Gelmiş geçmiş en önemli ve en büyük olaydı bu. Kampa geldiğimden beri ilk kez düzenlenen muhteşem Tanrılar Oyunu, kamptaki bütün melezlerin ilgi odağı halindeydi şu sıralar. Altı yüz melez arasından seçilen şanslı veya ölüme giden bir yolda seçilen kurbanlardık biz şu anda. Fakat bu durumda kimsenin pesimist olduğu yoktu, herkesin gözünü kazanma hırsı bürümüştü. Yavaş ve temkinli adımlarla yürüyordum, önüme gelen sarı saçlarımı el çabukluğuyla topladıktan sonra babamın aldığı ayakkabılara bakarak ilerlemeye devam ediyordum. Aklımda sadece ne tür bir oyun olacağı vardı, bu işi nasıl becerebileceğim ve yenilmeden gelme isteği. Şu ana kadar şampiyonluklar yaşamıştım, kahramanlık ünvanına sahip tek melez bendim, buna rağmen beni favori gösterenlerin sayısı rahatça azımsanabilecek kadar azdı, genelde favoriler Üç Büyükler'in muhteşem çocuklarıydı. Lakin bu beni yıldırmıyordu, kimsenin beklemediği şekilde atağa geçebilecek bir yapıdaydım, diğerlerinin ne düşündüğü asla umrumda olmamıştı. Kamp meydanına vardığımda seçilenlerin çoğunun geldiğini gördüm, geç kalmışçasına mahcubiyete büründüm ve başımı eğerek beklemeye başladım. Kimseden çıt çıkmıyordu, tek tük duyulan nefes alışverişleri ortamın gerginliğini yükseltiyordu. Ayaklarımı vurmaya başlamıştım, sabırsızlanıyordum. Dişlerimin arasına aldığım tırnağımı ısırıyordum ve kendine güvenen onca melezin ardında sanki kampın tek kahramanı ben değilmişcesine duruyordum. Maalesef ki bu yarışı kazanamazsam yanıma bir tane daha kahraman eklenecekti ama yine de ilk ünvanımın gitmeyecek olması beni sevindiriyordu. Turuncu tişörtümü çekiştiriyordum, tam ortamı terk etme durumuna gelmişken karşıdan gelen at adamı görerek sevindim. Kheiron bize doğru geliyordu, sanırım ilk defa onu gördüğüme bu kadar memnun olmuştum. Fakat ani bir şekilde sadece üzerimizde tişörtümüz, pantolonumuz ve ayakkabılarımızın kalmasını söyleyince doğrusu korkum artmıştı. Gergin bir şekilde çantamı çıkardım, içine tıktığım abur cuburlara acıyarak göz ucuyla baktım ve ofladım. Beni sıcak tutacak yün hırkamı içim acıyarak yere bıraktıktan sonra ceplerimi kontrol ettim. Tertemizdim, adaletli bir yarışa başlamak için diğerlerini bekliyordum. Sadece favori silahımızı yanımıza alabileceğimizi söyleyen Kheiron'a uydum ve cebimden çıkardığım ve Kan Hırsızı adını verdiğim, üzerinden buram buram asalet akan kırmızı kılıcımı elime alarak geride ne varsa döktüm. Oklarımızı kullanıp kullanamayacağımızı bilmiyordum ama yanımda istemesem de taşıdığım için kullanabilitem olduğunu da düşünmeden edemiyordum. Boşuna kendimi riske atmaktan vazgeçtim ve oklarımı kullanmamaya karar verdim. Bunları düşünürken güneş daha da tepeye çıkmıştı, terlemeye başlamıştım. Yere akan terlerim beni boğmaya başlamışken tam o sırada karşıdan gelen tanıdık bir yüz kendime gelmemi sağladı. İrkildim, birden dik pozisyona geçtim. Bize doğru ilerleyen kadın, benim liderim Artemis'ti. Her zamanki gibi kendine has vahşi güzelliğiyle bütün melezleri etkilemeyi başarmıştı. Tam ona ve arabasına konsantre olmuşken, birden yüzümüze vuran rüzgar hepimizde bir tokat etkisi yaratmıştı. Yine bir Tanrı olduğunu tahmin etttiğim ilahi varlık bize doğru bakıyordu. Kherion'un açıklamasıyla beraber hepimiz kendimize gelmiştik, karşımızdakilerin kimler olduğunu şimdi rahatça kavrayabiliyorduk. Vahşi Doğa ve Av Tanrıçası Artemis bize gülümserken, Rüzgar Tanrısı Aeolus'un yüzünde bir donukluk vardı. Kheiron lafı ağzına aldı ve oyunu bize kısaca açıklamaya başladı. Anlattığına göre biz melezler ormanda, zorlu şartlar altında yaşamaya çalışacaktık, tıpkı çoğu zaman izlediğimiz televizyon programlarındaki insanların yaptığı gibi. Tek başımıza hayatta kalmaya çalışacakmışız ki bu benim için oldukça kolay olacaktı, ben avlanırken neler çekiyordum. Artemis'in uçan arabasından bizi bırakacaklarmış ormana, o büyülü arabadan ayrılmak zaten bana her zaman için zor gelmişti, bu durumu daha da zorlaştıracaktı. Başlangıç noktası ve bitiş noktasından bahsetti ve en çok ilgimi çeken şeyden, üç tane ödül durağından. Elimize verdiği haritayla beraber ilerlemeye başladım. Orman çok korkunç ve soğuktu, maceraya daha yeni başlamıştım. İlerliyordum, ilerliyordum ama hiçbir şey olmuyordu, karşıma ne bir ödül çıkmıştı ne de başka bir şey. Sonradan ağzımı hayrı açmam gerektiğini anladım, birden ormanda karşıma kocaman akrepler çıktı. Elimdeki Kan Hırsızı'na baktım ve hızlanarak akreplerin üzerine doğru ilerlemeye başladım. Tam kılıç darbesiyle onları vuracakken ileriden gelen bir çığlık duydum ve bu sesi çok iyi tanıyordum. Hypnos kızı Alexis'inkiydi bu, onun sesini ilk kez duyduğumda yine ormandaydım. Bir yandan beni kovalayan akreplerden kaçarken diğer yandan da Alexis'e yardım etmeye gidiyordum ama bulamıyordum onu. Adını haykırdım ama yine ses gelmiyordu. Bunun üzerine kendimi tamamen akreplere adamaya karar vermiştim fakat arkamı döndüğümde yüzüme vuran akrep, her şeyin mahvolmasına sebep olmuştu. Nefes alışverişlerim azaldı ve bayıldım.
Gözlerimin ardından hafifçe süzülen ışıklar beni kendine doğru çekiyordu. Uyanmak istemiyordum ama bunu yapmak zorundaydım. Gözlerimi hafifçe araladım, gerindim, esnedim ve yanımda duran kocaman bir ağaç gördüm. Tam o sırada gözüme bir miktar su takıldı, onun yanına gittim ve ardından neler gördüğümü tahmin bile edemezsiniz; nektar, peksimet ve ambrosia. Kendimden geçmiş gibiydim, bunlar bana enerji vermekle kalmayacaktı, belki de beni oyunu kazandırtan şeyler olacaklardı. Elimdeki haritaya baktım, meğer başlangıç noktasından ne kadar ilerleyip buraya gelmiştim. Peksimeti afiyetle yedikten sonra yeterli miktardaki ambrosiayı ve nektarı da içmiştim, çünkü zaten canavarların saldırısına uğramıştım, direnç kazanmam gerekiyordu. Onları bitirdikten sonra yolumda ilerlemeye devam ettim. Aklım Alexis'teydi, başının dertte olduğunu düşünmemeye çalışıyordum, umarım onun için her şey yolunda gidiyordur diye düşünüyordum. Yolumda ilerliyordum her zamanki gibi ve birden gelen rüzgar beni yolumdan etti. Rüzgar o kadar güçlüydü ki, neredeyse uçacaktım. Hemen yanımdaki selvi ağacına tutunuyordum, ama yine de direnç gösteremiyordum. Rüzgar beni benden alıyordu, bir süre sonra tutunmayı bıraktım ve uçmaya başladım. Yere düştüğümde ise kafamı vurmuştum, ambrosiayı saklayıp sonradan içebileceğimi de düşündükçe kahroluyordum çünkü başımın sızısı geçmek bilmiyordu. Kafamı kaldırdığımda ise karşımda muhteşem gri bir geyik dikiliydi, ona gülümsedim. Canlıydı, gerçekten çok asil duruyordu. Birden tin tin ilerlemeye başladı, ben de onu takip etmeye karar verdim. O, o kadar hızlı ilerliyordu ki bir geyiğe yetişemiyordum. Geyik tin tin ilerlerken benim gözüm haritadaydı, yoldan sapıyor gibi görünüyordum, onu takip etmeyi kestim ama şimdi de kaybolmuştum. Çaresizce ilerliyordum, gittikçe üşümeye başlamıştım ve daha demin yediğim yiyeceklerin verdiği tokluk hissi de yerini mide kemiren açlığa bırakmıştı. Artemis'ten yardım dilenirken, birden bir ateş beliriverdi gözümde. Ama bu oyunda Hestia'nın payı olmadığını düşününce bunun olamayacağını fark ederek yoluma devam ettim, ama titremem ve üşümem bir türlü geçmiyordu. Yürürken ayağım bir şeye takıldı, yere kapaklandım ve cisme dönerek bağırmaya başladım. "Seni salak... Çakmak." dedim gülümseyerek ve hemen yerdeki çakmağı alarak ateşin başına gittim, bunun bir ödül olabileceği sonradan aklıma geldi fakat yine de pek tatmin olmamıştım. Etrafı ararken gözüme çarpan battaniye çok sevinmeme neden oldu ve ona sarıldım, bunlar beni sıcak tutacak şeylerdi. Yanımda battaniyem ve elimde çakmakla ilerlemeye başladım ama bu kez karşıma gelen şey bir domuzdu, Yaban Domuzu. Oldukça büyük ve ürkünçtü ve maalesef bu canavarla daha önce hiç karşılaşmamıştım, bir deneyimim yoktu. O üzerime üzerime gelirken yapabileceğim bir şey olmadığını düşünerek kaçmaya başladım, kaçan kovalanır mantığıyla ilerliyordum ki, yerde duran bir şey gözüme çarptı. Bu bir yüzüktü, belki de üçüncü ödül buydu. Ne işe yaradığını bilmiyordum ama alıp parmağıma takmaya karar verdim. Buradan hemen uzaklaşsam iyi olurdu, yoksa ölecektim. Üzerime üzerime gelen yaban domuzu beni kafese kıstırmıştı, şimdi sadece onun derin iç çekişleri ve beni kalbimin sesi duyuluyordu. Az sonra ölecektim, hem de sadece bir oyun adına. Ölmek için gözlerimi yumdum, ölümü bekliyordum ki birden kendimi bitiş çizgisinin bitimine az bir mesafe kala bir yerde buldum. Bu yüzüğün ne işe yaradığını anlamıştım, daha fazla vakit kaybetmemek için koştum ve çizgiye vardığımda sevinç çığlıkları attım. Bu oyunu başarmıştım, zorla da olsa.