1. BÖLÜM: Yetimler
Merhaba millet, ben Hope! Size bu hikayede nasıl öldüğümü anlatacağım..
Şaka şaka, yaşıyorum ben... Tabii yaşamak denirse buna.
Tamam, günüm her zaman ki gibi başlamıştı. Yatağımdan kalkıp gerinmiştim. "Bugün berbat bir gün olacak" diye söylenip, Chloe' ya kalkması için bağırmıştım. O her zaman ki gibi bir şeyler mırıldanmış, bana sırtını dönüp uyumaya devam etmişti. Yanına gelip yorganını çekince cevap olarak bana yastık fırlatmıştı. O alışılmış sabaha dönmek için neler vermezdim...
Neyse, size eskiden kaldığım yerden bahsedeyim. Annemin ve babamın trafik kazasında öldüğünü sanarak, bir yetimhanede büyüdüm. Kendimi bildim bileli o büyük yetimhanedeydim. Kocaman bir bahçesi olan, 3 ana binası ve 2 yatakhanesi olan, büyük yetimhanem. Siz şimdi beni hayatı zorluklarla geçmiş biri olarak görüyorsunuzdur, oradan oraya sürüklenmiş, kimsenin istemediği zavallı yetim. Aslında öyle değilim. Yetimhanemi gerçekten seviyorum çünkü orada bize iyi bakılıyordu. Beni anlayan bir sürü arkadaşım vardı. Öğretmenlerimiz ve bakıcılarımız çok iyiydi. Kısacası, oradaki hayatım gayet güzeldi. Gel gör ki, birden her şey değişiverdi…
Bu arada, 12 yaşındayım. Chloe ve Jeff en yakın arkadaşlarım. Tamam, kabul ediyorum, Jeff belki biraz fazlası olabilir. Ama belli değil, neyse işte, anladınız siz beni… Koyu yeşil gözlerim ve sarı - açık kumral saçlarım var. Matematiği ve tarihi seviyorum. Chloe bu yüzden beni bir ucube olarak görüyor. Ona göre en güzel ders boş dersmiş, böylece süslenebilecek ve dedikodu yapabilecek hanımefendi. Chloe' yu şımarık bir kız sanmayın. Yetimler şımarık olamaz. Ama onun hayatı benim kadar iyi değildi. Babası tarafından sürekli dövülüyordu ve başka kimsesi yoktu. Chloe 6 yaşındayken bir gün babası eve çok içkili gelmiş, elinde bir silah varmış. Chloe ilk önce kendisini öldüreceğinden çok korkmuş, sonra babası silahı kafasına dayamış ve ateş etmiş. Daha sonra birilerinin kucağında taşınmış, arabalara bindirilip buraya getirilmiş. Tam olarak ben de bilmiyorum. Hatırlamak bile istemiyor. Aslında çok iyi bir kızdır o. Güzeldir ve esprilidir. Simsiyah gözleri ve kırmızı (kızıl değil, sakın yanındayken kızıl demeyin, çok güzel ve koyu bir kırmızı) büyük büyük bukleli saçları var… İnsanlar ona hayır diyemez. En çok ben severim onu çünkü herkes onu şımarık sanarken, ben gözlerindeki korkuyu ve hüznü görebiliyorum. Herkes onu hiç üzülmeyen, bencil biri zannederken ben onun geceleri hıçkıra hıçkıra ağladığını biliyorum. Babası için nasıl üzüldüğünü biliyorum. Aslında Chloe çok duygusal. Babasının ona yaptıklarına rağmen onu çok seviyor ve onun için üzülüyor. Ama dışarı bunu göstermiyor işte!
Jeff geçmişini bilmiyor. O da buraya 3 yaşındayken gelmiş. Müdüremiz onu yetimhane kapısında bulduğunu söylemişti ama Jeff buna hiçbir zaman inanmadı. Masmavi gözleri sanki derin bir okyanus gibi… Uzun siyah saçlarıyla öyle yakışıklı ki...
Öhöm, hüzünlü hikayemin nasıl başladığından söz ediyordum…
2. BÖLÜM: Eddy
Chloe ile hazırlandıktan sonra (daha doğrusu o makyajını ve saçını yaptıktan sonra) kahvaltı için 1. ana binaya girdik. Burası uzun uzun 6 tane masanın olduğu, açık büfede nefis kahvaltılıklar, börekler, istediğiniz her şey olan, kocaman bir yemekhaneydi. Genelde tıklım tıklım olur ama sıra, düzen, disiplin kelimeleri çokça duyulduğu için, işinizi çabucak bitirip, her zaman ki yerinize oturabilirsiniz. Her sabah karşılaştığım sorun ise, bu büyük arı kovanında Jeff'i bulabilmek ve ona yanımıza oturmasını söylemek (Başkasının yanına oturunca biraz sinirleniyorum ama belli etmiyorum). Neyse ki o sabah bizi Jeff bulmuştu. Elinde tepsisi, bize doğru geliyor ve gülümsüyordu. Sabahları çok neşeli olurdu Chloe'nun aksine. Gülünce de o gözleri… Erimezsem iyi olacak.
Chloe bize bir hafta önce gelen bir üst sınıftaki yakışıklı çocuktan bahsediyordu. " Hope, çocuk çok tatlı ve kibar, gözlerini gördün değil mi? Aslında aklında birileri varmış, bana dün anlattı…" Kahvaltımla meşgulken dalgın dalgın " Hıı, kimmiş ?" diye sordum. Sormamla bağırarak " Sen ! " demesi bir oldu. O kadar heyecanlı görünüyordu ki. Ben, şok olmuş Chloe' ya bakıyordum. Aslında çocuk umurumda değildi. Jeff'in tepkisini görmek için ona baktım. Sanki gözleriyle Chloe'yu delmek istiyormuş gibi sinirli sinirli ona bakıyordu. Sonra çatalını masaya sertçe atıp kalktı ve yemekhaneden çıktı.
Chloe, ben Jeff'in arkasından bakarken benden bir tepki vermemi bekliyordu. Aslına bakarsanız Chloe'nun bağırması yüzünden bütün yemekhane bana bakıyordu. Sonra yavaş yavaş kafalarını çevirdiler.. Chloe " Jeff Hope'u seviyor, Jeff Hope'u kıskanıyor. Haa-ha !" diye bir şarkı tutturdu. Bu bütün çocuk meselesini aslında Jeff'in tepkisini öğrenmek için yaptığını biliyordum. Ayağa kalkıp "Neden böyle bir şey yaptın ki?" dedim burnumdan soluyarak. "Aslında Hope, hepsi doğru, Jeff'i bu kadar sevmiyor olsan, seni o taş çocukla çıkmaya zorlayabilirdim... O bu yetimhanenin en yakışıklı çocuğu !" Chloe haklıydı, Eddy adındaki yetimhanenin popüler çocuğu beni seviyordu, benim yerimde olmak isteyen bir sürü kız vardı. Biliyorum, biliyorum. Ama Jeff benim için ayrıydı. Onu bulmak için yemekhane kapısına yöneldim, Chloe da arkamdan geldi. Koridoru dönmeden sesler duymaya başladık. Jeff'in sesiydi bu. Birilerine "Eğer seni onun etrafında görürsem, çok kötü olur, anladın mı beni ?!" Jeff'in hiç bu kadar sinirleneceğini düşünmezdim. Ben tam köşeyi dönecekken Chloe beni durdurdu ve dinlemeye başladık. "Bak adamım, onun kız arkadaşın olmadığını biliyorum. Bu durumda beni engelleyecek kimse de yok. Hem sizinle konuşmam gereken önemli bir şey var." dedi. Bu ses Eddy'ye aitti. Hani şu çok yakışıklı olan. "Chloe ve Hope da bizi dinlemeyi bırakıp buraya gelirlerse anlatabilirim."
Chloe ile göz göze geldik. Kolumu tuttu ve utangaç bir biçimde koridordan döndük. Chloe "Özür dileriz" dedi. O kadar sevimli duruyordu ki, Eddy'nin erimesini bekledim ama o sırıtarak bana bakıyordu. "Anlatacağın şey neymiş?" diye sordum. "İlk önce bizi kimsenin dinleyemeyeceği ve rahat edebileceğiniz bir yere gitmemiz gerek, söyledikten sonraki tepkiniz iyi olmayabilir." Şu son kısım beni çok tedirgin etmişti ama hala söyleyeceklerini çok merak ediyordum. Chloe ve Jeff bana bakıyordu. Ne demek istediklerini anlamıştım. Çınar ağacımız, bizim için önemli bir yerdi. Orada rahat olurduk ve kimse bizi duymadan gölgesinde eğlenirdik. Oraya kimseyi götürmezdik… Yarı kapalı bir alandı ve bize özeldi. Şimdi ikisi de bana bakıyordu, "Oraya götürelim mi?" diye soruyorlardı. Eddy'ye bakıp, "Bir yer biliyoruz" dedim.
Jeff kararımdan memnun değildi. Sürekli homurdanıyordu ve gözünü yerden ayırmıyordu. Chloe ise çok mutluydu, Eddy'ye oradaki anılarımızdan bahsediyordu ama Eddy'nin umurunda değildi. O doğrudan bana bakıyordu, göz göze geldiğimizde de sırıtıyordu. Ama şimdi hakkını vermek lazım, bu çocuk gerçekten yakışıklıydı. Ağaca vardığımızda herkes yerine oturdu, Eddy ise ayakta kaldı ve hayatımı değiştirecek gerçekleri anlatmaya başladı..
3. BÖLÜM: Gerçekler
Jeff sinirle, "Anlatmaya başla!" dedi. Eddy ona bakmadı bile. "Hani şu antik yunan tanrıları vardır, yunun mitolojisi… Biliyor musunuz?" Chloe "Evet, biliyoruz. Onlarla ilgili bir ödev yapıp sınıfa sunmuştum." sonra bize baktı ve "Size dinlemeniz gerektiğini söylemiştim." Zeus'u, 12 tanrıyı biliyordum tabii ki ama neden böyle bir şekilde başladığını anlayamamıştım. Sabırsızlanarak "Devam et" dedim.
"İşte onların hepsi gerçek!" tepkilerimizi ölçmeye çalıştı. Kısa bir sessizlikten sonra Jeff bir kahkaha patlattı. Gülmekten katılıyordu. "Yani, yani sen şimdi, o saçmalıklara inanmamızı mı bekliyorsun? Şaka yapıyorsun herhalde!" hala gülmeye devam ediyordu. Bense şaşkın şaşkın Eddy'ye bakmaya devam ediyordum. Chloe'ya döndüm. O ise Jeff'in tersine gözlerini uzak bir yere dikmiş, şok olmuştu. Eddy, "Chloe'nun size anlatmadığı bir şey var. Babasının, kendini öldürmeden önce söyledikleri..." Chloe birden ağlamaya başladı. O bırakın yetimhanenin en popüler çocuğunu, Jeff'in yanında bile ağlamazdı. Üzüldüğünü asla belli etmezdi. Hemen yanına gidip ona sarıldım. "Anlatmaya hazır değilsin hala Chloe, bekleyebilir" dedim. Kollarını boynuma dolayıp hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. Bu durum pek sık olmazdı ama yapacağım şeyi biliyordum. Sadece beklemek. Çünkü ne kadar dil döksem de ağlamasını engelleyemiyordum. Jeff de yanımıza gelip oturdu. Elini Chloe'nun omzuna koydu. Onlar hiç ama hiç anlaşamazlardı ama birbirlerini sevdiklerini biliyordum. Chloe başını kaldırıp Jeff'e baktı ve gülümsedi. Evet, o gün kesinlikle ilklerin günüydü.
Eddy " O tanrılar gerçek, hatta siz de çocuklarısınız." Yetimhanede büyümüş birinin tanrının çocuğu olduğu öğrenmesi, kafa karıştırıcıdır. Bir yandan sevinir, bir ailem var diye, bir yandan sinirlenir, neden beni bıraktı diye, bir yandan da üzülür aslında. Şimdi üçümüzde böyle hissediyorduk. Eddy devam etti. "Hatta sizin gibi birçok melez var, Melez Kampı adı verilen sihirli bir yerde savaşmayı, canavarlara karşı korunmayı öğreniyorsunuz. Canavarlar demişken, sizi bir canavarın neden hala bulmadığına inanamıyorum. Şimdiye ölmüş, yaralanmış olmanız gerekirdi. Neyse, geç olsun güç olmasın. Sizi Melez Kampına götürmem gerekecek. Hazırlanın ama fazla eşya almayın yanınıza, Melez Kampına gidince, daha iyi anlarsınız ne demek istediğimi." Hiç birimizden çıt çıkmıyordu. Jeff ayağa kalkıp "Yeter bu saçmalık, şimdi buradan defol git, Chloe yeterince üzüldü zaten !" Chloe "Jeff, aslında söylediklerinin hepsi doğru.. Size babamın son sözlerini söylemem gerekiyor!"dedi.
"Babamın psikolojik dengesi yerinde değildi. Sürekli bir köşeye oturur, gözlerini kapatır ve acı çekiyormuş gibi inlerdi, saatlerce de öyle kalırdı. Nedenini sorduğumda, yardım etmek istediğimde ise bana vururdu, işte o zaman babamın yerine başka birini görürdüm karşımda. Hayatımda en çok korktuğum ve en çok sevdiğim insan oydu benim. Öldüğü gece, eve sarhoş geldi. Henüz 6 yaşındaydım. Elinde bir silah vardı. Bana oturmamı söyledi. Sessizce koltuğa oturdum, beni öldürmesinden öyle korkuyordum ki.. Sonra bana Yunan Tanrılarından, benim bir melez olduğumdan bahsetti. Aşk Tanrıçası Afrodit'in kızıymışım. Babamsa bir insanın kaldıramayacağı kadar çok fazla kehanet görüyormuş. Saatlerce köşelerde ağlaması bu yüzdenmiş. Sürekli beni ve annemi görüyormuş. En son gördüğüyse, kendisi yine kehanet görürken, beni öldürmesiymiş." Gözlerinden yaşlar aktı. "Son sözüyse, ‘Anneni çok sevdim Chloe, ama sen benim için bir tanrıçadan çok daha değerlisin, seni seviyorum güzel kızım, bunu senin için yapıyorum’ oldu. Sonraysa babamın gözlerindeki yaşları gördüm, keskin bir ateş sesi odayı doldurdu. Babam yerdeydi ve başından kanlar akıyordu..."
Chloe bunları anlattıktan sonra, artık kimsenin şüphesi kalmamıştı. Üstelik korkuyordum. Eddy, bir melezin nasıl zorluklarla karşı karşıya kalabileceğini ve bizim hemen Melez Kampına gitmemiz gerektiğini söylediğinde sadece başımızı salladık. Şaşkınken düşünemezdim. Ortaya atılıp da, ‘Bunlar gerçek olamaz!’ demedim. Bana ne deniyorsa, kafamı sallayıp itaat etmeye hazırımdır düşünemediğimde. Chloe konuşamayacak kadar üzgündü ve titriyordu. Jeff düşünceliydi. Kendisinin kapıda bulunmadığına inanmıştı hep, şimdi biri çıkıp ona sen bir tanrının oğlusun diyordu. Her şey çok ani olmuştu, kaldıramayacağımız kadar fazla gerçek vardı işin içinde. Yatakhaneye özel eşyalarımızı toplamak için girdik. Chloe'yu yatağa oturttum. Onun eşyalarını da topladıktan sonra Jeff ve Eddy ile yatakhane çıkışında buluştuk. Arkamızdan tanıdık bir ses geldi "Ne o? Bir yere mi gidiyorsunuz?" Bu müdiremizdi. Tabii ya, öyle elimi kolumu sallaya sallaya buradan çıkamazdım ki, ne hesap verecektik Müdireye? Eddy " Merak etmeyin Bayan Rose, bundan sonra bu melezler bana emanet" dedi gülümseyerek. "Demek artık biliyorlar… Ne diyebilirim ki? Sizi korumak için her şeyi yaptım çocuklar, canavarları hep uzak tuttum. Umarım beni unutmazsınız…" Üçümüz birden koşup ona sarıldık, gözyaşlarımıza hakim olmaya çalışarak veda ettik. Büyük kapıdan çıkmadan önce son kez büyüdüğüm yere baktım. Artık hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını biliyordum...