'Ah hayır, bu kampa asla alışamayacağım.' O kadar canım sıkılmıştı ki, kollarımı kendime dolamış amaçsızca yürürken nereye gittiğime bile dikkat edemiyordum. Buradaki bazı insanlar anlamak istemiyordu, ama farklı bir kültürün adetlerine henüz adapte olamamış bir insan, kampta yapılan her türlü etkinlikten nefret ederdi. Ayrıca hava koşulları da huysuzlaşmama neden oluyordu. Melezlerini her tür saldırıya karşı hazırlamaya çalışan tanrıların, basit hava koşullarını kamptan uzak tutmaya çalışması gerçekten saçmaydı. Mısır'ın sıcacık havasını özlemiştim. Burada çok fazla nem vardı. Kocaman bir çam ağacı görünce durakladım. Burayı biliyordum. Kampın sınırına kadar gelmiştim yürürken. Bakışlarımı ufkun ötesine çevirdim ve arkamda bıraktığım evimi düşündüm. Bir sözüm olduğunu biliyordum, ama bir şeyler göz göre göre ters gidiyorsa belki de her şeye en baştan, sıfırdan başlamalıydım. Ben düşüncelere dalmışken, arkamdan birinin 'Selam!' diye seslendiğini duydum. Hazırlıksız yakalandığım için bir an kamp görevlilerinden birinin geldiğini sanmıştım. Neyse ki arkamı döndüğümde, gelenin edinmeyi başarabildiğim ender sayıdaki arkadaşlarımdan biri, Calvin olduğunu gördüm ve biraz daha rahatlayarak gülümsedim ona. 'Selam, Calvin.' dedim gerginliğimi yansıtmamayı başardığım bir ses tonuyla. 'Nasıl gidiyor?'