Üzerindeki mor tişörtü gururla giyerken, Yunan melezlerinin bakışları umurunda bile değildi. Bir anda duyduğu ses ile konuşan meleze döndü. “Neden onlar kendi kamplarının tişörtünü giyiyor? O zaman neden bu kampta kalıyorlar.” Herkes bakışını ona doğru çevirirken, Katherine söyleyen kişiyi görememişti ama umurunda bile değildi. Kimse böyle bir soru soramazdı. “Sana bunu sormak düşmez. Artık her kimsen.” Dedikten sonra, sadece gruptakilerin duyabileceği şekilde pek hoş olmayan bir kelime söyledi. Onların şaşkın bakışlarına maruz kalmıştı bu sefer. Kendini savunurcasına sesi duyduğu tarafa doğru tuttu elini. Gözleri ısrarını gözler önüne koyuyordu. “Ama bana sataştı!” Ne derse desin daha sakin kalması konusunda uyarıldıktan sonra, somurtarak olduğu yerde durmaya devam etti. Lia, onu sakinleştirirken, bir süre daha etrafa kötü bakışlar atmaya devam etti. O sırada Tanrılar gelmiş, Kheiron onlara yapacakları açıklamıştı. Şaşırmıştı Katherine. İnce mor, Roma Kampı’na özgü tişörtüne bakarken Aeolus’un yaratacağı şartlarda ne yapacağına dair en ufak bir fikri yoktu. Yine de seçilen on iki kişiden biri olacağını her zaman biliyordu. En azından neredeyse emindi. Yunan kampı sorumlusu Kheiron’un yaptığı açıklamada oyunu Tanrıça Diana ve rüzgarların efendisi Aeolus’un hazırladığı oyunun zorlukları aklına geldikçe, yüzünde oluşan gülümsemeye engel olamamıştı. Onun asil geyiklerinin çektiği, diğerleri gibi gümüş arabaya adımını atarken, kalbi heyecandan o kadar hızlı atıyordu ki, Tanrıça’nın onu duyacağını düşünmüştü. Diana, bindiklerinden emin olmak için ona son bir kez baktıktan sonra geyiklerine komut verdi. Birden havalanan arabadan düşmemek için kenarına tutunmak zorunda kalmış olan Katherine, bir yandan çantasını tutmaya çalışırken, bir yandan da kendini arabada tutmaya çalışmıştı. Bir süre kampın üzerinde uçtuktan sonra, Diana’nın geyikleri inişe geçmiş, Katherine arabadan indikten sonra da yeniden yükselip, diğer melezlerle birlikte yok olmuşlardı. Yabancı olduğu bu ormana bakarken, elindeki haritayı sıkı sıkı tutmuştu Katherine.
Şimdi ormanda ilerlerken haritaya bakıyor, ne yapacağına karar vermeye çalışıyordu. O her zaman içindeki sese önem veren bir kızdı. İçindeki ses ise ona en kısa zamanda su kenarı bulmasını söylüyordu. Katherine ise, Diana’nın onu suya uzak bir yere bıraktığına emindi. Tepedeki yakıcı güneşin yerini ne zaman rüzgara bırakacağını merak ederek, alnından akmaya başlamış terleri sildi yavaşça. Soğuk bir hava dilemeyecekti. Çünkü bunu dilerse, bir süre sonra gerçekleşeceğini de biliyordu. Haritayı sıkmaktan bembeyaz kesilmiş ellerini gevşetti biraz. Bir ağacın, geniş gölgesine sığınıp nereye gideceğine ve neler yapabileceğine, ödül noktalarına, suların bulunduğu noktalara bakmaya başladı. Henüz bir tehlike ile karşılaşmamış olması sinirini bozmaya devam ediyordu ama daha erken olduğunun da farkındaydı. Haritayı incelemeye devam ederken, saçını topladığı için memnundu. Terlediğini için kaybettiği su miktarını, onlara verdikleri sırt çantasındaki sudan azar azar içerek sağlıyordu. Sonunda ayağa kalkıp, kendini yeniden yakıcı güneşe teslim ettiğinde, vücudundaki her nokta yanıyormuş gibi hissetse de ilerlemeye devam etti. Bazen elini yüzüne siper ediyor, etrafını görmek için gözlerini kısıyordu. “Sen Romalı’sın.” Diye mırıldandı kendi kendine. “Daha zor şartlarda kaldın. Yapabilirsin.” Cesaretlendirme çabaları biraz daha toparlanmasını sağlamıştı. İzleyeceği yörüngede bir su olup olmadığına baktı haritasında. İşaretlenmese bile olduğuna emindi. Öyle düşünmek ilerlemesi için kendisini teşvik ediyordu. Böyle düşünmeyi istiyordu.
Kheiron’un söylediği gibi yapıp, yanına aldığı favori silahı olan mızrağının saat halinde kalmasını sağlamıştı şimdilik. Böylece ne kadar zaman geçtiğini anlayabilecek, acele etmesine gerek kalıp kalmadığını anlayabilecekti. Bunu düşünmek elini kaldırıp saatine bakma isteğini harekete geçirmiş gibiydi. İkindi vakitlerine olduğunu görünce şaşırdı. O kadar oyalanmış olması sinir bozucu bir şeydi. Ormanın derinliklerine doğru giderken, artık yeterince aydınlanmayan bölgelere geldiğini görebiliyordu. İlahi altın mızrağını çıkarıp, vahşi hayvanları ona çekmektense, sırt çantasındaki el fenerini kullanmak daha akıllıca gelmişti Katherine’e. Düğmeye basarken çıkan ses bile fazla gelmişti birden, etraf sessiz, ağaçların bolluğundan oluşan karanlık ise ürkütücüydü. Güç ver bana Lupa. Güç ver bana Lupa. Tamam, o bunları söyleyecek kız olmayabilirdi ama içine çöken kötü histen kurtulamıyordu bir türlü. Havanın soğuması, artık arabadan indiğinden beri aklında olan şeyi yapmasını gerektiriyordu, saatin dört olduğunu gösteren, normalde mızrağı olan eşyaya baktıktan sonra yaptığı şeyden nefret etti ve feneri kapattı. Kendini daha fazla savunmasız hissetmek istemiyordu, bu yüzden anında mızrağını ortaya çıkardı. Az sonra çekeceği canavarları ve vahşi hayvanları düşünerek işini çabuk tutmalıydı. İlahi altın mızrağın etrafa yaydığı ışık, hem çevresini görmesini sağlarken, hem de onu iyice tedirgin yapıyordu. Sakin olmalıydı! Her zaman elinde olan o soğukkanlılığı neredeydi? Derin nefesler alıp kendini sakinleştirirken, mızrağın sivri ucu ile ağacın kabuğunu kesmeye başladı, kestiklerini sırt çantasına doldururken, yağmur, kar ya da benzeri hava şartları için kendisine sığınak bulması veya yapması gerektiğinin de farkındaydı. Az sonra sıkılan Tanrıların karşısına zorluk çıkaracağına şüphe yoktu. Üstelik Romalı olması bu zorlukların, diğerlerine oranla daha fazla olmasını sağlayacağına dair bir his vardı içinde. Yeterince dal veya yakılacak eşya bulduğundan emin olduktan sonra mızrağını yeniden saat haline getirdi ve el fenerini açarak, ilerlemeye devam etti. Güneş, yavaş yavaş kaybolurken bulutların geldiğini görebiliyordu. O anda sağından duyduğu otların kenara itilme sesi ile kenara döndü. Bağırmak istiyordu ama düşmanı henüz onun yerini belirlememişse bile, bağırması kesinlikle nerede olduğunu belli ederdi. Geri geri attığı birkaç adımdan sonra koşmaya başladı. Hayatı buna bağlıymış gibi koşuyordu. Ayağı bir dala takılıp yuvarlanırken farkında olmadan çığlık attı. Peşindeki şeyin durmadığını biliyordu. Demek ki şimdi başlıyordu oyun. Sıkılan Diana, peşinden göndermişti vahşi hayvanları. Nefes alışı da, tıpkı kalp atışı gibi hızlanmışken, bulduğu ilk ağaca tırmandı Katherine. Peşinden koşan hayvanın ağaca tırmanamadığını ummak dışında yapabileceği bir şey yoktu ne yazık ki. Sağlam olduğunu düşündüğü dalların pürüzlü yüzeyine tutunduktan sonra, ellerinin üzerinden geçen karıncalardan iğnererek aşağı doğru baktı. Boyutu büyütülmüş ve etrafına gümüş bir ışıltı yayan oldukça iri kurttu bu. Lupa’dan bile beter görünüyordu. Dişlerini göstererek çevresine hırlıyor, ağzından akan salyalar toprakta birikiyordu. Havayı koklayıp Katherine’nin yerini bulmaya çalışıyordu şimdi. Nefes bile almayan kız, her an yakalanacağından emindi artık. Mor tişörtü sayesinde çok ilgi çekmemesi rahatlatmıştı onu. Sırt çantasını tek eliyle tuttuktan sonra, diğer eli ile de bir dala tutundu ve kendini tepeye çekti. Ağaca çıktığından beri arttığını düşündüğü rüzgar, titremesine sebep olurken, dişlerini sıkmaya başladı. Bir anda kendini bırakıp, durduğu daldan atlarken hiçbir Tanrı’nın ona yardım etmeyeceğini bilerek bir an için panikledi. Bu yarışmada tek başınaydı. Şimdi anlıyordu bunu. Kimse olmayacaktı, tabi… İri kurdun üzerinde düştüğünde hayvan kükreme ile havlama arası bir ses çıkardı ve onu ısırmak için etrafında dönüp, dişleri ile yetişmeye çalıştı. Ama Katherine hızlıydı. Hayvanın üzerinde kendisini dikleştirirken, normalde yapmayacağı bir şekilde onunla yüzleşmeye başladı. Bu biraz da kendisini rodeoda hissetmesine sebep olmuştu. Ama üzerinde olduğu şey bir boğa değil, ondan daha tehlikeli olan oldukça iri olan ve Artemis tarafından değiştirilmiş, normal kurtlardan çok daha güçlü olan bir hayvnadı. Katherine, onunla boğuşurken durması için yalvaran kaslarını dinlemek yerine dövüşmeye devam ediyordu ama tazı da pes edecek gibi değildi. Gittikçe öfkelenirken, kendini bir anda kurdun üstünden attı. Hala koşacak gücü varken kurtulması gerekiyordu. Düştüğü yerden üzerine bulaşmış çamuru bile temizlemeden kalktı ve koşmaya başladı. Yeniden koşuyordu işte. Haritayı çıkarmak istiyordu ama kısa süreliğine duraksayacak lüksü yoktu. İri kurdun ağaçları parçalayarak ve önüne çıkan engelleri kaldırarak peşinden geldiğinin farkındaydı. Nefes nefese kalmıştı ve ciğerlerine artık soluduğu hava yetmemeye başlamıştı. Üşümüştü, o yakıcı güneşin tepede olmadığının da farkındaydı. Muhtemelen az sonra Aeolus devreye girecekti. Eğer kendine hemen bir sığınak bulmaz ya da yapmazsa, geceyi geçiremeyecekmiş gibi bir his vardı içinde. Ama kurt varken, nasıl bir sığınak ayarlayabilirdi ki kendine? Tanımadığı bu ormanda, nelerin, nerede bulunduğu konusunda hiçbir fikri yoktu. Bir anda tazının sesi kesildi. Ağaçlar, rüzgar… Her şey durgunlaşmış gibi gelmişti Katherine’e. Bir anda duyduğu çığlık kulaklarını patlatacak gibiydi bu sessizlikte. “Cornalia!” Diye bağırdı boşluğa doğru. Ne olmuştu üvey kardeşine? Yoksa o iri kurt onu bırakıp, üvey kardeşinin peşine mi düşmüştü? “Cornelia!” Diye bağırdı bir kez daha ormana doğru. Daha fazla dikkat çekemezdi. Ona bir şey olmamış olmasını dileyerek koşmasına devam etti. Aklına Drake geldi birden. Acaba sevgilisi nasıldı? Onun iyi olup olmadığı konusunda en ufak bir fikri yoktu ama içinden bir ses, Drake’in güvende ve sağlam olduğunu söylüyordu. Katherine içindeki sesin doğru olmasını diledi.
Peşinde canavar olmadığı için, belki de artık yorulmaya ve ağrımaya başlamış olan kaslarını dinleyerek durmalıydı ama onun şimdi kaçtığı şey fırtına bulutlarının getireceği şeydi. Ormanda donarak ölmek, kesinlikle ölme sebepleri listesinde ilk sırada yer almayacak şeylerdi. Bunun yerine koşarken daha yavaş bir şekilde nefes almaya ve kaslarına solunum yapabilecekleri oksijen yollamaya karar verdi. Özel güç serbestti. Demek ki bir su bulduğu anda hayatı kurtulacaktı. Adımlarını hızlandırırken, aklında olan tek düşünce buydu.
Güneş neredeyse batmıştı, henüz gökyüzünde kendini belli eden bir kızıllık olmasına rağmen, orman sanki geceymiş gibi gösteriyordu etrafı. El fenerini yakmış, çevresini görmeye çalışırken burnu soğuktan kıpkırmızı olmuş bir şekilde dişlerini tıkırdatıyordu. Bazen ellerini kollarına sürterek kendini ısıtmaya çalışsa da bunun pek işe yaradığı söylenemezdi. Üstelik acıkmıştı da. Eğer birinci bölgeyi bulabilirse, eğer şanslıysa içinden yiyecek çıkar ve onları yiyebilirdi. Ayakları, sanki yumuşak zemine batıyormuş gibi hissediyordu şimdi de. Bunları düşünürken, attığı adım birden boşluğa geldi ve ne olduğunu anlamadan kendini düşerken buldu. Bu karanlıkta çukuru ya da uçurumu nasıl fark etmediğini düşünürken çırpınmaya başladı. Aklı başına yavaş yavaş gelirken elindeki serinliği, ardından da tüm yorgunluğunun gidişini hissetti. Neredeyse normal zamanlarında olduğu kadar güçlüydü yeniden. Hatta ondan daha güçlü hissediyordu. Tereddüt ederek açtı gözlerini. Sudaydı! Fark etmeden düştüğü sudaydı. Yüzünde bir gülümseme oluşurken hemen çıktı oradan. Bileklerine kadar suda kalmaya özen göstererek, fenerini çevresine doğru tuttu ve inceleyen gözlerle bakmaya başladı. İstemediği sürece ıslanmadığı için hala kuru olabilirdi ama bunu önemsemiyordu şimdi. Yüzünde bir gülümseme belirmişti. Az önce yumuşak zemin dediği yer, sudan ıslanmış topraktı, aynı zamanda tepesi biraz daha açık olan bu kısım, havanın artık karardığını ve gece olduğunu söylüyordu. Bir gün boyunca ormanda yürümüş olmanın verdiği yorgunluk vardı Katherine’nin üzerinde. Çantasının içinde güvende ve kuru kalmış haritayı bulup ona bakarken, hala gitmesi izlemesi ve ilerlemesi gerekeden yolda olduğunu görüp rahatladı. Haritayı yeniden çantaya koyarken, aklına sığınak yapmak için güzel bir fikir gelmişti. Hava zaten gittikçe soğuyordu ve düştüğü suyun donmak üzere olduğunu görmüştü Katherine. Bunu kullanabilirdi. Amphitrite’den gelen gücü bir anda içinde hissetti. Sırt çantasını ayaklarının dibine bıraktıktan sonra derin bir nefes aldı ve gözlerini kapatıp donmak üzere olan sudan büyük bir bölüm alıp, tepesinde yarım bir küre oluşturdu, bir çeşit igloya benzemişti, tabi o bunu dikdörtgen buz parçalarından yapmıyordu, sadece su vardı. Şimdilik. Tüm gücünü kullanarak, özel gücün serbest olduğu bu ortamda suyun dibinde yetişen bitkileri çağırdı. Bitkiler anında çağrısına cevap verip ona doğru gelirken, oluşturduğu soğuktan buz haline gelmek üzere olan kalın su tabakasına dolanmaya başladılar. Böylece, içeride ısınmak için yakacağı ateş suyun erimesini engelleyecek, burayı Katherine için tam bir ev ortamı oluşturacaktı. Tüm gücünü kullanarak, su donana kadar öyle bekledikten sonra, sonunda Aeolus’un oluşturduğu dondurucu soğuk etkisini gösterdi. Katherine, kolları kopacakmış gibi hissediyordu fakat dayanmak zorundaydı. Ona ulaşmak isteyen hayvanlar veya canavarlar, önce buz tabakasını geçmeliydi. Rahat bir nefes aldıktan sonra, bitkilerin buz tabakasından girmesini sağladığı deliği biraz genişletti ve dışarı girip çıkabileceği bir kapı oluşturdu. Hemen ateş yakması gerekiyordu, yoksa evi de onu ısıtmakta pek işe yaramayacaktı. Dışarı çıktığında bir kez daha üşümeye başladı. Henüz yürüyeli birkaç adım olmuştu ki, kolları ve dudakları soğuktan morarmaya başlamıştı bile. Koluna damlayan soğuk damlaya baktığında, başını gökyüzüne doğru kaldırdı ve bu sefer bir yağmurun gelmekte olduğunu anladı. Kurt ulumaları gecenin sessizliğini bozarken, bunları yaşayanın sadece kendisi olup olmadığını merak etti. Acaba diğerleri de benzer durumlar mı yaşıyordu? Duyduğu gök gürültüsü yerinden sıçramasına sebep olurken, hemen bulduğu kuru taşları kapıp, yaptığı buzdan ve su bitkilerinden oluşmuş evine geri döndü. Yeniden su bitkilerini çağırıp, girdiği deliğe, sağlam bir kapı oluşturduktan sonra, sırtını bitkilere yasladı ve derin nefesler almaya başladı. Yeniden çığlık attığında ise, sadece biraz daha rahatlamak istemişti. Tam annesine olan sevgisi artarken, yeni çıkan bu olaylar ondan bir kez daha nefret etmesine yol açıyordu. Onu bu iğrenç melez hayatına sürükleyen annesiydi. Onu arkadaşlarından, babasından, mükemmel geçen hayatından koparan annesiydi. Her zaman da öyle kalacaktı.
Çantasından çıkardığı odunları dizmiş, taşları birbirine sürterek çıkan kıvılcımlardan ateşini yakmayı başarmıştı. Roma Kampı’nda büyümenin avantajı buydu. Lupa onlara hayatta kalmayı her zaman zor yoldan öğretmeyi seçerdi. İlk başta bunları sevmeyen Katherine, şimdi öyle olduğu için içten içe o kurda hayran oluyor, teşekkür ediyordu. O bunları düşünerek uzandığında, bir anda sırtında başlayıp, bacaklarının orada da devam eden sıcak bir şey hissetti. Önce böcek olabileceğinden korkup kalkıp baktığında, ormana indiği andan beri bir sürü yara izi edindiğini ve hepsinin açılıp kanamaya başladığını fark etti. Ne güzel bir gündü bu böyle. Donmaktan ölmese bile, kan kaybından ölecektikowaimidori@hotmail.com;. Yapacak bir şeyi yoktu. Sabah uyanabilmeyi dileyerek uykuya dalacaktı. Dumanın içeride kalıp onu zehirlemesini engellemek için buzda çok küçük ve baca yerine geçecek bir delik açtı. Yeniden yumuşak toprağa uzandığında, gözlerini yumdu ve bu işten sağ olarak çıkmayı isteyerek uykuya daldı.
***
Ona gözlerini açtıran, bitkilerinin arasından geçip yüzüne vuran güneş ışığıydı. Gülümseyerek ayağa kalktığında, az daha başını buzdan evin tavanına vuracaktı. Bir yeri daha kanarsa dayanamayacağından emin olduğu için endişeli bir şekilde etrafına bakındı. Bitkiler, buzun dışarısını görmesini biraz engelliyordu ama kimsenin olmadığına bashe girebilirdi. Buzda, az da olsa gece onları yıkmaya çalışan hayvanların bıraktığı tırnak izleri vardı. İç çektikten sonra aklına akan kan geldi. Siyah pantolonunu biraz yukarı çekip, akşam kurumuş kana bakınca, yüzünde iğrenmiş bir ifade belirdi ama kendini toparlamayı başardı. Üstündeki her şeyi çıkarırken, onları sakince yere bıraktı. Şimdi sadece iç çamaşırları ile duruyordu. Bu da yaralarını daha iyi görmesini sağlıyordu. Her yanında dalların ve sarmaşıkların açtığı çizikler, daha derin yaralar vardı. Sırtında, bacaklarında, hatta kollarında ve yüzünde. Kesinlikle suya girip yıkanması gerekecekti. Üstündeki çamaşırlarını da çıkardıktan sonra, tümüyle çıplak bir şekilde başını kapı olarak kullandığı bitkilerden uzattı ve birinin olup olmadığına baktı. Kimse olmadığı için rahatlayarak buz evinden çıktı ve suya koştu. Balıklama bir şekilde atlarken, dışarıdan bakan biri onu uzun sürede karada kalıp, suyuna kavuşmuş bir balık sanabilirdi. Bir süre yüzerek aydınlık, sıcak ve muhteşem havanın tadını çıkardı. Kurumuş kan vücudunu terk ederken, suyun yaralarını iyileştirdiğini de hissedebiliyordu Katherine. İşte yine eskisi gibi olmuştu. Küçük çocuklar gibi gülerken, gözüne çanta benzeri bir şey takıldı. Gülümsemesi yüzünde donarken, her şeyi bırakarak ve tam bir aptal gibi davranarak tamamen savunmasız bir şekilde suda o çantanın olduğu kıyıya doğru yüzdü. Bunun bir tuzak olabileceği aklının ucundan bile geçmiyordu. Karnı guruldamaya başlamıştı ve çantanın içinde yiyecek olmasını umuyordu. Fermuarı yavaşça açtıktan sonra içine baktı. Gördüğü şey karşısında gözü sevinçle açılırken, mutluluktan dolayı çığlık atmamak için kendini zor tuttu. En azından kahvaltı yapabilecek, gücünü toplayabilecekti. Haritada nerede olduğunu bulabilecek, yolunu ona göre belirleyecekti.
Evine girmeden önce karşı kıyıdaki çalılarda bir hareket dikkatini çekti. Sudan çıkarken dönüp baktığı noktada, yerlerinden koparılan otları rahatlıkla seçebiliyordu. Önce sesi, sonra da pençesini gördü. Suratı ortaya çıkarken ona bakmayı bıraktı ve muhteşem gün düşüncesini bölen ayıdan kaçarcasına kendisini sığınağına attı. Bitkileri ile kat kat güçlendirirken durduğu yeri, şimdilik güvende olacağını düşünüyordu. Yeniden çantayı açıp, içindekileri çıkardı ve ayının kaldığı yere ulaşmasına birkaç dakika kala her şeyi bitirdi. Midesi dolduğu için, kendini daha iyi hissediyordu.
Ayı bitkilerini koparmaya başladıktan sonra, Katherine artık oradan çıkması gerektiğini anladı. Köşeye sıkışmıştı. İçerideki bitkileri kullanarak, dışarıdaki güneş ışınlarından dolayı artık erimeye başlamış buzu kırdılar. Bundan yararlanarak çıkarken, kırılan buz parçalarından biri yanağını kesse de, sonra toparlandı ve ayı onu fark etmeden koşmaya devam etti. Ama yine de yavaştı. Peşindeki aynın ne olduğunu anlamıştı tabi ki de. Artemis’in temsili hayvanlarından biri olan dişi ayıydı. Tıpkı o büyük cehennem tazısı gibi o da gümüş parıltılar saçıyordu etrafına. Belki de bu Katherine’nin göz oyunuydu kendine karşı. Bilemiyordu ama koşmaktan da yorulmuştu. Diana’nın gazabı umurunda bile değildi. Elinde tuttuğu haritaya, bir yere takılmadan bakmaya çalışırken, aşina olduğu o sesi duydu. İlk olarak karşısına çıkan kurt yeniden peşinde düşmüş olmalıydı. Şimdi kesinlikle dayanamayacaktı işte. Haritayı hızlı bir şekilde sırt çantasına koyduktan sonra, hemen saatine dokundu ve ilahi altın mızrağının tüm ihtişamı ile elinde belirdi. Dişi ayı ile ilk karşılaştığı canavar olan iri kurt ona doğru yaklaşırken, Katherine onların hırlamaları dışında başka hiçbir şey duyamaz olmuştu. Mızrağını kaldırıp uyarırcasına hırlamaya devam eden hayvanlara doğru tuttu. Ama cevap sadece seslerini yükselten hırlamalar olmuştu. Sinirli bir şekilde onlara gözlerini dikmiş bakarken, yitirdiği cesaretinin geri döndüğünü hissetti. Yeniden bir Romalı gibi düşünebiliyordu. Yeniden bir Romalı gibi savaşmak istiyordu. Küçük ama ormanda yayılan bir savaş narasından sonra, sırt çantasını yere attı ve saldırdı onlara. Hayvanlar da ona karşı saldırıya geçmişti. İlk olarak kurt ulaştı ona. Katherine mızrağı ile hayvanın karnını çizerken, giydiği kamp tişörtü, kurdun kanına bulanmıştı. Kokuya ve kana en ufak bir tepki göstermeden, savaşçı bir kraliçe gibi zarafetle ama bir o kadar da acımasız bir şekilde saldırmaya devam etti. Ayı cüssesinden dolayı biraz geç ulaşmıştı ama çok daha zorlu bir rakipti kurda göre. İkisi de birbirlerini süzerken, yarasını yalamayı bitirmiş kurt da yeniden saldırıya hazırdı. Ama tuhaf bir şekilde önce ayının saldırmasını bekliyor gibiydi. Ayının karnını hedef alıp saldırdığında, hayvan da saldırıya geçmişti. Pençesini kaldırıp, Katherine’nin neredeyse göğsünü parçalayacak bir şekilde saldırdığında, kız son anda kendini yere atıp darbeden kurtulabildi. Bu sefer ikisi de aynı anda saldırmışlardı. Mızrağını rastgele sallarken, bir anda mızrağın bir bedene saplandığını, hatta onu ikiye bölecek bir hızla ilerlediğini fark etti. Gözlerini açarken, kusmamak için kendini zor tuttu. Mızrağı, ona saldıran iri kurda denk gelmiş, ortadan ikiye bölmüştü. Toprak üzerinde biriken kan aynı zamanda pantolonu ve tişörtüne de sıçramıştı. Ayı da, o da kurda baktı bir süre. Katherine, önce toparlanan oldu. Savaş arkadaşının öldürülmesine sinirlenip, onu parçalamak isteyen ayıdan uzaklaşmalıydı bir an önce. Çantayı kapıp koşmaya devam ederken, haritayı çıkarmaya çalıştı. Yanlamasına astığı çanta, tam o haritayı çıkardığı anda sırtından düşünce durmak zorunda kaldı. Yürürken topladığı her şey o çantadaydı. Geri dönüp onu alacağı sırada, ayının ona yaklaştığını fark etti. Başka şansı yoktu. Çantadan vazgeçmek zorundaydı. Ama koşacak gücü yoktu. Sabah, oldukça güzel yemeklere sahip bir kahvaltı etmiş olabilirdi ama ekmek haricinde diğerlerinden fazla yiyememişti. Kalanı, az önce ayının ezdiği çantada kalmıştı. Bulduğu çalıların arasına saklanırken, bir anda gözüne takılan şeye baktı. İlahi güzellikte, gri renkli bir geyik. Artemis’in hayvanı. O kadar dost canlısı görünüyordu ki, ona doğru ilerledi Katherine. Bunun bir tuzak olabileceği, hiç aklına gelmemişti. Ayı tam arkasından fırlayıp, son anda öne doğru adım atmasıyla parçalanmaktan kurtulan Katherine’nin sırtında derin bir çizik açmıştı. Çığlık atmamak için kendini zor tutarken, Katherine ikinci kez tuzağa yakalanmanın getirdiği öfkeyle, kendini etrafında döndürmüş ve mızrağının keskin ucu ile aynın kafasını bedeninden ayırmıştı. Geyik tüm bu sahne yaşanırken, kaçmayı tercih etmiş olmalıydı çünkü etrafta gözükmüyordu. Yerde yatan ayı kafasına aldırmayarak haritayı çıkardı ve nereye gideceğine baktı. Üçüncü bölgedeydi, ödül noktası. Çantayı gördüğünde ona doğru ilerledi ve içinde ne olduğuna bakarken, tehlikeli bir şey fırlayacakmış gibi dikkatli davrandı. Çıkan bir pusula ve su şişesiydi. Rahat bir nefes alıp, sudan birkaç yudum içti ve birazını da başından döktü. Haritaya son bir kez baktıktan sonra, elindeki pusula sayesinde, buluşma noktasına doğru ilerledi.