Claire Angel Deeply Afrodit'in Çocuğu/Kulübe Lideri/Büyü Teknikleri Eğitmeni
Mesaj Sayısı : 3332 Kayıt tarihi : 31/10/10
| Konu: Zorlu Orman / Direnç Çarş. Mayıs 11, 2011 10:53 am | |
| Dün seçilenleri öğrenmek için kulübesinden hızlıca çıkmış, kamp meydanına doğru ilerlemekteydi. Kalbi heyecandan fırlayacak gibiydi. "Acaba ben seçilmiş miydim?" Durmadan kendine bu soruyu soruyordu. Bu soru dışında başka hiçbir şey düşünmüyordu. Bir yandan “Niye seçilmeyim ki?" diyordu. Başka bir açıdan da "Ya seçilemezsem." diyordu. Kulübesinden tek katılan oydu. Bunun için daha da bir heyecanlıydı. Kardeşleri için seçilmek zorundaydı. Kamp meydanına geldiğinde eli ayağına dolaşmaya başladı. On iki melez seçilecekti; on iki güçlü melez. Kheiron meydanın tam ortasında isimleri okuyordu: "Tiffany Trully, Anna Marie Benson, Claire Angel Deeply..." Kendi ismini duyunca başta algılayamadı. "Ben mi? Seçilmiş miyim?" Yüzünde oluşan gülümseme belki de şimdiye kadar gülümsediği en güzel ve en mutlu gülümsemesiydi. Mutluluktan ayakları yerden kesilmiş, nefesi durmuştu. Heyecandan bayılmak üzereydi. Etrafına bakındığında kardeşlerini ona doğru yaklaşırken gördü. Onlarda çok mutlu olmuş gibiydiler. Yüzlerindeki sıcak gülümsemeleriyle ona "Tebrikler kardeşim. Seninle gurur duyuyoruz." dediler. O da kendisiyle gurur duyuyordu. On iki melezden biri olmuştu. Bu büyük bir başarıydı. Şimdi de birinci olmak için çabalayacaktı. Bunun için elinden gelenin fazlasını yapacağına kardeşlerine söz verdi. Kheiron şimdi gidip dinlenmelerini yarın erkenden kalkıp göreve gideceklerini söylediğinde hemen kulübesine yöneldi. Mutluluktan koşmak istiyordu ama kendine zar zor hakim oluyordu. Kulübesine vardığında hemen yatağına yatıp gözlerini sürükleyici uykular alemine daldırdı. Yarın zor ve uzun bir gün olacaktı. Dinlenmesi gerekiyordu. *** Yanındaki saatin durmaksızın çalmasıyla gözlerini açtı. Gözlerini ovaladıktan sonra çalan saati durdurdu. Banyoya gidip elini yüzünü yıkadı. Hemen hazırlanması gerekiyordu. Dolabından turuncu kamp tişörtünü giydi, altına da kot pantolonunu geçirdi. Hafif bir makyaj yapıp saçını düzleştirince kulübesinden çıktı. Kamp meydanına doğru koşar adımlarla gitti. Hava bugün çok güzeldi. Çiçekler adeta dans ediyor, onun içinde kelebekler uçuşuyordu. Havanın bu kadar sıcak olması onda ayrı bir mutluluğa, ayrı bir gülümsemeye yol açıyordu. Sıcak havada o kadar hızlı yürümüştü ki kamp meydanına çabucak varmıştı. Herkes gelmiş onu bekliyorlardı. En son gelen oydu. Fakat yine de diğerlerini çok bekletmemişti. Kheiron herkes gelince oyunu anlatmaya başladı: "Melezlerim! Bu oyun Artemis ve Aeolus'un oyunu. Hepinize birer sırt çantası vereceğiz. Bu çantanın içinde bir şişe su, harita ve el feneri olacak. Yanınıza bir de favori silahınızı alabilirsiniz. Amacınız ormanda hayatta kalıp size verilen haritada bitiş noktasına varabilmek. Hepinize başarılar." Kheiron sözlerini bitirir bitirmez havada hafif bir esinti oldu ve Kheiron’un yanında önce Aelos'u sonra da Artemis'i gördü. Artemis'le Aeolus geyiklerin götürdüğü bir arabaya bindiler ve bütün melezleri yanlarına çağırdılar. Herkes tek tek binmeye başlayınca oda arabaya bindi ve ormana doğru yol aldılar. Geyiklerle daha önce havada hiç uçmamıştı. Bu onda garip bir duygu yaratmıştı. Büyük bir oyunun başlamak üzere olması dışında çok rahattı. Artık o kadar fazla heyecan yapmıyordu. Diğer melezlere tek tek göz gezdirdi. Bazılarında hiçbir tepki yoktu. Bazıları ise heyecandan ölecek gibiydi. Herkes şunu çok iyi biliyordu ki bu oyun hiç kolay olmayacaktı. Bunları düşünürken bir ormanın üstünden geçmeye başladılar. Clay geldiklerini anlamıştı. Aeolus tek tek elini şaklatarak diğer yarışmacıları ışınlıyordu. Büyük ihtimalle ormandaki yerlerine yolluyordu. Yarışmacıların çoğu gittikten sonra Aeolus bana da baktı ve aynı şekilde elini şaklattı. Birden Clay’ın görüntüsü değişmeye başladı. Bu ışınlanma olayı onun başını döndürüyordu. Çok şükür ki bu fazla uzun sürmedi. Etrafı bulanıklıktan kurtulduktan sonra kendini ormanda buldu. Her yerde ağaç vardı. O hayatı boyunca hiç ormanı sevmemişti. Bitkiler, böcekler, vahşi yaşam hayatı hiç ona göre bir şey değildi. Ancak şimdi bir oyun uğruna buradaydı ve mücadele edecekti. Kim bilir bu ormanda başına ne tür şeyler gelecekti! Clay biraz korkarak çantasından haritayı çıkartarak yürümeye başladı. Haritaya baktığında başta hiçbir şey anlamadı. Biraz daha bakınca ağaçlar arasında gösterilen beş tane noktayı gördü. İki nokta kırmızı renkteydi. Bu noktalar başlangıç ve bitiş noktası olması gerekiyordu. Haritaya dikkatli baktı. Sonra gözlerini haritadan aldı ve etrafına bakındı. Tahmini doğruydu. Haritadaki ilk nokta başlangıç yani bulunduğu yerdi. Haritada turuncu renginde üç nokta daha vardı. Şekillerden ne olduklarını anlamak hiç zor değildi. Bunlar ödül noktalarıydı. Bir an ödül noktalarına uğrayıp uğramayacağını düşündü. Haritaya bakılırsa ödülleri almak yolu çok uzatıyordu. Bu ormanda fazladan bir dakika bile geçirmek istemiyordu ama orada da beklemek istemiyordu. Onu almaya çok sonra da gelebilirlerdi. En iyisi ödül noktalarına uğramaktı.
Hızla en yakındaki ödül noktasına doğru yürümeye başladı. Bir yandan da sürekli etrafına bakınıyordu. Hayvanlar özellikle böcekler onu hem korkutuyor hem de iğrendiriyordu. İçinden annesine karşısına bunun gibi şeyler çıkmaması için dua ettikten sonra bir de spor ayakkabı giydiği için şükretti. Zira topuklu ayakkabılarla bu yerde yürünmezdi. Clay sızlana sızlana yürürken güneşte hiç acımadan onu kavuruyordu. Güneşe baktı ve iç çektikten sonra “Şu an benim kumsalda güneşleniyor olmam gerekiyordu.” dedi. Bu düştüğü hale inanamıyordu. Yine de şu ana kadar kuş cıvıltısı dışında başka bir hayvanın sesini duymadığına şükrediyordu. Kuşları severdi, tabii kendisine zarar vermedikleri sürece. Kuşların cıvıltıları ona hep ninni gibi gelirdi. Bu durumda bile uykusunu getirmeyi başarmıştı. Gözleri yavaş yavaş kapanıyordu. Acilen uykusunu açacak bir şey yapması gerekiyordu. Ne yapabilirim diye düşünürken buna gerek kalmadı. Çok uzaktan bir çığlık duydu. Çığlık ormanda yankılanarak kulağına gelmişti ve bu çığlık Tiff’in sesine benziyordu. Ne yapacağını bilemedi. Tiff’in başına bir şey gelmiş olamazdı. Tiff, Clay’ın en iyi arkadaşlarından biriydi. Aklı birbirine girmişti. İleri geri adımlar atıyordu. En sonunda koşmaya başladı. Bir süre sonra soluk soluğa kalmıştı ve daha fazla koşamayacaktı. Durdu ve derin derin nefes almaya başladı. Eğer gerçekten o Tiff sesiyse… Bu korkunç bir şeydi. Bundan sonra daha dikkatli olmalıydı. Fazla da vakit kaybetmemeliydi. Haritaya baktı. Doğru yolda olduğuna emin olduktan sonra sakin sakin yürümeye başladı. Kafasında da bin bir fikir vardı. Bu ormandan çıkamayacağını düşünüyordu. Hayatında hiç ölümünü düşünmemişti. Bu korkunç bir şey olurdu. Hayatını seviyordu ve böyle bir durumda ölmek istemiyordu. Neredeyse ağlamak üzereydi ama kendini tuttu. O Afrodit kızı olmasına rağmen çok güçlüydü. Böyle hemen pes edemezdi. Sonuna kadar gidecek ve savaşarak ölecekti. Aklına birden Pers geldi. Onu çok özlemişti. Daha ayrılalı iki saat bile olmamıştı ama işte… Bir süre sonra bir ağacın üzerinde geyik resmi gördü. Başta ne olduğunu anlamadı ama sonra haritaya bakınca ödül noktasına geldiğini fark etti. Hemen etrafına göz gezdirdi. Buralarda ödül falan görünmüyordu. Dikkatlice her yere bakmaya başladı. Her ayrıntıya bakıyordu ve özellikle geyik gibi bir işaret arıyordu. Arama çabaları sonuç verdi. Bir taşın üzerinde de geyik işareti buldu. Aklına taşın altında olabileceği geldi. Taşı itmeye başladı ama taş yerinden pek oynamak istemiyordu. Bir ağacın yanından odun aldı ve taşı bir daha ittirdi. Taş hafif kalkınca odunu taşın altına soktu. Sonra odunun yardımıyla bu koca taşı kenara çekebildi. Kazandığı bu zafere çok mutlu olmuştu. Ödülü de bulmuştu. Ancak ödüle bakınca tüm mutluluğu söndü. Ödülü battaniye ve çakmaktı. Ağzı açık bir şekilde tepesindeki güneşe baktı. Sonra “Bunlar benimle dalga mı geçiyorlar?” diye sordu. Tabii ki hiçbir yerden cevap vermedi. Fransızca lanetler okuduktan sonra battaniyeyi ve çakmağı aldı ve çantasına koydu. Çantası bunları alabilecek kadar büyüktü. Buna sevinmişti.
Çantasını tekrar sırtına attıktan sonra haritaya baktı. Sırada diğer bir ödül noktası vardı. İçinden bu ödül noktasında yiyecek bir şeyler olması için dua etti. O çok acıkmıştı ve aynı zamanda da çok susamıştı. Bu kavurucu sıcakta susamamak mümkün değildi. Belki de suyu buharlaşıp yok olmuştu. Bu bile yüksek bir ihtimaldi. İkinci ödül noktasına doğru yürümeye başladı. Artık aklından bir tek yemek geçiyordu. Et, patates kızartması, köfte… Ağzı iyice sulanmıştı. Bir süre yürüdükten sonra karşısına birden bir geyik çıktı. İlk önce korktu ama sonra geyiğin güzelliğini fark etti. Geyik gri rengindeydi. Onun en çok dikkatini çeken şey gözleri oldu. Geyik Clay’ın içine işleyen bir bakışla bakıyordu. Bir süre göz göze kaldıktan sonra Clay kılıcını çekti. Bir süre daha böyle bekledi. Geyiğin Artemis’în kutsal hayvanı olduğunu biliyordu. Aynı zamanda da aşırı derecede güzeldi ama Clay’ın karnı çok acıkmıştı. Ne yapacağını bilemiyordu. En sonunda kılıcını tekrar kınına soktu ve geyiğe “Seni öldüremem.” dedi. Sonra da geyiğin yanından geçip gitti. Kendine yiyecek başka bir şeyler bulması gerekiyordu ama hazır bir şeyler istiyordu. Hazırlamakla, avlamakla, pişirmekle hiç uğraşamazdı. Haritasına bir daha baktı. İkinci ödül noktasında ne çıkacağını çok merak ediyordu. Dolayısıyla hemen oraya varmak istiyordu. Uzun bir süre yürüdükten sonra yerdeki bitkiler uzamaya ve ona zor yürüme imkânı sağlamıştı. Bitkilerin neden ona geçit vermek istemeyişini anlamamıştı. Zaten çok da yorulmuştu. Güzel bir yer bulunca soluklanmak için oturdu. Ormanda oturmaktan çok korkuyordu ama yapacak bir şey yoktu. Clay’ın boğazları yanıyordu. Artık su içmesi gerekiyordu. Çantasını açtı ve içinden suyu çıkardı. Suyu büyük bir açlıkla içmeye başladı. Hepsini bitirmeden kendini frenledi ve daha fazla içmesin diye hemen suyu çantasına koydu. Artık hazır yiyecekten ümidini kesmişti. Avlanacak bir hayvana da razıydı. Çünkü bir süre daha bir şey yemezse açlıktan ölecekti ve bunu hiç istemiyordu. Clay’ın düşüncelerini bir ses böldü. Bu sesin neye ait olduğunu başta anlayamadı. Hızlıca ayağa kalktı. Belki de avlayabileceği bir hayvan yaklaşıyordu. Gözleriyle dört bir yanı taramaya başladı. Kılıcını da çekmişti. Çabucak hayvanın gelmesini istiyordu. Ancak beklediğine bin pişman oldu. Gelen bir ayıydı. Clay şok olmuştu. Zorlukla “Ama ben bunu avlayamam ki!” dedi. Ayı hızla onun yanına geliyordu. Clay ilk şoku atlattığında elindeki haritayı bile atarak çığlıklar eşliğinde can havliyle koşmaya başladı. Onun çığlıkları çok rahat ayının sesini bastırıyordu. Zaten öyle bir koştu ki ayı ona yetişemedi. Nereye gittiğini ne yaptığını hiç bilmiyordu. Ayağını büküp yere düştüğünde anca durabildi. Bir şeyi yoktu ama hala korkusu dinmemişti. Etrafına korkulu gözlerle bakındı. Kulaklarını da iyice açmıştı. Hiçbir ses seda yoktu. Kuşlar bile susmuştu. Ayağa kalktı ve haritayı orada bıraktığını yeni idrak etti. Haritasız ne yapacaktı? Oraya bir daha asla dönemezdi. Bu koca ve ürkütücü ormanda kaybolmuştu. Umutsuzca yürümeye başladı. Artık ciddi bir şekilde ölmek istiyordu. Bu yarışı kaybetmişti. Bunları düşünürken aklına Artemis’in izleri geldi. Belki iz sürerek doğru yolu bulabilirdi. Etrafındaki ağaçlara, taşlara baka baka yürümeye başladı. Bakmadık yer bırakmıyor, bir işaret arıyordu. Çok geçmeden aradığı işareti buldu. İkinci ödülü burada bir yerde olması gerekiyordu. Etrafına bakınmaya başladı. Mantık yürütmeye çalışıyordu. En sonunda ödülü ağacın arkasında, çimlerin arasında buldu. Hemen ödülün ne olduğuna baktı. Ödülü değişik bir şeydi. Bir kancası vardı ve ipe bağlanmıştı. Bu hiç beklediği gibi bir ödül olmamıştı. Sinirle “Bari rengini falan güzel yapsalardı.” dedi. Kanca demir rengindeydi. İp ise kahverengiydi. Bunlar hiç iç açıcı renkler değildi. Clay kancalı ipi de çantasına koydu. Sonra ne yapacağını düşünmeye başladı. Tek bir ödül noktası kalmıştı. Bu durumda o ödül noktasından çok bitiş noktasını bulmak istiyordu. Zaten yürüyecek dermanı da kalmamıştı. Açlık onu bitirmişti. Tekrar yürümeye başladı. Yine bir işaret gibi bir şey arıyordu. Biraz yürüdükten sonra yapraklarını dökmüş hüzünlü duran ağaçlar gördü. Yerler dökülen yapraklar sayesinde sarıyla boyanmış gibiydi. Yaprakların üzerinden geçerek yürürken birden boşluğa düşer gibi oldu ve kendini bir çukurda buldu. Yere çok kötü düşüp başını çarpmıştı. Gözünü açtığında yaklaşık iki metrelik bir çukurda olduğunu gördü. Buradan nasıl çıkacağını bilmiyordu. Gözleri de kapanıyordu. Her şey ona karşı olduğu gibi hava da ona karşıydı. Gök kızgın bir baba gibi gürlemeye başladı. Bu korkutucu bir manzaraydı. Çok geçmeden hava da buz kesmişti. Clay kendini zorlayarak çantasından battaniyeyi aldı ve sıkıca sarıldı. Sonra da uyuya kaldı.
Bir süre sonra yüzüne düşen soğuk yağmur damlaları sayesinde uyandı. Hava kapkaranlıktı. Önünü bile göremiyordu. Hemen çantasından el fenerini aldı ve havayı aydınlattı. Çukurda olduğunu tamamen unutmuştu. Şimdi hatırlamıştı ve acilen buradan çıkması gerekiyordu. Ne yapabilirim diye düşünürken aklına ikinci ödülü geldi. Kancalı iple ne yapabilirsem diye düşünmüştü. İşte şimdi bulmuştu. Kırk yıl düşünse kancalı ipi kullanacağı aklına gelmezdi. Hemen çantasından ipi çıkardı ve eline genişçe doladı. Sonra kancayı salladı ve yukarıya attı. Bu haliyle tam bir kovboya benzemişti. Kanca bir yere takıldığında yukarıya tırmanmaya başladı. Yukarıya çıkması hiç uzun sürmedi. Kancayı dolandığı yerden çözdü ve tekrar çantasına attı. Belki ileride lazım olabilirdi. Bu hayatta neyin ne zaman lazım olacağı belli olmuyordu. Ancak çok büyük bir sorun vardı. Gece bir yorgan gibi dünyanın üzerini örtmüştü. Etraf zifiri karanlıktı. El feneriyle işaretleri bulmak çok zor olacaktı ve açlıktan artık ölmek üzereydi. Çantasında kalan son suyu da dayanamayarak içti. Sonra yürümeye başladı. Yine bir işaret arıyordu. Ne kadar yürüdüğüne dair hiçbir fikri yoktu. Güneş yavaş yavaş dünyayı aydınlatmaya başlamıştı. Aynı zamanda havada ısınmıştı. O kadar terlemeye başlamıştı ki battaniyeyi çantasına tıkıştırıp yola devam etti. Artık önünü görebildiğinden el fenerine de ihtiyacı kalmamıştı. Umutsuzlukla kendini salmış bir şekilde ilerlerken ileride bir tavşan gördü. Clay tavşanları çok severdi ama şu an öyle bir açtı ki her şeyi yiyebilirdi. Kılıcını çekti ve sinirle tavşana fırlattı. Her şey çok ani oldu. Bu soğukkanlılığına kendisi bile şaşırmıştı. Demek açlık insana her şeyi yaptırabiliyordu. Ölen tavşanın yanına gitti ve oturdu. Kılıcıyla tavşanın derisini yüzmeye başladı. Bu durumdan hiç hoşnut değildi ve kendisinden iğrenmeye başlamıştı. İşi bittiğinde kılıcını kınına koydu ve odun toplamaya başladı. Tavşanı pişirmesi gerekiyordu. Küçük odunlar topladıktan sonra çakmak yardımıyla ateşi yaktı. Sonra tavşanı aldı ve ateşte pişirmeye başladı. Hemen yemek istiyordu ama pişirmek dururken çiğ yiyecek kadar da düşmemişti. Tavşan kızarmaya başlayınca ateşten çekti ve yarısını annesine adadıktan sonra geri kalanını yemeye başladı. Artık hanımefendiliği falan da kalmamıştı. Hiç nezaket kurallarına aldırmadan yiyordu. Kısa bir süre sonra tavşanı bitirmişti. Karnı da doymuştu. Şimdi kendini daha iyi ve kuvvetli hissediyordu. Karşılaştığı ayıyı bile yere serebilirdi. Tavşanın artıklarına baktı. Ona çok acımıştı. Kendisini kahramandan çok katil gibi hissediyordu. Güneş her yeri kasıp kavurduğu için ateşi söndürmeye çalıştı. Söndürmesi biraz zamanını almıştı. Ateş sönünce biraz dinlenip sonra yola devam etmeye başladı. Ancak üzerinde küçük bir böcek görmesiyle yerinden sıçraması bir oldu. Durmak hiç iyi bir fikir değildi. Çantasını sırtına takıp yürümeye başladı. Aşırı sıcak ve yemek yemek onu susatmıştı. Şimdi su içmesi gerekiyordu ama hiç suyu kalmamıştı. Üçüncü ödül noktasında belki biraz su vardı ama bitiş noktasına gitmesi gerekiyordu. Artık yolunun üzerine hangisi düşerse oraya gidecekti. Uzun bir süre yürüdükten sonra birkaç işaret daha gördü. Nerde olduğunu bilmiyordu ama yüz metre kadar ötede Artemis, Aeolus ve Kheiron’u görünce sevinçten her şeye rağmen koşmaya başladı. Sonunda bu lanet olasıca ormandan kurtuluyordu. Hem de tam zamanında gelmişti. Onların yanına gidince durdu ve derin derin nefes almaya başladı. Artık ormandan çıkma vakti gelmişti. | |
|
Athena Admin/Tanrıça/Kamp Müdiresi
Mesaj Sayısı : 5210 Kayıt tarihi : 16/08/10
| Konu: Geri: Zorlu Orman / Direnç Perş. Mayıs 12, 2011 6:02 am | |
| Örneklendirmeler ve imgeler açısından başarılı bir rol oyunuydu. 'Kulübesinden tek katılan oydu' demişsin, kurguya göre seçim tanrılar tarafından yapılıyor, sizin başvurularınız ile değil, kamptaki durumunuza göre. Arka plan renginin açık pembe olması göz yormuş, bir daha beyaz veya gri renklerini tercih etmen iyi olur. 'Yüzünde oluşan gülümseme belki de şimdiye kadar gülümsediği en güzel ve en mutlu gülümsemesiydi.' cümlesindeki gibi birkaç hata gözüme çarptı. 'Ayrı bir mutluluğa, ayrı bir gülümsemeye yol açılması' yanlış bir kullanım olmuş. 'Herkes gelmiş onu bekliyorlardı.' cümlesinde de yanlışlık var, herkes çoğul fiil ile kullanılmaz. Betimlemeler, kurgu ve olay anlatımı açısından başarılı bir rp'ydi fakat yazım kuralları açısından olması gerekenden fazla hataya sahipti. Direnç isimli oyundan aldığın puan: 87! | |
|