Sabahtan beri melez kampına gitmek için koşuyordum. Şu ana kadar kaç canavarla savaşmıştım acaba? Yirmi-otuz. Oysa daha yolum çok uzundu ve daha nelerle karşılaşacağımı bilmiyordum. Bir cehennem tazısı evine kadar gelmiş aileme ve bana zarar vermişti. Oysa bir tanrının çocuğu olduğumu öğrendiğimde ne kadar da sevinmiştim. Şimdi ise evimden kaçıyordum. Ama buna hem pişmandım hem değildim.
Kaçmıştım, çünkü başka canavarların da gelip saldıracağını biliyordum ve ailemi korumalıydım. Pişmandım çünkü ailemden beni götürmelerini istesem şimdiye varmış olabilirdim."Keşke ailemden yardım isteseydim."diye düşündüm. Sonuçta onlar dememiş miydi?Yardıma ihtiyacın olduğunda biz hazır olacağız. Üzgün bir şekilde başımı salladım ve bu düşüncelerden kurtulmaya çalıştım."Yardım et,lütfen ailem kim bilmiyorum ama madem benim babamsın bana yardım et." O anda arkasından ses duydum. Dönüp baktım. Hiçbir şey, hiçbir şey yoktu. Neden olsun ki? Yardım istemem bile saçmaydı. Yine de koşmaya başladım. Anlaşılan canavarlar bana dinlenecek zaman bırakmayacaktı. Elimden geldiğince hızlı bir şekilde koşmaya başladım. Ama hala arkamdan sesler duyuyordum. Peşimdeki yaratığın az sonra bana yetişeceği kesindi. Daha da hızlı bir şekilde koşmaya başladım.
Yarım saat kadar sonra önümde bir kiklop duruyordu."Bunlarla daha önce de savaştım. Tanrılarım neden bunlar hep bana geliyor ki." Diye düşündüm. Ben bunları düşünürken kiklop saldırıya geçti. Annemin bana verdiği ilahi bronzdan yapılmış "Kırmızı Hançer" adını verdiği silahını kullanmakta artık ustaydım, ya da ben öyle düşünüyordum. İsmini Kırmızı Hançer koymamın nedeni tutma yerindeki kırmızı elmastı. Anneme göre bunu babam ona deniz köpüklerinden yapıp vermişti. Bu yüzden kiklopla savaşmam en az on beş dakika sürdü. Savaşta oldukça yorulmuştum, kiklopa karşı hançerim pek de iyi bir silah değildi. Canavarın üstüne atlayıp boğazını kesmeye çalıştığımda beni üzerinden atmıştı. Tekrar saldırıya geçtiğimde bu sefer de duvara fırlatmıştı. En sonunda ayaklarına saldırır gibi yapıp karnını bıçakladığımda yenebilmiştim onu. Yine de çok zaman kaybetmiştim. Koşmaya devam ettim. Ama nereden geldiğini anlamadığım bir ses bana yaklaştın diyordu çok az kaldı.
Koşmaya devam ettim. İşte oradaydı. Melez Kampı oradaydı. İçimi bir sevinç dalgası sardı. Oraya ulaşmalıydım.
"Keşke babamın hangi tanrı olduğunu bilseydim." Diye düşündüm. Acaba nerede kalacaktım? Geleceğimi biliyorlar mıydı?
Bunu düşünürken oraya varmış olduğumu ancak bir-iki dakika sonra fark ettim. Ata binmiş bir adam ona doğru geliyordu. Bir saniye sonra bu adamın ata binmediğini fark ettim. O bir sentordu(at-adam). Dalgalı saçları omzuna dökülüyordu. Sırtında ok ve yaylar vardı. Altıysa.. Bildiğiniz attı. "Acaba daha nelerle karşılaşacağım?" Diye düşündüm yine de rahatlamıştım, buraya sağ salim ulaşmıştım. Sentor bana yaklaştı ve şunları söyledi
-Hoşgeldin Jessica baban bize geleceğini söyledi.
-Babam mı?
-Evet.Senin baban POSEİDON.-Poseidon mu?! Peki neden bana bir şey göndermedi. Yani en azından bir mesaj.. Bunu yapmalıydı! Peki siz bunu nereden biliyorsunuz ve kimsiniz? Yoksa ben gelmeden o buraya geldi mi? Yani onu görmeyi kısa süreyle mi kaçırdım? Olamazz!! Soruları hızlıca ve üst üstte soruyordum ama umrumda değildi. Yorgundum, açtım, susuzdum, korkmuştum, öfkeliydim. Eh tüm bu duyguları barındıran birinin pek de sakin olmasını bekleyemezsiniz. Oysa çok sakindi. Bana bir yerden tanıdık geliyordu ama çıkaramamıştım. Belki ismini söylese bilirdim. Bana cevap vermesini bekledim.
-Evet baban Poseidon. Denizlerin, fırtınanın, depremlerin Tanrısı. Ve evet senden önce buraya kısa süreliğine geldi ve benle konuştu. Bir yarım saat kadar önce. Sana bir mesaj elbette göndermiş ki sen buraya gelmişsin. O sen geldiğinde burada olsa bile giderdi. Çünkü Tanrıların ve Tanrıçaların çocuklarıyla doğrudan ilişki kurmak yasak. Ve bana gelince ismim Kherion.
Bu ismi tanıyordum. Herkül'e o öğretmenlik yapmıştı ama ben onun öldüğünü sanmıştım. Hatta bir takımyıldızda adı vardı. Şimdi hatırlamıyorum ama öldüğünden emindim. En azından efsaneler öyle diyordu. Şaşkın bir şekilde ona baktım Demek daha öğreneceğim çok şey vardı.
Ardından bana çevreyi gezdirmeye başladı. İlk önce ormanı gösterdi. O kadar büyüktü ki kolayca içinde kaybolabileceğimi düşündüm. Ardından voleybol oynanılan yere geldik. Bazı melezler bana selam vardi. Ben de onlara gülümsedim. Arenaya geldiğimizde neredeyse şiş kebap oluyordum oradan çabucak çıktım. Bana ahırları gösterdiğinde şaşkınlıkla gözlerim kocaman açıldı. Atların kanatları vardı. Pegasus efsanesinin de böylece gerçek olduğunu öğrendim. Son olarak büyük ev dedikleri yere varmıştık. Gerçekten çok güzel bir yerdi. Poseidon Klübesine geldiğimizde gülümsedim. Kağının rengi maviydi me çok gösterişliydi. Deniz kabukları vadı ve Poseidon'un yabasının şekli işlenmişti. İçeri girdiğimde hemen etrafı incelemeye başladım. Deniz taşlarından yapılan küçük bir gölet vardı, içinde de para olduğunu düşündüğüm parlayan şeyler duruyordu.. Tavandan çeşitli deniz yaratıklarının resimleri sarkıyordu. Bir çalışma masası bulunuyordu. Tüm kıyafetlerimi sığdırabileceğimi düşündüren bir dolap vardı. Şu anlık sadece bir yatak vardı ve oda tamamen benimdi.. İstediğimi yapabilirdim. Konuşana kadar Kheiron'nu unutmuştum.
-Ben seni yanlız bırakayım. dedi ve çıktı.
Ben de odamda biraz uyumaya karar verdim gerçekten dinlenmeye ihtiyacım vardı. Çok yorgundum. Başımı yastığıma koyar koymaz uyudum. Zorlu bir yıl beni bekliyordu..