O gün başıma geleceklerden habersizdim. Tek istediğim Sadie’yle biraz eğlenmek ve alışveriş yapmaktı. Ancak o gün olanlar tüm hayatımı altüst etmiş, deyim yerindeyse tüm hayatım değişmişti.
Bu arada kendimi tanıtmayı unuttum. Ben Sofie Jenna Bloom. 16 yaşındayım. Paris’te yaşıyorum. Çok küçükken annemi kaybetmişim. Onu bir kere olsun göremedim bile. O yüzden içimde hep bir burukluk olmuştur.
Sabah saatimin alarmı çaldı. Saat 09.00'du. Hızla yatağımdan kaktım. En sevdiğim dar paça kotumu üstümede lila bluzumu taktım. Doğruca mutfağa giderken gözüm takvime takıldı. Birden kendimi kötü hissettim. Gözlerim buğulanıyordu. Ağlamaya başlamıştım. Hıçkırıklar içinde ağlıyordum. Babam koşarak yanıma geldi. ''Noldu kızım?'' derken o da farkına varmıştı. Bugün annemin öldüğü -yani benim öyle sandığım gün- gündü. Babam: ''Kızım lütfen ağlama. İnan ki annen senin üzülmeni istemezdi.'' dedi. ''Nasıl üzülmeyeyim baba, nasıl?'' diye bağırdım. Annemi, canımı küçükken kaybetmişim. Her gün onun özlemiyle yaşıyordum. Babama aldırmadan mutfağa doğru ilerledim. Kahvaltı yapacak halim kalmamıştı ama yinede bir şeyler atıştırdım. Sonra tekrar odama döndüm. Sadie'yle konuştum. Saat 13.00'da şehir merkezinin oradaki parkta buluşacaktık. O arada biraz kitabımı okudum ama aklım hiçbir şeyi almıyordu. Annemin bir resmi bile yoktu elimde. Sözde annem evimizde çıkan bir yangında ölmüş. Ben daha yaşımda bile yokmuşum. O yangın sırasında annemden kalan her şey ama her şey gitmiş. Onun olduğunu sandığım bir tek bileklik var. Çiçek desenli. Hiçbir zamanda kolumdan çıkarmam zaten. Kendi kendime böyle düşünürken saatin nasıl geçtiğini anlayamadım. 12.15 olmuştu. Anca yetişirim düşüncesiyle evden çıktım. Babam zaten çoktan evden çıkmıştı. Ben de ona not bıraktım: ''Sadie'yle buluşucam. Biraz eğlenip, alışveriş yapacağız. Beni merak etme. Geç gelebilirim.'' Babam yine kızacaktı. Geç geldiğim günler çok kızgın olurdu. Niye bu kadar üstüme düştüğünü yada bu kadar korumacı davranmasının sebebini bilmiyordum. Sonra spor ayakkabılarımı giydim ve evimizden çıktım. Yavaş adımlarla parka doğru yürümeye başladım. Birkaç vitrin önünden geçerken de bakmadan edemedim. Mutsuz olduğum zamanlar da beni sakinleştirebilecek iki şey vardı: Sadie’nin benimle dertleşmesi yada Sadie’yle alışveriş yapmak. Sadie zaten hayatımın bir parçası olmuştu. Biz dosttan da öteydik. Onu kendime kardeş sayıyordum. Giderken biraz abur cubur da almıştım. Yolda yiyebilirdik. Biraz daha yürüdüm ve parka gelmiştim. Bir banka oturup Sadie’yi beklemeye başladım. Saat 12.45'ti. Herhalde Sadie birazdan gelirdi. Beklemeye başladım. O sırada telefonuma uzandım. Babam aramış olabilirdi ve duymamışsam çok kızardı. İşte babam her zaman böyle. Bana, sanki kırılacak bir cammışım gibi davranıyor. İyiki de aramamıştı ama eminim birazdan arayacaktı. O sırada aniden arkamdan sesler duymaya başladım. Vahşice seslerdi. Ürküntü verici... Arkamı döndüm. Gördüğüm şey beni son derce fazla korkutmuştu. Bu bi-bir canavardı. Hem de fazlasıyla büyük bir canavar. Açıkçası tarif etmek çok zor. Sanki çift kafası var. Kolları ve bacakları da sayıca çok fazla. Her yanından salyalar akıyordu ve ben bayılmak üzereydim. Nefes almakta güçlük çekiyordum. Asıl önemlisi de canavarın asıl hedefi bendim. Canavar bana doğru ilerliyordu. Aramızda sadece birkaç metre vardı. Canavar yaklaştıkça adımlarımı geri atıyordum. Sadie neredeydi? ''Sadie!'' diye bağırdım. İnsanlar sanki anarmol hareketler yapıyormuşum gibi gözlerini bana dikmişlerdi. Bu insanlar karşımda duran koca canavarı ya görmüyorlardı yada bu bir kamera şakası falandı. Ama aynı gerçek gibiydi. Canavarın bana ulaşmasına çok az kalmıştı ve kendimden geçiyordum. Duyduğum kılıç seslerinin ne olduğunun da farkında değildim. Bayılmıştım sanırım. Kendimi hissetmiyordum ve kısa süre sonra birinin kucağına uzanmış olduğumu fark ettim. Beynim zonkluyordu. ''Bu-bura-burası neresi?'' diye konuşmaya çalıştım. Karşımda tanımadığım bir kız vardı ve sanıyorum ki Paris’te değildim. Kız bana yanıt verdi: ''Şşşt kendini yorma. Burası Melez Kampı. Merak etme güvendesin. Canavar falan da yok. Sadece her şeyi öğrenmen gerek. Ama bunun içinde biraz beklemelisin.'' dedi. Herhalde kabus görüyordum ama pek kabusa benzemiyordu düpe düz gerçekti bunlar ve de benim hayatımı tamamen değiştirecek kadar gerçek.