Olimpos Rpg
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Olimpos Rpg

Percy Jackson ve Olimposlular ile Olimpos Kahramanları serilerinden esinlenilerek oluşturulmuş, zirvedeki rpg forum sitesi.
 
AnasayfaLatest imagesKayıt OlGiriş yap

 

 Rüyaya Yolculuk / Uyku Sarmaşıkları

Aşağa gitmek 
2 posters
YazarMesaj
Claire Angel Deeply
Afrodit'in Çocuğu/Kulübe Lideri/Büyü Teknikleri Eğitmeni
Afrodit'in Çocuğu/Kulübe Lideri/Büyü Teknikleri Eğitmeni
Claire Angel Deeply


Mesaj Sayısı : 3332
Kayıt tarihi : 31/10/10

Rüyaya Yolculuk / Uyku Sarmaşıkları Empty
MesajKonu: Rüyaya Yolculuk / Uyku Sarmaşıkları   Rüyaya Yolculuk / Uyku Sarmaşıkları Icon_minitimeC.tesi Mayıs 14, 2011 9:17 am

İkinci oyunun heyecanıyla bir türlü uyuyamıyordu. Yatağında bir sağa bir sola dönmekten artık çok sıkılmıştı. Daha da uyuyamayacağını anlayınca yatağından kalktı. Penceresinden dışarı baktığında saatin gecenin körü olduğunu anlaması uzun sürmedi. Odada içi çok daralmıştı. Dışarı çıkıp hava almak ona iyi gelecekti. Dolabından üstüne bir bluz altına ise bir etek seçti. Topuklu ayakkabılarını giyip aynaya baktı. Gözleri şişmiş, birkaç yıl yaşlanmış gibiydi. Bu halini daha fazla görmemek için hemen makyajını yapmaya başladı. Uykusuz kalmak ona hiç yaramıyor, onu yaşlı gösteriyordu. Makyajıyla gözünün şişkinliğini kapatmayı başarabilince dudağına kırmızı rujunu sürdü. Farını da bluzuna uygun pembe renginden yana kullandı. Makyajı bitince çantasını alıp kulübesinin kapısını, kardeşlerini uyandırmamaya özen göstererek çekti. Nereye gideceğini hiç düşünmeden yürüyordu. Bir süre sonra durdu. “Nereye gidiyorum ben?“ dedi içinden. Biraz düşündükten sonra tekrar yürümeye başladı. Fakat bu sefer boş boş yürümüyor, hedefine doğru ilerliyordu. Hedefi plajdı. Canı plaja gidip kuma yatmak istiyordu. Oyunu düşünerek yürümeye devam etti. Nasıl oyun olacağını bilmediği gibi en ufak bir tahmini bile yoktu. Tek bildiği oyunun zor olacağıydı. Oyunu düşünürken plaja geldi. Yol o kadar çabuk geçmişti ki kendisi bile şaşırmıştı. Plaja göz gezdirdi. Plajda kimsecikler yoktu. En güzel manzarayı bulup kumların üstüne uzandı. Hafif bir rüzgâr saçlarını geriye atıyor, ona serinlik katıyordu. Zaman geçtikçe gün aydınlanıyordu. Gün doğumunu izlemek küçüklüğünden beri onun hoşuna giderdi. Bu hâlâ değişmemişti. Gün doğarken havayı kızıllık kaplaması adeta onu büyülüyordu. Mırıldanarak şarkı söylemeye başladı. En sevdiği parçayı söylüyordu. Şarkının nakaratına gelince mırıldanması yerini bağırmaya bırakmıştı. Sesinin her ne kadar güzel olmadığını bilse de plajda kimsecikler olmadığından bağırmaktan çekinmiyordu. Şarkısını söylerken gökyüzüne bakıyordu. Hava aydınlandıkça ay dede kayboluyor, kızıllık artıyordu. Apollon yavaş yavaş gökyüzündeki yerini almaya başlıyordu. Masmavi bulutlar sanki oyun oynayacakmış gibi yerlerine geçiyor ve sahnenin açılıp sıralarının gelmesini bekliyor gibiydi. Bu gökyüzünü sanki ilk defa görüyordu. Ya ilk defa gökyüzü böyle oluyor ya da gözlerini dünyaya yeni açıyordu. Dalgalar ise güneşin aksine gitgide hırçınlaşıyor sanki plajı yiyecek gibi davranıyordu. Hava bu kadar güzel gülümserken dalgaların hırçınlaşarak ağlamalarına akıl erdiremedi. Bugün her şey neden bu kadar karışık, neden bu kadar zıttı? Şarkının ritmini dalgaların hırçınlığına uydurarak söylemeye başladı. Resmen dalgalar melodiyi çalıyor, o da şarkının sözlerini söylüyordu. Böyle tam bir takım olmuşlardı. Arada bir gelen rüzgâr esintisi de şarkıya renk katıyordu. Doğanın ona uyum sağlamasına şaşkınlıkla gülümsüyor fakat şarkısını söylemeyi de ihmal etmiyordu. Şarkısının son demine gelince yavaşladı, ses tonunu yumuşattı. Son sözü söylerken doğa hâlâ ona eşlik etmekteydi. Son kelimesini bağırarak söyleyip bitirdiği anda doğa onu alkışlıyor gibi sessizliğe gömüldü. Dalgalar hırçınlığını bırakıp sustu, rüzgâr esintisinden eser kalmadı. Süper bir bitiriş olmuştu. Hem doğayı hem de kendini tebrik etmek amacıyla alkışlamaya başladı. Ayağa kalktı ve dalgalara, bulutlara, rüzgâra yani doğaya selam verdi. Bu yaptığı çılgınlıktı. Bunu biliyordu fakat aldırış etmiyordu. Sonuçta eğlenmek onun da hakkıydı. Doğanın önünde eğilerek selam verdikten sonra saatine baktı. Plajda tam bir saat geçirmişti. Artık kamp meydanına ikinci oyunu oynamaya gitmesi gerekiyordu. Her ne kadar bu plajı, doğayı bırakmak istemese de buna mecburdu. Doğaya ona güzel bir sabah yaşattığı için teşekkür edip plajdan çıktı ve kamp meydanına doğru yürümeye başladı. Artık kızıllık yerini tamamen güneşe bırakmıştı. Yerlerine geçmiş bulutlar oyunlarını sergiliyordu. Güneşin bu kadar güzel olmasıyla birlikte kuşlar da iş başına çoktan geçmişlerdi. Kuş cıvıltıları ona her zamanki gibi bugün de mutluluk veriyordu. Kamp meydanına ilerlerken kuşlara göz kırpıp geçiyordu. Bunun saçmalıktan ibaret olduğunu bilse de böyle mutlu oluyordu. Boşuna Afrodit kızı olmamıştı. Afrodit kızı olduğu aklına gelince üstündeki kıyafetinin etek olduğunu fark etti. Oyuna böyle gidemezdi. Sonuçta oyunun ne olduğunu bilmediği için etek oyuna uygun olmaya bilirdi. Bunu riske atamazdı. Hemen kamp meydanına giden yolunu kulübesine giden yolla değiştirdi. Plajla kulübesi arasında o kadar da uzun bir mesafe olmadığından dolayı on beş dakikada kulübesine vardı. Çantasından pembe, tüylü anahtarlığını çıkardı. Bu anahtarlığı ona aşkı Pers hediye etmişti. Bu yüzden bu anahtarlığını çok seviyordu. Anahtarı ile yavaşça kapıyı açtı. Kardeşlerine baktı. Hâlâ horul horul uyuyorlardı. Gülümseyerek hemen odasına gitti, dolabını açtı. “Ne giysem?“ diye düşündü. Açıklamada bu sefer ne giyileceği söylenmemişti. Rahat bir şeyler olmalıydı ama aynı zamanda da şık bir şeyler. Sıradan bir kıyafetle dışarı dahi çıkamazdı. Üstüne şık koyu mavi bluzunu giydi. Bluzun üstündeki mavi süslemeler ona renk katıyordu. Altına da beyaz kotunu çekti. Saçını her zamanki gibi düzleştirdi. Makyajına baktığında akan göz kalemini yeniden çekti, rujunu tazeledi. Aynada kendine baktığında çıkmaması için bir sebep göremedi ve kapıya yöneldi. Yönelmesiyle birlikte tekrar dönmesi bir oldu. Çantası! Çantasını almayı unutmuştu. Peki, almalı mıydı? Önceki oyunda hiçbir şey getirilmemesi söylenmişti. Fakat bu oyunda böyle bir açıklama yapılmamıştı. O zaman alabilirdi. En kötü ihtimalle orada bir yerde Athena, Kheiron veya başka birine teslim ederdi. Çantasına baktığında ne koyması gerektiğini düşündü. Tabii ki ilk önce bir Afrodit kızının asla vazgeçemeyeceği şeyleri alacaktı. Çantasını doldurmaya başladı. Makyaj malzemesi, orada bolca lazım olacaktı. Çantasının içine bütün makyaj malzemelerini attı. En önemlisi parfümünü birkaç kez üstüne sıktıktan sonra çantasına attı. Afrodit kızı olarak kişisel ihtiyaçları bitince oyun için ihtiyacı olabilecek şeyleri düşündü. Çantasına bir iki şişe su yerleştirdi. İşte şimdi tam olarak hazırdı. Son kez boy aynasından kendine bakıp son rötuşları tamamladı ve kulübesinden kardeşlerini uyandırmamaya özen göstererek çıktı. Şimdiki adresi doğruca hiç oyalanmadan kamp meydanı olacaktı. Havada pek bir değişiklik yoktu. Tek fark Apollon birkaç derece daha kampı kavuruyordu. Hızlı adımlarla kamp meydanına giderken yolda gördüğü melezlere selam veriyordu. Sabahın bu saatinde pek melez olmadığında dolayı selam verme fastı da uzun sürmedi.

Kamp meydanına geldiğinde on bir adaydan çoğunun geldiğini gördü. Hepsine selam verip onlarla sohbet ettikten sonra oyun hakkında tartıştı. Hiç kimse oyun hakkında bir fikir yürütemiyordu. Gelmeyen melezlerde gelince Kheiron kamp meydanının ortasında belirdi. Herkesi şöyle tek tek süzdükten sonra merakımızı gidermemiz için oyunun kimlere ait olduğunu söyledi: “Demeter ve Hypnos!” Kafası iyice karışmaya başlamıştı. Merakının gitmesi gerekirken daha da çok meraklandı. Şimdi oyunu sabırsızlıkla bekliyordu. Neyse ki artık heyecanı ilk oyun ki kadar fazla değildi. Şimdi içinde sadece sabırsızlık vardı. Bir an önce oyunu görmek, oynamak istiyordu. Kheiron oyunun kimlere ait olduğunu açıkladığında fısıltılar yükselmeye başladı. Kheiron ise melezleri susturmak için hiçbir şey yapmıyor, sadece bekliyordu. Bunu gören adaylar konuşmayı bırakıp sessizliğe gömüldüler. Kısa bir sessizlik sonrasın da Kheiron’un yanında oyunun sahipleri yani Tanrıça Demeter ve Tanrı Hypnos belirdi. Sanırım oyun başlıyordu. Kheiron sözü alarak “İsmini okuduğum melezler buraya gelsin.“ dedi. İlk isim Kattty’di. Katty merakla Kheiron, Demeter ve Hypnos’un yanına gitti. Demeter’le Hypnos elini şıklatarak Katty’i bir yere ışınladılar. Nereye ışınladıklarını oldukça merak etmeye başlamıştı. Bu sorunun cevabını öğrenebilmek için sabırla kendi isminin okunmasını bekliyordu. Marcus, Drake, Lia’nın da isimleri okunmuş ve ışınlanmışlardı. İşte en sonunda kendi ismini de duydu. Şimdi sadece heyecanı vardı. Heyecanla Kheiron, Demeter ve Hypnos’un yanına gitti. Çantasını almasına izin vermişlerdi. Her zamanki şıklatmayı duydu. Hypnos ve Demeter onu ışınladı. Işınlamadan önce “Odanızdaki yatakta uyuyun.” dedi. Sadece bu muydu? Bunda mutlaka başka bir şeylerde vardı ve onu bulmalıydı. Işınlanmak onda fena bir baş dönmesine yol açıyordu. Başını iki elinin arasına aldı ve sıkıca bastırdı. Sonra nereye ışınlandığını görmek için yavaşça gözlerini açtı. Bir odadaydı. Fakat bu oda gördüğü bir sürü odadan farklıydı. Bir kere odanın yarısı boştu. Odada sadece bir döşek yatak, yanında sehpa ve sehpanın üzerinde çamur renginde, tuhaf görünümlü bir içecek vardı. Ona yatakta uyuması söylenmişti ama önce o odada bir araştırma yapacaktı. Hemen uyumamalıydı. Odasında bir pencere bulunuyordu. Fakat pencerenin dışı betonla çevrili olduğu için hiçbir şey görünmüyordu. “Madem betonla çevireceklerdi o zaman niye pencere koymuşlardı ki?“ dedi. Bunu boşa söylediğini biliyordu ama içinin rahatlamasında faydalı olduğu için kendini tutamıyordu. Tabii bunun yanında boşboğazlığı da etkiliydi. Odaya biraz daha göz gezdirdikten sonra bir garipliği daha fark etti. Bu odanın kapısı yoktu. Işınlanarak bu odaya atıldığı için herhalde kapı koyma lüzumu hissetmemişlerdi. Bu dört duvar arasında düşünmeye başladı. Sehpanın çekmece yeri vardı fakat çekmecesi yoktu. Bu oda oldukça garip, diğer odalardan çok farklıydı. Sehpanın üzerindeki içeceğe gözü takıldı. Yanına yaklaşıp kokladı. Koklar koklamaz “Aman Tanrım!“ demekten kendini alıkoyamadı. Hemen içeceği bırakıp en uzak köşeye gitti. Eliyle burnunu tutuyordu. Bu ne biçim ve iğrenç bir kokuydu. Midesi kalkmıştı. İçeceği en uzak yere koydu. İçeceğin kokusu kadar görünümü de iğrençti. “Bunu niye bu odaya koymuşlar ki?“ diye düşündü. Daha düzgün bir şey bulamamışlar mıydı? İçeceği odaya koyduklarına göre içmesi isteniyordu. Fakat o bir Afrodit kızıydı. İçeceğe bakması bile midesini bulandırmasına yetiyordu. Bir de kokusunu alınca kusmasına engel olamazdı. Bu yüzden de her ne olursa olsun o içeceği içemezdi, içmesi gerekse bile. Odanın duvarlarına baktı. Boyamamışlardı bile. Çimento haliyle duruyordu. Bari onun odasını boyasalardı da ona güzel gösterselerdi. Böyle oda çok bakımsızdı. Bir süre uyumamaya dirense de yorgunluğuna artık direnemiyordu. Çantasındaki parfümü rüya âleminde ihtiyacı olur diye cebine koydu. Malum çantasını rüyasına taşıyamayacağını biliyordu. Uyumak için yatağa yattı. Yatak o kadar sertti ki bu yatakta nasıl uyuyacağını çok merak ediyordu. Bir sağa döndü bir sola. Böyle oradan oraya dönünce odasında ki hali aklına geldi. Dönmekten sıkılıp plaja gitmişti. Fakat şimdi bırak plajı bu odadan dışarı bile çıkamazdı. Bir süre daha yatakta döndükten sonra yorgunluğuna yenik düşerek yatağın sertliğine rağmen gözlerini bu dünyaya yumdu.

Rüya âlemine dalmasıyla birlikte kendini uçsuz bucaksız bir çayırlıkta buldu. Elinde bir not vardı. Notta “Merhaba Melez! Artık düşsel macerana başladığına göre, yapman gereken görevi öğrenmenin de vakti geldi. Senden istediğimiz şey, Hayat Ağacı’nı bulup meyvelerinden birini alman ve sonrasında uyuman. Uyanman için yapman gereken tek şey, bu dünyada uyumak. Eh, eğer görevini tamamlayamadan uyursan bu, gerçek hayatta uyandığında kendini diskalifiye olmuş olarak bulman anlamına geliyor. Hypnos’tan bir ek bilgi; Uyumak, düş görmek, düşlerden faydalanmak veya düş seyahatine çıkmak, birbirinden farklıdır. Derin bir uyku yalnızca insanı dinlendirirken, bilinçli düşler ona bilgelik kazandırır.“diyordu. “Hayat Ağacı mı? Orası da neresi?“dedi birden. Bu not iyice kafasını karıştırmaya yetmişti. Bir süre etrafına bakındı. Hayat Ağacı’na benzeyen bir ağaç arıyordu fakat Hayat Ağacı’nın nasıl bir şey olduğunu bile bilmiyordu. Yani boş boş bakınıyordu. Yapacak bir şey bulamayınca yürümeye başladı. Biraz yürüdükten sonra önüne yol boyu iki tarafta da bulunan sarmaşıkları gördü. Başta sarmaşıklara aldırmadan yürümeyi denedi fakat bu pek de başarılı olmadı. Sarmaşıklar onu bacaklarından tuttu. Elini kılıcına dönüşen kolyesine götürdü fakat sonra hemen geri çekti. Bu sarmaşıkların Demeter'in sarmaşıkları olduğunu ve onlara bir zarar verirse oyunu kaybedeceğini de biliyordu. Bu yüzden çok acil başka bir şey düşünmeye koyuldu. Uykusu ve burnuna koku gelmeye başladı. Uyumamalıydı, yoksa Hayat Ağacı'ndan meyve alamadan uyanıp diskalifiye olacaktı. Buna izin veremezdi. Beyin fırtınası yaptıktan sonra aklına bir fikir geldi. Özel gücü olan büyükonuş yeteneğini kullanabilirdi. Sarmaşıklar tam onu havaya kaldırmışken"Sarmaşıklar! Şimdi beni yavaşça yere indirin." dedi. Bunu o kadar tatlı bir dille söylüyordu ki kendisi bile kendi hâkimiyetine girebilirdi. Sarmaşıklar afalladı. Onu içine çekmiyor fakat yere de bırakmıyorlardı. Havada öyle tutuyordu. Konuşmalarıyla biraz daha ikna etmeliydi. Medusa'yı rahatlıkla ikna etmişti. Bu sarmaşıkları mı ikna edemeyecekti? "Hadi sarmaşıklar. Bana zarar vermeden beni nazikçe yere indirin. Benim gibi güzel bir kızla bir işiniz yok sizin. Bırakın yoluma gideyim." dedi. Bu sefer oluyor gibiydi. Sarmaşıklar onu hafif bir şekilde yere indirmeye başlamıştı. Büyünün etkisinden kurtulmasınlar diye konuşmaya devam etti: "İşte böyle. Devam edin devam. Yavaşça." Sarmaşıklar yere indirdiğinde de "Evet. Şimdi de ayağımı bırakın da yoluma gideyim." dedi. Sarmaşıklar adeta hipnotize olmuş gibi o ne söylerse yapıyorlardı. Ayaklarına dolanan sarmaşıklar geri çekildi. Peki, şimdi ne yapacaktı? Tek bir yol vardı. O da bu yoldu. Sarmaşıklarla giden bir yol. Mecburen konuşarak bu yolu takip edecekti. Geveze olması ilk defa bir işe yarayacaktı. "Başınız önde dursun. Beni içinize çekmeyin ve bana sihir yapmayın. Gitmeme izin verin." Bir süre böyle konuştuktan sonra artık çok sıkılmış saçmalamaya başlamıştı. Sarmaşıklara derdini anlatıyor, Pers'ten bahsediyordu. Sarmaşıklar tabii ki de onu pür dikkat dinliyordu. Bir süre böyle saçmaladıktan sonra sarmaşıklar bitmiş, onlardan kurtulmuştu. Çayırlığın orada birden karşısında Pers'i gördü. Başta çok şaşırdı. Onun burada ne işi vardı? Sonra sarmaşıklarla sırf konuşmak için Pers'ten bahsettiği aklına geldi. Orada Pers'i istediği için şimdi Pers karşısındaydı. Buna çok sevindi. Koşarak sevgilisine sarıldı. Sevgilisi de aynı şekilde ona sarıldı. Sevgilisini daha 4-5 saat önce görmesine rağmen onu çok özlemişti. Sarılarak hasret giderdikten sonra sevgilisinin yüzüne baktı. Bu yüz ifadesini tanıyordu. Sevgilisinin yüzünde umutsuzluk, endişe vardı. Ne olduğunu çok merak ederek "Bir şey mi oldu aşkım?" diye sordu. Sevgilisi birkaç dakika sessizliğini koruduktan sonra konuşmaya başladı: "Aşkım, çok dikkatli olmalısın. Seni kaybetmemek için sana bir şey söylemeye geldim buraya." Sevgilisinin dudaklarından bu sözler dökülürken merakı ikiye katlandı. Sevgilisinin sözünü kesmeden dinlemeye devam etti. Sevgilisi de konuşmaya devam ederek "Şu çayırlığı geçince bir ağaç göreceksin. Diğerlerinden çok farklı olan bir ağaç. O aradığın Hayat Ağacı. Fakat onun bir koruyucusu var Medea. Ona çok dikkat et. Seni ağaca yem etmeye çalışacak." dedi. Anlamamıştı. "Medea, beni niye ağaca yem etmek istesin ki?" diye sordu. Sevgilisi de "Çünkü ağaçta şu an meyve yok. Ağaç sadece birini gövdesine hapsedip onu yiyince meyve veriyor. Medea da meyveyi alabilmek için seni kullanacak. Tekrar söylüyorum. Çok dikkatli ol aşkım çok dikkatli ol." dedi ve ortadan kayboldu. Claire şaşkınlıkla dona kaldı. Pers birden nereye kaybolmuştu? Sırf bunu söylemek için mi gelmişti? Şaşkınlıkla bu soruları kendine sormaya ve düşünmeye başladı. Sevgilisinden öğrendiği bilgiler çok önemli bilgilerdi ve doğruluğundan hiç şüphe etmiyordu. Sevgilisi onu asla kandırmazdı. Şimdi aklında tek bir soru vardı: "Medea'yla nasıl baş edeceğim?" Kara kara bu sorunun cevabını düşünüyordu. Daha fazla vakit kaybetmemesi gerektiğini de biliyordu. Bu yüzden ilerlemeye devam etti. Çayırlığı geçti. Sevgilisinin dediği gibi çayırlığı geçince yanındaki ağaçlardan tamamen farklı bir ağaç gördü. Bu ağacı hayatında ilk defa görüyordu. Güzelliği büyüleyiciydi. Yanındaki ağaçlar Hayat Ağacı'nın yanında çok sönük kalıyordu. Hayat Ağacı'nı uzaktan incelemeye başladı. Dallarında hayatında görmediği kadar çok kuş vardı. Fakat tam aksine hiç de meyve yoktu. Ağacı incelemeye devam ederken birden önüne Medea çıktı. Ne kadar soğukkanlı olup korkmaması gerektiğini bilse de çok korkuyordu. Hemen bir şeyler yapmalıydı. Fakat Medea ondan önce davrandı. Medea "Gel güzel kızım. Benden korkmana gerek yok. İstediğin meyveyi almak çok kolay. Ağacın içine gir yeter." dedi. Medea'nın, onu sözleriyle etkilemek istediğini biliyordu. Medea'nın yaptığı çok akıllıcaydı. Fakat unuttuğu bir şey vardı: O bir Afrodit kızıydı. Onda da büyükonuş yeteneği olduğundan dolayı Medea'nın sözlerinden fazla etkilenmiyordu. Şimdi bir plan bulmalıydı. Medea büyücü olduğu için büyükonuş yeteneğini kullanamazdı. Tek yol savaşmaktı. Medea'nın sözlerine inanmış yaparak iyice yanına yaklaşma fırsatı buldu. Medea'ya artık çok yakındı. Sinsice gülümsedi ve elini kolyesine götürdü. Kolyesini tutarak daha önce Ares oğlu Zack ile işlediği pembe kılıcına dönüştürdü. Medea onun sinsi gülümsemesinden her şeyi anlayarak "Tabii ya sen Afrodit kızısın." dedi. Claire kahkaha atıp saçlarını savurarak "Nasıl anlayamadığına şaşırdım açıkçası." diye cevap verdi. Sinirlenen Medea da "Aslında kıyafetine şöyle bir bakınca açıkça anlaşılıyor." dedi ve kılıcını çekti. Medea'nın ona büyüyle karşılık vermesini beklerken kılıca kılıç çıkartmasına şaşırmıştı. Çok iyi kılıç kullandığından Medea'yı rahatlıkla yenebilirdi. Kılıcını salladı. İki kılıç da havada büyük bir gümbürtüyle çarpıştı. Çıkan gürültüden Hayat Ağacı'nın dallarındaki bütün kuşlar kaçtı. Kılıçlar ikinci kez havada buluştuklarında Medea bu sefer bir şeyler söyledi. O kadar fısıltıyla söylüyordu ki hiçbir şey duyamadı. Medea'nın sözlerini bitirmesiyle iki kılıcın ayrılan çiftler gibi birbirinden ayrılıp Claire'in yere düşmesi bir oldu. Neyse ki çalılıklara düştüğünden canı pek yanmamıştı. Gözlerini çimlerin üstündeyken Medea'ya dikti. Büyü yapmıştı. Hemen ayağı kalktı. Pes etmeyecekti. Fakat ayağa kalktığında "Hayır ya of olamaz." diye bağırmaya başladı. Neden böyle bağırdığına Medea da anlam verememişti. O ise bağırması bitince pantolonunu tutarak silkmeye başladı. İşte şimdi Medea her şeyi anlamıştı. Claire'in beyaz giydiği pantolonu çimlerin üstüne düşmesiyle çim rengi almıştı. Bu pantolonunu çok seviyordu ve kirlenmesine çok sinir olmuştu. Neden beyaz giymişti ki? Salaklık ondaydı. Bir göreve çıkıyordu ve başına bir şeyin gelebileceğini bilmesi gerekiyordu. Pantolonundan aldığı gözlerini yeniden Medea'ya çevirdi. Fakat bu bakışla bir önceki bakış arasında bir fark vardı. Bu bakışlar şimdi intikam dolu bakışlarla kaplanmıştı. Medea'nın hafiften korkmaya başladığını hissetti. Onu çimlere atmakla çok büyük bir hata yapmıştı. Medea'da biliyordu ki Afrodit kızlarının bir yerleri özellikle de en sevdiği kıyafetlerine bir şey olunca gözleri hiçbir şeyi görmüyordu. Onda da bu olay olmuştu. Şimdi intikam ateşiyle dolmuş gözlerle bakıyordu. Kılıcını daha sıkı kavradı. Pantolonunun kanını yerde bırakmayacak, intikamını alacaktı. Koşarak Medea'nın üstüne ilerledi. Kılıcını havaya kaldırdı ve onun üstüne sert bir biçimde savurdu. Medea refleks olarak onun kılıcına kendi kılıcıyla karşılık verebildiği için sevinmeye başladı. Fakat buna o kadar sevinemeyecekti. Kılıcını çekti ve karın bölgesine hedefini aldı ve kılıcını ittirdi. Bu seferde başarılı olamamıştı. Medea yine kılıcıyla karşılık koymayı başarabilmişti. Fakat bir şeyi göremiyordu ki Medea Hayat Ağacı'nın önünde duruyordu. Yani bir kuvvetle Medea'yı ittirse Hayat Ağacı onu yiyecek ve o da Medea'dan kurtulmuş olacaktı. Bütün kuvvetini toplamaya başladı. Enerjisini tek bir noktada birleştirmeliydi. Bunun için konsantre olmaya başladı. Gözlerini yumdu ve annesi Afrodit'ten yardım istedi. Fakat cevap yoktu. Anlaşılan tüm iş ona kalmıştı. Aklına cebindeki parfüm geldi. Onu yatağa yatıp uyumadan önce burada lazım olur diye cebine koymuştu. Hemen cebindeki parfümü çıkarttı ve Medea'nın gözlerine sıktı. Dikkati dağılan Medea'yı ağaca yem atmak şimdi daha kolaydı. Konsantresini topladı. Bütün gücünü kılıcında toplayarak Medea'yı Hayat Ağacı'na doğru itti. Medea'yı ittirmeyi başarabilmişti. Hayatında ilk defa bu kadar güçlü olduğunu hissediyordu. Fakat Medea'yı ittirmesiyle birlikte de üstüne acayip bir yorgunluk çökmüş, sanki bütün gücü alınmış gibi oldu. Medea ağaca yem olurken "Hayırrrrrrrrr!" diye bağırıyordu ama nafile. Ağaç onu ham ham diye yedi. Medea'nın enerjisini emen Hayat Ağacı rengârenk, parlak bir meyve verdi. Böyle bir meyveyi hayatında ilk defa görüyordu. Meyveye iyice yaklaştı. Fakat ona bir türlü yetişemiyordu. Meyve onun boyunu bayağı aşıyordu. Onu alması için ağaca tırmanması gerekiyordu. "Nasılsa pantolonum battı. Tırmanabilirim." dedi ve ağaca tırmanmaya başladı. Meyve ağacın en üst noktasındaydı. Bu yüzden tırmanması uzun sürmüş, onda derman bırakmamıştı. Fakat meyveyi almadan inmeyeceğine de yemin etmişti. En sonunda ağacın en yüksek tepesine tırmanmayı başardı. Meyveyi eline aldı. Şimdi meyveyi düşürmeden inmek zorundaydı. Dikkatli bir şekilde dallara bastı. Aşağıya doğru inmeye çalışıyordu ama tek eliyle bu çok zor oluyordu. Ancak en sonunda inmeyi başardı ve elinde tuttuğu meyveye baktı. Onu yemeli miydi? Yoksa yememeli miydi? Çok kararsızdı. Yorgunluğu da çok bastırmaya başlamıştı. Acilen bir karar vermesi gerekiyordu. Meyveyi yememeye karar verdi. Her ne olursa olsun onu yemeyecekti. Tanrıça Demeter ve Tanrı Hypnos'a verecekti. Ağacın yanına kıvrandı ve yorgunluğuna yenik düşerek gözlerini yumdu. Uyandığında kendini odada buldu. Bakımsız, yarısı boş olan odada. Yorgunluğu üstünden gitmiş bir şekilde uyandı. Dinlenmek ona iyi gelişti. Rüya âleminden bu dünyaya taşıdığı iki şey vardı. İlki Hayat Ağacı'ndan aldığı meyve, ikincisi de Medea yüzünden kirletmiş olduğu beyaz pantolonunun üstündeki lekeler. Saçı başı dağılmış bir halde yatağından kalktı. Odanın içinde hemen Demeter ve Hypnos belirdi. Meyveyi onlara verdi. Böylece de bir oyunu daha sonlandırmış oldu.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Athena
Admin/Tanrıça/Kamp Müdiresi
Admin/Tanrıça/Kamp Müdiresi
Athena


Mesaj Sayısı : 5210
Kayıt tarihi : 16/08/10

Rüyaya Yolculuk / Uyku Sarmaşıkları Empty
MesajKonu: Geri: Rüyaya Yolculuk / Uyku Sarmaşıkları   Rüyaya Yolculuk / Uyku Sarmaşıkları Icon_minitimePaz Mayıs 15, 2011 11:05 am

Kurgusal olarak çok iyiydi, Afrodit'in kızı olduğunu da güzel bir biçimde yansıtmışsın.
-de ve -ki eklerinin yazımında sorun vardı, bir de 'hadi, olmaya bilirdi' gibi birkaç hata gözümüze çarptı.
İlahi bakışla yazdığın rp'nin bir yerinde 'merakımızı gidermemiz için' diyerek kahraman'a geçiş yapmışsın.
Betimlemeler, işe katılan mizah başarılıydı.

Puanın; 90!
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://olimpos.my-rpg.com
 
Rüyaya Yolculuk / Uyku Sarmaşıkları
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» Bölüm 2: Uyku Sarmaşıkları
» Hançer / Uyku Sarmaşıkları
» Son Fedakarlık / Uyku Sarmaşıkları
» Rüyadaki geçişler / Uyku sarmaşıkları
» Düşünceler geçidi / Uyku sarmaşıkları

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Olimpos Rpg :: Etkinlikler :: Tanrıların Oyunu :: Etap # 1-
Buraya geçin: