Üç gün öncesine dair anıları, onu hem korkutuyor, hem gururlandırıyordu. Seçilmişti! Tüm kamp meydanda toplanmış adayların açıklanma seremonisini izlemekteyken, Jüpiter bir anda aralarında belirmiş ve onlara kendi seçtiği adayları söylemişti. Adaylardan biri Drake'in çalışkan kardeşi Marcus'tu, diğeri de kendisiydi. O an mutluluktan çatlayacak gibi olmuştu. Ona destek olmak isteyen arkadaşlarının sırtına vurması, hatta etrafında küçük çaplı bir tezahürat grubunun oluşması, hayatı boyunca unutmayacağı güzel anılardı. Melez Kampı'na daha yeni gelmiş olmasına rağmen yüz yılda bir yapılan bu büyük etkinlik için isminin söylenmiş olması, onu fazlasıyla cesaretlendirmişti. Tanrıların Oyunu'nda belki birinci olabilecek kadar iyi değildi ama hatırı sayılır bir derece yapabileceğini düşünüyordu. "Adaylarımdan biri, Drake Tyrell Carter isimli oğlum. demişti babası. Drake, henüz bu arenada çok yeni olduğu için isminin verilmesi çoğunluğun tepkisini toplamıştı. Kheiron'un bakışlarındaki yılgın ifadede adeta ölümünü görmüştü. Yaşlı sentor, bu oyuna seçilenlerden bazılarının kampa geri dönmeyeceğini biliyordu, bunu onun bakışlarından rahatlıkla anlayabilmişti. Kendi ismini duyduktan sonrası onun için pek net değildi, aklı karşısına çıkacak zorlu etaplara gittiği için yalnızca tek bir isim dikkatini çekmişti; Tanrıça Amphitrite'in adayı Katherine M. von Dorff... Drake, başından aşağı bir kova soğuk su dökülmüşçesine irkilmiş, beyninden vurulmuşa dönmüştü. O bu oyuna katılabilir, zorluklarla mücadele edebilirdi. Kardeşi Marcus veya kuzeni Cornelia, etaplarla ondan daha başarılı bir şekilde başa çıkabilirdi ama Katherine... O çok narindi, çok kırılgandı. Kendisi gibi bir Romalı olduğunu, ondan çok daha iyi kılıç kullandığını, kampın en başarılı kahramanları arasında gösterildiğini biliyordu ama yine de... Korkuyordu. O zaman, Drake'in oyuna seçildiği açıklandığında Katherine'in neden öyle hüzünle baktığını anladı. Şimdi aynı bakışların onun çehresine de yerleşmiş olduğundan emindi. Birkaç melez sevgilisinin etrafını sarmıştı. Kalabalığı yararak onun yanına ilerleyip Katherine'e sıkıca sarıldı Drake. Aslında ona kaçmasını, çok uzaklara gitmesini ve oyuna katılmamasını, Daedalus'un labirentine saklanmasını, kayıplara karışmasını söylemek istiyordu ama içten içe Katherine'in bu oyunda mutlaka yer alması gereken bir isim olduğunu biliyordu. Kendine bile hayret ederek, düşüncelerini seslice dile getirmişti; "Başaracağını biliyorum."
...
Lanet olasıca çalar saati yüzünden rüyasının en güzel yerinde gözlerini açmış ve büyük günün gelip çattığını fark ederek zavallı bir şekilde feryat etmişti. "Bu saatte uyandırılmak için daha çok gencim!" dedikten sonra yatağından kalkıp yüzünü yıkamış, zorlu mücadelesi için hazırlanmaya koyulmuştu. Zorlu mücadele... Bundan kastının ne olduğu hakkında en ufak bir fikri bile yoktu. Tek bildiği daha Tanrı Apollon'un çektiği güneş arabası ufukta yeni görülmeye başladığında kamp meydanında bulunması gerektiğiydi. Yanında valiz büyüklüğünde çantası vardı ve içine aklına gelebilecek her şeyi doldurmuştu, ilk oyunda onu neyin beklediğini bilemezdi ama içinden bir ses bir yolculuğa çıkabileceğini söylüyordu ve melez olduğunu öğrendiği günden beri altıncı hissinin yanıldığına çok az şahit olmuştu. Sakızdan üçüncü yedek ok-yay takımına kadar her şeyi doldurmuş olduğu çantasını sırtına taktı, aynada kendisine son bir bakış attı, saçlarına o çok sevdiği karmaşık modeli verdi ve artık çıkmaya hazır olduğunu hissetti. Jüpiter kulübesinden çıkmadan önce kardeşi Marcus'un hala hazırlanmakta olduğu odasına uğrayıp ona belki sonra fırsatı olmaz diye bol şans diledi, ardından Adyali'nin odasına girip kardeşinin uyuyan suratına gülümseyerek baktı. İsmine aldanmaması gerektiğini biliyordu; Tanrıların Oyunu hafife alınabilecek bir oyun değildi, zorlu bir ölüm kalım savaşının maskesiydi. Eğer bu oyundan geri dönemezse kaybedecekleri ve onu kaybedecekler listesi epeyce uzundu. Aklındaki tüm bu düşünceleri atma çabasıyla hışımla kulübeden çıktı ve kamp meydanına doğru ilerlemeye başladı. Sabahın köründe bu kadar çok melezin ortalıkta dolaşıyor olması oldukça ilginçti. Yine de onları anlayabiliyordu. Seçilen kahramanların içinde elbette hepsinin en az bir tane yakını vardı ve ona veda etmek için oyunun başlangıcından hemen önce kamp meydanında bulunmak istemeleri şaşırtıcı değildi. Yarışmaya seçilmemiş olsa, Drake yine de sabahın köründe kalkıp kamp meydanına gider, Katherine'e, Marcus'a, Cornelia'ya, Satellite'a başarılar dilerdi.
Meydana vardığında karşısında içi içine sığmayan bir kalabalık buldu. Herkes mutluydu. Kimsenin suratında bu oyunun sonunda mutlak ölümün olduğuna dair bir kasvet ifadesi yoktu. Bu, Drake'in neşesini yerine getirmişti. Dostlarının yanına koşmuş, heyecanlı bir şekilde olacakları beklemekte olan Katherine'i sakinleştirmeye çalışmıştı. Bir süre konuşmalarının ardından, Kheiron meydanda belirmişti. Sentorun gelişini ise Tanrıça Artemis ile Rüzgarların Efendisi Aeolus'un gelişi izlemişti. Drake kafasındaki çarkların deli gibi dönmeye başladığını hissedebiliyordu. Bu iki ilahi gücü nasıl bir oyunda birleştirebileceğini bir türlü bulamamıştı. Kheiron oyunu açıklamaya başladığında ona minnetle bakmıştı. Oyunun isminin Direnç olduğunu biliyordu. Şimdi karşısında heybetli bir tanrı ile bir tanrıça gördüğünde, isim ona çok daha ürkütücü gelmişti. Kheiron konuşmaya devam ettikçe, yaşaması gereken macera Drake'in aklında yavaşça şekillenmeye başlamıştı. Bir ormana gidecekti. Ormana gidecek ve doğa yürüyüşü yapacaktı. Sonrası zaten kolaydı. Bir noktaya varacak, onu almaya gelmelerini bekleyecekti. Pekala, bununla başa çıkabilirdi. Suratlarındaki ifadelerden anladığı kadarıyla diğer adaylar da oyunu fazla zorlayıcı bulmamıştı. Birkaç satir tarafından üzerindeki tüm eşyalar toplandı, onda güven duygusunu fazlasıyla uyandıran büyük çantası elinden alındı. Yalnızca üzerindeki mor Roma Kampı tişörtü, pantolonu, ayakkabıları, kılıcı ve ona verilen ufak çantası kalmıştı. Bir süre kaşlarını çatarak bu işi beğenmediğini belli ettikten sonra, oyunu oynayacakları ormana Tanrıça Artemis'in geyikler tarafından çekilen arabasıyla gideceklerini öğrendi. İşte, bu gerçekten onun için ilginç bir anı olacağa benziyordu. Yarışmacılar Tanrıça Artemis ve resmen öyle sayılmasa da bir tanrı olarak kabul edilen Aeolus ile birlikte arabaya doluştuktan sonra, geyikler koşmaya başladı, kısa bir süre sonra Ay Arabası gökyüzüne yükselmeyi başardı. Hiçbir şeyden haberdar olmayan zavallı insanlar için üzülüyordu Drake, şimdi gökyüzünde ayı gördükleri için büyük ihtimalle korkulu anlar yaşıyorlardı. Arabada Katherine'in yanına oturmuştu, Aeolus açıklama yapmaya başlayana kadar onun elini tutmayı sürdürdü. Sonrasında, belirli aralıklarla arabadan aşağı atılacaklarını ve Aeolus'un güçleri sayesinde yere yumuşak bir iniş yapacaklarını öğrendiler. Drake oradakiler için endişelendi çünkü Jüpiter'in oğlu olduğu için belki ona veya kardeşi Marcus'a bir şey olmazdı fakat diğer kahramanları aşağı attıkları sırada Aeolus'un meşhur cep telefonu çalarsa, on adaydan birinin ölümü bir çeşit teknik arızadan kaynaklı olacaktı. Neyse ki onun tahmin ettiği trajik sahne hiçbir zaman yaşanmadı. Atlayanlar arasında sonlara kalmıştı. İsmi söylendiğinde hala arabada olanlara cesaret verici bir şekilde gülümsedi ve kendini boşluğa bıraktı. Düşme hissi çok güzeldi, hava moleküllerini yararak iniş yapmak, gerçekten harikaydı. Aeolus'un onu güvende tutan sihir gücünü biraz hissedebilmişti. Kahverengi ve humus kokulu toprağa atladığı yükseklikle çelişecek derecede yumuşak bir iniş yaptığında, derhal ayağa kalkıp üzerindeki tozları silkti ve minik sırt çantasını açıp ona verilen haritayı çıkarttı. Çantanın içinde yalnızca bir şişe su ve bir el feneri bulunduğundan, içinde haritayı bulmakta hiç zorlanmamıştı.
Haritada işaretli beş noktanın arasındaki mesafe hakkında hiçbir fikri veya tahmini yoktu. Küçükken izcilikle ilgilendiği veya kamp yaptığı hiç olmamıştı. Tuhaftı, hayatı boyunca asla bir gün ormanda hayatta kalması gerekeceğini düşünmemişti. Tanrıların Oyunu ona, yeni ve renkli maceralar yaşama imkanı tanıyordu. Suratına yerleşen çarpık gülümseme, yanında bir pusula olmadığını fark ettiğinde söndü. Haritaya bakılırsa ilk ödül noktası için kuzeydoğu, bitiş noktası için de kuzey yönüne doğru gitmesi gerekiyordu. Kaşlarını çatarak ikinci ödül noktasının şu anda bulunduğu noktanın güneybatısında yer aldığını fark etti. Yolculuğuna başladıktan sonra asla geri dönüp o noktaya gitmezdi. Onu almaya ne zaman geleceklerini bilmiyordu ve içinden bir ses, epeyce beklemesi gerekeceğini söylüyordu ama tersine, bu oyunda zamanla yarışması gerekiyor da olabilirdi. İşini şansa bırakmayı sevmezdi, elinden geldiğince hızlı bir şekilde bitiş noktasına varacaktı. Bir süre düşündükten sonra, ilk olarak ikinci ödül noktasına gidebileceğini düşündü. Önce orada onu bekleyen armağanları alır, sonra ilk ödülü alması gereken noktaya doğru ilerlemeye koyulurdu. Sorun, güneybatının şu anda hangi yön olduğunu bilmemesiydi. Yalayarak parmağını ıslatıp havaya kaldırıp esintinin yönünü anlamaya çalıştı ama yakıcı sıcaklıktaki güneşin altında, alnında boncuk boncuk ter damlaları oluşmuşken, ufacık bir yel esintisi bile parmağına çarpmadı. O an, her şeyden çok bir Poseidon çocuğu olmayı diledi. Adamlar doğuştan denizci olduğundan, yönler konusunda hiçbir zaman sorun yaşamazlardı. Bir Demeter çocuğu olsa da fena olmazdı hani. Onlar ağaçların köklerindeki şu yosun olayından, yönlerini anlayabilirlerdi. Peki, Drake'in tanrı ebeveyni ona yön bulma konusunda nasıl bir fayda sağlayabilirdi? Bu soruyu aklından geçirdiği anda cevabını da buldu. Haritada her bir nokta büyük ağaçlar şeklinde gösterilmişti. Şu anda da yanında büyük, diğerlerinden epeyce daha büyük ve göze çarpan bir meşe ağacı duruyordu. Yukarıdan kuşbakışı bakıldığında bu ağacın hemen göze çarpabileceği kesindi. Drake, Jüpiter'in oğluydu ve Jüpiter'in ona bahşettiği özel güç, bir kartala dönüşebilmekti. Sırıtarak "Ağaçlara gerçekten de kuşbakışı bakacağım! Yani, kuş olduğum zaman bunu yapmam pek zor olmaz." dedi ve sonra kendi soğuk esprisine kahkahalarla güldü. Bazen gerçekten de aklı çalışıyordu. Derin bir nefes aldıktan sonra çantasını yere bıraktı ve bir süre odaklandıktan sonra, aklından bir kartal olduğunu geçirdi. Göğüs kafesindeki kabarmayı, vücudundaki kıvılcımları hissedebiliyordu. Gözlerini kapattı ve bu değişik hissin tadını çıkardı. Ellerini artık hissedemez olduğunda, sırtında bulunan kanatlarının varlığını hatırladı ve onları çırparak havada yükselmeye başladı. Uçmak, özgür olmak, kanat çırparak havayı delmek, hepsi birbirinden harika duygulardı. Büyük ağacın tepesine çıkıp dallarından birine kondu ve keskin bakışlarıyla ormanı inceledi. Kısa bir bakışın ardından, üstünde bulunduğuyla birlikte beş ağacın, fazla uzak olmayan aralıklarla durmakta olduğunu gördü. İnsan formunda olsa şimdi zevkten kahkahalar atardı. Ağaçların konumlarından, hangisinin haritadaki hangi nokta olduğunu rahatlıkla anlayabilmişti. Kahverengi dala ağırlığını verdikten sonra kendini havaya doğru sıçrattı ve birkaç kez ormanda kanat çırptıktan sonra yere iniş yapıp tekrar insan haline dönüştü. Kartal olmak fazlasıyla yorucuydu ve gün içinde en fazla bir veya iki kez kartala dönüşebilecek gücü kendinde bulabiliyordu. Eğer haritasını ve çantasını yanında taşıma imkanı olsa, 2. ödül noktasına direkt uçarak gider ve zamandan kazanırdı ama bunun yarışmanın kurallarını ne şekilde etkileyeceğini de bilmediği için, en iyisinin yürümek olacağına karar vermişti.
Sıcak güneşin altında gerçekten de çok zor anlar yaşayarak yürüdü Drake, ta ki haritada işaretli ikinci ödül noktasına gelene kadar. Devasa meşe ağacına uzun uzun baktı, ağacın etrafına da öyle. Ama bakışları ormana ait olmaması gerekirken orada olan herhangi bir nesneyi seçemedi. Kaşlarını çatarak ödülün nerede olabileceğini bir süre düşündükten sonra aklına toprağı kazmak geldi. Ağacın yakınındaki bir noktaya oturarak kazmaya koyuldu. Neyse ki fazla uzun sürmeden toprağın içinde sert bir nesneye denk geldi. Çıkarıp baktığında onun tahta bir sandık olduğunu gördü. Kapağını açtığında içinde özenle katlanarak yerleştirilmiş bir battaniye ve onun üzerine konulmuş çakmağı buldu. Aklına gelen tüm Latince küfürleri söyledi ve hışımla ayağa kalkıp sandığı tekmeledi. Bu sıcakta, bir çakmak ve bir battaniye ile ne yapabilirdi ki? "Lanet olsun!" diye bağırdı öfkeyle. Bu tanrılar onunla dalga mı geçiyordu?! Sonra aklına, bunun normalde ikinci olarak bulması gereken ödül olduğu geldi. Kaşlarını yukarı kaldırarak, oyunu hazırlayanlardan birinin Aeolus olduğunu hatırladı. Onun bu oyundaki fonksiyonu, hava şartlarına müdahale etmekten başka bir şey olamazdı. Rahatlayarak bir nefes verdi Drake, buraya boşu boşuna gelmemişti. Bulduğu iki ödüle birkaç saat -veya gün- içinde ihtiyaç duyacaktı. Çakmağı küçük sırt çantasına attı ve battaniyeyi de içinde bulunduğu tahta sandıktan çıkarmadan kucağına aldı. Eh, bu sıcak havada teninin yündense tahtaya temas etmesi onun için daha hayırlıydı. Yürürken zaman zaman yere çeşitli işaretler bırakmış olduğu için kendisiyle gurur duyarak, geldiği yönden başlangıç noktasına doğru ilerlemeye koyuldu. Oraya vardıktan sonra, artık güneybatı tarafını biliyor olduğundan, işi kolaydı. İstikametini kuzeybatıya çevirerek ilerlemeye devam etti. Sıcak artık onu resmen bitkin düşürmüştü. Çantasından pet şişe içindeki suyu çıkarıp kalan son yudumu da içti ve şişeyi sinirle atabildiği kadar uzak bir noktaya fırlattı. Her şeye katlanabilir, guruldayan midesine tahammül edebilirdi, terden sırılsıklam olmuş olsa bile hayatını sürdürebilirdi ama susuz kalamazdı. En kötü ihtimalle son bir gayret gösterip tekrar kartala dönüşür ve bir akarsu arar, belki de direkt bir işaret göndererek oyundan diskalifiye olmak istediğini belirtirdi. Zaten tahminine göre şu anda Olimpos'tan izleniyordu ve pes ettiğini söylediği anda birileri yanına gelip ona su verecekti. Belki de, bu tamamen onun Pollyanna modundan kaynaklanıyordu. Yürümeye devam etti Drake, ona saatlerce sürmüş gibi gelen bir süre boyunca yürüdü. Bir ara mola verip mor renkli Roma Kampı tişörtünü çıkardı ve çantasına attı. Şu anda o kadar rezil bir durumdaydı ki, burada tek başına olduğu için tanrılara minnet duaları edebilirdi. En sonunda, üçüncü büyük meşe ağacına vardı. İlk uğradığı noktada olduğu gibi bu noktada da görünürde hiçbir ödül yoktu. Onun için ilk seferinde yaptığı gibi yine toprağı kazmaya koyuldu. Toprağı kazarken aklından geçen tek düşünce, bu ıstırabın artık bitmesini istediğiydi. Sonunda ilkine benzer bir sandık gözüne çarptı. Onu hemen topraktan çıkarttı ve kapağını açtı. İçinde iki pet şişe su, bir şişe nektar, birer peçeteye sarılı nektar ve ambrosia bulduğunda, mutluluktan bayılacağını sandı. Hemen suyun birini açıp birkaç yudum içtikten sonra peksimetini yemeye koyuldu. Ödül noktalarına uğrama sırasını değiştirmiş olduğundan, kendine uzunca bir süre kızdı. Orada oturup bir süre dinlendikten sonra, artık havanın esintili olduğunu fark etti. Kafasını kaldırıp gökyüzüne baktığında yağmur bulutlarının ormanın üzerinde toplanmaya başlamış olduğunu gördü. Nektarını, sularını ve ambrosiasını hızlıca çantasına yerleştirip haritaya bir göz attıktan sonra hızla ilerlemeye başladı. Yola çıktığı anda fazlasıyla yüksek sesle bir şimşek çaktı. Gökgürültüsünün sesini, yüksek bir çığlık sesi takip etti. O ses... O sesi tanıdığından emindi. Sanki bağıran kişi çok sevdiği kuzeni Cornelia'ydı! Telaşla ne yapacağını bilemediği birkaç dakika geçirdikten sonra sesi tekrar duyma umudunu yitirdi. Ona yardım etmeye gitmek istiyordu ama elinden bir şey gelmezdi çünkü sesin nereden geldiğini anlayamamıştı. Hava kararmaya başlamıştı ve artık Drake'in tek derdi yorgunluk değildi; Bu her bir metresinde yeni bir tuzakla karşılaştığı ormandan delicesine korkmaya başlamıştı.
Ormana gelmesinin üzerinden kaç saat geçmiş olduğunu bilmiyordu, satirler saatine de el koymuştu fakat kararan hava ona akşamın yaklaşmakta olduğunun sinyallerini net bir şekilde veriyordu. Şanslıydı, 3. ödül noktasına vardıktan sonra bitiş noktasına pek fazla yolu kalmayacaktı. Tempolu bir şekilde yürümeyi sürdürürken, yağmur yağmaya başladığını fark etti. Sabahki hava aklına gelince bunun Aeolus kaynaklı bir hava olayı olduğunu anladı. Çantasından tişörtünü alıp tekrar üzerine giydi, sonra battaniyeyi çıkarıp tahta kutuya sardı. Bunu yapmıştı çünkü ormanda hiçbir mazisi olmasa bile, ıslak odunun yanmayacağını biliyordu. Bitiş noktasına vardıktan sonra kamp ateşine ihtiyacı olabilirdi fakat kamp ateşi için de kuru tahtaya ihtiyaç duyacaktı. İlerlemeye devam ederken yürümenin yerini koşma aldı, bir süre sonra kendini delicesine koşarken buldu. Koşuyordu; Sırılsıklam olmuş ve üşümüştü, battaniyeyi kullanarak tahtanın ıslanmasına izin vermemesi gerekiyordu, ısınmak için yapabileceği tek şey koşmaktı. Adımlarının toprak ve kurumuş yapraklar üzerinde çıkarttığı ses onu biraz rahatlatıp ıssızlıktan kurtarıyordu. Aklına sık sık az önce çığlığını duyduğu Lia'nın nasıl olduğu ve Kate'in şu anda neler yapıyor olduğu geliyordu. Koşmaya devam etti, arada takıldığı ağaç dalları veya duyduğu hırıltılar onu yavaşlatamadı. Temposunu azaltmamayı başararak en sonunda dördüncü büyük meşe ağacına vardı. O an mutluluktan ağlayabilirdi, bu sefer ödül toprağın altında değil, tam önündeydi. Ağacın dalına asılmış olan yağmurluğa sevinçle baktıktan sonra elindekileri yere bırakarak ağaca doğru koşmaya başladı. Derken, bir anda kendini boşlukta buldu ve düşüşe geçti. Lanet olasıca bir bubi tuzağına denk gelmişti! Bugün belki de bininci kez "Lanet olsun!" diye bağırdıktan sonra telaşa kapılmaması gerektiğini hatırlayıp kendini biraz sakinleştirdi ve az önce yediği peksimete güvenerek kartala dönüşmeyi diledi. Şanslıydı, bunu başarmıştı. Çukura düşmeden önce eşyalarını bırakmış olduğu için de şanslıydı çünkü öbür türlü onları almak gibi bir şansı olmayacaktı. Ağaca ilerleyip yağmurluğu daldan aldı ve hızla üstüne geçirdi, ardından tekrar yerde eşyalarının durduğu yere gidip çantasını sırtına asıp battaniyeye sarılı tahta kutuyu kucakladı ve haritadaki beşinci ağaca yani bitiş noktasına doğru ilerlemeye koyuldu.
Neyse ki şu ana kadar pes etmeyi ciddi derecede fazla düşünmemişti. Demek ki Drake düşündüğünden daha dayanıklı biriydi. Oyuna katılan 11 kişinin çoğunu severdi ama içlerinde onu sinir eden birkaç kişi de vardı ve onların bu oyunu tamamlamayı başaramamalarını umdu. Bu düşüncesinin bencilce olduğunu biliyordu ama umurunda değildi. Yağan yağmur ve kapalı hava yüzünden net bir şekilde göremediği ay ışığına baktı. Bu, daha ilk oyundu ve defalarca kez ölümün kıyısına gelmiş, delirecek gibi olduğunu hissetmişti. Belki de Tanrıların Oyunu'na seçilmiş olmak ona sadece onur değil, dert de getirmişti. Aklında binlerce değişik düşünceyle sonunda bitiş noktasına varıp o büyük meşe ağacı karşısında gördü. Hızlıca etrafına bakındı ve orada yalnız olduğundan emin oldu. Bu, henüz kimsenin onu almaya gelmemiş olduğu, yani yarışmadan elenmediği anlamına geliyordu! Ağacın gövdesine dayanarak yere çöktü ve derin nefesler alıp vererek çantasından çıkardığı ambrosiayı yemeye koyuldu. Çok açtı ve bir şekilde karnını doyurması gerekiyordu, elbette bunu yapabilmek için ilk olarak güç toplamaya ihtiyacı vardı. "Yemeğimin yanında da nektar içerim." diyerek gülümsedi. Yağmurun dindiğini fark edince içine bir mutluluk oldu. Kalkıp bulunduğu noktadan fazla uzaklaşmadan bir hayvan yakalamaya karar verdi. Avcılıkta pek iyi olduğu söylenemezdi ama yerde bulduğu bir ağaç dalının ucunu kılıcıyla sivriltirken, bunun yapamayacağı bir şey olmadığını düşünüyordu. Ağaç dalını mızrak olarak kullanacak ve istediği etkiyi yaratabilirse hayvanı onunla yere sabitleyecekti. Sonrası kolaydı; Kılıcını kullanacak ve... Bir anda aklındaki tüm düşünceler durdu çünkü parlak, gri bir geyik karşısına çıkıp ona bakmaya başladı. Bu belki oldukça tuhaftı ama geyik gerçekten de Drake'e bakıyordu... İstese hemen o anda geyiği avlayabilirdi. Aslında, böyle güzel bir hayvana kıymakta bir saniye bile tereddüt etmezdi. Açtı... Ama şu anda Tanrıça Artemis'in hazırladığı bir oyunun içindeydi ve geyik de Artemis'in kutsal hayvanıydı. Karşısındaki belki de Artemis'in kendisiydi ve Drake'i denemek istemişti. Her şey olabilirdi, yüzüp yüzüp kıyısına geldikten sonra hiçbir şeyi riske atma lüksü yoktu. Geyiğe göz kırpıp gülümsedi ve ilerlemeye devam etti. Sanki, geyik de ona göz kırpmıştı. Belki de açlık artık Drake'in başına vuruyordu. En sonunda önündeki açıklıkta ilerlemekte olan bir sansar gördü. Suratına yerleşen sinsi sırıtma eşliğinde elindeki sivri uçlu dalı ona doğru fırlattı. Tam isabet! Onu vurmayı başarmıştı!
...
Karnını doyurmuştu, çakmak yardımıyla tutuşturduğu tahta sandık parçalarının karşısında dinleniyordu. İçtiği nektar çok lezzetliydi. Sahi, ne gibi gelmişti tadı ona? Küçükken üvey annesinin hazırladığı limonatalara benziyordu. Sansar da hiç fena değildi doğrusu. Onu parçalamak ve ateşin üzerine dallardan kurduğu sistem yardımıyla pişmesini sağlamak epeyce zorlu olmuştu ama değmişti, hem de fazlasıyla. Şimdi yapması gereken tek şey beklemekti. Yanında hala suyu ve biraz ambrosiası vardı. Sandığı parçaladıktan sonra tahtaların bir kısmını ağacın gövdesine dayamıştı, tekrar yağmur yağmaya başlarsa ağacın yaprakları sayesinde kuru kalmayı başaracaklardı. Yeterince ısındığı için yağmurluğunu çıkarmış, ateşin karşısında tişörtünü kurutmuştu. Battaniyesini yere serdi ve üzerine uzandı. Belki de onu almaya gelecekleri zamana kadar biraz kestirse fena olmayacaktı. Yağmurluğundan yapmış olduğu yastık, ona dünyanın en güzel uykusunu yaşatabilecek kadar konforlu görünüyordu gözüne. Uzandı, mutlulukla gülümsedikten sonra gözlerini kapattı. Belki de bu mutlu anı yemeğini yemeye başlamadan önce Av Tanrıçası'na sunduğu adağa borçluydu. Drake, zorlu şartlar altında avlanmanın hayat kurtardığını ve kutsal olduğunu öğrenmişti. Artemis, Avcılık Tanrıçası, belki de bu oyunda kahramanlardan yalnızca bunu görebilmelerini bekliyordu. Kaşlarını çatarak Aeolus'un oyunundan ne gibi bir ders alabileceğini düşündü. Kahkahasının ardından "Günün sözünü buldum o halde. Bir gün bir sandığın içinde battaniye bulursan asla küfretme çünkü, battaniyelerin ne zaman hayat kurtaracağı belli olmaz." dedi. Gözlerini kapattı. Şimdi yalnızca uyuyacak, biraz dinlenecekti.
Gözlerini açtığında karşısında Kheiron, Tanrıça Artemis ve Tanrı Aeolus'tan oluşan bir grup gördü. Telaşla toparlanıp ayağa kalktı ve "Geçtim mi?" diye sordu. Cevap karşısındakilerden değil, zihninde konuşan babasından geldi; "On iki oyunu da başarıyla tamamlamadan önce bu soruyu bir daha sormayacaksın, kahraman."