Şu anda Artemis avcılarının olduğu çadırdaydım. Bugün resmen hayatım değişmişti. Eğer Artemis ve avcılar, Nerissa'nın evine tam zamanında gelmeyip -ya da ışınlanmayıp, her nasıl geliyorlarsa işte- empusa maması olacaktım. O anları çabucak unutmam mümkün değildi. O yüzden günlüğümü açtım ve yazmaya başladım.
Sevgili Günlük;
Sevgili günlük başlangıcı çok klasik oluyor biliyorum ama başka şeyler de kötü duruyor. Biliyorum bunu her gün yazıyorum ama keşke daha orjinal bir şeyler bulabilseydim. Ama zaten düşünecek vaktim de olmuyor. Okulda pek fazla arkadaşım yoktu -zaten mühim değildi- ve o ne olduğunu anlamadığım yaratıklar yüzünden gittiğim bir okulda en fazla bir yıl durabiliyordum. Gördüğüm herkese o tuhaf yaratıklar ne diye soruyorum ama sorduğum herkes herşeyden habersizmiş gibi davranıyor. Sanarsınız ki körler...
Neyse... Önemli olan bugündü. En yakın arkadaşım bu akşam evinde bir parti verecekti sevgili günlük tamam mı? Haliyle o partiye beni de çağırmıştı. Tamam DEHB ve disleksim olabilirdi ama snuçta güzel bir kız olduğum için ilk başta dikkatleri üstüme çekerim. Bana bir bakan bir daha bakar yani. Ama okulda disleksi ve DEHB tanısı konmuş dengesiz bir kız olarak tanındığım için çok arkadaşım yoktu. Aslında gerçekten asi sayılırdım biraz. Hem asi hem duygusal. Partiye dönelim. Parti için çok güzel bir elbisem vardı. Onu giydim. Siyah, boyundan bağlama, sade bir elbise. Saçlarımı da her zamanki gibi dalgalı haliyle bıraktım. Böyle daha çok seviyordum hem de canavarlara karşı biraz daha şansım oluyordu. Oklarımı da yanıma almıştım tabii. Canavarlara karşı tek silahımdı onlar. Ama kimseye neden oklarımı da aldığımı söylememiştim. Çünkü canavarlardan korunmak için alıyordum oklarımı ve neden aldığımı öylesem beni dosdoğru bir tımarhaneye yollarlardı. Bunu annem bile engelleyemezdi. Hatta bırak engellemeyi, ben kendi eliyle tımarhaneye teslim edeceğinden emindim.
Bırakalım şimdilik bu konuyu da partiye dönelim. Hazırlandıktan sonra bir taksiye atlayıp en yakın arkadaşım olan Nerissa'nın evine geldim. Tabii taksici neden yanıma ok ve yay aldığımı sormuştu bana. Ben de tabii ki söylememiştim. Söylesem kim inanırdı ki? Nerissa bile bana inanmazdı. Nerissa'nın evi o kadar güzel dizayn edilmişti ki. Tam partilikti. Ben ilk gelenlerden biriydim. O yüzden Nerissa ile birlikte biraz dedikodu yaptık. O okulda iyi anlaştığım çok az sayıdaki kişilerden biriydi. Okuldaki çoğu kişi benim deli ve dengesiz bir kız olduğuma inanıyordu. Gerçi erkeklerden bazıları öyle düşünmüyordu ama bunun sırf güzel bir kız olduğum için olduğuna bahse girebilirdim. Ve -bildiniz!- bu erkeklerin arasında Jared da vardı.
Nerissa ile dedikodulara dalıp gitmişken kapının çalındığını duyduk. Ve kapının çalınmasıyla birlikte bir sürü kişi içeriye daldı. Aralarında Jared da vardı.
Bir saat sonra davetli olan herkes buradaydı. Davetlilerin arasında beni sevmeyenler de vardı ama olay çıkarmamayı tercih ettiler. Gerçi bir iki tanesi nefret dolu bakışlar atmıştı ama onları görmezden gelmiştim. Fakat o kızlardan biri vardı hele. Onu hiçbir yerde görmemiştim. Ne okulda ne yolda. Hiçbir yerde! Hemen yaylarımı koyduğum yere bakıp orada olduklarına emin oldum. Yaylarımı uzak bir odaya koymuştum. Herkes şimdi içki içip dans ediyorken benim yokluğumu fark etmezlerdi. Ben de zaten o sırada bakmaya gelmiştim. Fakat odadan çıkmak üzeryken yolum kesildi.
Yolumu kesen bana sürekli nefret dolu bakışlar atan kızdı. Kızıl saçlıydı ve oldukça beyaz bir teni vardı. Kesinklikle çok güzel bir kızdı ama bir o kadar da tuhaftı. Bu kızda yanlış bir şeyler hissediyordum.
"Sen kimsin?" diye sordum kıza.
Kız kahkaha attı. "Ah, doğru ya! Kendimi tanıtmadım. Ben Caly. Her neyse. Şimdi seni öldüreceğim melez."
Öldürmek mi? Bu k*lt*k kız ne demek istiyordu? Ayrıca melez de neyin nesiydi? Ama tabii ki bu soruları sormadım. Onun yerine kahkahalarla gülmeye başladım.
"Öldürmek mi? Bir sürü kişinin olduğu bir partide beni nasıl öldürmeyi düşünüyorsun tatlım?"
Caly benim böyle kahkahalar atmama şaşırmış görünüyordu. Eh, kim olsa şaşırırdı. Karşınızdaki kişiye onu öldürmekten bahsediyorsunuz ve o, bu olasılık karşısında kahkaha atıyor.
"Nasıl öldüreceğimi göreceksin melez!" diye hırladı Caly ve değişmeye başladı. Saçları daha da kızıllaştı, teni daha da beyazlamaya başladı -sanki yeterince beyaz değildi- dişleri uzadı. Vampir mi? Bu da neyin nesiydi? Derken aşağıya bakınca bacaklarını gördüm. sol bacağı bir eşek bacağına benzemişti, diğer bacağı ise pirinçten yapılma gibiydi. Kendimi tutamadan "Oha..." dedim.
"Sen vampirsin!" diye bağırıp çevik bir hareketle yayımı ve oklarımı sakladığım yere gidip onları aldım. Oklarıma kavuştuğum için rahatlamıştım. Sonra yayıma bir ok yerleştirip kıkırdayıp duran Caly'ye baktım.
"Bakalım oklarım o bembeyaz tenini geçip gittiğinde de böyle gülebilecek misin?" dedim tehditkar bir şekilde. Vampir ise hala kıkırdıyordu.
En sonunda kıkırdamayı kestiğinde bana batı. "Vampir ha! Ne kadar cahilsin! Ben bir empusayım! O salak efsane bizden türemişti zaten! Ayrıca beni o aptal silahlarla öldürebileceğini mi sanıyorsun? Denesene hadi!"
Onu vuramayabileceğim düşüncesi caklıma bile gelmeden yayı gerip bıraktım. Ok vampirin -empusanın işte, her neyse-, empusa bulanık bir lekeye dönüştü. Nereye gittiğine bakınırken arkamda bir hareketlilik sezdim ve hızla arkama döndüm. Gerçekten de tam zamanında dönmüştüm hani - çünkü empusa kız Caly beni tam arkamdan enseleyecekti. O arkamdayken hızla kapıdan dışarıya çıkıp salona doğru ilerlemeye başladım. Bir yandan da birileri beni duysun diye çığık atıyordum. Ama kimse gelmiyordu. Bu çok garipti.
Birkaç saniye sonra bu garipliğin nedeni anlaşıldı. Salondan bir sürü genç kızlar beni görüp yanıma geldiler.
"Hey, hey, hey! Durun kızlar! Yoksa annenize benzer bir halim mi var? Siz kimsiniz?" Gerçi ben de 15 yaşındaydım ve o kızlardan çoğu da benim yaşımda görünüyordu. Hepsinin tenleri ay beyazlığındaydı ve hepsi birbirinden güzel kızlardı. Ayrıca bu sözleri söyledikten sonra en büyüklerinden biri bana gözlerini kısarak baktı ve bana vuracakmış gibi elini kaldırdı. Bu arada üstüme saldıran empusayı da unutmuştum. Ancak bana saldırınca hatırlayabildim.
Bana gözlerini kısarak bakan kız göz açıp kapayana kadar elinde tuttuğu yaya bir ok yerleştirdi ve nişan aldı. Havayı yırtarak ilerleyen ok empusayı vurdu. Empusa bir çığlık atıp sarı bir toza dönüşerek yok oldu. Eğer yakınında olsaydım bir öksürük krizi geçirebilirdim.
"Biz gelmesek sen bu yaratıkla başa çıkabilir miydin küstah kız! Bir de senin küstah k*ç*nı kurtarmaya geliyoruz!" Kızın sözlerine şaşırmıştım - niye bu kadar sinirlendi ki, sadece şaka yapıyordum yani. Ama şu saatten sonra şakaya yer yoktu.
"Gelmeseydiniz! Ben mi çağırdım sizi gelin diye..."
Bu noktada 12 yaşlarında gibi görünen benden küçük bir kız araya girdi. "Alexis, bırak, henüz hiçbir şeyden haberi yok. Empusa yok olduğuna göre rahat rahat anlatabiliriz sanırım. Ölümlüler de şu anda mışıl mışı uyuyorlar, yanlarında davul çalsak uyanmazlar." İşte şimdi neden kimsenin çığlıklarıma kulak asmadığını anlamıştım. Çünkü o sırada horul horul uyumakla meşguldüler.
Alexis denen kız şaşırtıcı bir şekilde kibarca eğildi. Kibarca diyorum çünkü bana olan davranışından dolayı onun çok kaba biri olduğunu anlamıştım. "Tabii Tanrıçam..."
"Tanrıçam mı?" dedim hayratle. Sesimdeki hayreti gizlemeye çalıştıysam da başarılı olamamıştım. 12 yaşındaki küçük kız da her şeyi anlatmaya başladı.
"Ben Tanrıça Artemis'im. Av ve Ay Tanrıçası. Beni tanıyamaman çok normal melez. İlk başta çoğu kişi tanıyamaz zaten. Neyse, gördüğün kızlar da avcılarım. Benimle birlikte canavar avlarlar genelde, avcılık yapmadıkları zaman da Melez Kampı'nda olurlar. Aslında tanrıların ve tanrıçaların melezlere doğrudan yardım etmesi yasaktır ama tüm canavarları avlamak benim hükmümdedir. Başka sorun var mı?"
Ohoo... Bir sürü sorum vardı. "Şey, ben de bundan sonra Melez Kampı denen yere mi gideceğim?"
Tanrıça Artemis bir şeyler düşünür gibiydi. "Evet," dedi sonunda. "Melez Kampı'na gideceksin."
Başımı tamam anlamında salladım. "Ama annem ne olacak?"
"Melez Kampı'ndakiler annene haber verir. Başka sorun var mı?" Artemis dikkatle yüzüme baktı.
Kendimi tutamadan "Ne kadar sorum var bir bilseniz..." diye mırıldandım.
Artemis gülümsedi. "Seninle özel olarak konuşabilir miyiz? Gel, şu odaya geçelim." diye yandaki bir odayı gösterdi. O odaya geçtik, avcıların gözlerinden uzağa. "Eee, benimle ne konuşmak istemiştiniz?"
"Bana inanıyor musun Evangeline?" diye sordu Artemis ilk olarak.
"Tabii ki." dedim. "Yoksa neden anlattıklarınıza ve 12 yaşında küçük bir kızı Tanrıça Artemis olduğuna inanayım?" Gerçi onun Tanrıça Artemis olduğu biraz belli oluyordu. Çünkü gümüş renkli gözleri 12 yaşında bir kıza göre çok daha yaşlı görünüyordu.
Artemis daha deminki saygısızlığımı görmezden geldi -anlaşılan onun ilk bakışta Artemis olduğuna inanmamalarına alışmıştı. "Aslında istediğim şekilde görünebilirim ama 12 yaşında bir kız gibi görünmeyi tercih ediyorum. Peki şimdi camdan atla desem atlar mıydın?"
"Atlardım." dedim hiç tereddütsüz.
"Av'a katılır mısın?"
Tanrıça'nın küt diye sorduğu bu soru beni şaşkına çevirmiştim. "Ne yani, evet dersem ben de bir avcı mı olacağım?" diye sordum sanki anlamamışım gibi.
"Evet ama romantik aşka sonsuza dek tövbe edeceksin. Ancak öyle bir avcı olabilirsin."
"Ya sonra?" diye sordum.
"Ölümsüz olursun." dedi Artemis. "Hiç hastalığa falan yakalanmazsın. Ömrünü avcılık yaparak geçirirsin."
Ölümsüzlük mü? Bu bir rüya falandı değil mi? Tanrıça'ya çaktırmadan kendimi sert bir biçimde cimcikledim. Ah! Canım bayağı acımıştı. Demek ki rüyada değildim. Rüyada olsam şimdi yatağımda derin derin soluk alıp veriyor olurdum. Ama Tanrıça hala karşımdaydı ve cevabımı bekliyordu.
"Peki ya yeminimi bozarsam ne olur?" diye sordum. Madem avcı olacaktım, avcılıkla ilgili her şeyi bilmeliydim.
"Artık bir avcı olmazsın ve normal bir ölümlü olup yaşlanmaya devam edersin. Ölümsüz olursan hep 15 yaşında kalırsın."
O kadarını anlamıştım zaten. Salak bir kız değilimdir. Şu anda belki de hayatımın dönüm noktasındaydım.
En sonunda ağzımı açıp hayatımı değiştirecek olan sözcükleri söyledim. "Kendimi Tanrıça Artemis'in hizmetine adıyorum. Yanımda erkeklerin olmasını istemiyorum, ebedi bekareti seçiyorum ve ava katılıyorum." Bu sözcükleri nereden bulup uydurduğumu hiç bilmiyordum açıkçası.
"Kabul ediyorum." dedi Artemis de. Odaya birden gümüş bir ışık yayıldı. Panikledim. "Neler oluyor?"
"Bir şey yok avcı." dedi Artemis. "Yeminini unutma. O çok önemli. Seni diğer avcıların yanına götüreyim."
O gece Artemis beni diğer avcılarla tanıştırdı. Tabii ilk önce evden çıkıp ormana kamp kurduk. Artemis avcıları kamp kurmak konusunda çok becerikliydi. Avcı olduklarından olsa gerekti. Ben tanımadığım bir avcıyla aynı çadırda kalıyordum. Yorgunluktan adını bile soramamıştım. Sadece uyumak istiyordum.