Saat kaçtı bilmiyordum ama havaya bakılırsa kesinlikle biri geçmişti. Etrafta tek bir ışık kaynağı yoktu. Londra'daki sabaha kadar yanan sokak lambalarını görmeyi ummuştum sanki bir ara. Ama artık oradan çok uzaktaydım, ait olduğum yerde olsam bile, kalbimin bir kısmı da Londra'da, teyzemin yanında gibiydi. Başımı onundeki eşikte oturduğum pencereye dayadım. Burada oturmaya bayılıyordum. Burada rahat olmak için minik yastıklar ve yün bir örtü yerleştirmiştim. Düşünmeme inanılmaz yardımcı oluyordu burası. Sanırım en çok da buradan gökyüzünü görmek beni rahatlatıyordu. Gözlerimi kapadım ve dinlediğim şarkının sözlerine odaklandım. ''When the world's crashing down, when I fall and hit the ground, I will turn myself around. Don't you try to stop me. I, I, I won't cry...'' Bu ne zamandır dinlemediğim ama sevdiğim bir şarkıydı. Kollarımı dizlerime doladım ve kendime çektim. Ne zamandır uyumaya çalıştığımı bilemiyordum. Bu yüzden kalkıp, en sevdiğim yerde, pencere kenarına kıvrınmıştım. Uykum gelir diye umuyordum ama şimdi kendimi çok daha dinç hissediyordum. İç çektim. Neden hep böyle olmak zorundaydı ki? Artık uykumu gelmeyeceğini anlayıp ayağı fırladım. Hızlı kalkmaktan birden başım döndü. Neyse ki komidinimin kenarına tutunmayı başararak dengem yerine gelene kadar bekledim. Sonunda başımı kaldırdım ve sessizce etrafıma bakındım. Umarım kardeşlerim uyanmamıştır diye geçirdim içimden. Zaten fazla korumacılardı, bir de gecenin bu saatinde gizli gizli kulübeden çıktığımı görürlerse... Fazla yaşamazdım. Bu düşünceyle gülümsedim ister istemez. Her ne kadar bu huylarını hiç sevmesem de, benim önemseyenlerin olduğunu hissedince mutlu oluyordum. Ses çıkarmamaya çalışıp kapının tokmağını çevirdim ve geceye adım attım. Bir an sanki bir gölge görmüş gibi oldum ama gözlerimi kırpınca hiçbir şey gölge ortadan yokulmuştu sanki. Her ne kadar hava ayarlansa da, bu gece bana daha bir soğuk gibi gelmişti. Belki de yanlız olduğum için böyle hissediyordum, belki gecenin bir yarısında yasak olan bir şey yaptığım için. Kollarımı kavuşturdum ve yürümeye başladım. Nereye gittiğimi bile bilmiyordum. Yürürken bir yandan da etrafa bakınıp duruyordum, birileri -özellikle de Harpya'lar- beni görür diye ödüm kopuyordu. Ama onları halledebileceğimi biliyordum. Şaşkın bir şekilde düşüncelerimden sıyrılıp etrafıma bakındığımda Thalia'nın Ağacı'nın yanında olduğumu gördüm. Koca çam ağacına ve dalındaki ışıldayan posta kısa bir süre baktım. En azından bir ışık kaynağı vardı. Başımı çevirdim ve gözlerimi kısarak kampın dışına baktım. Her ne kadar sakin gibi görünse de tehlikelerle dolu olan yere... Neden ayaklarım beni buraya getirmişti ki? İçimden bir parça kamptan çıkmak mı istiyordu? Belki de teyzemin yanına gitmek? Bilemiyordum. Kafam karışmış bir halde Thalia'nın ağacının yanına oturdum ve başımı kocaman gövdesine yasladım. Ağacın diğer tarafındaki ejderha bile önemli değildi, zaten kendisi şu anda görevinden kaytarıp şekerleme yapmakla meşguldu. Tam gözlerimi kapayıp burada uyumayı deneyecektim ki, kulübeden çıktığım zaman gördüğüm gölgeyi tekrar gördüm. Hemen dikildim ve saldırı pozisyonu aldım. Gerçi yanımda hiçbir silah getirmemiştim.