Olimpos Rpg
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Olimpos Rpg

Percy Jackson ve Olimposlular ile Olimpos Kahramanları serilerinden esinlenilerek oluşturulmuş, zirvedeki rpg forum sitesi.
 
AnasayfaLatest imagesKayıt OlGiriş yap

 

 Ölüm'den Hayat Dersi / Halat

Aşağa gitmek 
2 posters
YazarMesaj
Drake Tyrell Stanislaus
Zeus'un Çocuğu
Zeus'un Çocuğu
Drake Tyrell Stanislaus


Mesaj Sayısı : 1178
Kayıt tarihi : 15/04/11

Ölüm'den Hayat Dersi / Halat Empty
MesajKonu: Ölüm'den Hayat Dersi / Halat   Ölüm'den Hayat Dersi / Halat Icon_minitimeSalı Mayıs 17, 2011 7:17 am

"Drake, kalk artık!" dedi Adyali, ardından da "Kheiron az önce gelip Tanrılar Oyunu'nun üçüncü turu için hazırlanman gerektiğini söyledi. diye ekledi. İşte bu sözler, Drake'in çarpılmışçasına yatağından fırlamasına neden oldu. Aceleyle üstünü giyinip saçını düzeltti genç kahraman, kahvaltı yapma işini sonraya bırakma kararı verdi. Oldukça açtı lakin bununla başa çıkabileceğini düşünüyordu. Önemli olan şey, üçüncü oyuna geç kalmamaktı. İlk iki oyunu bin bir zorlukla da olsa geçmeyi başarmıştı ama henüz çilesinin tamamen sona ermesine çok vardı. Aslına bakılırsa, uzun zaman bu çileyi çekmeye razıydı, tek istediği son tura kadar yarışmacılar arasında kalabilmekti. Fazlasıyla hırs yapmıştı, babası Jüpiter'in yüceliğini herkese kanıtlamak konusunda iddialıydı. Kardeşi Marcus son oyunda çok sarsılmıştı ve Drake onun için fazlasıyla endişeleniyordu. Konu Marcus olduğunda, bu yarışmanın da başka hiçbir şeyin de bir önemi yoktu. Yalnızca kardeşinin yüzünün gülmesini istiyordu, bunu da Jüpiter kulübesinin mutlak galibiyetiyle başarabileceğinin bilincindeydi. Adyali'den Kheiron'un yarışmacıları kamp meydanında beklediğini öğrenmişti. Bu oldukça tuhaftı; orada yapabilecekleri herhangi bir karşılaşma olduğunu sanmıyordu. Belki de yine kampın dışında bir yere gidebilirlerdi, o nedenle yanına ihtiyaç duyabileceğini düşündüğü her şeyini almalıydı. Elbette bunu yaparken fazla aşırıya kaçmaması gerektiğini biliyordu, zor da olsa saç jölesini kulübesinde bırakmayı başarabildi ve bunun büyük bir cesaret örneği olduğunu düşündü. Kulübesinin kapısından dışarı adımını attığında, gözüne ilk takılan yerde açmaya başlamış çiçekler oldu. Gülümsedi Drake, bahar gelişini her yerde çekinmeden mutlulukla haykırıyordu. Güneş ufukta her zamanki gibi parlamaktaydı, bulutlar onun saçtığı sarı ışığı benliklerinin mavisiyle karşılamış, etrafa güzel bir renk şöleni yaşatmaktaydı. Böyle güzel bir günde, tanrıların eğlencesi için hayatını tehlikeye atmaktansa kız arkadaşı Katherine ile oturup sahilin keyfini çıkarmayı yeğlerdi. Ne yazık ki hayatta her zaman her istediğini elde edemeyeceğini öğrenecek kadar büyümüştü. Tam meydandaki açıklık alana doğru yürümeye başlayacağı sırasında aklına gelen bir şey üzerine durup tekrar kulübeye döndü ve eşiğinden içeri kafasını uzatıp "Kuş kafesini temizlemeyi unutma Adya!" diye bağırdı. Uzun bir süre planını hayata geçirmeyi aklına koyduktan sonra, en sonunda kendine bir kafes almıştı. Kartal olarak yaşamak nedense ona huzur veriyordu.

Kamp meydanına vardığında, hala birkaç yarışmacının aralarında olmadığını fark ederek mutlu oldu. Sona kalmak her zaman için onun korkulu rüyası olmuştu. Drake kendini bildi bileli ortacı biriydi, asla ilk olmayı istemez ama sonlarda bulunmaya da dayanamazdı. Onun dışındaki on bir adayın hepsi meydanda bir araya geldikten sonra, Kheiron sözlerine başladı ve Drake'in ona dikkat kesilmesini sağladı. Öğrendiği üzere yarışmayı Ölüler Tanrısı Hades ve onun eşi Bahar Tanrıçası Persephone hazırlayacaktı. Bu durum Drake'in pek de hoşuna gitmemişti, o yerin dibinde yaşayan ikiliyle ne iyi ne de kötü bir geçmişi vardı fakat yine de mitlerden ve birtakım efsanelerden, Hades'in oldukça korkutucu biri olduğunu iyi biliyordu. Şimdi büyük ihtimalle onunla yüzleşmesi gerekecekti. Sıkıntıyla oraya nasıl götürülebileceklerini düşündüğü sırada Kheiron tüm kahramanlara avuçlarını açmalarını işaret etti ve herkesin avcunun içine iri iki inci bıraktı. Drake incilerin güzelliğine hayran kaldığından, işlevlerini diğerlerinden daha geç öğrendi. Bu sihirli inciler sayesinde yeraltına gidebilecek, işi bittiğinde de oradan ayrılma imkanı bulacaktı. Gülümseyerek incilerin birini pantolonunun cebine attı, diğeriniyse gruptaki diğer kişiler gibi ayağının önüne, yere bıraktı. Vuran güneş incinin ardında bir gölgenin oluşmasını sağlamıştı, Drake bu görüntüyü nadiren rastlanan uçan yıldızlara benzetmişti. Herkesle eş zamanlı olarak o da kendi incisinin üzerine bastı. O sırada aklındaki tek düşünce, nasıl bir yer olduğunu bilmediği yeraltının neye benzeyebileceğini tahmin etmekti. Neyse ki korkunç ıstırap verici bir yolculuğun ardından kendini gerçekten de korkunç bir mimariye sahip bir odada buldu. Oda, içinde bulunduğu mekan için oldukça küçümseyici bir kelimeydi. Bir krala yakışacak büyüklükte bir yerdeydi, İngiltere Kraliyeti zamanındaki kabul salonlarını andıran oda, kesinlikle onda kaçma hissi uyandıracak cinstendi. Duvarlarda asılı olan çeşit çeşit tablonun hepsi korkunç ve acıklı ölüm sahnelerini resmediyordu. İnsanların suratlarındaki yılgınlık ve acı ifadesi, boyalara rahatlıkla yansıtılmıştı. Drake karşısındakiler yalnızca resim olduğu için fazla kasılmamış olsa da, Ölüler Tanrısı'nın Krallığı'nda olduğu gerçeğini her geçen saniye biraz daha fazla kabulleniyordu. Duvarları incelemeyi bıraktıktan sonra kaçışının olmadığını anlayarak bakışlarını karşısında dikilmekte olan heybetli üç tahta ve onların sahiplerine çevirdi. En ihtişamlı tahtın sahibi elbette amcası Hades'ti. Oldukça sinirli ve katı görünüyordu, büyük ihtimalle normal bir insan olsa Hades, Drake'in melez olduğunu öğrenmeden önce derslerine girdiği biyoloji öğretmeni gibi korkutucu ve asık suratlı olurdu. Drake bir süre ne yapması gerektiğini bilemeden öylece heybetli Tanrı'ya bakakaldıktan sonra Hades'in önünde kibarca eğildi. Ardından, bakışlarını Hades'in tahtının hemen yanına yerleştirilmiş olan bir diğer tahtın sahibine çevirdi. Saçına takmış olduğu çiçek tacı ve değişik çiçeklerle süslü olan elbisesi, Tanrıça'nın isminin Persephone olduğunu net bir şekilde ortaya koyuyordu. Persephone ile Hades'in tahtlarının arasındaki minik boşluğa, onların arkasında kalacak şekilde üçüncü bir taht yerleştirilmişti. Drake o tahtta oturan kişiyi birkaç gün önce oynadığı oyun nedeniyle, epeyce iyi tanıyordu. "Bu çocuk benim oyunumu başarıyla geçmişti." dedi Hasat Tanrıçası Demeter, sanki Hades ve Persephone'ye Drake'i övme çabasındaydı. Bir süre bunun nedeninin ne olabileceğini düşündükten sonra aklına dank etti Drake'in. Hades bir şekilde oyununda hile yapacak, Jüpiter'in çocuklarından biri yarışmayı kazanmasın diye kendi oyununda onların hakkını yiyecekti. Demeter ise bu durumdan rahatsızdı ve bunun olmasını engellemeye çalışıyordu. Tüm kanın beynine sıçradığını ve suratının kıpkırmızı olduğunu hissediyordu. Acilen aklını çalıştırıp bir çözüm yolu bulmazsa Hades'in hilelerinden birine kurban gidecekti. İşin kötüsü, yeraltında oynayacağı oyun esnasında ölürse, kimsenin onun başına gerçekten ne geldiğini hiçbir zaman öğrenmeyecek olmasıydı.

Seslice birkaç kez art arda öksürdükten sonra "Merhaba Tanrı Hades! Eminim şu anda mutluluğu doruğunda yaşıyorsunuzdur." dedi. Sesindeki sahte coşku onu bile etkileyebilecek kadar gerçekçiydi. Drake'in sözlerine bir anlam veremeyen Ölüler Tanrısı, "Neden mutlu olacakmışım?" diye sordu. Asabi ses tonunun arasına perdelenmiş olan merak, güçlü Tanrı'nın Drake'in oyununa düştüğüne işaretti. Tüm cesaretini topladıktan sonra "Neden olacak, elbette birkaç gün önce evlendirdiğiniz oğlunuz için! Babam bir Poseidon kızı ile Hades oğlunun evlenmesini sakıncalı bulup iki melezi de ortadan kaldırmaya karar verdiğinde onu bu işten vazgeçirenler ben ve kardeşim Marcus olmuştuk. Eh, şu anda mutlu mesut yaşıyorlar ve eminim hala hayatta olmaları sizi mutlu ediyordur." cevabını verdi. Ölüler ve Yeraltı Tanrısı'nın suratına yerleşen kararsız ifade, ömrü boyunca Drake'in belleğinden silinmeyecekti. Bazen gerçekten de kendisini korkutacak derecede akıllı ve sinsi olabiliyordu. Mitolojide o yönüne pek değinilmese de, Hades aynı zamanda hakkın ve eşitliğin de tanrısıydı. Ölen kişi aşık olduğu kadın olsa dahi, elinde imkan bulunmasına rağmen onu diriltmezdi. Yaşarken kötülük yapmış olan insanları Ceza Tarlaları'na, işkence çekmeye gönderirdi. Asla hiçbirine acımaz, gözlerinin yaşına bakmazdı. Biri gerçekten iyiliklerle dolu bir hayat sürmüşse de, Ölüler Tanrısı tarafından ödüllendirilir, Eliysium'a gönderilirdi. Hades, Ölüler Tanrısı olduğundan bu yana binlerce insanın öldükten sonraki hayatının kaderini oluşturmuş ve bu yaşına kadar hiçbir zaman hile yapmamış, hep eşitliğin yanında olmuştu. Drake, oğlunun hayatını kurtardığı için ödül olarak öldürülmeyeceğini biliyordu. Bir başka tabirle, balık yemi yutmuştu. Arada kardeşi Marcus'u da kaynattığı için mutluydu. Büyük ihtimalle tanrıların aynı anda birçok forma sahip olabilmesi sayesinde, Drake'in bulunduğu oda dışında başka yerlerde de başka melezler yine Hades'in bir başka formu tarafından karşılanmaktaydı. Belki de bu oyunda yine zamandan ve mekandan soyutlanıp benlikleriyle kalmışlardı ama bu durum onlara söylenmemişti. Kamptan aynı anda ayrıldığı arkadaşlarının şu anda nerede ne yapıyor olduklarını çok merak ediyordu. Düşünceleri, karşısında oturmakta olan Hades'in fazlasıyla sesli kahkahası ile bölündü. Gülmesi bittikten sonra "Aferin Zeus oğlu. Aklın seni benden gelecek kötü bir sondan kurtardı. Umarım bu çaban boşa gitmez ve Persephone ile hazırladığımız oyundan sağ çıkarak kampına dönmeyi başarırsın." dedi tanrı. Hades'in dürüstlüğü Drake'i neredeyse duygulandıracaktı. Birden kendini belki de her tanrıdan daha çok, ona yakın hissetti. Benziyorlardı aslında Ölülerin Tanrısı ile. Her düşündüğünde bir benzerliklerini daha buluyordu. Belki de buraya gelene kadar Hades'ten korkmuş olması saçmaydı. Yine de tamamen emin olması gerekiyordu. "Teşekkürler Tanrı Hades. Yalnız, efsanelerin bana öğrettiği kadarıyla verilen sözlerin Styks Irmağı'na adanan yeminlerle mühürlenmesi adettendir." dedi. Kendi cesaretine hayran kalmış vaziyette doğrudan Hades'in korku saçan yüzüne, gözlerinin içine baktı. O siyah dipsiz çukurlar sinirlenmemiş, aksine Drake'in sözlerinden hoşnut olmuş gibiydi. Hafifçe gülümsedi Hades, Drake onun şu anda kendisine takdirle baktığını bile söyleyebilirdi. "Styks Nehri üzerine yemin ederim ki kendi hazırladığım oyunda karşımda duran Zeus oğlunun kaybetmesi için hile yapmayacağım." dedi tanrı. Sözleri üzerine odada oluşan ve saçlarını havalandıran kuvvetli esinti, Drake'e bu yemin işinin şaka olmadığını kanıtlamak istiyor gibiydi. Tanrı'nın sözleri üzerine başını hafifçe önüne doğru eğerek ona olan saygısını belirtti. Şimdi, sıra oynayacağı oyun hakkında bilgi almaya gelmişti. Drake'in düşüncesi, yeraltında kaybolmuş bir eşyayı bulmasının isteneceği veya klasik bir şekilde buradan çıkmasının söyleneceği yönündeydi. İki oyun da onun için çocuk oyuncağıydı. Hades yanındaki tahtta oturan Persephone'ye dönerek "Hayatım, istersen artık annenin sevgili melezine oyunumuzu anlat." dedi. Pekala, Drake bu Tanrılar Oyunu boyunca daha neler duyacaktı? Şimdi de Hasat Tanrıçası'nın sevgili melezi olmuştu. Eh, artık bir bahçeden çiçek koparmadan önce iki kere düşünse iyi olacaktı. Sevgili Tanrıçası'nın güvenini boşa çıkarmak istemezdi.

Kocasına dönüp gülümseyerek "Elbette, hayatım." dedikten sonra şefkatli bakışlarını Drake'e çevirdi Persephone. Tanrıça'nın suratındaki karamsar ifade Drake'e işinin belki de hayal ettiği kadar kolay olmayacağının sinyallerini veriyordu. Korkuyla yutkundu ve anlatılanları dinlemeye başladı.

"Bu oyunda senin dayanıklılığını biraz zorlayacağız genç melez. Daha önce hiç Tartarus'a gittin mi? Cevabın 'hayır' olduğunu biliyorum. Yine de duyduklarından oranın nasıl bir yer olduğunu çıkarabilirsin sanıyorum. Bir halata tutunarak dipsiz çukurdan aşağı sarkıtılacaksın."

Drake aklındaki tüm düşüncelerin allak bullak olduğunu hissedebiliyordu. Tartarus... En kötü kabusundan bile daha kötüydü bu! Acilen bir şeyler yapması, kaçması, buradan uzaklaşması gerekiyordu. Lanet olasıca oyuna seçilmiş olması başlı başına babasından kaynaklı bir hataydı zaten. O, Tartarus'tan aşağı sarkıtılmamalıydı. Drake buna dayanamazdı. Kampa dönmek, kulübesine gitmek, odasına girip kapıyı kilitlemek ve yatıp uyumak istiyordu. Şu anda bu anı gerçekten yaşamıyor, yalnızca hayal görüyor olmayı defalarca diledi ama tüm çabalarının nafile olduğunun farkındaydı. Önündeki üç tahttan geriye doğru adımlar atarak uzaklaşmaya başladı. Bir yandan da kafasını şiddetle iki yanına doğru sallıyordu. "Ha-hayır... Ben... Ü-üzgünüm a-ama bunu yapamam." dedi telaşla. Eli istem dışı olarak pantolonunun cebindeki inciye gitmişti. Şimdi derhal onu kullanarak buradan kurtulabilir ve sonra da odasına gider, güzel ve tasasız bir uyku çekerdi. Gerilerken farkında olmadan şöminenin kenarına takılarak yere yığıldı ve sol ayak bileğinin acısıyla inledi. Karşısındaki üç ilahi gücün ifadeleri oldukça ilgisizdi. Bir süre çabaladıktan sonra ayağa kalkmayı başarabildi. Ne yazık ki bu dikkatsizliğini burkuk bir bilek ile ödemişti. Suratını acıyla kırıştırdıktan sonra "Ben ne yapıyorum?" diye sordu. Az önce tam bir korkak tavuk gibi davranmıştı ve düşüş onun aklını başına getirmişti. İşte, belki de bu oyundaki tuzaklardan biri buydu. Oyun saçacağı korkuyla daha başlamadan önce birkaç yarışmacıyı eleyebilirdi. Az kalsın Drake de o şanssız yarışmacılardan olacaktı. Gözlerini kapatıp birkaç saniye boyunca ayağındaki acıyı unutup içinde bulunduğu ana odaklanmaya çalıştıktan sonra korkusuzca önünde duran tanrıçalarla tanrıya baktı. Bunu dediğine birkaç dakika sonra pişman olacağını bilse de ağzından döküldü sözcükler yiğitçe; "Hazırım."

...

Ellerindeki narin derilerin sert halata temas ettiği her an biraz daha soyulduğunu biliyordu. Çaresizce hangisinin daha kötü olduğuna karar vermeye çalıştı; ayak bileğindeki sızının mı ellerindeki yanmanın mı?.. Bazen bazı soruların cevapları yoktu, bu da o tarz bir karşılaştırmaydı. Drake ikisinin de birbirinden beter olduğuna karar kılmıştı. Tabii içinde bulunduğu ortamın Tartarus olduğu hesaba katıldığında, ellerindeki ve ayak bileğindeki acılar pek fazla önem arz etmiyordu. Bir anlıktı işte, elleri halattan kaydığı anda dipsiz çukurda düşüşe geçecek, canlı olarak sürdürdüğü hayatına veda edecekti. "Canlı olarak sürdürdüğüm hayatım!" dedi ve kahkaha attı. Sonuçta öldükten sonra da bir şekilde yaşamını sürdürüyordu. "Bu oyun sona ermeden önce hayatımı ölü olarak yaşamaya başlamam umarım." diye mırıldandı. Sesinin çukurda yapmış olduğu yankı irkilmesine yol açtı. Gözlerini devirdikten sonra "Ben nereden düştüm bu çukura!" diye yakındı ve sözlerinin komikliği üzerine tekrar kahkaha attı. Dakikalardır böyle gidiyordu işte, tüm vücudu stresle kasılmıştı, mantıklı düşünemiyor ve durumun ciddiyetini kavrayamıyor, daha doğrusu kavramaktan kaçınıyordu. Daha ne kadar dayanabileceği hakkında en ufak bir fikri dahi yoktu ancak ömrünün çok uzun olmadığı görüşündeydi. Normalde hayatının bir film şeridi gibi gözlerinin önünden geçmesi gerekirdi ama o sadece aynı karanlık boşlukta bir halata tutunmuş vaziyette sallanıp duruyordu. Belki yanına bir el feneri almış ve onu bir şekilde buraya sokmayı başarmış olsa, şu anda ömrünün son dakikalarını yaşayan daha mutlu bir insan olabilirdi. "Saç jölem de kulübemde kaldı zaten. Ben ölünce kesin Leo çöker ona." dedi. Sözleri üzerine bir süre güldükten sonra, hayalinde canlandırdığı jöleli saçlı Leo, onu kendine getirdi. Ölemezdi. Drake yaşamaya devam etmeliydi çünkü ona ihtiyacı olan kardeşleri, arkadaşları vardı. Engel olmaya çalışsa da her geçen dakika biraz daha aşağı kayıyordu. Halata tırmanma sporunda hiçbir zaman başarılı olamamıştı ve şimdi de pek iyi gittiği söylenemezdi. Halatın uzun olduğunu biliyordu ama sonsuza kadar uzanacak da değildi. Kaymaya devam ederse, her şey için çok geç kalmış olabilirdi. Aklında, korkunç bir sahne canlandı. Drake'in mezarının başında ağlayan Katherine... Bunun olmasına izin veremezdi. Hayata sımsıkı tutunmalı, asla pes etmemeliydi. Bunu arkadaşlarına ve kudretli babasına borçluydu. Hızlıca bir durum değerlendirmesi yaptı. "Bir bakalım nelerimiz varmış... Birkaç dakika sonra iş göremeyecek hale gelecek eller, biri burkulmuş iki ayak ve sanki dipsiz bir çukurda değilmişim gibi tasasızca işlevini yerine getirmeye devam eden bir çene." dedi. Hala işin geyiğinde olduğu için içten içe kendini azarladıktan sonra, önce kayıp düşme riskinden kurtulmasının iyi olacağına karar verdi. İki ayağını da yanındaki kayalıklara dayayarak yukarıya doğru birkaç adım attı ve ipi belinin hizasına yükseltti. Çevik bir hareketle kendi etrafında dönerek onu beline dolamayı başardı. Birkaç adım daha yukarı çıktıktan sonra, tüm gücünü kullanarak onu sıkıca bağlayabilmeyi başardı. Üzerindeki beyaz tişörtün kırmızı lekeler kazanmış olduğunu görünce, kanayan ellerinin gerçekten de çok kötü durumda olduğunu fark etti. Ellerine sarmak için tişörtünü yırtarsa, halat bu sefer belini kesecekti. Pantolonunu yırtabilecek konumda değildi, bir boşluğa sırtüstü uzanmış, birbirine doladığı bacaklarını da kayalığa yaslamıştı. En azından burkulmuş bileğini dayayabileceği bir yer bulmuştu. Ellerini de kafasının altında çapraz şekilde birleştirerek, plajda bir şezlonga uzanmışçasına bir pozisyon aldı. Duruşu pek de rahat sayılmazdı ama en azından en büyük riski halletmişti, böyle durmaya saatlerce dayanamayacak olsa bile en azından dikkatsizliği yüzünden Tartarus'un dibini boylamayacaktı.

Aklına sonu Tartarus'ta biten tüyler ürpertici efsaneler geliyordu. Bunlardan en canlısı, kampta sıkça duyduğu Titan Kronos ile ilgili olanıydı. Kronos şu anda Drake'in birazcık altında, dünyayı tekrar ele geçirmek için güç toplamaya çalışıyordu. Bu düşünceyle iyice kasılmış olduğunu hissetti. Hades ve Persephone'nin böyle bir oyunu hazırlamaktaki amaçları belki de melezlerin kalp krizi geçirerek ölmesini sağlamaktı. Daha keyif verici şeylere odaklanması ve içinde bulunduğu durumu unutması gerektiğini biliyordu. Onun gibi bu işkenceye katlanacak olan on bir kişiyi aklına getirmemeye çalıştı çünkü içlerinde çok sevdiği kişiler vardı. Ailesini düşünecek olduğunda aklına hiç tanıyamadığı annesi ve tüm ilişkisini bitirmiş olduğu üvey annesi geldi. Pekala, belki aileyi düşünmek de mantıklı değildi. Kampa yeni geldiği dönemler, kesinlikle rezaletti. Onları hatırlayıp kendi zavallı durumuyla eğlenecek değildi. Bir süre daha onu mutlu edecek bir düşünce yakalamaya uğraştı ama başarılı olamadı. "Hayatta beni mutlu eden hiçbir şeyim yoksa neden yaşıyorum?" diye sordu boşluğa. Bir an, belindeki düğümü çözüp kendini Tartarus'un sonsuz karanlığına teslim etmeyi her şeyden çok istedi. Yine de dayandı ve duruşunu bozmadı. Bunun bir tuzak olduğunu, birinin düşüncelerine müdahale ettiğini içten içe biliyordu. Kaşlarını çatarak o kişinin kim olabileceğini düşündü. Styks Nehri üzerine yemin ettikten sonra Hades olamazdı. Persephone veya Demeter'in de Drake'i öldürmek gibi bir çabası yoktu. Belki de bunu yapan kişi, şu anda tam da Drake'in bulunduğu yerdeydi. Bir toz bulutu misali onun çevresinde dolaşıyor, etrafında süzülüyor ve gücünün son kırıntılarıyla genç kahramanı ağına düşürmek istiyordu. Ensesindeki tüylerin ürperdiğini hissetti; Bu sefer doğru iz üzerindeydi. Büyük ihtimalle Drake ile uğraşan kişi, Zamanın Efendisi'ydi. Nefes almayı unuttuğunu hatırlayarak birkaç kez hızlıca soluk alıp verdi. Ellerinin titremeye başladığını hissediyordu. Yeraltının en korku dolu yerinde, Tartarus'taydı ve bir titan onu etkisi altında bırakmaya çalışıyordu. Hayatının en güzel anını yaşadığı söylenemezdi. Derin bir nefes aldıktan sonra, buradan canlı olarak kurtulma şansının ne kadar olduğunu düşündü. Büyük ihtimalle yarıdan azdı. O halde, bir cesaret patlaması yaşamasının zararı olmazdı. Belki şu anda görmediği kameralar tarafından görüntüleri çekiliyordu ve tanrılar konsey salonlarında oturmuş, Olimpos Tv aracılığıyla onu izliyorlardı. Eh, en azından hatıralarda karizmatik olarak kalırdı. "Ben Tanrıların Tanrısı Jüpiter'in oğlu Drake, düşüncelerimi karıştırmaya çalışan güç her kimse ona hodri meydan diyorum." dedi, sözlerini izleyen ve pek de tekin olmayan esinti, düşüncesinde yanılmadığının kanıtıydı.

Dipsiz çukurun hayal bile edemeyeceği kadar alçak bir yerinden, kadim günlerden kalma bir fısıltı işitti. Ses, etrafında aynı anda birçok hayaletimsi yüzün belirip kaybolmasına neden olmuştu. O anda mesajı almıştı, onun rekabet teklifi gizemli güç tarafından kabul edilmişti. Gözlerini kapatıp dikkatini karıncalanmaya başlamış bacaklarından uzaklaştırmaya çalıştı. Derken, üzerinde bir şeyin hareket ettiğini hissetti. Telaşa kapılıp ellerini kafasının altından çıkardı ve bu şekilde ayaklarının da kayalıklardan aşağı kaymasına neden oldu. Hiçbir yere tutunmuyordu, yalnızca belindeki halat sayesinde hala düşmeye başlamamıştı. Sorun, ani düşüşünün etkisiyle bir sağa bir sola sallanması ve arada bir kafasını veya kollarını bir yerlere çarpmasıydı. İyice şapşala dönmüştü, bu sırada üzerine tırmanmakta olan şeyin devasa bir örümcek olduğu gerçeğini de öğrenmiş olmuştu. Ne yapacağını bilemediğinden çareyi ilk olarak çığlık atmakta aradı. Sesi Tartarus'un dipsiz boşluğunda defalarca kez yankılandığında kendinden utandı. Bir daha ne olursa olsun çığlık atmamaya o anda ant içti. O örümceğin gerçek olmadığına karar verdi, burada korkunç ve öldürmeye susamış ruhlara dahi rastlayabilirdi ancak örümcek içinde bulunduğu sahne için fazla... Canlıydı. Evet, işte cevabı bulmuştu! Tartarus'taydı ve Kronos veya ona bulaşan güç her kimse, onun tarafından illüzyonlarla korkutulmaya çalışılıyordu. Sırıttı. Drake asla o kadar kolay bir lokma olmamıştı. Omzunun hizasından sürünerek yüzüne, oradan da kulağına yol alan ince uzun solucandan sonra ellerini sokan akrepler, sonrasında saçlarının arasında dolanan yüze yakın karınca hissetti. Böceklerden çok hoşlanmıyordu ve büyük ihtimalle bu, illüzyonları yapan kişi tarafından da biliniyordu. Aklına hemen, o halde zihninin içindeki hiçbir şeyin güvende olmadığı geldi. Aynı anda da bunu düşündüğüne pişman oldu çünkü vücudunu kaplamış olan böcekler yok oldu ve tam o kafasını sol tarafa doğru çevirdiği sırada, yanından hızla gelip geçen bir beden gördü. Korkuyla "Lia!" diye bağırdı, o mavi elbiseli sarışın kızın biricik kuzeni olduğunu yanından hızla geçtiği bir saniyede fark edebilmişti. Gözlerinin dolduğunu hissediyordu. İçten içe, hepsinin birer yanıltmaca olduğunu bilse de bu durumdan fazlasıyla etkileniyordu. Lia'nın ardından dört bir yanında düşüp giden başka yüzler de görmeye başladı. En sonunda kendini, halatı çözmek ve düşenlere eşlik etmek isterken buldu. Sonra, saatlerdir burada çektiği işkencelerin boşa gitmesine katlanamayacağına karar verdi. Sonuna kadar direnecekti, bunu hiçbir şey için olmasa, o pis Kronos'u sinir etmek için yapacaktı. Hayatı güzeldi ve dostları sayesinde yaşamaya değerdi. Nefes aldığı her saniye, onun için değerliydi ve öyle olmaya devam etmeliydi. En sonunda bu oyunun mantığını da çözmüştü; Ölüler Tanrısı on iki kahramana yaşamın değerini göstermek istemişti. "Teşekkürler Tanrı Hades." dedi içtenlikle. Sözlerinin ardından, yukarı doğru çekildiğini fark etti. Az sonra buradan çıkacak ve pantolonunun cebindeki inciyi kullanarak tekrar kampa dönecekti. Bir oyunu daha geçmişti, gecelerce uykusuz kalmasına neden olacak kadar fazla gerilmiş olsa da.

Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Athena
Admin/Tanrıça/Kamp Müdiresi
Admin/Tanrıça/Kamp Müdiresi
Athena


Mesaj Sayısı : 5210
Kayıt tarihi : 16/08/10

Ölüm'den Hayat Dersi / Halat Empty
MesajKonu: Geri: Ölüm'den Hayat Dersi / Halat   Ölüm'den Hayat Dersi / Halat Icon_minitimePerş. Mayıs 19, 2011 10:01 am

Kurgusal açıdan oldukça başarılı bir rol oyunuydu fakat 'halat' kısmına kurguda olması gerekenden az yer verilmiş, oyunun öncesine fazlaca değinilmiş ki bu, oyun için istediğimiz son şeydi. Oradan biraz puanın gitti. Onun dışında betimlemeler yine azdı, biraz daha fazlalaştırılması gerekiyor. Değinilen detaylar ve anlatım bakımından çok iyiydi.

Puanın; 90!
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://olimpos.my-rpg.com
 
Ölüm'den Hayat Dersi / Halat
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» Bölüm 3: Halat
» Korkular / Halat
» Tartarus / Halat
» Tartarus'un Derinliklerinde / Halat
» Anıların İçinde / Halat

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Olimpos Rpg :: Etkinlikler :: Tanrıların Oyunu :: Etap # 1-
Buraya geçin: