Noel için New York’taydık. İlk önce yetimhaneye uğramış, Müdiremize verdiğimiz sözü yerine getirmiştik. Daha sonra akşama doğru Bar’ların evine geçip Noel’e birlikte girmiştik. Eğlenceliydi, Bar da annesini gördüğü için mutluydu. “Keşke gece gece dönmeseydik Bar” dedim. “Haklıydın, sabah kalkar kalmaz yola koyulmamız gerekiyordu” Kampa yaklaşmıştık ama gecenin karanlığında ve soğuğunda yürümek, bitmek bilmez gibi geliyordu. Üstelik her yer karla kaplıydı, bu da yürümemizi engelliyordu. “Bir dahakine dinlersin beni artık” dedi. Kafamı salladım. “Üşüyor musun?” diye sordu. “Hayır” dedim ama dişlerimin takırdaması yalanımı ortaya çıkarıyordu. “Al şunu” dedi ve üstündekini çıkarmaya başladı. Zaten benim yüzümden gece yola çıkıp yürümek zorunda kalmıştık, bir de benim yüzünden üşümesini istemiyordum. “Hayır dedim sana!” dedim sertçe. Büyükonuş kullanmamıştım. “Ben de sana al şunu dedim” dedi ve paltosunu üstüme attı. Kızgınlıkla yüzüne baktım. “Ne? İyiyim ben” dedi. “İyi ama birazdan sana geri vereceğim ve sen de itiraz etmeyeceksin” “Peki” dedi. Büyükonuşu seviyordum. Bir anda kolumu tuttu ve beni durdurdu. Etrafı dinlemesinden bir şey duyduğunu anlamıştım. Ses çıkarmadan bekledim. Sonra o berbat canavar kokusu geldi burnuma. Elime hemen yıldızlarımı aldım. Cebimdeki pusulamı yokladım ve beklemeye başladım. İlk önce birkaç ayak sesi duyduk ve sonra ağaçların arasından çıkan 3 tane harpyayı. Gece vakti soğukta hiç canavar öldüresi gelmiyordu insanın. Bar hemen kılıcını çekti.