonra önümde gördüğüm boşluk ve mekanizma ile yolun sonuna geldiğimi fark ettim. Çukur düşündüğümden de geniş, derin ve korkutucuydu. Tüylerim diken diken olmuş ve titriyor durumdaydım. Hades'in gülüşünü duyunca kızgınlıkla kendime gelerek ona dik dik bakarak kendimden emin bir sesle "Haydi, görevim bir an önce başlasın." dedim. Sesimin nasıl bu kadar yüksek çıktığını ya da nasıl kendimden emin olduğuma şaşırıyordum. Yine de ben Poseidon'un kızıydım, kendimden her zamanki gibi emindim ve bu görevi de tamamlayabilirdim. Hades'in uzattığı halatı ellerimle tutarak Hades'ten gelecek işareti bekledim. Yaklaşık bir dakika sonra Hades'in "Ölümün olacak çukura atla bakalım." demesiyle halatı sıkıca koştum ve Hades'in deyimiyle ölümüm olacak olan çukura atladım. Çukura atladığımda hissettiğim o heyecan, adrenalin ve korku çok değişikti. Hele dibi bile görünmeyen çukurun üzerinde durmak gerçektende çok tuhaftı. Eğer amcamın dediği gibi bu çukur benim ölümüm olmazsa bir daha buraya uğramayı düşünmüyordum bile. Zaman ilerledikçe halat yavaş yavaş elimden kayıyor, düşecekmişim gibi oluyordum. Yine de bu oyunu kaybetmemek için, ölmemek için halata daha da sıkı sarıldım. Sessizlik giderek artıyor ve beni korkutmaya başlıyordu. O sırada "Oğlumun kızı... Merhaba Cornelia, haydi aşağı gel!" diyerek gülmesiyle halata daha da yapıştım. Bu ses kimden geliyordu acaba? Korkuyla tutulmuş olan ağzımdan hiçbir ses çıkmayınca yine aynı ses konuştu. "Tanıyamadım mı beni? Ben büyük baban Kronos." diyerek gülmesi Tartarus'u sarsarken bayılmamak için kendimi zor tutuyordum. Ben nasıl olur da Kronos'un ruhunun Tartarus'ta olduğunu unuturdum? Kendime inanamayarak başımı birkaç kere sağa sola sallayarak kendime gelmeye çalıştım. Korkuyordum ama kendimde "Kapa çeneni!" deme cesaretini bulabildim. Sanırım Tanrı Hades yani amcam haklıydı, bu sefer ölümüm olacaktı ve o da rahat edecekti. Derin derin nefesler alırken başımın dönmesine engel olmaya çalışıyor, bir yandan da içimi bunaltan havadan kurtulmaya çalışıyordum. En son Kronos'tan duyduğum sesi anlamasam da kendimden geçtiğimin farkındaydım. Kulaklarımda "Peki, şimdi görürsün!" diyen kızgın sesi yankılandı.

Kendime geldiğimde hala halatta tutunuyordum ve içimde korkudan eser kalmamıştı. Hiç beklemediğim bir anda kardeşim Rose'nin sesini duymaya başladım. "Lia! Neredesin? Beni duyuyor musun?" Duyduklarıma inanamıyordum, Rose'nin ağlamaklı gelen sesi giderek yaklaşıyordu. Heyecanım, korkum ve stresim bir araya karışmıştı ve ne hissettiğimi bile şu an anlayamıyordum. Bir süre sonra "Lia!" diye bağıran kardeşimi tepemde, çukurun başında buldum. Onun burada ne işi vardı ki? Buna anlam veremesem de geldiğine o kadar çok sevinmiştim ki hala inanamıyordum. Birden Rose gözlerindeki yaşları silerek "Merak etme kardeşim, seni oradan kurtaracağım!" dedi ve halatı çekmeye başladı. Ama bir sorun vardı ki, o halatı çektikçe yukarı kalkmak yerine, daha çok aşağıya iniyordum. Ardından sesim çıktığı kadar bağırarak "Kardeşim, yapma bırak, daha çok aşağı iniyorum!" diyerek onu durdurdum. Rose tekrar kıyıya geldiğinde gözleri yaşlarla dolmuştu. Onu öyle görmek canımı yakmıştı ve bende kendime engel olamayarak ağlamaya başladım. Gözlerimden yaş aktıkça ben aşağı kayıyor ve dipsiz çukura yakaşıyordum. Halatı daha da sıkı tutarak Rose'ye baktım. "Kardeşim sen beni bırak git, ben dayanırım Tanrıça Persephone gelene kadar." diyerek ona baktım. Kardeşim hala ağlıyordu ama yüzünde yavaşça değişimler söz konusuydu. "Gerçekten yapabilir misin bunu kardeşim?" diye sorduğunda gülümsedim. Evet, benim yapabileceğime o da inanıyordu. Kardeşime cesaret vermeye çalışarak "Tabi ki kardeşim, güçlüyüm ben unuttun mu?" dedim ve gülümsedim. Şimdi gerçektende yapabileceğime daha çok inanıyordum. Kardeşim "Pekala o zaman ben seni dışarda bekliyorum." diyerek kalktığı anda hiç beklemediğim bir şey oldu. Acıyla haykırarak Rose'nin ayağının takılışını ve yanımdan geçerek Tartarus'a düşüşünü izledim. Buna inanamıyordum, kardeşim bu çukura düşmüştü ve ben engel olamamıştım. Kendime duyduğum öfkeyle elimi bıraktım ve kendimi kocaman bir boşlukta hissettim. Bu boşluk hem acı verici, üzücü ve hiç kimsenin tadamayacağı türden bir histi. Kardeşimin ölmesiyle kendimi de ölüme atmış, amcamı isteğine sonunda ulaştırmıştım. Gözlerim boşlukta aşağı düşerken hızla kapanmış, sadece yere düşmemi ve o acıyı hissediyordum. Gözlerimi korkarak açtığımda öldüğümü düşünüyordum ve üzgün değildim. Ama etrafıma bakındığımda ölülerin etrafımda dolandığını ve kardeşim Rose'nin acı ile haykırdığını fark ettim. Hemen yanına koştuğumda vücudumdaki acıyı hissetmemeye çalışıyor ve hala ayakta olabildiğim için kendimi şanslı görüyordum. Hele de kardeşimin yaşadığını bilmek paha biçilemezdi. Kardeşimin yanına gittiğimde onu kollarıma aldım ve dudaklarından duyduğum kelime ile resmen kalbim durdu. "Ben ölüyorum kardeşim, ama sen kendine iyi bak, çok seviyorum seni." Bunun üzerine hüngür hüngür ağlamaya başladım. Bir yandan titriyor, bir yandan da kendim ölmek için dua ediyordum. Ben kardeşim olmadan ne yapacaktım şimdi?

Birden duyduğum kahkaha sesiyle bilincim yerine geldi. Uzun süreden sonra ellerimin uyuştuğunu ve yukarı çekildiğimi fark ettim. Ne olduğunu anlamak için etrafıma bakındığımda hala ipte olduğumu, kardeşimin hiç gelmemiş ve ölmemiş olduğunu görerek sevinçle bağırdım. Ardından Kronos'un gülme sesinin artmasıyla aşağı çukura bakarak bağırdım. "Seninle emin ol bir gün görüşeceğiz Kronos!" Bu gördüğüm hayali, bana gösteren kişininde o olduğunu düşünüyordum ve bu beni hem sinirlendiriyor, hem de sevindiriyordu. En azından şu vardı ki, kardeşim hayattaydı ve anlamıştım ki ben kardeşimsiz olamazdım. Halat yukarı çekilirken son kez Tanrıça Persephone'ye baktım. Bana gülümsüyor ve beni dayanabildiğim için tebrik ediyordu. En azından gözlerinden bunu anlıyordum.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Athena
Admin/Tanrıça/Kamp Müdiresi
Admin/Tanrıça/Kamp Müdiresi
Athena


Mesaj Sayısı : 5210
Kayıt tarihi : 16/08/10

Korkular / Halat Empty
MesajKonu: Geri: Korkular / Halat   Korkular / Halat Icon_minitimePerş. Mayıs 19, 2011 10:10 am

Hatalı cümlelere ve ilk iki turdaki yazım hatalarına sahip bir rol oyunuydu. Kurgunun 'halat' kısmına oldukça az bir bölüm ayırmışsın, oysa sizden istenen orada okuyucuyu sıkmadan neler yapabileceğinizi göstermenizdi. Hayal kurgusu iyi, genel olarak düşünüldüğünde anlatım ilk iki tur rp'lerine göre biraz daha zayıftı.

Puanın; 80!
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://olimpos.my-rpg.com
 
Korkular / Halat
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» Bölüm 3: Halat
» Tartarus / Halat
» Bilinmeyen Varlıklar / Halat
» Tartarus'un Derinliklerinde / Halat
» Anıların İçinde / Halat

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Olimpos Rpg :: Etkinlikler :: Tanrıların Oyunu :: Etap # 1-
Buraya geçin: