Görev 3
Oturduğum soğuk sandalye rahatsız etmeye başlamıştı beni. Yaklaşık yarım saattır burada oturuyordum. Aslında acı vermesi onun gerçek olduğunu kanıtlıyordu bana. Bir günde neler değişmişti? Popüler bir son sınıfken bu karmaşık yere düşmüştüm. Tamamen yabancıydım ve hiç kimseyi tanımıyordum. Annemi bile görmemiştim. Düzgün bir şekilde düşünmek gerekirse, burası mükemmeldi. Orman ve doğa ile iç içe olmak bir ayrı güzeldi zaten. Herkesin sahip olamadığı imkanlar elimdeydi ayrıca. Herkesin sahip olamayacağı bir yaşam. Bu düşünce yüzüme bir gülümsemenin yayılmasını sağladı. Dirseğimi masaya yasladım ve çenemi elimin içine aldım. Yalnızlığımı nasıl giderecektim peki? Öyle birinin yanına gidip ‘Merhaba.’ demek bana göre değildi. Etrafta bitap düşenleri izlemeye başladım. Herkes arkadaşlarıyla şakalaşıyordu; kardeşleri de olabilir. Bu kampta herkes birbirine çok benziyordu.
İleriden geçen grupları izlemeye başladı. Bir gün onlarla beraber takılacaktım. Bunu bilmek bile yetiyordu aslında. Sonuçta onlarda bu yollardan geçmişlerdi. Bir grup geçip karşımdaki masaya oturdu. Biri aralarından geçti, nedense çok tanıdık geliyordu. Eski hayatın geride kaldı Cam. Buna alışacaktım. Kız gruptan ayrılıp bir şeyler almaya gittiğinde nefesimin kesildiğini hissettim. Hayır, Hanna. Ne işi vardı burada? Gidip iki tane kahve aldı. Rüyadayım, rüyadayım. Hanna bana döndüğünde benim verdiğim tepkinin neredeyse aynısını vermişti. Şaşkınlığımı bir kenara iterek dudaklarımı bir gülümseme ile gerdim. Hanna ise şaşkın bir bakış ile beni süzmeye devam etti. Bir müddet sonra oda gülümsememe karşılık verdi. Elindeki bardakları kendi masasına koyup bana doğru ilerlemeye başladı. "Ah, Hanna. Seni görmek ne güzel." Yüzümdeki sinsi ifade iyice büyümeye başlamıştı. Şöyle bir düşünürsek burası daha eğlenceli olacaktı. Karşımdaki sandalyeyi çekip oturdu. Ne oldu güzelim, diyeceğini mi unuttun?