Olimpos Rpg Percy Jackson ve Olimposlular ile Olimpos Kahramanları serilerinden esinlenilerek oluşturulmuş, zirvedeki rpg forum sitesi. |
|
| Son Savaş --1-- | |
|
+10Mirabella LaPiere Tiffany Trully Marcus L. Stanislaus William Maxwell Lucianna Fackrell Theodor Aquila Edward J. F. Newgate Allen Jacques Harth Katherine M. von Dorff Zack Cliff Burton 14 posters | Yazar | Mesaj |
---|
Zack Cliff Burton Nyks'in Çocuğu/Kulübe Lideri/Dövüş Sanatları Eğitmeni
Mesaj Sayısı : 814 Kayıt tarihi : 23/02/11
| Konu: Son Savaş --1-- Ptsi Nis. 04, 2011 12:54 am | |
| Herkez kamp meydanında büyük göreve seçilecek melezlerin belirlenmesi için heyecanla bekliyordu. Duyduğuma göre herkes teker teker sınava alınacaktı ve sınavı bizzat tanrıça Athena yapacaktı. Aslında biraz gergin olmama rağmen seçileceğimden emindim. Çünkü bu göreve gitmem lazımdı. Neden mi? Çünkü bu görevin sonucu masum insanların kaderini belirliyecekti. Şunu kesin olarak biliyordum. Gigantlar başa geçerse hiçbir insan evinde huzurla uyuyamıyacaktı ve her gün belkide yüzlerce,binlerce masum insan ölecekti. Peki buna izin verebilirmiydim? Düşünceler içinde boğuşurken sinirli bir şekilde ''İzin vermem. Veremem!'' diye fısıldadım. Sinir katsayım artarken meydanda herkezin ortasında olduğumu hatırladım ve başımı eğerek sustum. Birkaç melez bana kuşkuyla bakıyordu,onları bakışlarımla kaçırıp sınavı hayal etmeye başladım. Acaba nasıl bir sınav olacaktı? Bedenin yeterli olup olmadığına mı bakacaklardı? Yoksa beyinin yeterli olup olmıyacağına mı? Fizik,matematik,biyoloji,kimya tarzında sorularmı soracaklardı? Yoksa karşımıza bir ejdarhamı çıkaracaklardı? Düşüncülerim içinde gelip giderken tek bir şeyden emin olduğumu biliyordum. Bu sınavı başarıyla geçip göreve katılacaktım. Karşıma ne tür bir sınav çıkarılacağı umrumda değildi açıkcası. Sınav ne olursa olsun geçecektim,geçmeliydim. Meydanda herkes sınavın başlamasını beklerken kendimden emin bir şekilde öne çıktım. Sınava gireceksem ilk giren ben olmalıydım, çünkü diğer melezleri dinleyip kafamın karışmasını istemiyordum. Kısa bir süre daha bekledikten sonra tanrıça Athena karşımıza çıktı. Hepimize göz gezdirdikten sonra konuşmaya başlayıp ''Melezler! Gigantlarla yapılacak savaşa katılmak içibugün burada seçilmeniz lazım! Hepinizin bu savaş katılmak için istekli olduğunu biliyorum! Ama bu savaşta sadece istekli olmak yetmez! Bu savaş dünyanın kaderini belirliyecek! Güçlü,cesur,zeki ve atılgan olmalısınız! Ancak o şekilde gigantların karşısında hayatta kalabilirsiniz!'' diye bağırdı. Tanrıça Athena'nın söylediklerinden sonra kendimden dahada emin olmaya başladım. Gigantlardan karşıma hangisi çıkarsa çıksın o gigant'ı öldürmeden ölmeyecektim. Tanrıça Athena son kez melezlerin üzerinde göz gezdirip ''Tamam o zaman başlıyoruz. İlk kim gelecek?'' diye sordu. Bu sorusunun üzerine melezlerin çoğu çekingen bir şekilde mırıldanmaya başladı. Neden çekindiklerini anlamamıştım,madem buraya seçmelere geliyorsun,o zaman kendinden emin olman gerekir. Değilsen gelmeyeceksin ve bize zaman kaybettirmeyeceksin. Korkan melezlere tiksintiyle bakarken gözlerimi çevirip tanrıça athenanın gözlerinin içine baktım. Gözlerinde bilgeliği hissedip cahilliğimin ağır hissinde ezilirken ''Ben geleceğim'' dedim kendimden emin bir şekilde. Tanrıça Athena şaşırarak bana baktı ve onu takip etmemi işaret etti. Tanrıça Athena'nın arkasında kendimden emin bir şekilde ilerken 'Belkide sınava ilk girmek pekde akıllıca değildi' diye düşünmeden edemedim. Sonra tanrıça Athena sanki düşüncelerimi duymuş gibi ''Evet pekde akıllıca değildi'' dedi. Tanrıça Athena'nın sözlerinden sonra utangaç bir şekilde yürümeye devam ettim. Kamp meydanının sonuna geldiğimizde bir çadıra vardık. Yeşil renkli,üzerinde baykuş desenleri olan çadırın önünde durduk. Tanrıça Athena bana bakıp ''Sınava katılacak mısın? Bak bu son şansın,istersen geri dönebilirsin. Sınav biraz tehlikeli olacak.'' dedi ve bilge bir şekilde gülümsedi. Aslında bu gülümsemeden sonra arkama bakmadan kaçmam gerekiyordu ama ''Kendime güveniyorum.'' dedim ve tanrıça Athena'nın arkasından çadıra girdim. Çadır her ne kadar dışardan büyük görünsede içerden çok çok çok daha büyüktü. Çadırın içerisine göz gezdirirken bunun mimarı bir esermi yoksa büyülü bir esermi olduğunu anlayamamıştım. Tanrıça Athena çadırın ortasındaki büyük bir masaya oturduktan sonra banada önündeki sandalyeye oturmamı işaret etti. ''Şimdi Zack. Sana bir sorum var. Arkandaki duvarın rengi ne?'' diye sordu. Bu soruyu biliyordum,genellikle askeri okulların sınavlarında kullanılırdı. Bu soruyu cevaplarken arkama bakarsam yanacağımdan emindim. Arkama bakmadan ''Yeşil'' dedim kendimden emin bir şekilde. Tanrıça Athena tatmin olmuş bir şekilde kafasını salladıktan sonra elime bir kağıt ve kalem verdi. Kağıda biraz göz gezdirdikten sonra çeşitli soruların olduğunu gördüm.Strateji sorularından tutunda,kimyaya ve kişilik testine kadar herşeyden soru vardı. Zaman kaybetmeden soruları çözmeye başladım. Küçüklüğümden beri sayısal alanda zorla ders çalıştırıldığımdan matematik,fizik ve kimya sorularını rahat birşekilde çözdüm. Strateji sorularına geldiğimde de rahattım çünkü strateji dersliğinden başarılı bir şekilde mezun olmuştum. Kişilik testide kolaydı,-e sonuçta pekde kişiliksiz sayılmam doğrusu-. Tesleri bitirdikten sonra kağıdı tanrıça Athena'ya uzattım. Tanrıça Athena kağıda bir saniye içinde bakıp,''Aferin,testi başarıyla geçtin.'' dedi. Sonra tehlikeli bir şekilde gülümseyip ''Sıra fiziksel teste geldi'' dedi.Ve herşey bir anda alt üst oldu. Gözlerimi açtığımda boş bir arenadaydık. ''Şimdi savaşma yeteneğini bir görelim bakalım'' dedi tanrıça Athena ve birden arenaya çeşit çeşit canavarlar girmeye başladı. Tam ''nasıl olsa tanrıça Athena yanımda'' diye düşünmeye başlayacakken tanrıça Athena ''Seni izliyor olacağım.''diyip yanımdan kayboldu. ''Teşşekkür ederim'' diye mırıldandıktan sonra Rebellion'u kınından çıkardım. Rebellion'u sağ elimde yere paralel olarak tutarken,diğer elimlede the black rose'mdan birisini çağırdım. Şimdi bir elimde katana diğer elimde ise uzun namlulu bir tabanca vardı.Rebellion'u sıkıca tutarken ''Rebellion. Saldırı yüzdesi,yüzde yüz'' diye fısıldadım,komut karşısında Rebellion titredi ve kırmızı bir ışık saçmaya başladı. Canavarlardan biri rebellion'un krımızı ışığından endişelenmiş olacak ki hırlayıp kuyruğundan diken tarzı bir şey fırlattı. Gelen diken'i kılcımla karşılayıp hızlıca yanına yaklaştım. Canavar yakınına geldiğimde ilk başta şaşırsada saldırmaya çalıştı ama ben ondan önce davranıp canavarı boylamasına kestim. İşte rebellion'un özelliği buydu. Eğer adını fısıldarsam zarar verme kapasitesi elli katına çıkabilir. Canavar yavaş yavaş buharlaşırken diğer canavarlarda saldırıya geçti. Saldıran canavarlardan birinin kafasına black rose'mla ateş açtıktan sonra dönüp diğer canavarın boğazını kestim. Birkaç canavarıda bu şekilde öldürdükten sonra arenayı yavaş yavaş buharlaşan canavarlan yüzünden toz bulutu kaplamaya başladı. Bu canvarların sonu gelmeyecekti. Eminim tanrıça Athena'da böyle zor bir durumda kalırsam ne yapacağımı merak ettiği için bu kadar çok canavar göndermişti. Sinsi bir şekilde gülümsedim ve bana yakın olan onbeş canavar'ın duyusunu aldım. Aslında biraz karanlık olsaydı tüm canavarların duyularını alırdım ama güneş en tepedeydi ve bununda tanrıça Athena'nın işi olduğu çok belliydi. Onbeş canavar'ın duyusunu kestikden sonra duyularını kestiklerimden beşini hızlıca öldürdüm. Sonra beş canavar'ın daha duyularını kestim. Böyle böyle sadece bir canavar kalana kadar hepsini öldürdüm. Son canavar'ı bilerek öldürmemiştim. Bu canavar ailemi katleden canavarların içindeydi. En azından o canavar'ın türündendi. Canavar'a son kez nefret ve tiksintiyle baktıktan sonra kafasını o sefil vücudundan bir kağıdı keser gibi ayırdım. Bu sefil canavar'ın ölümüylede arenada tek bir canavar bile kalmamıştı. Rebellion'u kınına koyup, the black rose'muda inaktif yapıp yüzük haline çevirdim ve tanrıça Athena'nın gelmesini bekledim. Tanrıça Athena arkamdan gelip ''İyi iş Zack. Ama sana son bir sorum var. Bu savaşa neden katılıyorsun?'' dedi hızlı ve kendinden emin bir şekilde. Tanrıça Athena'nın gri ve bilgelik dolu gözlerine bakarak ''Gigantların başa geçmesini istemiyorum.Eğer onlar başa geçerse birsürü masum insan ölecek. Masum insanları korumak istiyorum'' dedim. Tanrıça Athena tatmin olmuş bir şekilde ''Tamam Zack. Göreve kabul edildin. Ayrıca grup liderlerinden birisin'' dedi ve bizi yeniden çadıra ışınladı. Çadırdan çıkarken son kez tanrıça Athena'ya baktım ve ''Teşşekkürler. Bunun benim için anlamı çok büyük'' diyerek oradan ayrıldım. | |
| | | Katherine M. von Dorff Poseidon'un Çocuğu/Kulübe Lideri/Pegasus Binicilik Eğitmeni
Mesaj Sayısı : 4525 Kayıt tarihi : 05/03/11
| Konu: Geri: Son Savaş --1-- Ptsi Nis. 04, 2011 6:43 pm | |
| Tüm melezler kamp meydanında toplanmış Tanrıça Minerva'yı, yani Athena'yı bekliyordu. Bu göreve gidecekti tabi ki de. Sıkıcı kamp hayatından kurtulmak istiyordu. En kötü ne olabilirdi ki? Bir gigant, o tuhaf güçlerini kullanır ve öldürürdü onu. O kadar. Bu düşünce kendi kendine gülümsemesine sebep oldu. Aslında, bu göreve sadece, kamptan kurtulmak için gitmiyordu. Eğer gigantların kazanmasına izin verirse, masumlara zarar geleceğinin farkındaydı. Belki, yunanlılardan nefret ediyor olabilirdi Katherine, ama masum insanlara zarar gelmesine izin verecek kadar da etmiyordu. Üstelik, eğer onlar kazanırsa, yunanlılar kadar, romalılar da zarar görecekti. İşte bu yüzden gitmesi gerekiyordu. "...Hepinizin bu savaş katılmak için istekli olduğunu biliyorum! Ama bu savaşta sadece istekli olmak yetmez! Bu savaş dünyanın kaderini belirliyecek! Güçlü, cesur, zeki ve atılgan olmalısınız! Ancak o şekilde gigantların karşısında hayatta kalabilirsiniz!'' Bir den duyduğu ses ile düşüncelerinden sıyrıldı ve konuşmaya başlamış olan Tanrıçayı gördü. Daha kendini toparlayamadan, ''Tamam o zaman başlıyoruz. İlk kim gelecek?'' Diye yeniden konuştuğunu duymuştu Tanrıçanın. Melezlerin mırıldanmaları duyulurken, ilk olmak istediğini söylemek için ileri adım attı ama biri ondan önce davranmıştı. ''Ben geleceğim.'' Zack değil miydi bu? Katherine, o Tanrıça ile birlikte giderken, öfke ile ayağını yere vurdu. İlk giden o olmalıydı. Kardeşleri kendisini sakinleştirirken, yere oturdu ve Zack'in işinin bitmesini bekledi. İlk giden olmasa da, ikinci giden o olacaktı. Sonuçta, o romalı bir melezdi. Daha disiplinli, daha savaşçıl, ama bir o kadar da zeki. Bu göreve gideceklere, kendisi gibi kişiler lazımdı. Belki şu anda kendini beğenmiş bir şekilde düşünüyordu ama o zaten böyle değil miydi? Az da olsa egoist. "Nerede kaldı bu Zack?" Diye söylendi kendi kendine. İçeride neler olduğunu, neler olacağını merak ediyordu. Bir sınava gireceklerinin, tüm diğer melezler gibi farkındaydı. Tüm tahmin yeteneklerini zorlayarak, bazı şeyler düşünmüştü tabi. Ama bunları kimseye söylemeyecekti, ne kardeşlerine, ne de dostlarına. Onlar da kendi kendilerine keşfedeceklerdi bunu. Sonuçta, Katherine de kendi kendine bulmamış mıydı? "Ne var?" Kardeşinin dürtmesi ile ona dönmüştü. Ama onu dürten kardeşi değil Marcus'tu. "Athena geldi, ayağa kalksana." Onun işaret ettiği tarafa bakınca, Tanrıça Athena'nın dönmüş olduğunu gördü. Hemen ayağa kalkarken, o konuşmaya başlamıştı bile. "Zack, sınavı geçti." Tek söylediği buydu. Başka bir yorum yoktu. "Peki ala. Şimdi kim geliyor?" Bu sefer başkasına bırakmayacaktı sırayı. Yavaş yavaş ilerlemeye başlamışken, Athena'nın bakışlarının ona doğru döndüğünü gördü. "Ben. Ben geliyorum." Sesi, daha önce hiç olmadığı kadar kararlı çıkmıştı. Athena, onun yanına ulaştığında, kendisini takip etmesini işaret etti. Onlar ilerlerken, arkalarından onlara bakan melezlere kendini beğenmiş bir gülümseme gönderdi Katherine. Bu sınavı geçeceğine emindi. Kamp meydanının sonuna doğru, oldukça büyük bir çadıra doğru yürüdüklerini gördü. Sınavı burada mı olacaktı? O çok daha değişik bir yer bekliyordu. Arena gibi. Athena, bu düşüncesini duysa da bir şey demedi. Katherine de aklı başına biri gibi davranarak, bu sözünü dışa vurmadı. İçeri girdiklerinde, çadırın, dışına göre, çok, çok daha büyük olduğunu gördü. Kısa bir incelemenin ardından Athena'nın oturduğu, büyük bir masanın karşısına geçti. "Sınava katılmak konusunda emin misin? Hala vakit var. Vazgeçebilirsin." Onun bu önerisi karşısında hiç düşünmeden cevap verdi. "Hayır. Vazgeçmeyeceğim." Tanrıça, bu cevabından hoşnut olduğunu belirtircesine başını salladıktan sonra, direk Katherine'nin önüne bir kağıt uzattı. Strateji sorularından, sayısal sorularına kadar, her türlü soruyu barındıran bu kağıda, ilk başta somurtarak baksa da, sonunda yapacak bir şey olmadığını anladı ve eline aldığı kalem ile soruları çözmeye başladı. Onun beyni, yunanlı melezlerin aksine, latinceye ayarlıydı. Latince de, ingilizceye yakın bir dil olduğu için, okurken zorlanmıyordu. Okul hayatı boyunca, dersleri iyi dinlemesi, sonunda bir işine yarayacaktı anlaşılan. Strateji de sorun değildi. Bununla ilgili dersliğe gitmiş, ikinci dereceden kuzeni Summer'dan ders almıştı. Bunun rahatlığı ile kağıttaki soruları çözdükten sonra, Athena'ya uzattı. Tanrıça kısa bir kontrolün ardından konuştuğunda, Katherine, içten içe sevinmeden edemedi. "Bu kısmı başarıyla geçtin. Bakalım dövüşte nasılsın?" O bunu der demez, bir an için kendinden geçse de, gözlerini açtığında, kendini arenada buldu. Meraklı bakışlarını Athena'ya çevirirken o sadece "Seni izliyor olacağım." Demekle yetindi, sonra da kayboldu. İç çeken Katherine, belinde asılı bıraktığı, kılıcını eline aldıktan sonra, canavarların ortaya çıkmasını bekledi. İlk olarak ortaya çıkan şey bir tazıydı. Cehennem tazısı. En kolay yenebileceği canavarlardan biri. Öyle de olmuştu. Tazı üzerine atladığında, kılıcını kaldırıp, karına sapladı. Cehennem tazısı toza dönüşmeden önce, kılıcını kullanıp, bir kez daha onu yaraladıktan sonra, toza dönüşen cehennem tazısına bakmayı bıraktı. Bu kadar kısa sürede yeneceğini hiç düşünmemişti aslında. Yeni canavarlar sahaya gelirken, bazı silahların durduğu yeri buldu. Oklar, hançerler... Kılıcını bırakıp, eline ok ve yay aldıktan sonra, ona yaklaşan canavarları öyle öldürmeye çalıştı. Her ne kadar bir kiklopa attığı ok, bir dragonu vurmuş olsa da, sonuçta öldürmüştü değil mi? Başka yaratıkları da bu şekilde öldürmeye devam etti. Bir süre sonra, eline bir hançer de alıp, bu işi her türlü silahla yapabileceğini göstermeye çalıştı. Hançer ile de yakın dövüşü gerçekleştirirken, yara almaktan, son anda eğilerek kurtuldu. Başka canavar gelmediğini anlayıncaya kadar tedbiri elden bırakmadı ve gözlerini kısarak çevresine bakındı. Canavarlar gittiğinde, sahada bir anda hedef tahtaları belirdi. Arkasında birilerini hissedip döndüğünde, ona bakan Diana ve Apollo ile karşılaştı. "Okçuluk yeteneğini de gösterme vaktin geldi, melez." Az önce canavarları oklarla öldürdüğünü görmemiş miydi bunlar? Yine de iç çekti ve eline aldığı yayına ilk okunu yerleştirerek, hedef tahtalarına belirli mesafeden atışlar yapmaya başladı. Okçuluk dersliğine gitmiş olması, en azından hedef tahtasını tutturmasını sağlıyordu. Ortaya yakın atışlar yaparken, bazen şansı tutuyor, tam ortaya isabet ettiriyordu. Elindeki tüm oklar biterken, birden hedef tahtaları kayboldu. Başka birinin gelip gelmediğine baktı ama Tanrı ve Tanrıçalar bu kadarının yeteceğini düşünmüş olmalıydı. Tanrıça Athena yanında belirdiğinde, ona döndü ve hakkındaki sonucu dinlemeye hazırlandı. "Tebrikler. Ama son bir sorum var. Bu göreve neden katılmak istiyorsun?" Az önceki hazır cevaplılığını kaybetmişti birden. Yunan kampından nefret ettiği içindi ilk nedeni. Ama bunu söyleyemezdi. O da ikinci nedenini söyledi. "Masum insanlar da zarar gelecek. Buna izin veremem." Tanrıça Athena, bir an için içinden geçenleri biliyormuş gibi baktı ona. Ama Katherine en ufak bir utanç belirtisi göstermeden, ona bakmaya devam etti. Sonunda, bu söylediğinin doğru olduğuna karar vermiş olacak ki hakkındaki kararı açıkladı. "Tamam Katherine. Göreve kabul edildin. Üstelik liderlerden birisin." Bunu söyledikten sonra, yeniden kendinden geçtikten sonra, çadıra geri döndüklerini fark etti. Çadırdan çıkmadan önce, son bir kez arkasını döndü. "Teşekkürler Tanrıça'm." Diyerek başını eğdikten sonra, oradan ayrıldı.
| |
| | | Allen Jacques Harth Nyks'in Çocuğu/Doğa Bilimleri Eğitmeni
Mesaj Sayısı : 432 Kayıt tarihi : 21/02/11
| Konu: Geri: Son Savaş --1-- Salı Nis. 05, 2011 5:06 am | |
| Kamp alanında toplanmış olan bu kadar kampçının içinde, sakinliğiyle ve biraz da umursamaz tavırlarıyla göze çarpan melezlerden biri de bendim sanırım. Aslında neden bu kadar rahat olduğumdan emin değildim. Bu göreve katılmam gerekiyordu, aksi düşünülemezdi. Kardeşim ve birçok melezin düşündüğü gibi, sadece insanları ve diğer melezleri korumak için değil. Anlaşmanın koşullarını yerine getirmek istiyorsam, eninde sonunda böyle bir göreve çıkacaktım zaten. Daha fazla beklemek sadece Kronos'un şüphelerini haklı kılardı. Derin bir nefes aldım, bir iki saniye içimde tutarak bütün olumsuzluklarla zehri içimden aldığını hayal ettikten sonra tekrar geri verdim. Bunu başaracaktım. Başka yolu yoktu. Bu testten geçemezsem, kimsenin, tanrıların bile sırf gitmem gerektiği için bana vize vereceğini sanmıyordum. O sırada, yanında kendimi sürekli öfkeli hissetmediğim nadir tanrıçalardan biri olan Athena öne çıktı ve konuşmaya başladı. '...Hepinizin bu savaş katılmak için istekli olduğunu biliyorum! Ama bu savaşta sadece istekli olmak yetmez! Bu savaş dünyanın kaderini belirliyecek! Güçlü, cesur, zeki ve atılgan olmalısınız! Ancak o şekilde gigantların karşısında hayatta kalabilirsiniz!' Açıkçası onu dinlememiştim bile. Bunların hepsini zaten biliyorduk. Bu saçma konuşmalardan sonra nihayet önce kimin gitmek isteyeceğini sordu. Nedense Zack'in öne atılması beni hiç şaşırtmamıştı. Zaten hiç acelem olmadığı için kollarımı kavuşturarak rahat rahat kardeşimin çıkmasını beklemeye başladım. Bu sırada, diğer yanımda duran Amphitrite kızı Katherine'in sabırsızlanmaya başladığını gördüm. En az Zack kadar o da sabırsızlanıyordu anlaşılan bir an önce seçilmek için. Başımı iki yana salladım ve sakince devam ettim beklemeye. Bu kadar uzun sürmesi normal miydi acaba bu testlerin? Benimki ne kadar sürecekti? Ne soruyorlardı acaba? Eninde sonunda canavarlarla savaşmamız gerekeceğini biliyordum, ama bu kadar basit olamazdı. Yoksa Zack şimdiye kadar çoktan çıkmış olurdu. Bir süre daha bekledikten sonra, nihayet Tanrıça Athena çıkmıştı biraz önce girdikleri çadırdan. 'Zack, sınavı geçti. Pekala. Şimdi kim geliyor?' Amphitrite kızının hemen öne çıkması beni hiç şaşırtmamıştı nedense. Giderken bir de dönüp bize, çok matah bir şey yapıyormuş gibi sırıtması bir anlığa sinirlenmeme neden oldu. Kendini bir şey sananları oldum olası sevmemişimdir. Ne yapacağını sanıyordu da bu kadar ukala bir biçimde sırıtıyordu bilmiyordum ama, o kızın yüzündeki gülümsemeyi silmeyi çok isterdim. Etrafımdaki melezler huzursuz huzursuz kıpırdanırken, ben kollarımı kavuşturmuş, gayet rahat bir biçimde beklemeye devam ediyordum. Bu sefer, Zack'i beklediğim zamanda olduğu gibi sorular ve sorunlar kurcalamıyordu kafamı, sadece ne yapmak istediğim konusunda daha kararlı ve kendime daha fazla güvenliydim. Çeşitli savunma ve dövüş tekniklerini aklımdan geçirirken zamanın ne kadar hızlı ilerlediğini hiç fark etmemiştim bile. Tanrıça Athena bir kez daha çıkmıştı çadırdan. Bize Katherine'in de seçildiğini söylediğinde, itiraf etmeliyim ki biraz hayal kırıklığına uğramıştım. O kızla aynı grupta yer almayacağımı ümit ederek, Athena sırayı kimin almak istediğini sorduğunda bir adım öne çıktım. 'Ben alırım, Tanrıça Athena.' Etrafta kısa süreli bir sessizlik olmuştu, sadece benim kötü şöhretimi duymamış olan birkaç kişi kendi aralarında mırıldanıyor, bu gergin sessizliğin anlamını çözmeye çalışıyordu. Rahat ve kendimden emin bir ifadeyle ona doğru yürürken, bilgelik tanrıçasının delici gri bakışları da dikkatle beni izliyordu. Sanki en ufak bir hatamı arıyor, bu hatada beni nasıl alt edeceğini planlıyordu. Hala hangi tarafta olduğumu çözememiş olması, keyiflenmeme neden olmuştu. Çünkü henüz bundan ben de emin değildim ve kimse dışardaki kabuğu kırıp da beni çözmeyi başaramamıştı. Çoğu kişi denemezdi de zaten. Psikopat eğilimleri olan ve daha önce cinayet işlemiş olan birine kim neden yanaşsın ki? Gidip önünde durduğumda, hala sessizliğini koruyordu Athena. Yüzümü bir kez daha titizlikle süzdükten sonra, tamam manasında kafasını salladı ve arkasına dönerek yürümeye başladı. Tüm anılarımı, düşüncelerimi, kaygıları... her şeyi arkamda bırakarak çadırdan içeri adımımı attım.
Kocaman çadır buz gibiydi. Sadece bir tişört ve kot giymekte olduğum için, soğuk beni anında çarpmıştı. Bir parça olsun ısınabilmek için kollarımı ovuşturmaya başladım. Bu bir işe yaramamıştı. Buranın hep böyle soğuk olup olmadığını merak ettim. Ne kadar çok önem veriyorlardı melezlerinin sağlıklarına. Ben ellerime hohlamaya başlamışken, Athena, 'Otur bakalım, Nyks çocuğu Allen.' dedi. Gösterdiği sandalyenin ucuna oturdum ve onun da karşıma geçmesini izledim. Parmaklarını kavuşturup biraz öne eğildi ve bana onların üzerinden bakmaya başladı. Harika, belki de benimki, 'kim daha uzun süre gözlerini kaçırmadan bakabilecek?' yarışması olacaktı. Pes edip etmeyeceğimi anlamak için. Ama en nihayetinde tanrıça konuştu. 'Söyle bana Allen, bu göreve neden katılmak istiyorsun?' İşte bunu beklemiyordum. Boş boş onun yüzüne baktım bir süre. 'Nedenini sizin de bildiğinizi düşünüyorum.' Athena başını iki yana salladı. 'Ben görünürdeki nedeninden bahsetmiyorum, çocuk. Kişisel bir nedenin olmalı. Yoksa neden böyle tehlikeli ve aptalca bir anlaşmayı kabul edesin ki?' İşte o anda, tanrıçanın görev derken gigant görevini kastetmediğini anlamıştım. Bu sefer bir şey söylemeden ona bakakalma sırası bendeydi. 'Bir özel nedenim olduğunu söyleyemem, tanrıçam. Benim yerimde kim olsa aynısını yapardı.' Athena bundan şüphe ediyor gibiydi, ama bu konuda bir şey daha söylemeden iç geçirdi ve bana bir kağıt uzattı. 'O zaman seçimin başlıyor. Önce bilgi kısmından başlıyorsun.' Kağıda hızlıca göz gezdirdim. Çeşitli sorular vardı; savaş stratejileri, stratejik bir grubun hayatta kalmasıyla ilgili sorular, hatta eski Yunan tarihi... Bu sonuncu kısmın ne işe yarayacağından şüpheliydim, ama yine de sorulanlara hızlıca cevap vermeye başladım. Özellikle stratejik sorular benim için çocuk oyuncağıydı. Tarih kısmına geçince biraz suratımı buruşturdum. Hatırlayamadığım çok şey vardı, çünkü klasik Yunan tarihi derslerinde genellikle, eğitmenin bakmadığı zamanlarda kafamı koyup uyuyordum. Bildiğim soruları yanıtlayıp bilmediklerimi de kafamdan atarak cevapladım. Neyse ki bütün bilgisizliğime rağmen, yine de bir şeyler başarabilmiştim. Sırf o bölümün sonuçlarını bir kez daha gözden geçirdikten sonra, ayağa kalktım ve kağıdı Athena'ya uzattım. Elimden alıp evrakların arasına koyduktan sonra kendisi de ayağa kalktı ve, 'Şimdi asıl zor kısmı başlıyor. Gözüm üzerinde.' dedi. Beklentiyle kamamı elime aldım ve önümde, hazır bir şekilde tutarak olacakları beklemeye başladım.
Bir anda etraf karardı. Karanlıkta görmekte hiçbir zorluk yaşamazdım normalde, ama bu büyülü bir karanlıktı anlaşılan, çünkü ben bile önümü arkamı seçmekte zorlanıyordum. Bu beni rahatsız ettiği için gözlerimi kapattım. Biraz sonra, göz kapaklarımın altından sızan güçsüz ışıklar, merakıma yenik düşmeme ve gözlerimi açmama neden oldu. Büyük bir arenadaydım. Normal bir futbol stadından, hatta kamptaki arenadan bile kat be kat büyüktü. Yeni doğmakta olan güneşin ışıklarıyla loşça aydınlanmıştı. Bir elimde hala kamayı tutarken, bir yandan da deri bilekliğimin kısa kılıcıma dönüşmesini sağladım ve etrafıma göz attım, her an gelebilecek bir tehlikeye karşı tetikteydim. Zaten soğuk olan havayı daha da soğutan bir rüzgar, kulağıma boğuk sesli bir hırıltı çaldığında, hızla sağıma doğru döndüm. Gördüğüm canavar, kaşlarımı kaldırmama neden oldu. Sadece myrmekeler mi? Çok kolay olacaktı, hele de üç tanesi. Stratejimi ayarlamak için bir saniye kadar durduktan sonra, tüm gücümle odaklandım ve kendimi görünmez yaptım. Canavarların kafası karışmış gibiydi. Sadece kokumu takip ederek beni bulmaya çalışıyorlardı. Biri tam dibime geldiğinde, kılıcımı sallayarak kafasını uçurdum. Sonra diğer tarafa sıçradım ve kamamı, biraz önce durduğum yere gelen myrmeke'ye fırlattım. Acı içinde viyaklayan canavar öldüğünde, kılıcımla üçüncünün de işini bitirdim. 'Çok kolay oldu.' diye mırıldandım kendi kendime. Hani ihtiyacım falan olursa diye savaş baltamı da almıştım yanıma, ama elimi sürmemiştim bile. O sırada diğer taraftan başka, daha yüksek sesli bir kükreme geldi ve o tarafa döndüm. Normal boyutlara göre küçük bir ejderha alanın diğer ucunda durmuş, küçük, kırmızı gözleriyle kötü kötü bakıyordu. Yüzüme bir gülümsemenin yerleştiğini hissettim. 'İşte benim tarzım bir eğlence.' Kamamı yerine kaldırdım, şu anda bana pek yardımcı olamazdı. Belimden pusula tarzı küçük bir şey çıkardım, ödünç almıştım bunu. Elimle hafifçe vurunca, pusulanın etrafında dönerek büyük, bronz bir kalkan oluştu. Kılıcımı sağ elimde dengeledikten sonra, ejderhaya doğru koşmaya başladım. Canavar, sanki benimle dalga geçiyormuş gibi hırladı ve ağzını açarak, benim olduğumu tahmin ettiği yere doğru alev püskürttü. Tam zamanında koca kalkanın arkasına saklandım, alevler kalkanının üstünden ve yanlarından geçerek buz gibi havayı biraz ısıttı. 'Teşekkür ederim dostum!' diye bağırdım ejderhaya doğru. Ejderha öfkeyle kükredi ve oturduğu yerden kalkarak hantal hantal üzerime doğru gelmeye başladı. İstediğim şey de buydu zaten. Ejderha bir kez daha alev püskürtürken hemen yana kaçtım ve oldukça hasar görmüş ve ısınmış kalkanı orda bıraktım. Tam önüme geldiğinde bir elimle, o kalın pullarından birine tutundum ve kendimi yukarı çekmeye çalıştım. Delice bir hareketti, özellikle de üstünde bir sinek varmış gibi bir o yana, bir bu yana debelenen ejderhanın üzerinde zar zor durabiliyordum, ama en sonunda kafasının üzerine çıkmayı başardım. Ejderha rodeosu böyle bir şey olsa gerek. Bir yandan düşmemek için insanüstü bir çabayla dengemi korumaya çalışırken, bir yandan da iki elimle birden kavradığım kılıcı canavarın kafasına savurdum. Şansım yaver gidiyordu. Canavar beni üzerinden atmış ve son dakikada savurduğu pençesiyle omzumda bir sıyrık açmıştı, ama ben de onu öldürmeyi başarmıştım. Elimi omzuma bastırarak düştüğüm yerden doğrulduğumda, anlaşılmaz bir biçimde sırıtıyordum. 'İşte bu kadar dostum.' İşte o anda beklenmedik bir şey oldu. Güneşli hava bir anda karardı, ve buz gibi esinti tekrar süzüldü havada. Bu sefer, yaram da olduğu için herhalde, biraz daha fazla üşümüştüm. O sırada onun sesini duydum. 'Merhaba, küçük kardeşim.'
Olduğum yerde donup kalmıştım. Hareket edemiyordum. Sanki zaman donmuş, bedenimi ve benliğimi içine hapsetmiş gibiydi. Dudaklarım belli belirsiz kıpırdayarak, 'Matt,' sözcüğünü oluşturdu, ama hiç ses çıkmıyordu dışarıya. Soğuk ta kalbime kadar işlemiş gibiydi. Sağ tarafımda bir şekil belirdi o anda ve yürüyerek önüme kadar geldikten sonra, tam göz hizama gelecek şekilde diz çöktü. 'Hey, n'aber Al?' Kesik kesik alıp verdiğim nefesler, görüntüyle benim aramdaki boşluğu buharla kaplarken, ben başımı kaldırıp da bakamıyordum Matt'in gözlerine. Galiba utanıyordum bakmaya bunca yıl sonra. Arada atladığım şeyler, bu kadar zamandır aklıma gelmiyor olması, onun karşısında mahcup hissetmeme neden oluyordu. Titrediğimi, ancak buz gibi bir el çeneme dokunup başımı yukarı kaldırmamı sağladığı zaman fark ettim. 'Anne ve babama karşı pasif kaldığın için utanıyor musun hala? Yapma, aradan bu kadar zaman geçti dostum. Lafını etmene değmez.' Sesi bir gidip bir geliyordu abimin, sanki o radyodan konuşuyor da biri radyonun ayarlarıyla oynuyormuş gibi. Yutkunmaya çalıştım, ama boğazımda tıkanıp kalan hava buna engel oldu. 'Ben... intikamını aldım, abi. Stephen ve Diane bir daha kimseye zarar veremeyecekler.' demeyi başardım tıkanmış bir ses tonuyla. O sırada diğer taraftan gelen bir ses, 'Pek de ssssayılmaz,' dedi tıslar gibi bir tonla. Matt sakin bir şekilde ayağa kalkarken, ben de sıçradım ve kılıcımı düştüğü yerden aldım. Gördüğüm şey, aklımı kaçırmama neden olacaktı neredeyse. Babam ve üvey annem, canlı bir şekilde karşımda duruyordu. Diane'in göğsünde büyük, kanlı bir yara vardı, Stephen'ın ise her yanı kesik doluydu. İkisi de bana büyük bir tiksintiyle bakıyordu. Kılıcım tıngırtıyla yere düştü. 'Hayır...' Diane dudaklarını büzüştürdü. 'Evet, ssseni küçük ssıçan. Bize yaptığın şeylerden sonra seni rahat bırakacağımızı mı ssssandın?' Konuşmalarında bir gariplik vardı, Diane'in hiçbir zaman tıslayarak konuşmadığından emindim. Ama o kadar kanlı canlı görünüyorlardı ki... Stephen bir anda üzerime saldırdı. Kendimi koruyamamıştım bile. Sivri bir şeyin karnımı kestiğini hissettim ve acıyla çığlık attım. 'Şimdi nasıl bir şey olduğunu biliyorssssun,' dedi Stephen pis bir sırıtmayla. Bir elimi karnıma bastırarak bir adım geri attım, acıdan ve soğuktan dolayı nefes nefese kalmıştım. Stephen elini bu sefer yüzüme doğru savurdu ve yanağımı keskin bir acı kapladı ve yere dizüstü çöktüm. 'Savun kendini, Al. Bunlara tekrar yenilemezsin.' Abimi dinlemeye çalışıyordum, ama dehşet elimi kolumu bağlamıştı. Kılıcımı kaldırmaya çalıştım. Diane güldü. 'Şuna bak, bizimle sssavaşabileceğini ssssanıyor.' Ayağa kalkmaya çalışırken bir şey fark ettim. Onlar tıslayarak konuşamazdı... ama bu şekilde konuşan bir canavar tanıyordum.
Matt yine o bir gidip bir gelen sesle, 'Beni hayal kırıklığına uğratma.' diye fısıldadığında, ben bir şeylerin ters gittiğinden artık emindim. Yavaşça doğruldum. 'Hiç uğratmadım ki Matt. Unuttun mu?' Tekrar ona döndüğümde, yüzünün kısa bir anlığına değiştiğini görür gibi oldum. Stephen ve Diane artık gülmüyordu. Tamamen kalktığımda, yanaklarımda buz kristalleri gibi soğuk iki damla olduğunu fark ettim. 'Hayatta hep bir görevimiz, bir amacımız olduğunu söylerdin. Ve bu amaç için yaşamamız gerektiğini.' Kılıcı Stephen'a savurdum, tam göğsüne, çarpraz olarak. Bir toz bulutu içinde patlayıp dağıldığında şaşırmamıştım bile. 'Hep bu amaç için yaşadım, abi. Bir gün senin bahsettiğin görevi tamamlayacağımı umarak hep hayatta kaldım. Ve artık bir amacım var. Bir görevim var. Yenilmeyi göze alamam.' Son bir gayretle kamamı çıkararak Diane'e fırlattım. Gözlerimi kırpıştırarak onun da toza dönüşmesini izledikten sonra Matt'e döndüm. Bu kadar yorulmuş olmasam, gördüğüm şey karşısında dilimi yutabilirdim. Gözümün önünde bir Matt'in gülümseyen suratı, bir de canavarımsı bir şeyin bir yarısı beyaz, bir yarısı da kapkara, panik içindeki suratı beliriyordu. Tekrar yere diz çöktüm, kılıcım toprağa saplandı. 'Bana şans dile...' diye fısıldadım. O anda bütün sahne değişti. İçeriye bir sıcaklık doldu ve canavarımsı yaratığın bağırarak geri çekildiğini gördüm. Hayal meyal, tanrıça Athena'nın yanıma yaklaştığını gördüm. 'Hep son zamanda gelmek zorundalar, değil mi?' diye düşünürken gülümsemeye çalıştım. 'Testi geçtim mi?' Şu anda düşündüğüm tek şey buydu. Yani tamam, epey hırpalanmıştım ama karşılaştığım bütün canavarların hakkından gelmiştim, değil mi? Tanrıçanın yüzüne düşünceli bir ifade çökünce, bundan o kadar da emin olamadım. Belki de göreve kadar kendimi toparlayamayacağımı düşünüyordu. Bu düşünce üzerine tekrar ayağa kalkmaya çalıştım. Eğer birkaç canavarla daha dövüşmem gerekiyorsa... Athena beni durdurdu. 'Dinlenmen gerekiyor. Ve evet, testi geçtin.' Gücüm tükenmiş gibi hissediyor olmasaydım ayağa kalkar, olduğum yerde sevinçle tepiniyor olabilirdim. 'Bana kişisel nedenimi sormuştunuz...' diye fısıldadım. 'Böyle şeylerin bir daha yaşanmasını istemiyorum. Babam ve üvey annemle yaşadığım şeylerin...' En son hatırladığım şey bu olmuştu. Sonra kendimi büyük bir minnetle, karanlığın beni kucaklayan kollarına bıraktım. | |
| | | Edward J. F. Newgate Apollon'un Çocuğu/Kulübe Lideri/Canavarlara Karşı Korunma Eğitmeni
Mesaj Sayısı : 1784 Kayıt tarihi : 21/12/10
| Konu: Geri: Son Savaş --1-- Salı Nis. 05, 2011 5:38 am | |
| Meydanda bir toplantı ve bir savaş haberi. Bunun olacağını biliyordum. En son yaptığım şeyden sonra yeterince sinirlenmiş gigantların güçlerini biliyordum. Tanrıların uzun süren kavgasından sonra bir sonuca varılmasına şaşırmıştım aslında. Çocuklarını tehlikeye atmak istemeyen tanrılar çözüm olarak sadece gidebilecek kadar güçlü melezleri seçmeye karar vermişti. Kendimi güçlü bir melez olarak görüyordum doğrusu. Bu nedenle bu savaşa katılacaktım. Belki yorgundum ve yaralıydım. Ama kampımımızın ve melezlerin hatta olimpos'un bile zarar görmesini istemiyordum. Kendi düşüncelerimi aklımda sabitledim. Sonunda bana "Neden" diye sorulacaktı. Ve ben öylesine bir cevap vermeyecektim. Kendi kanunlarımı belirlemiştim. Ve buna uymayanlar er ya da geç kaybedecekti.
Melezleri bilgilendiren Athena konuşmasını "kim gelecek" diyerek bitirdi. Ben gitmek istiyordum. Önce Zack ardından Kate gitti. Ve sonra Allen. Meydan sessizdi. Herkes kararsız, sonunda ölecek olmak ve o kılıç darbesinin verdiği acı melezleri korkutuyordu. Savaş kötüydü, çok kötüydü. Ama askerler masumdu. Tarih boyunca da böyle olmaya devam edecekti.
Ama haklı savaş uğruna can vermektende geri durmamak gerekliydi. Meydanın sessizliğini bozmadan elimi kaldırdım. Ve ardından konuştum. "Haklı bir dava uğuna canımı vermekten çekinmeyeceğim. Bu savaşa bende girmek istiyorum." dedim. Benim sesim esprilerle süslenmiş insanları neşelendirmek adına çıkardı her zaman. Ama istisna olması gerektiğini hissetmiştim. Sesim sert ve tok çıkmış, emreder gibiydi. Athena durması gerektiği yere dönmüş ifadesiz bana bakıyordu. Ona doğru yürüdüm. Hiç bir şey söylemedim. Oda benimle konuşmadan bana yol gösterdi. Bana gösterdiği odada bir sıra vardı, üzerinde kağıt ve kalem. Eski okul hatıralarım gelmişti aklıma. Her hafta sınav olduğum günler.
O sırada baştaki bütün karizmamı yitirdim. Tek başımayken üzerime bir ordu gönderseniz yüzümde korkuyu göremezdiniz ama sınav... Sıraya oturdum. Uzun süredir kalem tutmayan ellerimle kalemi aldım ve kağıda baktım. Sayısal sorular azınlıktaydı geneli seçimlerle ilgiliydi bu soruların. Sayısal soruların tamamını atladım. Sözel ve zihinsel soruları ise cevaplandırdım. Bir kaç strateji yazdıktan sonra ayağa kalktım ve kağıdı Athena'ya uzattım. Yüzünü buruşturmuştu. Aslında haklıydı, kağıdın 5/1'i boş olmalıydı. Ona gülümsedim. O ise cevap vermeden elini kaldırdı. Işık hızına alışkın gözlerim bile bunu algılayamamıştı. Ortam değişmiş kendimi Arenada bulmuştum. Anlaşılan fiziksel sınavın zamanı gelmişti. İlk arenaya giren bir drakondu. Sırtımdaki kılıcı hızlı bir şekilde çektim ve ışık hızının yardımıyla saniyenin milyonda biri süresinde drakonu kestim. Ardından arenaya giren 15 kadar canavarı çok hızlı bir şekilde hallettim. Kılıç yeteneklerimle ışık hızının birleştirilmiş hali gayet güzeldi. Ardından önümde hedeflerin belirdiğini gördüm. Güneş gözlüğümü yakamdan çıkardım ve elimde beliren yay ile aynı anda üç hedefe birden ok gönderdim. Hedefleri tam vurduğumda hedefler kayboldular. Yeteri kadar yeteneğmi kanıtlamıştım sanırım.
O sırada Athena önümde belirdi. Sınav sonucunu söylemedi fakat bir soru sordu. "Bu göreve katılmak istemenin nedeni nedir?" dedi.
Ben çoktan bu sorunun cevabını hazırlamıştım. "Sadece bu düzenin devam etmesini istiyorum. Kardeşlerimin ve dostlarımın bu savaşta kurban edilmesini istemiyorum. Ebeveynlerime pek değer vermesemde bu düzeni koruyan sizler olduğunuz için yanınızdayım. Hizmetinizdeyim...efendim." dedim. Ve konuşmamı bitirdim.
Athena'ya bakıyordum. Fırtına grisi gözleri her zamanki gibi çok güzel ve aşağılayıcıydı. Ama bunu düşünmemeye çalıştım. "Göreve kabul edildin Edward Jamie Newgate, ee her ne kadar yazılı sınavın berbat olsada fiziksel ve stratejik olarak yardımın olacaktır." dedi Athena ve gözlerimin önünden kayboldu. Bana niye öyle seslenmişti. Benim ismim en son Yondaime olmalıydı. Sanırım bu savaş bana galibiyet ve kahramanlıktan fazlasını getirecekti. | |
| | | Theodor Aquila Apollon'un Çocuğu
Mesaj Sayısı : 710 Kayıt tarihi : 30/10/10
| Konu: Geri: Son Savaş --1-- Salı Nis. 05, 2011 6:32 am | |
| Uzun bir süredir Kamp Meydanı'nda sınava girebilmek için bekleyen melez akrabalarımla birlikte oturuyordum. Tanrıça Athena konuşmasını yaptığından beri düşüncelere dalmıştım. Neden bu göreve katılıyordum? İlk aklıma gelen cevap sadece bir kendimi kandırmadan ibaretti. Bütün kamp gidiyordu ve ben de eksik kalmamak için gidiyordum. Ama asıl neden daha derinlerdeydi ve onu oradan çıkarmaya yetecek cesaretim yoktu sanırım. Şimdiye kadar 4 melez sınava girmişti. Hiçbirinde ayağa bile kalkmamıştım. Ama bu sefer Yon uzaktan görünür görünmez ayağa fırladım. Bu sefer kimseye fırsat vermeden ben katılmalıydım. Athena "Hala sınava girmeye cesareti olan var mı?" dediği zaman kalabalıkta gerilim dolu bir sessizlik oldu. Bunu bozmak için "Ben varım Tanrıçam. Pes etmeye hiç niyetim yok." dedim ve ona doğru yürümeye başladım. Son söylediğim şey büyük ihtimalle başıma büyük bela açacaktı, bunu Athena'nın bakışlarından anlayabiliyordum. Ama yine de pişman değildim, çünkü bu işte ne kadar ciddi olduğumun görülmesini istiyordum. Athena kafasıyla onayladıktan sonra arkasını döndü ve ilerlemeye başladı. Ben de onun arkasından yürürken sınavı tahmin etmeye çalışıyordum. Sınavdan sonra görmediğim tek kişi Allen'dı, yani zor bir sınav beni bekliyordu. Athena yeşil bir çadırın içine girdiğinde ben de onu takip ettim ve içimdeki bütün ümitsizlikleri çadırın büyüsüyle kovdum.
Sırada ne var diye etrafı incelerken Athena elindeki kağıdı bana uzattı. Böyle bir kağıdı en son Zeka ve Strateji Sınıfı'nda görmüştüm. Bu yüzden ilk görevimin ne olduğunu acı da olsa anladım. Athena "Süren başladı Apollon oğlu, başarılar." dedi. Ben de kafamı sorulara gömdüm. İlk on soru matematiksel işlemlerle ve fiziksel sorularla doluydu. Neyse ki uzun yıllar boyunca sayısal dersleri almıştım ki, hiç zorlanmadım. Strateji sorularında ise eskiden oynadığım oyunlar ve satranç bilgim bana yardım etti. Pratik düşüncelerle dolu paragraflar yazdım ve en alttaki zeka sorularını çözmeye başladım. Bir iki tane boşum kalmıştı ki Athena "Süren doldu Theodor, kağıdı bana uzat." dedi. Ben de kendime güvenerek kağıdımı Athena'ya verdim. Birkaç saniyede inceledikten sonra "İlk sınavı geçtin, şimdi sıra fiziksel sınavda." dedi ve bir anda kendimi bir ormanda buldum.
Neyse ki güneş kalın yaprakların arasından huzme olarak da olsa gözüküyordu. Arkamda bir kükreme duyduğum anda hemen döndüm ve karşımda bir Minator gördüm. "Çok klasik." diye mırıldandıktan sonra güneş ışınlarını kullanarak başka bir yerde yansımamı yarattım. Minatorun kafası karışmıştı ama daha parlak olan bana saldırmayı seçti. Ona doğru koşarken ben de Gündoğumu'nu kalkan haline getirdim ve kılıcımı da kalkanımdan çıkardım. Yansımama yakın bir yerde durup Minator'un yaklaşmasını bekledim. Tam vurduğunu sandığı anda daha kendine gelmesine fırsat vermeden kılıcımı boynuna sapladım ve toz haline gelişini izledim. Daha sonraysa iki Harpy çığlık atarak üstüme saldırmaya başladı. Bu sefer de üzerimdeki bütün güneş ışınlarını çekerek kendimi karanlığa gömdüm. Bu yüzden onlar nerede olduğumu fark edemeden ikisini de öldürdüm. Birkaç Drakonu da aynı taktikle öldürdüm ve "Artık sıkılmaya başladım, başka rakipler yok mu?" diye göğe doğru konuştum. O anda mekan tekrar değişti ve kendimi bir Arena'da buldum.
Burası tarih kitaplarında gördüğüm Collezion'lara benziyordu. Tam tahmin ettiğim gibi, karşımdaki kapı açıldı ve elinde topuz taşıyan biri alana çıktı. Aklımda türlü saldırı şekilleri kurdum ve en zarar vericisini seçip ilerlemeye başladım. Kalkanımı sıkıca kavradıktan sonra yan tarafımda gördüğüm mızrağı kapıp Gladyatör'ün üzerine fırlattım. Bunu basit bir hamleyle savuşturdu ama benim istediğim de bu sırada oyalanmasıydı. Çünkü ben çoktan yaklaşmıştım ve topuzunu fazla uzağa savurmasını sağladım. Önce eğildim, daha sonra da tüm gücümle zıpladım ve kılıcımı Gladyatör'ün şah damarının üzerine sapladım. Bol kanlı bir ölümle yere yığıldı. Bunun ardından karşımda Artemis'i gördüm. "Merhaba Theodor, şimdi zor koşullarda okçuluk yeteneğini sınayacağım. Zordan kastımı anlamışsındır herhalde." dedi ve yok oldu.
Karşıma üç hedef tahtası çıktı. Bunların üzerinde bıçaklar vardı ve bana doğru geliyorlardı. Üstelik de rüzgar sürekli yön değiştirerek esiyordu ve hiç de hafif değildi. Saatimin düğmesine bastım ve Roloi'yi elime aldım. Daha sonra okçuluk yeteneklerimi günyüzüne çıkardım ve öğrendiklerimi de hatırlayarak hedef aldım. Üç tane birbirinden hızlı atış yaptım. Hepsinde de tam ortaya isabet ettirdim. Bu sayede üçü de yok oldu. O sırada güneş bir anda ay'a döndü ve tüm gücümü emip gitti. Artemis sözünde duruyordu anlaşılan. Bununla da yetinmeyip karşıma Gigant boyutlarında bir Kiklop gönderdi. Ben de o üstüme koşarken yavaşlaması için birkaç oku kollarına, göğsüne ve yüzüne attım. Tam bana sopasıyla saldırdığı anda yana çekildim ve yayımdaki hançerlerim olan Ying ile Yang'ı çektim. Bunları Kiklop'un sopasına sapladım, o da sopasını çekince yukarı uçtum. Beni fırlatmasına izin vermeden kafasına atladım ve hançerlerimi kafasına art arda darbelerle indirdim. Kiklop önce kanlar içinde yere yığıldı, kendisiyle birlikte ben de yere düştüm tabi. Daha sonra da buharlaştı. O anda sahne tekrar değişti ve kendimi büyük bir çadırda buldum.
Her tarafta inleyen yaralılar oradan oraya koşan beyaz önlüklü insanlar vardı. Bir anda kafamı kaldırdım ve karşıma babamı, yani Apollon'u gördüm. "Şimdi de bize hekimlik yeteneklerini gösterme sırası Theodor." dedi ve yok oldu. Bu kadar resmi olması beni sinirlendirmiş olsa da, hemen dikkatimi topladım ve en yakın hastayla ilgilenmeye başladım. Neyse ki türlü türlü bitki vardı ve bunlarla merhemler hazırlamayı biliyordum. Bu yüzden hemen işe koyudum. On on beş hastayı iyileştirdiğim zaman ter içinde kalmıştım. Ama sanırım bu testi de geçmiştim çünkü kendimi Tanrıça Athena'nın çadırında buldum. Yüzünde pek bir ifade yoktu, ama kendinden memnun görünüyordu. "Theodor Aquila, şimdiye kadarki tüm sınavları geçtin. Son bir sorum olacak, bu göreve neden katılıyorsun?" dediği zaman gerçekle yüzleşme vaktinin geldiğini öğrenmiş oldum. Sesim biraz çatallanarak "Aslında ben kardeşlerim, arkadaşlarım ve siz Tanrıçalar ve Tanrılar katıldığı için katılıyorum. Çünkü çok büyük bir tehlikenin eşiğindeyiz. Benim de bu kamp ve ailem dışında hiçbir şeyim yok. Dünyayı, Olimpos'u, Kamp'ı korumak için elimden ne geliyorsa yapmaya hazırım." dedim. Dediklerime Athena da şaşırmıştı ama bunu sadece bir saniyeliğine belli etti. Daha sonra da"Göreve kabul edildin Theodor, elinden ne geliyorsa yapmanı diliyorum." dedi. Ben de son kez bilge gözlerine baktıktan sonra çadırdan çıktım.
En son Theodor Aquila tarafından Çarş. Nis. 06, 2011 1:56 am tarihinde değiştirildi, toplamda 1 kere değiştirildi | |
| | | Lucianna Fackrell Athena'nın Çocuğu/Kulübe Lideri
Mesaj Sayısı : 4356 Kayıt tarihi : 22/08/10
| Konu: Geri: Son Savaş --1-- Salı Nis. 05, 2011 9:11 am | |
| Neden hayatımdaki her şey her zaman sarpa sarmak zorundaydı? Tam bir sükunet ortamına kavuştuğumu düşünürken bu sefer de karşıma gigantların uyanışı çıkmıştı. Vicdanlı numarası yapan tanrılar da düşünüp, başarılı melezleri savaşa gönderme kararı almışlardı. Kamp meydanında kalabalığın en arkalarında, çimlerin üzerine oturmuş, son giden kişi olan Apollon oğlu Theodor'un annem Bilgelik Tanrıçası'yla geri dönmesini bekliyordum. Şu ana kadar iki Apollon, iki de Nyks oğlu sınavlara katılmış ve tıpkı Romalı Amphitrite kızı Katherine gibi, teste giren dört kahramandan üçü savaşa katılmaya hak kazanmışlardı. Son giden kişi ise hala sınavdaydı. Anladığım kadarıyla Allen'ın durumu ağırdı, annemle birlikte kamp meydanına dönmediğinde öldüğünden emindim ama sonra bize yalnızca yaralanmış olduğu duyurusu yapılmıştı. Ben ve kardeşlerim, her zaman kendimizce stratejiler belirler ve yaşamımızı planlarımıza göre şekillendirirdik. Bugün benim planım, sadece fazla göze batmamaktı. Savaşacak ekibe liderlik edecek kişiler şimdiden belirlenmişti, kulübemdeki diğerleri gibi ben de kendimi henüz öne atmamıştım. Sadece William... Dün gece yaptığımız saatler süren konuşmaya rağmen, onu bu seçiminden geri döndürmeyi başaramamıştım. Ne zaman birkaç adım öne çıkacağını bilmiyordum ama son anda vazgeçmesi için içimden dua ediyordum. Will'i böyle bir görevde kaybedersem, bir daha gülümseyemeyeceğimi biliyordum. Ben, Athena kulübesini temsilen göreve katılacak ve gerekirse kulübeme geri dönmeyecektim. Kardeşlerim, onları yanlış yönlendirdiğim için bana kızacak, seçimim yüzünden haklı olarak beni yargılayacaklardı ama yaşamaya da devam edeceklerdi. Athena kulübesi, liderlerinin hitabet yeteneği sayesinde bu görevde aktif rol oynamaktan vazgeçmişti. Kardeşlerimi gigantların önüne atmak yerine, kendimi onlar için feda etmeyi seçmiştim. Kalabalık dağılmaya başladıktan sonra, kulübemdekilerin meydanı terk etmesinin ardından göreve katılmak istediğimi söyleyecektim. Sınava son giren kişi olacak, sürpriz bir şekilde ekibe dahil olacaktım. Yalnızca William gerçeği anlayabilecekti, çünkü gigantlarla savaşmaya giderken o da ekibimizde olacaktı. Will'in o testleri zorlanmadan geçebileceğinden emindim. Aslında, kendim için de pek endişe duyduğum söylenemezdi. Kampın en kıdemlilerindendim ve çok iyi bir kılıç kullanıcısıydım. Bunun yanı sıra hançer ve mızrak da hakim olduğum savaş aletleri arasındaydı. Gittiğim dersler sonucu okçulukta da vasat olan seviyemi az da olsa yükseltmeyi başarmıştım. Zeka ve stratejilerde zaten her zaman kendime güvenirdim. Bir de, şu ana kadar göreve katılacağı belirlenen kişilerden bir eksiğim olduğunu düşünmüyordum.
Yıllar süren bir bekleyişin ardından, annem Athena ve Theodor meydana geri döndüler ve bir Apollon oğlunun daha testi geçmiş olduğunu öğrendim. Testi geçen bir önceki Apollon oğlu ise, Yon'du. Yon... Kendini böyle bir tehlikeye attığı için ona kızmıştım, ama bunu yapmamın yanlış olduğunu da biliyordum. O da benim gibi yalnızca kampın ve hatta dünyanın geleceğini düşünüyor, aydınlık bir güne gözlerini açabilmek için savaşıyordu. Tanrıça Athena klasik bir şekilde "Şimdi kim geliyor?" diye sorduğunda, William'ın öne çıkmaya hazırlandığını fark ettim. Tüm stratejimi unutarak, büyük bir aptallık yaptım ve ayağa fırlayıp herkesi ittirerek sıranın önüne ulaşmayı başardım. Will'den birkaç saniye önce annemiz ile göz göze gelebilmeyi başarmıştım. Bilgelik Tanrıçası ikimize de kısa bakışlar attıktan sonra bana eliyle ufak bir işaret yaptı ve arkasını dönerek, yürümeye başladı. Acele bir şekilde şok olmuş vaziyette bana bakmakta olan Athena kulübesine yerin dibine geçmiş bakışlar attıktan sonra, derin bir nefes alarak annemi takip etmeye başladık. Birlikte girişinde baykuş motifi olan yeşil bir çadıra geldik. Klasik. Gözlerimi devirmemek için kendimi zor tutarak, annemin arkasından eşikten içeri girdim. Tanrıça Athena dıştan görünüşüne oranla devasa boyutlardaki çadırın içinde ilerleyip, bir masanın karşısındaki sandalyeye oturdu ve bana da karşısına geçmemi işaret etti. Uslu bir çocuk gibi yerime oturup ellerimi masaya dayadıktan sonra korkusuzca ona bakmaya başladım. Tanrıça Athena kan donduracak kadar soğuk bir ses tonuyla, "Bu göreve katılmak istediğinden emin misin?" diye sordu. 'Hayır' cevabını verip stratejimi devam ettirmek için kamp meydanına dönsem, sonra beni tekrar sınava almayacağını biliyordum. O nedenle başımı yavaşça olumlu anlamda sallayıp "Evet, elbette." cevabını verdim. Annem soğuk bakışlarını gözlerimden bir saniye bile ayırmadan önümde bir kağıt belirlesini sağladı. Sınav kağıdını iki elimle tutup sorulara hızlıca göz attıktan sonra başımı olumsuz anlamda sallayarak kağıdı yırttım. Cesaretimle kendimi de hayran bırakarak "Dışarıda bir sürü melez sırasını beklerken bu testle oyalanmamız zaman kaybı." dedim. Sonra, annemin vereceği hakaret dolu cevaptan korkarak sözlerimi sürdürdüm. "Matematik ve mantık soruları çok basitti, hepsini rahatlıkla çözebileceğimi zaten biliyorsun. Strateji ve tarihler zaten çocuk oyuncağıydı." diyerek bakışlarımı anneminkilerle buluşturdum. Sinirle ayağa kalkan Tanrıça Athena, "Belki de sana bu testi uygulamalı yapmalıyız, değil mi?" diye sordu. Ona yanıt vermeye fırsat bulamadan, etrafımızdaki dünyanın değişmeye başladığını fark ettim. Çevremde oluşan toz bulutu yüzünden bir süre gözlerimi kapatmak zorunda kaldım. Gözlerimi açtığımda, kendimi Yunan savaş zırhımın içinde, uçsuz bucaksız toprak bir arazide buldum. Bir elimde kalkanım Aegis, diğerinde ise Tanrı Ares'ten bir düello sonucunda kazanmış olduğum mızrağım vardı. Kılıcım Nefesalan'ın sıcaklığını, bileğimde hissedebiliyordum. Başımdaki ağır metal parçasını çıkarıp atmak istedim çünkü ben miğfer takmayı sevmezdim ama, kafamı yukarı kaldırıp havada uçuşan mızrakları gördüğümde, belki bu seferlik rahatlığımdan ödün verebileceğime karar verdim.
"Ah, harika!" diye bağırdım. Sonra da düşük çenem ve ukalalığım için kendime Antik Yunan dilinde küfrettim. Bir cenk meydanında, kendi ordumun en ön saflarındaydım ve karşıdan bizi bozguna uğratmak için koca bir ordu, dumanlar yüzünden görülmeyen ayaklarıyla üzerimize doğru koşuyordu. Aradaki mesafeye hızlı bir bakış atıp kısa bir hesap yaptığımda, ordumu savaş sahasından uzaklaştırmak için yarım saatten az vaktim olduğunu fark ettim. Eğer vaktim bir saatten fazla olsaydı, geri çekilme emriyle her şeyi halletmeyi başarabilirdim ama... Lanet olasıca bir yarım saat, bana hiçbir şey kazandırmazdı. Ama... Bu Bilgelik Tanrıçası'nın yaptığı bir sınavdı. Gerçek değildi! O halde, mutlaka bir çözüm yolum da olmalıydı. Gözlerimi kısarak hızla toprak arazinin dört bir tarafını süzdüm. Ordumun konuşlanmış olduğu yönün sağ tarafında orman vardı. Sol tarafında, vadi gitgide yükseliyor, yükseliyor ve yükseliyordu. Bir tepe, arkasına geçmeyi başarabilirsek karşımızdaki orduyu zorlanmadan hiç edebileceğimiz bir tepe vardı! Elbette üzerimize doğru gelen orduyu takmayarak sol tarafımıza dönüp koşmaya başlayamazdık. Etrafımdakilere hızlıca komutlar yağdırmaya başladığımda konuştuğum dilin Antik Yunanca olduğunu fark ederek şaşırdım. Acaba, annem beni hangi savaşın içine sokmuştu? Yunanlıların tarihi kanlı yapraklarla doluydu fakat Tanrıça Athena'yı en çok etkileyen karşılaşma bence Truva olmalıydı. Ah, hadi ama, ben henüz yalnızca 18 yaşındaydım! Sadece içinde bulunduğum ana odaklanma kararı aldıktan sonra yaklaşık iki bin kişilik olduğunu tahmin ettiğim ordumun ilk üç sırasına, kalkanlarını kendilerine siper ederek düşmanın üzerine ilerleme emri verdim. Bu taktiği daha önce bir filmde görmüştüm. Öndeki sıralar geniş bir hat oluşturup korunarak karşıdan gelen askerlere engel oluştururken, bizim mızrak tehlikesini düşünmeden tepedeki yere konuşlanma imkanımız olacaktı. Ön sıralar bana fazladan yalnızca on beş dakika kazandıracaktı. "Kırk beş dakika..." diye mırıldandım. Kırk beş dakikada Zeus bile koca orduyu oraya ulaştıramazdı. Belki yalnızca iki yüz kişi. Bu sayı beni ve Yunan ordusunu kurtarmaya, şansımız yaver giderse yetebilirdi. Verdiğim emir üzerine ordunun geneline oranla ufak bir bölümü ayrılarak, bahçede koşturan çocuklar misali tepeye tırmanmaya başladılar. Seçtiğim askerler, ok ve mızrak kullananlardı. Yakın muharebede iyi olan kılıç kullanıcıları içinse, daha kanlı bir başka planım vardı. Benim önderliğimde ordunun kalanı ormana doğru ilerlemeye başladı. Sık ağaçlar bu kadar çok kişiyi karşıdan gelen askerlerden saklamayı başaramazdı ama şu anda ben bir komutan bile olsam, aynı Lucianna Fackrell'dım. Aylar boyunca güzelim günlerimi boşu boşuna dersliklerde harcamamıştım. Zihin gücüm ile bizi görülmez, en azından kolay fark edilmez kılabilirdim. Sisi yönetmek konusunda melezlerin çoğundan çok daha başarılıydım. İşte şimdi karşıma, güzel bir güç patlaması yaşamak için harika bir fırsat çıkmıştı. Kalkan ekibi olarak adlandırdığım ön cephelerimin düşmesi tahminimden uzun sürdü ve karşıdan gelen ordu tepedeki askerlerimin ok yağmuruna tutulduğu sırada, ağaçların ve sislerin arasına gizlenmiş olan koca ordumla düşmana doğru ilerlemeye koyulduk. Annemin bulmamı istediği teknik bu muydu bilmiyordum ama bu savaşı alacağımız neredeyse %100 belli olmuştu. Karşı orduya iki taraftan saldıracak, arkadan dolanan ekiple hepsinin bağırsaklarını deşecektik. Suratıma yerleşen sinsi gülümseme eşliğinde kafamdaki miğferi çıkarıp tüm gücümle ileriye doğru fırlattım; Artık ona ihtiyacım kalmamıştı çünkü sınavımı kazanmıştım.
Aklımda harika adam öldürme sahneleri canlandırıp karşılaşma için gitgide daha fazla heyecanlandığım sırada, çevremi yine bir sis bulutu sardı. Tıslama benzeri bir ses çıkardıktan sonra yine gözlerimi kapatmak durumunda kaldım. Gözlerimi açtığımda, yine aynı yeşil çadırda, Bilgelik Tanrıçası'nın karşısındaydım. Ona ne sinirle ne de gururla bakıyordum. Suratımda yalnızca son derece ifadesiz -ve biraz da kasıntı- bir ifade vardı. Tanrıça Athena ondan hiç beklemediğim bir şey yaparak gülümsedi ve ardından da "Tebrikler ama bu sınavı geçeceğini zaten biliyordum. Şimdi, asıl sınavın başlıyor." dedi. Çevremdeki her şey tekrar değişmeye başladığında sıkıntıyla bir nefes aldım. Bu işkence ne zaman sonlanacaktı?! Bu sefer, kendimi her zaman ait hissetmiş olduğum devasa büyüklükteki bir arenadaydım. Kaşlarımı kaldırarak etrafa bakındım. Issız savaş alanında tek başımaydım. Karşıma canavarların çıkması için biraz beklemem gerektiğini düşünerek ayağımla ritim tutmaya başladım. Ne yazık ki gelen bir canavar değildi. Erkek arkadaşım Martin'di. İlk fark ettiğim, onun gözlerindeki kırmızı parıltı olmuştu. Suratında her zamankinden çok daha farklı olan bir gülümseme vardı ve bu, koşup ona sarılma isteğimi bastırmama yetmişti. Bu sahnede yanlış olan birkaç detay dikkatimi çekti. Martin ne zamandan beri hareket ettikçe etrafına siyah dumanlar yayıyordu? Kaşlarımı çatarak neler olabileceğini düşündüğüm sırada erkek arkadaşım omzuna asılı olan yayını eline alıp kirişine bir ok geri ve ben daha ne olduğunu idrak edemeden onu benim kalbime doğru nişanladı. Şok olmuş vaziyette son anda kendimi yana doğru atmayı başarabildim ama ölümsüz bir Apollon oğlunun öldürmek için atmış olduğu oktan tam olarak kurtulmayı başaramadım. Sol koluma saplanan okun acısıyla çığlık attım ama birkaç saniyede toparlanarak, Martin'in ikinci okundan önce bileklik şeklindeki Aegis'in kalkan formunu kazanmasını sağlamayı başardım. Annem şu anda beni izlediği yerde eğleniyor muydu, bilmiyordum. Ben, sinirden aklımı kaçırmak üzereydim. Her şeyden önce oklarından sakınmayı başardığımı fark ederek kılıcını çekmiş, üzerime doğru gelmekte olan adam benim sevgilimdi. Şu anda onun gerçek Martin olmadığını biliyordum, hatta bundan emindim ama... Yine de... Ona zarar verebilecek kadar güçlü değildim. Ayağa kalkıp kılıcımı elime aldım, Martin'in ok ataklarından vazgeçtiğinden emin olduktan sonra da kalkanımı yere fırlatarak aramızdaki mesafeyi kapatabilmek için ona doğru ilerledim. Tek kelime etmeden kılıcını boynuma doğru savurduğunda, o düellolar sırasında robot kesilen moduma geçtim ve kılıcımla hamlesini zorlanmadan engelledim. Bilinçaltımın oluşturduğu tanrı bir kılıç kullanıcısı bile, asla beni yenemezdi. Tabii normal şartlarda. Buradaki sorun, o hiç sakınmadan kafamı vücudumdan ayırmaya çalışırken benim sadece kendimi savunmadan ibaret manevralar yapmamdı. Hiçbir güç, hiçbir test, hiçbir zorunluluk, beni asla erkek arkadaşımla ölümüne savaşmaya itemezdi. Bir saat boyunca düellomuz aynı modde seyretti. Martin gitgide daha da hırslanarak birbiri ardına ölümcül darbeler yapıyor, bense bezgin de olsam ustalıkla tüm hamlelerini geri savuruyordum. Bunu daha birkaç saat daha sürdürebileceğimi biliyordum ama er veya geç, ilk yorulan kişi olacağım da kesindi. Odaklanmak için birkaç saniye beynimi boşalttıktan sonra uçtuğumu, havaya yükseldiğimi hayal ederek kılıcımı yere attım ve "Tamam, pes ediyorum!" diye bağırdım. Artık alıştığım şekilde etrafımdaki dünya şekil değiştirirken, bu sefer gözlerimi bile kırpamayacak kadar şoke olmuş durumdaydım. Çadıra geri döndüğümde annemin suratında yıkılmış, sinirlenmiş, biraz da alay eden bir ifade vardı. Sanki bu acı gerçekle o söylemeden önce yüzleşememişim gibi "Lucianna Fackrell. Bilgelik Tanrıçası'nın kızı olmana rağmen, kalbin ve beynin arasındaki seçimde beynine güvenmen gerekirken, kalbinin sesini dinledin. Harika bir strateji uzmanı ve kılıç kullanıcısı olabilirsin ama, gigant savaşına katılır ve arkadaşlarınla görevin arasında yapman gereken bir seçimle karşı karşıya gelirsen, yanlış tercihi yapacağını bize göstermiş oldun. Reddedildin. Göreve katılmayacaksın." dedi. Annemin sözlerinin bitiminde göğsüme görünmez bir bıçağın saplandığını hissederek irkildim. Donuklaşmış bakışlarımın ardında zor zaptettiğim göz yaşları birikmiş, terlemiş ellerim titremelerini gizleyemeyecek duruma gelmişti. Tanrıça Athena bana tekrar dönüp bakmadan yeşil çadırı terk ederek kamp meydanına doğru ilerlemeye başladı. Ben, bir Hades çocuğu olup o anda yerin dibine geçebilmeyi şiddetle isteyerek, çadırdan çıkıp Athena kulübesinin yolunu tuttum. Hayatımda ilk kez, her şeyi mahvetmiştim ve bunun bedelini ödeyecek kişilerin dostlarım ve kardeşlerim olmasından delicesine korkuyordum.
"Belki de, bu sınavı geçememem bizim için iyi olmuştur." diye mırıldandım. Gerçekten de gigantlarla savaşırken kalbimin mantığımı ele geçirmesine izin verebilir, birkaç dostumun hayatı uğruna tüm insanlığın kaderini tehlikeye atabilirdim. Dışarıdan çok güçlü göründüğüm halde durumu içler acısı olan bir savaşçıydım. Dışarıdaki düşmana karşı her zaman cani ve acımasız, keskin ve kararlıydım ama içimde sert yapımla zıtlaşan bir yürek vardı ve onun yüzünden kazandığım savaşlarda bile tam olarak galibiyetin sevincini yaşayamıyordum. Ben, Lucianna Fackrell, gigant savaşında aktif olarak rol almayacak, böylece kimsenin hayatını tehlikeye atmayacaktım ama zaten bilge insanlar için gerçek savaşlar, cephe arkasında yaşanırdı. Athena gibi, onun çocuklarının da her zaman bir, hatta daha fazla planı olurdu. "Sıra B planında." dedikten sonra hızlıca yapacaklarımı aklımdan geçirdim. Tüm kamp meydanda toplanmışken kampı terk etmekte zorlanmayacağımdan emindim. Gidip, bizim için yararlı olabilecek ittifaklar kurmaya, Gaia'nın halkasındaki zayıflıkları tarafımıza çekmeye çalışacaktım. Tabii önce bir süre hıçkırarak ağlamam gerekebilirdi çünkü annemin söylediği sözler yüzünden, bunu kendime bile itiraf etmek istemediğim halde fazlasıyla yıkılmıştım. | |
| | | William Maxwell Athena'nın Çocuğu
Mesaj Sayısı : 294 Kayıt tarihi : 20/01/11
| Konu: Geri: Son Savaş --1-- Salı Nis. 05, 2011 7:43 pm | |
| *Bir gece önce*
Karşımda oturmuş bana yalvaran gözlerle bakan kardeşim Lucy ilk defa bu kadar çaresiz görünüyordu. Saatlerce konuşmuş, binbir türlü dil dökmüştü. Bütün kardeşlerim pes edip gitmekten vazgeçmişti. Ama ben asla vazgeçemezdim. "Yapamam!" diye geçirdim içimden. Kafamın içinde milyonlarca düşünce beynimi ele geçirmeye çalışıyordu adeta. Gidersem sağ dönemeyeceğimi hissediyordum. Lucy'nin ince ve gergin sesi dikkatimi dağıtmıştı. "Evet gidersen sağ dönme şansın neredeyse sıfır. Sıradan yaratıklardan bahsetmiyorum gigantlar." Yine zihnimi okumuştu. Tartışma sırasında zihin okuyan bir kardeş, insanı gereğinden fazla sinir edebiliyordu. Sert ve kesin bir ses tonuyla bağırdım. "Ne pahasına olursa olsun gideceğim!" Lucy bağırmama şaşırmıştı. Aslında bağırdığım o değildi. Kafamdaki sesleri susturmaya çalışıyordum. Kesin olarak bildiğim tek şey vardı. Bu savaşa gitmeliydim. Kendimce nedenlerim vardı. Ayrıca dünyanın sonunun gelme ihtimalinden daha önemli bir neden mi olacaktı? Lucy elindeki son kozuda kullanarak konuştu. Sesinde aşağılayıcı ve kindar bir ton vardı. "Sen de biliyorsun sırf oturdukları yerden kalkmamak için tanrılar melezleri kullanıyor. Onların rahatı bozulmasın diye canından olamazsın." Lucy bu konuda sonuna kadar haklıydı. Tanrılar istese bu işi sessizce halledebilirlerdi. Ona katıldığımı belli etmek için yumuşak bir ses tonu ile konuştum. "Kesinlikle haklısın. Ancak tanrılarla inatlaşmak uğruna binlerce masum insanın hayatını tehlikeye atamam." Bu kesinlikle Lucy'nin de yapacağı birşey değildi. Benim tanıdığım Lucy o savaşa kesinlikle gidecekti. Bundan emindim. Ancak konuştuğumuz odanın kapısını kardeşlerimin dinlediğinden de emindim. Lucy kardeşlerimi güç bela gelmemeye ikna ettikten sonra bunu bozup hayatlarını tehlikeye atmak istemiyordum. Lucy'nin yapmaya çalıştığı şey çok çokcukçaydı. Kendisinin katılacağı bir savaşa benim katılmamı istemiyordu. Saat gecenin üçüydü. Dinlenmem gerekiyordu. Sabaha geçmem gereken büyük bir test beni bekliyordu. Lucy'nin taktiklerinden birisi miydi yoksa bu? Sabaha testi geçememem için beni uyanık tutuyordu. Sonunda ters bir sesle konuştum. "Ben gidiyorum. Kendi fikirlerini kendine sakla!" Hışımla odadan çıkmak üzere kapıyı açtım. Kapıya dayanmış Summer, Andy, David, Sere, Helen ve Dicc biranda topluca içeriye doğru yığıldılar. Gülmemek için kendimi zor tuttum. Bir süre toparlanmalarına izin verdikten sonra kapıdan aynı hızla çıkıp odama girdim.
Uyumam gerekiyordu. ancak önemli olaylardan önce hep stres yapar uyuyamazdım bir türlü. yatağıma girdim ışıkları söndürdüm. Pencereden giren ayışığının aydınlattığı kadarıyla odamın tavanına bakıp düşüncelere daldım. Kampa geldiğimden beri onlarca görev yapmıştım. Hiçbirisi bu kadar zorlu ve ölümcül değildi. Ama yine de bu defa içimde garip bir his vardı. Sanki... Sanki ölecektim. Gaia ve gigantları durdurulduğu sürece ölmek umrumda bile olmazdı. Tek korkum başaramamaktı. ya başaramazsam... Ya babamı, arkadaşlarımı, ailemi ve kardeşlerimi koruyamazsam. Düşünmek bile istemiyordum. Gözlerimi sıkıca yumdum. şimdi önümdeki sınava odaklanmalıydım. Sınavın basit olmayacağını biliyordum. Bilgi bölümlerinden hiç korkum yoktu. Athena çocuğuydum ben sonuçta. Ayrıca iyi bir kılıç, ok ve yay kullanıcısıydım. Umarım bütün bunlar yarın işime yarayacaktı. Diğer melezlerden çok daha iyi olduğumu düşünüyordum. Kafamda düşünceler dolanırken tatlı bir yorgunluk hafiften bedenimi sarmaya başlamıştı. Gözlerim ağırlaşmış, bedenim gevşemişti. Bütün günün yorgunluğu sayesinde kendimi uykunun -belki de uyuyacağım son uykunun- güvenli ve şevkatli ellerine teslim ettim. Bir dağın orta eteğinde yanımda kim olduğunu bile bilmediğim melezlerle birlikte hararetli bir şekilde bakınıyorduk. hepimizin silahları elindeydi. Devasa, korkunç bir yaratık; bir anda, yerin altından fırlayıp koca ağazıyla beni ve diğer melezleri yutuyordu. Hemen ardından korku ile fırladım. Nefes nefese, terler içindeydim. kabus çok gerçekçiydi. Lucy'nin söyledikleri bilinç altıma işlemiş olmalıydı. Ancak o gece daha fazla uyuyamayacaktım. Duvardaki saate gözleirmi kısarak baktım. Dört buçuk... İki saat sonra kamp meydanında testler başlayacaktı. Bedensel olarak hazır hissediyordum kendimi. Ancak zihnimi de hazırlamalıydım. Kardeşlerimi uyandırmamak için parmak uçlarımda yürüyerek kulübeden çıktım. Hava hala karanlıktı. Derin bir nefes aldım. Kendi kendimi herşeyin yolunda gideceğine inandırmaya çalışıyordum. Kampın ana binasına doğru yürüdüm. Gördüğüm herşeyi sanki son kez görüyormuşçasına dikkatlice inceliyordum. Büyük binanın önünde durdum kafamı kaldırıp binaya şöyle bir baktım. Gözüme daha da büyük gözüküyodu şimdi. Sessizce tavan arasına süzüldüm. İçerisi korkunç derecede tozlu ve rahatsız ediciydi. Bu odaya ikinci gelişimdi. İlk gelişimde harika bir görev verilmişti bana. Şimdi ise geleceğimi merak ettiğim için buradaydım. Bir süre bekledim hiçbir şey olmadı. Sonunda konuştum. "Ben.. Ben geleceğimi merak ediyorum. Gigantları durdurabilecek miyim?" Birkaç saniye hiçbirşey olmadıktan sonra kahin kapalı tabutun içinden dumanlar eşliğinde süzülerek sargılı bedeni ile gelip kollarını kaldırıp beni işaret ettim. korkutucu bir sesle konuşmaya başladı. "Toprak verdiği canları alacak. Savaş elinin altında duracak. Tanrıdan doğma oğul son bir öğüt alacak. Yarım kanlılar yola çıkacak. Hepsi hakettiğini bulacak." Adeta zehir gibi üzerime kustuğu kehanetinden sonra geldiği hızla tabutuna gönen kahin taş gibi katılaşıp dondu. Tecrübem ondan daha fazla cevap almayacağım yönündeydi. Şimdi bu kehaneti düşünmek için bir saatten fazla sürem vardı. Kamp meydanındaki ağaçlardan birisine tırmandım. En son Hermia ile tırmanmıştık bu ağaca. Birlikte oturup, saatlerce elele tutuşup konuşmuştuk. Kafamı silkip düşüncelerime odaklandım...
*Bir buçuk saat sonra*
Bütün kamp meydandaydı. Herkes korku dolu gözlerle bakışıp, fısıldaşıyorlardı. Kardeşlerim de kalabalığın arasındaydı. Lucy'nin ısrarı onları vazgeçirmişti. Hepsi tedirgin gözüküyordu. Ancak Lucy'nin gerginlikten vücudunu ileri geri salladığını görebiliyordum.Bu işin altında kesinlikle bir bit yeniği vardı. Arkalardan iki melezin tartışmasını duyabiliyordum. "Hayır bizim kulübeyi temsilen ben gitmeliyim. Çünkü ben daha yetenekliyim." Gözlerimi devirdim. Kafamı çevirip kim olduğuna bakmaya bile tenezül etmedim. Geçen her dakika melezlerin sinirleri daha da geriliyordu. Ufak tartışmalar patlak vermeye başlamış. Satirler ve nefmler bile meraktan etrafa toplanmıştı. Sonunda Athena meydana geldi. Ve dinlemeye zahmet edemediğim bir konuşmaya yapıyordu. Tanrıların daha ne kadar iki yüzlü davranabileceğini bilmiyordum. Ona olan öfkemden dişlerimi sıktım. Son cümlesini ister istemez duymuştum. "İlk kim gelecek?" asla ilk giden olmayacaktım. İşimi garantiye almalıydım. Sınava birkaç kişi girdikten sonra onlardan nasıl bir sınav olduğunu öğrenip ona göre girecektim. Nyks kulübesinden bir çocuk gönüllü oldu. Uzun süren bir bekleyişten sonra dışarı çıkan çocuk yüzünde gülümseme ile seçildiğini söyledi. Kesinlikle yapılacak en akıllıca şey bir Nyks çocuğunu bu savaşa yollamaktı. (!) Anneleri de Gaia gibi eski tanrılardan olan bu melezlerin bize ihanet etmeyeceğinin kanıtı var mıydı? Kafamı onaylamadığımı belirtir bir şekilde salladıktan sonra içeri bir başka melezin girmesini izledim. Sonsuz bir bekleyiş gibi geçen sürede o da çıktı. Kabul edilememişti. İsabet olmuş diye düşündüm. Altı kişi seçildikten sonrakendimi hazır hissediyordum. Athena yeni birisini almak için dışarı çıktığında ilerlemeye başladım. Bir anda sağımdan kalabalığı yaran birisi benden önce davranıp öne çıktı. Kafamı çevirip baktığımda şok olmuştum. Lucy'den böyle bir hamle bekliyordum. Ancak bunu en sonlara doğru yapması çok daha akıllıca olurdu. Diğer kardeşlerim şaşkınlıkla bakınıp fısıldaşıyorlardı. Bense omuz silkip beklemeye başladım. Lucy dışarı çıkamamıştı. Meraklanmaya başladım. Athena dışarıya geldi. Sinirliydi. korkunç bir sesle sırada ki kişiyi bekliyorlardı. Lucy'nin nerede olduğunu merak ediyordum. Ama sınava girmeliydim önce. Öne doğru çıktım. Athena kafasını salladı. Onu takip etmem için işaret ettiğinde. Cüretkar bir şekilde peşinden gittim. İşin doğrusu bu testin ne kadar basit olacağını biliyordum. Küçük bir çadırdan içeriye girdiğimde kocaman bir odayla karşılatım. Artık bu tip şeyler çok normal geliyordu. Neredeyse bütün Olimpos içerideydi. Tanrılar bana lüzumsuz bir sinekmişim gibi bakıyorlardı. Ares'in orada olmadığı gözümden kaçmadı. Nedenini az çok tahmin edebiliyordum. Zeus "Birisi şu melezin sınavını yapsın. Burada bu kadar zaman harcayamayız." Zeus gerçekten en küstah tanrıydı. Burada bizi kullandığı yetmiyormuş gibi bir de pislik muamelesi yapması iyice sinirime dokunmuştu. Sınavımı kimin yapacağını öğrenmeyi beklerken içimden sessizce sayıklıyordum. "Apollon olmasın. Apollon olmasın. Lütfen Apollon olmasın." Apollon en serkeş tanrılardan birisiydi. Hayatında tek bir ciddi iş yaptığı yoktu. Yakışıklı beyinsiz ve zengin genç profiline uyan şımarık bir tanrıydı. Hayatta onun gibilerine tahamülüm yoktu. O kaypak sesini duyduğunda kendim öldürmek istedim. "Ben yaparım." Sonra birden ikimiz bir mekana ışınlandık. Elinde bir kağıt tutup kişiliksizce sırıtıyordu. "Bu yazılı sınavı geçmek gerekiyor falan filan hede hödö..." Elindeki kağıdı güneş ışınlarıyla yaktıktan sonra bana bakıp konuştu. " Senin de annen gibi çok bilmiş olduğunu biliyorum. Bunu zaten geçeceksin. Asıl sınava geçiyoruz şimdi." Biranda etraf değişti. Apollon karşımda durmuyordu. Havayı kesen bir okun vızıltısı ile kafamı kaldırdığımda üzerime gelen oku farkedip kenara atladım. Başka oklarında geldiğini farkettim Biranda etrafıma bakındım. Birsürü okçu ile sarılmıştı. Hepsi bana nişan alıyordu. Ne çeşit bir testti ki bu? Gigantların ok kullandığını sanmıyordum. O sırada üzerime gelen iki oku telekinezi gücümle kavis çidirerek başka iki okçuya yönlendirdim. Etrafıma bakındığımda en az yirmi tanesinin beni ok yağmuruna tuttuğunu farkettim. Apollonun benimle dalga geçtiğinden emindim. Sonunda hepsinin elindeki yayları yere düşürmelerini sağladım. yerdeki oklarla tek tek öldürdükten sonra surat ifademi hiç değiştirmeden bekledim. Yeniden odanın içindeydim. Apollon karşımda bana göz kırpıyordu. Bu aptallığı yaptığı için kendiyle guru guyuyor gibiydi. Sonunda konuştum. "Harika Gaia seni parçalara ayırıp tartarusa koyduğunda da böyle şakalar yaparsın artık." Apollon sinirle elini salladı. Biranda Karanlık bir ormandaydım. Üzerime kocaman bir canavar geliyordu. İşte şimdi gerçek bir sınavla karşı karşıyaydım. Kemerime bastırıp kılıcımı çıkardım. Canavar doğru koşup, kılıcımı şaşırtıcı bir hamle ile dizine doğru savurdum. Sert dizine çarpan kılıcımdan metalik bir ses gelmişti. Hemen devam ettim altından kayarak arkasına geçtim. Hızla zıpladım ve sırtına çıktım. Artık tepsindeydim. Beni yakalamak için debeleniyordu. Üzerinde durduğum canavarın sallanan kafasına tırmandım. Kılıcımı zorlanarak gözüne soktum. Acı içinde inlerken. Tek elimle kulağına utunup sallandım. Hemen diğer gözünü de çıkardım. Yere yığılan canavarın kalbine kılıcımı saplamamla yok olmuştu. Etraf yeniden düzeldi. Tekrar odadaydım. "Bravo çok bilmiş sınavı geçtin göreve gidiyorsun." Apollon ikimizi diğer tanrıların yanına ışınladı. Bu kadar kolay mıydı? Yani Gigantlarla ölümüne savaşmaya gidecek melezleri tek bir canavar öldürmelerini isteyerek mi seçiyorlardı. Yoksa Apollon'un umursamazlığı sayesinde mi böyle olmuştu. Bunu sorgulamadım. Annem bana dikkatle bakıyordu. Yüzünde korkunç bir ifade vardı. Hışımla arkamı dönüp gitmek üzereyken annemin sesini duydum. "William," kafamı çevirip ona baktım. Yanıma doğru geliyordu. Bütün vücudumla döndüm ve bekledim. Diğer tanrılar kendi aralarında konuşurken annem fısıldamaya başladı. " Bu savaşa gitmeni desteklemesem bile beni dinlemeyeceğini biliyorum. O yüzden... Bütün kardeşlerine özel birer silah verdim. Ancak sana hiç birşey veremedim. " Bu sırada elinde küçük bir yüzük belirdi. Turuncu ilahi bronzdan yapılmış bir yüzüktü. Açıklamaya koyuldu. "Bu yüzük istediğin zaman etrafında küçük çapta bir güç alanı yaratarak alacağın darbeleri engelleyecek. Çok güçlü saldırılara karşı dayanamaz ancak en azından etkisini azaltır. " Biranda annemle aramdaki buzlar erimişti. Ona sıkıca sarıldığımda yüzünde ufak bir gülümseme oluştu. Bütün tanrılar dönüp bize bakmıştı. Hızla çadırı terkederken Annemin arkamdan gelen sesini duydum. "Adı ÖĞÜT." | |
| | | Marcus L. Stanislaus Zeus'un Çocuğu/Kulübe Lideri/Canavarlara Karşı Korunma Eğitmeni
Mesaj Sayısı : 2117 Kayıt tarihi : 07/02/11
| Konu: Geri: Son Savaş --1-- Çarş. Nis. 06, 2011 4:51 am | |
| Birkaç kişi sınava girmişti ve beni de heyecanlı bir bekleyiş almıştı. Bu sınava girenler eğer başarırlarsa gigantlarla savaşmaya gideceklerdi. Zeus aşkına! Bu o kadar büyük bir savaş olacaktı ki belki de binlerce yıl dillerden düşmeyecekti. Bu savaşa katılmayı bütün varlığımla istiyordum. Etrafıma bakıp kalpleri gümbür gümbür atan, dizleri titreyen melezlere göz attım. Onlar güçsüzlerdi. Onları yüz yıl sonra kimse hatırlamayacaktı. Ben bu savaşa kesinlikle gitmeliydim. Büyük kahramanlıklar yapacaktım ve belki de büyük bir kahraman olacaktım. Yüzyıllar boyunca herkes ismimi hatırlayacaktı. Birden Aşil'e çok benzediğimi düşündüm. Ama benim tek isteğim yüzyıllarca hatırlanmak değildi. Bu savaşa gidecektik ve kazanırsak binlerce insanı kurtaracaktık falan filan. Bunlar çok umurumda olan şeyler değildi. Orada çok büyük bir savaş olacaktı ve çok fazla kan akacaktı. Ortalık mahşer yerine döndüğünde neler olacağını gözlerimin önüne getirdim. Ölen canavarlar, canla başla savaşan melezler. Bedenlerden ayrılan kafalar, fışkıran kanlar... Birkaç kişi teste gitmişti ve hepsinin de suratı kireç gibiydi geri döndüklerinde. Çok yakın arkadaşlarım Zack, Katherine ve Allen gitmişti. Hepsinin de testi geçmesi beni hem sevindirmişti, hem de endişelendirmişti. Eğer ben testi geçemezsem onların yüzüne nasıl bakacaktım? Ben güçlü görünmeliydim. Çünkü Romalı bir melez olmak zaten yeterince zor olduğu gibi bir de Jüpiter'in oğluydum. Başımı ellerimin arasına aldım ve düşünmeye başladım. Sınavda neler yapabilirlerdi ki? Hiçbir fikrim yoktu. İlk önce Zack gitti. Geldiğinde yüzü kireç gibiydi fakat testi geçtiğini anlamıştım. Ondan sonra Katherine ve Allen. Hepsi testi geçmişlerdi. Hepsi de büyük acılarla karşılaşmış gibiydiler. Hiçbir soru sormadım. Bir köşeye geçtim ve kendimi teste hazırladım. Testi muhtemelen Athena yapacaktı. Başka kim yapabilirdi ki? Ama konuşulanlar sayesinde birkaç tane tanrının daha orada olduğunu duydum. Belki babam da benim için gelirdi. Athena melezlerin toplandığı yerde belirdi. "Şimdi kim gelecek peki?" Birkaç melezin gözleri parıldadı ve yerlerinden kalkmaya yeltendiler. Kimsenin başaramayacağı bir atiklikle ileri fırladım. "Ben geleceğim!" Athena beni baştan aşağı süzdü. Sanki göreve layık olup olmayacağımı anlamak istiyordu. Ben bu göreve layıktım ve gidecektim. İşin aslı hiçbir tanrı da umurumda değildi açıkçası. Athena bana eliyle "gel" işareti yaptı. Beraber birkaç metre gittik ve Athena konuşmaya başladı. "Marcus senin ne istediğini anlayabiliyorum. O yüzden seninle ben değil bir başka tanrı ilgilenecek." Birden umutlandım. Ya babam geldiyse? Benim için gelmiş olabilirdi. Yoksa hangi tanrı benim için gelirdi ki? Athena eliyle bir çadırı gösterdi ve ortadan kayboldu. Yavaş ama kararlı adımlarla çadıra doğru yaklaştım. İçeri girdiğimde iri yarı bir adım arkası dönük bir vaziyette duruyordu. Bu adam babam olabilirdi! "Tanrı Zeus, baba..." Eğilip selam verdim. Adam gür bir kahkaha attı. Bu adamın kahkahası babamınkine hiç benzemiyordu. Zalim ve dalga geçercesine bir kahkahaydı bu. Adam arkasına döndü. "Ah, ne kadar acıklı. Burada babanın olmasını çok isterdin değil mi? Ama buraya senin için özel olarak geldim. Bence onurlanman gerekiyor küçük melez." Dişlerimi sıkarak kısık bir sesle tekrar selam verdim. "Tanrı Ares..." "İşte böylesi daha iyi. Şimdi birkaç önemsiz prosedürü uyguladıktan sonra senin için özel olarak hazırladığım programa geçeceğiz. Al bakalım şunu." Elime bir kağıt tutuşturdu. İçinde test soruları vardı. Tabii ki okullarda öğretilen coğrafya, matematik gibi dersler değil. Canavarların zayıf noktaları, büyük yaratıklarla, titanlara ve hatta gigantlarla dövüşme taktikleri. Sorulara devam ederken fazla zorlandığım kısım yoktu. Bunları çok iyi ezberlemiştim çünkü bunlar hayatta kalmamı sağlayacak bilgilerdi. Ares kağıdı elimden aldı ve baktı. İlk önce memnun olmuş gibiydi. Sonraysa omuz silkti ve konuşmaya başladı. "Savaşa katılmayı neden istiyorsun küçük melez?" "Titanlar insan varlığını tehdit ediyor. Bilirsiniz işte, tanrıları onur..." "Bırak şimdi bu palavraları. Gerçek nedenini söyle bana." Ares'in gözlerinde vahşice bir parıltı gördüm. Savaş ve kan sevgisiydi bu. "Savaş, kan, onur ve zafer. Ve belki de yüzyıllarca hatırlanılacak olan ismim." Hislerimi tamamen Ares'e açmıştım. Ares olumlu bir biçimde kafa salladı. "İşte bu yüzden geldim senin için. Maalesef ki biraz, hatta çok fazla zorlanman gerekiyor. Bu savaşa ve isme layık olduğunu kanıtlamak için yani. Umarım senin için hazırladığım testi beğenirsin." Birden her taraf karardı ve kendimi çok ama çok tehlikede hissettim. Kendimi tamamen içgüdülerime bırakarak şimşeğe dönüştüm ve birkaç metre ötede patladım. Arkama baktığımda ise birileri duruyordu. Hatırlamak istemediğim birileri. Önceleri kötülük yaptığım, yaraladığım ve hatta canını aldığım onlarca insan. Şuan hepsi silahlıydı ve bana bakıyorlardı. Çoğunu acı bir biçimde katletmiştim. Yüzlerine bile bakamıyordum. Sesler birbirine karışıyordu. "Neden bizi öldürdün Marcus, sadece hatalı olduğunu söylemiştik. Sırf babanla senden önce karşılaştığım için beni cezalandırmamalı idin. Bütün ailemizi katlettin, neden bunu yaptın?" Ellerimle kulaklarımı kapadım ama sesler beynimin içine işliyordu. Silüetler teker teker silahlandılar ve sesler eşliğinde bana doğru gelmeye başladılar. Ares'in ne yapmak istediğini anlamıştım. Savaşmam gerekiyordu ama değil o kişileri tekrar öldürmek, yüzlerine bile bakacak durumum yoktu. Hayaletler -veya her neyseler- bana saldırdılar ve kendimi toparlayamadan bir tanesi omzumda yara açtı. Bu savaşı kaybediyordum. Gigantlarla savaşmaya gidemeyecektim. Aklıma savaş alanı geldi. Yapılan kahramanlıklar. Ve sonra binlerce sene sonra yaşayan insanlar. O savaştaki kahramanlık öyküleri. Doğruldum ve kılıcımı çektim. Sonra da şimşeğe yoğunlaştım. Büyük bir patlama oldu ve hayaletler etrafa saçıldı. Yarısı kadarı yok olmuştu bile. Sonra da kılıcımı çektim ve ölüm kusmaya başladım. Kendime ne kadar güvenirsem hayaletleri öldürmem de o kadar kolaylaşıyordu. Hepsini öldürdüğümde nefes nefese kalmıştım. Beynimin içinde bir ses yankılandı. "Henüz btmedi küçük melez." Ares'in bana "küçük melez" demesinden nefret ediyordum ama şu durumdayken yapacağım bir şey yoktu. Etrafım tekrar karanlığa büründü ama bu sefer bir tehlike sezmiyordum. Yine de kılıcımı sıkı sıkıya kavradım ve etrafı gözetlemeye başladım. Manzarayı gördüğümde şok olmuştum. Karşımda savaş tanrısı gibi bir adam vardı. Adam çok uzun ve iri yarıydı. Tıpkı bir savaş tanrısına benziyordu. Fakat onu görür görmez tanımıştım. "Aşil..." Karşımda Aşil duruyordu fakat gözleri kıpkırmızıydı. Sanki transa geçmişti ve kılıcını çekti. Aşil'in ne yaptığını anlayamıyordum. O hayatımda örnek aldığım en büyük kahramandı. Bırakın ona karşı kılıç çekmeyi, yanında diz çökmeden durmayı bile düşünmemiştim. Fakat Aşil kılıcını çektiği gibi saldırıya geçti. Ne yani, sınav bu muydu? Aşil ile mi savaşacaktım? Aşil kılıcını boynum hizasına salladı. Trans halinden çıktığımda kılıcımı kaldırdım ve saldırıyı son anda engelledim. Aşil geri çekildi. Ona karşı savaşabilir miydim? Ona zarar veremezdim. Buna gücüm yetse bile bunu yapabileceğimden emin değildim. Karşımda tüm zamanların en iyi savaşçısı duruyordu. Ben ona bu saygısızlığı yapamazdım. Durakladım. Aşil de durmuştu. Düşünceler beynime hücum ediyordu. Gigantlarla savaşırken Aşil'den çok daha güçlü kişilerle savaşacaktım. Kendimi beğenmişlik duygumu buraya gömmeli idim. Kendimi beğenmişliğim Aşil'e dayanıyordu. Hep onun gibi olmak istiyordum fakat bunla baş etmeliydim. Ben artık önemli bir melezdim. Kılıcımı sıkı sıkı kavradım ve gırtlağımı parçalarcasına bir savaş narası attım. Aşil'e bütün gücümle hücum ettim fakat kolay hamlemi karşıladı ve kılıcının kabzasıyla göğsüme vurdu. Yere düştüğümde üstüme doğru atladı ve kılıcını suratıma savurdu. Tam yana çıktığımda biraz önce kafamın bulunduğu yerde Aşil'in kılıcı duruyordu. Aşil kılıcını çekmeye çalışıyordu. Bu fırsattan yararlanmalıydım. Şimşek hızına dönüştüm ve Aşil'in yanına geldi. Suratına bütün gücümle bir tekme patlattım. Aşil yere bile düşmedi. İkinci hamle olarak suratına silahımın kabzasıyla vurdum. Bu onu yere düşürmüştü. Onun kılıcını yerden çektim ve iki kılıcı da Aşil'in boğazına birbirlerine parelel olarak dayadım. Romada insanlar böyle öldürülürdü. Aşil doğrudan gözlerime bakıyordu. Onu öldürmeden önce bütün gücümle haykırdım ve kafasını gövdesinden ayırdım. Gözlerimden yaşlar boşanıyordu. Hayatta en sevdiğim savaşçıyı öldürmüştüm. Birden etraf aydınlandı ve Ares yanımda belirdi. "Aferin küçük melez, başarabileceğini hiç düşünmemiştim. Gigantlarla savaşmaya hak kazandın. Şimdi git ve bu savaşın keyfini nasıl çıkarabileceğini düşün." | |
| | | Tiffany Trully Apollon'un Çocuğu
Mesaj Sayısı : 1885 Kayıt tarihi : 11/10/10
| Konu: Geri: Son Savaş --1-- Perş. Nis. 07, 2011 4:45 am | |
| Bugün benim için çok önemli bir gündü. Belki de yıllardır bunu bekliyordum. Bugün sınav vardı. Bu normal hayatta karşılaşacağımız sınavlardan değildi. Çok yakında Gigantlarla büyük bir savaş olacaktı ve bunun için melez seçiyorlardı. Bende buna katılmak istiyordum çünkü bu savaş benim için çok önemliydi. Milyonlarca insan ölebilirdi. Bu savaşı kazanmamız gerekiyordu ve ben bunu kaçıramazdım. Maceraları ve tehlikeyi severdim. Kampa geleli bayağı bir zaman olmuştu ve bu süre zarfında bir sürü göreve çıkmıştım. Hepsini de başarıyla yerine getirmiştim. Herhalde şu ana kadar karşılaşmadığım bir canavar yoktur. Varsa da bu savaşta karşıma çıkacağından buna katılmak istiyordum. Seçilip seçilmeyeceğini hiç bilmiyordum. Şimdiye kadar birçok melez elenmişti ve sadece birkaç melez katılmaya hak kazanmıştı. İçimden onlardan biri olmayı diledim. Melezleri seçen tanrıların farklı farklı olduğunu öğrendim. Yani birçok tanrı bunun için gelmişti. Bu beni şaşırtmıştı. Böyle bir şeyi hiç beklemiyordum. Kendi sıramın gelmesini beklerken içeriden Teo çıktı. Yüzü gülüyordu. Anlaşılan kabul edilmişti. Hemen kardeşimin yanına gittim. Birbirimize sarıldık ve onu tebrik ettim. Kardeşim fazla konuşmak istemiyor gibi duruyordu. Anlaşılan bayağı zorlanmıştı ve bu hiç iyi haber değildi. O bile zorlandıysa kim bilir bende ne olacaktı. Teo’dan öğrendiğim tek bilgi hem zihinsel hem de fiziksel sınav yaptıklarıydı. Bu hiç hoşuma gitmemişti. Önümdeki melezlerin hepsi içeriye girip sonuçları öğrenmişti. Sıra bendeydi. Şimdiye kadar hiç heyecanlanmamıştım ama şimdi kalbim yerinden fırlayacaktı. Aklımdan kendime sakin olmayı hatırlatıp duruyordum. Derin bir nefes aldım ve tüm cesaretimi toplayarak içeriye girdim. İçeri girer girmezde hemen içeriyi inceledim. İçeride hem babam hem de Tanrıça Athena vardı. Babamın olmasına sevinmeli miyim yoksa üzülmeli miyim bilemedim. Çünkü yanımda olması bana güç veriyordu ama eğer kabul edilmezsem babama karşı mahcup olacaktım. Şimdiye kadar bana hep güvenmişti. Onun güvenini boşa çıkarmak istemezdim. Babam bana bakıyordu. Yüzünde hiçbir ifade yoktu. Tam resmi davranıyordu. En sonunda babam Tanrıça Athena’ya baktı ve "Tiffany’nin sınavını ben yaparım." dedi. Tanrıça Athena bunu kabul etti ve dışarı çıktı. Babamla yalnız başıma kalmıştım. İşin kötüsü babam hala bana bakıyordu ve hala yüzünde hiçbir ifade yoktu. Bu benim sinirimi bozmuştu. Bir süre daha baktıktan sonra "Savaşa neden katılmak istiyorsun?" diye sordu. Bu soruya kendimi çok hazırlamıştım. Onun için tereddüt etmeden kendime güvenen bir ses tonuyla "Çünkü sana ve tüm tanrılara yardımım dokunmasını istiyorum. Binlerce insanın canını kurtarmak istiyorum. Arkadaşlarımın sonuna kadar yanında olmak istiyorum." dedim. Babam çıt çıkarmadan beni dinliyordu. Sözümü tamamen bitirdiğimde "Tamam, şimdi seni sınava tabi tutacağım." dedi. Sınavın ne olacağına dair hiçbir fikrim yoktu. Merakla babamı izledim. Babam elime bir kâğıt verdi ve başarılar dilerdi. Kâğıda baktığımda gülümsedim. Sorular benim için çok basitti. Temel şeyleri soruyordu. Tabii birkaç şey beni çok zorladı. Özellikle de matematiksel işlemler. Matematikte çok iyi değildim. Zekâ ve Strateji Geliştirme Sınıfı’ndan ders alıp kendimi geliştirdiğime binlerce kez şükrettim. Yoksa bu soruları asla yapamazdım. Hızlıca soruları yanıtlarken babam geldi ve "Süren doldu." dedi. Bende tam bu sırada soruların hepsini cevaplamıştım. Kâğıdı babama verdim ve şimdi ne olacağını bekledim. Babam kâğıda bir göz attı ve "Güzel." dedi. Buna çok sevinmiştim. Sanırım ilk aşamayı geçmiştim. En azından ben öyle umuyordum. Babam ayağa kalktı ve "Sırada fiziksel sınav var." dedi. Bu benin en çok korktuğum yerdi. Çünkü tam olarak ne olacağını bilmiyordum. Gerçi okçulukta ve kılıçta çok iyiydim. Onun için fazla sorun olacağını düşünmüyordum ama yine de korkuyordum işte. Babam bir yere girdi. Aniden melez içgüdülerim çalışmaya başladı. Tehlike olduğunu hissedebiliyordum. Çok geçmeden etrafım canavarlarla sarıldı. "Ah, harika!" dedim ve kılıcımı çektim. Canavarlar üzerime doğru geliyordu. Aklımdan Sat’ın ve Lucy’nin bana öğrettikleri geldi ve kılıcımı savurmaya başladım. Daha önce birçok canavarı kılıçla öldürmüştüm. Ok ve yaya ihtiyacım yoktu. Kılcımla öndeki birkaç canavarı deştim. Onlar hemen buharlaşıp yok oldu. Ancak arkamdan da canavarlar geliyordu. Hem elimle kılıcımı sallıyor hem de ayağımla diğer canavarları uzaklaştırmaya çalışıyordum. Tabii bu ayağımın hafif yara almasına yol açtı. Canım o kadar yanmıştı ki çığlık atmamak için kendimi çok zor tuttum. Çok şükür ki benim babamdan gelme şifa gücüm olduğundan bu hiç sorun değildi. Hemen ayağımdaki yarayı iyileştirdim. Ayağımdaki yara yüzünden çektiğim acı beni daha da hırslandırmıştı. Şimdi canım acımıyordu ama başta gaza gelmiştim. Artık var gücümle saldırıyordum. Canavarlar bir bir yok olmaya başladı. Buna ara sıra ben bile şaşırıyordum ama savaşmaya devam ediyordum. Bu canavarlar canımı çok sıkmıştı. Ben bunlara asla pabuç bırakmazdım. Savaşırken birkaç sıyrık daha yedim ama benim için bunlarda hiç sorun değildi. Hemen kendimi iyileştiriyordum. Tek bir sorunum vardı o da yorulmaya başlıyordum. Bir yandan savaşmak bir yandan şifa gücünü kullanmak beni tüketiyordu. Buna rağmen pes edemezdim. Onun için son taktiksel hamlelerimi yaptım. Bu çok geçmeden bana yarar sağladı ve bütün canavarları öldürmeyi başardım. Nefes nefese kalmıştım ve şaşkınlıkla etrafıma bakıyordum. Ciddi ciddi bütün canavarları biçmiştim. Ben kendimi toparlayamadan etrafım değişmeye başladı. Başta ne olduğunu anlayamadım ama sonra ikinci bir sınava girdiğimi fark ettim. Çok geniş bir alandaydım ve 200 metre kadar uzaklıktan canavarlar geliyordu. Sınavın bu olmasına çok sevinmişim. Çünkü ben zaten okçulukta yardım eğitmendim. Dolayısıyla benden iyi kimse olamazdı. En azından ben öyle iddia ediyordum. Kendime bu konuda güvenim tamdı. Kolyeme bastım. Kolyem anında ok-yay takımına dönüştü. Ok çantamdan bir ok aldım ve yayıma gerdirdim. Atışlara hazırdım. Kendimi tamamen okçuluğa verdim ve ok atmaya başladım. Çok uzak bir mesafeden olmasına rağmen canavarları rahatlıkla vurabiliyordum. Gözlerim şahin gözlerinden daha iyiydi. Dolayısıyla en ince ayrıntıları bile görebiliyordum. Canavarlar sürekli hareketliydiler ve çok uzaktaydılar ama bu benim için hiç sorun değildi. Tahminimce en fazla iki okum hiçbir şey isabet etmemişti. Bu sınavı geçmek benim için hiç zor olmamıştı. On - on beş dakika içinde bütün canavarlar buharlaşıp yok olmuştu. Derinden bir oh çektim. Etrafım tekrar değişmeye başladı ve eski mekâna geri döndüm. Hemen önümde babam duruyordu. Bir an için yüzünde gülümseme gördüm ama hemen bu kayboldu. Tedirgin olmuştum. Bunun nedenini bilmiyordum ama sanırım birazdan savaşa katılıp katılamayacağımı öğreneceğimi tahmin etmemdendi. Merakla babama bakıyordum. Babam beni daha fazla bekletmeden "Savaşa katılıyorsun Tiffany." dedi. Bu sözlere o kadar çok sevinmiştim ki havalara uçup babama sarılmamak için kendimi çok zor tuttum. Sadece gülümsemekle yetindim ve "Teşekkür ederim baba." dedim. Babam sınavın başından beri ilk kez gerçekten gülümsedi. İşte ben bu babamı seviyordum. Bu gülümseme sevincimi ikiye çıkardı. Babamı hayal kırıklığına uğratmamıştım. Bu benim için en büyük mutluluktu. Babam çıkabileceğimi söylediğinde dışarıya çıktım ve doğruca beni bekleyen kardeşlerimin yanına gittim. | |
| | | Mirabella LaPiere Demeter'in Çocuğu/Doğa Bilimleri Eğitmeni
Mesaj Sayısı : 863 Kayıt tarihi : 01/11/10
| Konu: Geri: Son Savaş --1-- Perş. Nis. 07, 2011 9:10 am | |
| Kampta ki melezlerin her biri toplanmış Tanrıça Athena’nın konuşmasını dinliyordu. Göreve katılmak çoğu melez gibi onunda düşüncelerinde yer almıştı. Gigant’ların kazanmasına asla izin veremezdi, belki kampa geldiği zamandan beri çoğu Tanrıyla Tanrıça ona hâlâ içinde ki ön yargıyı kırabilmiş değildi, fakat ön yargısının göreve katılmasına engel olabileceği düşüncesini de benimsemiyordu. Gigant’ların kazanışının tüm dünyanın kaderini değiştireceğinden bunun olmamasını herkes gibi istiyordu, Tanrı ve Tanrıça’lar konusunda ön yargılıydı lakin hayatında yer edinmiş insanların değil. “Hepinizin bu savaş katılmak için istekli olduğunu biliyorum! Ama bu savaşta sadece istekli olmak yetmez! Bu savaş dünyanın kaderini belirleyecek! Güçlü,cesur,zeki ve atılgan olmalısınız! Ancak o şekilde gigantların karşısında hayatta kalabilirsiniz” Tanrıça Athena konuşmasıyla birlikte düşüncelerinden çıkmıştı. Konuşmanın ardından oluşan sessizlik Zack’in sözleriyle bozulmuştu. Nyks’in oğlunun sınavı atlatmasının ardından gelen yedi kahramanda gruba katılmıştı. Kestane rengi gözleri birden Lucy’e kaymıştı. Onun katılmasından oldukça emindi, fakat düşüncelerinde ki gibi olmamıştı. Hiçbir zaman karamsar biri olmamıştı, karamsarlığın her zaman onu sarpa uğratacağı düşüncesindeydi, zihninde ki düşünce babasının ona söylediği sözü çağrışım yapmıştı; kazanmak için oyna. Bu sefer de yapacağı şey oydu sadece kazanmak için çalışacaktı, belki çok sevdiği biriyle karşılaşacaktı belki de zorlu bir engel ama ne olursa olsun düşüncelerinde ki tek şey için yarışacaktı, sınavı geçmek. Kendinden emin dik bir görünümle öne çıktı, ses tonu her zaman kinden daha kararlıydı “ben de varım.” Sözlerinin ardından annesinin bakışını üzerinde hissetmişti. Tanrıça Demeter’in Athena ile kısa bir görüşmesinin ardından sınavını onun yapacağını söyledi. Beklediği bir şey değildi, heyhat sınavı annesi yapacaktı. Bunca zamandır tanıdığı belki de tanımak üzere olduğu kadın her zamankinden farklıydı bu sefer. Bir anne yerine daha otoritel davranıyordu, Tanrıça Demeter tüm ciddiyetiyle, onu izlemesini istedi. Gireceği sınav konusunda herhangi bir fikri yoktu, belki hayatında ki en tehlikeli şeyle yüzleşecekti yahut düşüncelerinde uzun zamandır sakladığı bir anın karşınsa çıkmasıyla. Her ne olursa olsun başaracağından emindi, ilerledikçe onu izleyen gözleri fark etmişti, yol boyunca merakla ona bakan pek çok yüz herkes gibi sonucu bekliyordu. Düşüncelerinin derininde ki his belki de herkesten daha fazla merak ediyordu, fakat bildiği sadece oraya gidip öğreneceğiydi. Kamp meydanın sonuna doğru yürüdüklerinde büyük ve gösterişli bir çadıra varmışlardı, sanki yeşilliğin ortasında bir bitki gibi oluşmuştu. Her ne kadar düşüncesinde ki gibi bir yer olmasa da ses etmemişti. İçerisi dışarısındakinden oldukça farklı ve büyüktü, her ne kadar göz kamaştırıcı bir yerde bulunsa da içinde bulunduğu durumda detaylar gözüne çarpmıyordu. İçinde ki merak duygusunu sadece yüzleşeceği görevle son bulacağının farkındaydı. Tanrıça Demeter’in bulunduğu büyük masanın karşısına geçerek konuşması dinlemeye başladı. “Sınava katılmak konusunda kararlı mısın? Hâlâ vaktin var, vazgeçip geri dönebilirsin.” Çadıra kadar geldiğinde yol boyuca tek bir düşünce vardı; vazgeçmeyecekti, sadece kazanmak için savaşacaktı. Kendinden emin bir sesle tereddüt etmeden “hayır, vazgeçmeyeceğim.” Demeter kızının vermiş olduğu kararlılık ve cevaptan hoşnutçasına başıyla onay ederek önünde ki kağıdı Anna’ya uzattı. Önünde ki sorulara kısa bir göz attıktan sonra çözmeye başlamıştı, genel olarak her türlü soru barından elinde ki kağıttan ettiği nefreti başka kimseden etmeyeceği sözünü söylemek arzusu içinde büyüse de yapamamıştı. Kimi zamanlar düşünceler umuldukları gibi olmuyordu, içinde bulunduğu sınav gibi… Onu oldukça zorlayacağı kanısında olsa da ilerleyen zamanlar artık bir bulmaca çözer edasıyla tek tek tereddütsüz bir şekilde şıkları işaretleyip kağıdını Tanrıça Demeter’e uzatmıştı. Bir kez daha aldığı onay onu sevindirmişti fakat sevinmek için erken olduğunu biliyordu. Sınavın sadece kağıt üzerinde ki sorulardan ibaret olmadığı düşüncesindeydi, annesinin dudaklarından çıkan sözcükler düşüncesinin gerçeğe dönüşmesinin birer yansıması olmuştu. İçinde bulunduğu arenanın birer orman olduğuna yemin edebilirdi, kahverengi ve yeşile bürünmüş arena oldukça sessizdi, lakin diğer bir yanı kum çölünü andırıyordu. Fakat her iki bölgede de ortak bir nokta mevcuttu; sessizlik. Bir arenaya göre oldukça sessiz ve tehlikesiz görünüşü vardı, sadece çıkan rüzgarın hafif uğultusu kulağını çınlatıyordu. Lakin içinde bulunduğu bölgenin tehlikeli olduğuna işaret eden bir diğer faktör vardı; bilekliği… Bilekliğinde ki lal taşları oldukça güçlü bir ışıkla parlıyordu, bulunduğu duruma bir anlam verememişti. Sessizliğe bu denli bürünmüş arena da karşısına çıkacak olan yaratığı merak ediyordu, çölü anımsatan taraf adeta bir hayalet kasabayı anımsatıyordu, ormanın olduğu tarafta ise sadece rüzgarın ağaçların yapraklarına savurduğu melodik ses halimdi fakat aynı kanıda değildi. Annesinin de belki bu biçimde düşüncesini isteyeceği tahmini zihninde yer edinmişti. Gözü yeşilin tonlarına hakim olmuş bölgedeydi, bilekliğinin kılıca dönüşmesiyle sıkıca kavramıştı. Satel’in öğrettiklerini uygulamanın zamanın geldiği kanısındaydı. Ormanın içine doğru kendisinden emin bir şekilde yürümeye başlamıştı, görmüşte her şey olması gibi gözüküyordu gözüne. Lakin rüzgarın müziği harici olan sessizlik bir anda çökmüştü, kuşların melodisi hiç olmadığı kadar istekli çalıyordu, ıssız kasabaya dönüşmüş olan arazide ki yaşam belirtileri birden oluşmaya başlamıştı. Ormanda ki akıl almaz değişim onu oldukça şaşırtmıştı, diğer taraftan çalıların hışırtısı ani bir refleksle kendisini sessin geldiği tarafa dönmesinde bulmuştu. Kılıcı yardımıyla otların örttüğü nesneyi yavaşça baktığında çıkan hışırtı sesinin çalılar arasında ki bir kirpiden olduğunu görünce biran gülmekten kendisini almamıştı fakat arkasından saldıran cehennem tazısı onu bir anlığına sersemletmişti. Seri bir hareketle yerden kalkarak hızla koşmaya başladı, diğer taraftan bitkilerin yolunu kapatmasını düşünüyordu. Ardında bıraktığı alanlar bir duvar gibi bitkilerle hızla kapanıyordu, çöl arazi yerine ormanlık alanı tercih ettiği için bir yandan minnet duyuyordu. Etrafında ki bitkileri kendi lehine kullanmak bir an aklından çıkmıştı, kestane rengi gözlerini bir an çevresinde tekrar gezdirdi ve içinden çıkmak üzere olduğu ortama dikkatle bakıp duraksadı, kısık ve alaycı bir ses tonuyla bitkileri aşmaya çalışan canavara bir kez daha baktı; “hadi oynayalım.” Tazıları kaplamış olan bitkilerin daha da etrafını sarmasını düşündükçe çevrede ki sarmaşıklar yaratıkların etrafını dolanarak onları boğmaya başlamıştı. Fakat çöl arazi tarafından gelen yaratıkları görünce bir an kılıcına yeniden sarıldı, üzerine doğru gelen canavarları kılıcı yardımıyla öldürmeye başladı. Kılıç teknikleri için Satel’e sınavdan sonra teşekkür etmeyi zihnin bir köşesinde barındırmıştı. Sarmaşıklarla kaplı olan cehennem tazılarını artık endişelenmiyordu, yaratıkların son çırpınışlarına aldırmayarak kendisine doğru gelen canavarlarla mücadele etmeye kovulmuştu. Zihninin ucunda ki düşünce ise kulaklarında çınlıyordu adeta; kazanmak için oyna… Her ne kadar en büyük felsefesi olmasa da benimsediği yoldan geri dönmeye niyeti yoktu. Kılıcını sıkıca kavramış önünde ki canavarlara odaklanmıştı, gözü hırstan kararmış gibiydi, fakat önünde ki yaratıkların yok oluşu birden kendisine gelmesine sebep olmuştu. Etrafını kaplayan orman sanki buharlaşıp yok olmuş gibiydi, artık tek arazi vardı. Öldürdüğü ve savaştığı canavarlara baktığında hiçbir iz görememişti. Sanki bir rüyadan uyanmıştı fakat içinde bulunduğu araziye dikkatle baktığında az evvel ki arena olduğunu görüyordu. Aklı karışmıştı, neredeyse yarım saat önce ses çıkmayan bir orman da başlayan yaşam belirtileri ardından tüm araziyi kaplayan yeşilliğin yok oluşu. Gözü birden onu izleyen annesine takılmıştı, Tanrıça Demeter kızına doğru sakin adımlarla yaklaşmaya başlamıştı. “Tebrikler Anna, göreve kabul edildin. Fakat neden bu göreve katılmak istiyorsun?” Tanrıça Demeter’in otoritel görünümü bir an değişmiş gibiydi fakat yeniden ciddiyete bürünmüş bir izlenimle kızının vereceği cevabı bekliyordu. Kararlı bir ses tonuyla “sadece burayı etkileyecek bir sava olmayacak, tüm dünyayı etkileyecek.” Belki düşündüğü burası değildi ama bunu Tanrıça Demeter kuşku duymamıştı, dudaklarından sadece iki kelime çıkmıştı. “Peki Anna.”
| |
| | | Clara Thompson Artemis Avcısı/Melez Danışmanı/Doğa Bilimleri Eğitmeni
Mesaj Sayısı : 4592 Kayıt tarihi : 12/10/10
| Konu: Geri: Son Savaş --1-- Cuma Nis. 08, 2011 3:51 am | |
| Evet, titriyordum. Ellerimin titremesini zaptetmeye çalıştım. Kendimi kandırmanın anlamı yoktu. Ben de itiraf ettim. Evet, korkuyordum. Ödüm patlıyordu. Benden önce dokuz kişi teste girmişti ama ben bu işin başından beri bembeyazdım. Her melez teker teker çadıra giderken, sanki onları bir daha göremeyecekmiş gibi arkalarından bakıyordum. Kötü olan da, hepsi tanıdığım kişilerdi. Bu test nedense bana her şeyi daha ciddiye almamı sağlamıştı. Gigantlar, ölümler, Gaia. Etraf o kadar karamsarlığa bürünmüştü ki, bugün bütün günlerden daha karanlık gelmişti bana. Derin bir nefes aldım ve diğerleri yapabiliyorsa benim de yapabileceğimi hatırlattım kendime. Eğer güçlü bir melez olmasaydım Athena beni melez danışmanı yapmazdı, bu kadar tanınamazdı, atıldığım o kadar macerada hayatta kalamazdım. Ben iyi bir savaşçıydım, güçlüydüm. Kendi kendime bunu tekrarlayıp durdum. ''Başarabilirim. Bunu yapabilirim. Ben Demeter'in kampa gelmeyi başarabilen ikinci kızıyım. Sayısız maceraya atıldım. Bu sınavı da geçebilirim.'' Kendime böyle moral verince her şey gözüme daha iyi göründü. Hıphızlı geçen dakikaların sonunda bir melez daha muzaffer bir şekilde diğer melezlerin yanına geldi. ''Nasıldı?'' diye sordum ona. Melez bitap bir haldeydi ama yine de gülümsedi. ''İyi. Sana iyi şanslar.'' Ve gitti. Athena ''Sıradaki!'' diye seslendikten sonra kalanlar birbirine baktı. Zaten az kişi kalmıştı. Gözlerimi kısa bir süre kapattım ve cesaretimi topladım. Athena'nın olduğu yere doğru ilerledim ve çadıra girdim. Artık heyecandan kesik kesik nefes alıyordum. Athena bana döndü ve sanki içimi görüyormuş gibi baktı. Bakışlarında bile cümleler anlaşılabiliyordu. 'Demek sen de gigantları yenmek için seçilen grubun sınavlarına katıldın Mana. Çok cesurca bir şey bu. Ama bir Demeter kızının savaşta diğerleri kadar güçlü olması beklenemez.' Belki de sonunu sadece ben uydurmuştum. Bilemiyordum ama, telaşımı daha da arttırmıştı bu bakış. Athena birden başını çadırın öbür tarafına çevirdi. Birkaç saniye sonra iki siluet belirdi. İkisi de parlamayı kestikten sonra onlara bakabildim. Biri Demeter'di. Sarı saçlarını topuz yapmıştı, gözleri sevgi dolu bir şekilde parlıyordu. Elinde pırıltılı bir kutu tutuyordu. Ona bakınca yine içime bir sıcaklık dolmuştu. Ama diğer kişi beni çok şaşırtmıştı. ''Persephone?'' diye mırıldandım. Bu arada annem anlayışla gülümsedi. ''Sana da merhaba Mana Aradhel. Sınavını ben yapmayı planlamıştım ama, kızım bu görev için benden daha istekliydi.'' Hala aptal aptal onlara bakıyordum. Athena başını salladı ve çadırdan çıktı. Ben de doğrudan Demeter ve Persephone'ye bakmayayım diye tahta sandalyeye oturdum. Demeter Persephone'ye hızla bir şeyler söyledi, eline kutuyu tutuşturdu ve sonra geldiği gibi hızla ve ışıltılı bir şekilde kayboldu. Persephone karşımdaki sandalyeye oturdu -bunu sadece benimle aynı hızzada olmak için yaptığını biliyordum- ve gözlerini bana dikti. ''Merhaba Mana. Seni görmeyi özlemişim. Tekrar karşılaştığımıza sevindim.'' Bunu öyle monoton bir şekilde söylemişti ki titredim. ''Sen çok özel bir kardeşimsin, seni çok severim ama bu yüzden sınavda sana yumuşak davranacağımı sanıyorsan boşuna umutlanma.'' Anlaşılan Persephone hala yer altı modundaydı, ölü gibi görünüyordu. Orası bir tanrıçayı bile hasta edebilirdi kesinlikle. Elinde bir kağıt ve bir kalem belirdi ve bunları benim önüme koydu. Sınavlardan nefret ederdim. İnsanları bir kağıda işaretledikleri yuvarlaklara göre değerlendirmek her zaman bana saçma gelmişti. Ama bunu çözmek zorundaydım. Savaşacak fazla bir melezden zarar gelmezdi. Derin bir nefes alıp sorulara başladım. Oldukça zorlardı, açıkçası hiçbirinin cevabından emin değildim. Bir kere matematik konularında kesinlikle çuvallamıştım. Eğer testi bile geçemezsem kesinlikle rezil olurdum. Persephone gözünü bir saniye kağıtta dolaştırdı. ''Sınavı geçtin Mana.'' dedi yine monoton bir sesle. Uzun süredir tuttuğum nefesimi verdim. Ama içimden bir ses bu yanlızca en kolay bölümdü diyordu. Endişeyle yüzümü buruşturdum. Persephone, toprak rengindeki elbisesinin eteklerinden tutarak ayağı kalktı va başıyla çadırın çıkışını işaret etti. Yutkunarak onun ardından gittim. Çadırdan çıktığımı görenler sınavım bitti sanmıştı ama iş hiç de öyle değildi. Telaşla etrafa bir göz attım ve Persephone'yi kaçırmamak için hızlı hızlı yürüdüm. Kampta bu kadar süre olmanın kolaylığını kullanarak nereye gittiğimizi seçebilmiştim. Ormana. Sık ağaçların arasına girdiğimizde Persephone'yi kaybetmemek için çok daha fazla çaba harcamam gerekmişti. Sonunda bir açıklıkta durduk. Burasını bir yerden hatırlıyordum. Şuradaki çıkıntılı yeri ve yerdeki minik papatyaları. Burası Hephaistos oğlu Eduard'la tanıştığım ilk yerdi. ''Yer seçimimi beğendin mi Mana?'' diye sordu Persephone. Artık bana işkence çektirmeye çalıştığından emindim. ''Niye burası? Bu sadece bir sınav, buraya geçmişi anmaya gelmedim.'' dedim meydan okurcasına. Persephone çenesini kaldırıp birkaç adım ilerledi. Sorumdan kaçtığı belliydi. Elleriyle kutuyu yukarı doğru tuttu. ''Bu senin ikinci ve son sınavın. Yaralanman hiç de iyi olmaz, bu yüzden sana kuralları anlatıyorum. Bu kutunun içinde iki nesne var. Birincisi, zarar verebilecek tüm aletler dışında istediğin her şeye dönüşebilen bir nesne. İkincisi de, en korktuğun şeye dönüşen bir yaratık. İlk önce, bütün silahlarını üzerinden atmanı istiyorum.'' Belimdeki kemerimden Sat'in verdiği kılıcımı, bileğimden Doğataşı'nı ve parmağımdan yüzüğümü çıkarttım. Persephone bakışlarıyla onları yanına aldı. ''Şimdi, sana ilk nesneyi veriyorum. Sonra da yaratığı çıkaracağım. Senden istediğim yaratığın ne yaptığına veya ne dediğine kulak asmadan onu yakalaman. Sakın öldürme. O değerli bir yaratık.'' Yutkundum ve başımı salladım. En çok korkutuğum şeyle savaşacaktım. Peki bu neydi? Korkunç bir canavar? Bir tanrı? Ya da bir gigant? Kendim bile bunu bilmiyorsam nasıl savaşacaktım peki bu yaratıkla? Persephone kutuyu hafifçe araladı ve içinden minik, parlayan bir nesne çıkardı. Hızla bana fırlattı, ben de biraz afallasam da onu tutmayı başardım. Nesneyi tanımlayamıyordum bile, sanki bir şekli veya rengi yok gibiydi. Elimde onu evirip çevirdim ve yine Persephone'ye baktım. O da, hazır mısın, dercesine bana bakıyordu. Benim için endişeleniyordu belki. Sınavda tarafsız olmak istiyordu bu yüzden bana hiç iyi davranmamıştı, ama benim için endişeleniyordu. Bunları nereden anladığımı bilemiyordum. Belki de aramızda kardeş telapatisi gibi bir şey vardır diye düşündüm. Persephone yavaşça kutunun kapağını kaldırdı. Bir şey hızla kutudan çıktı. Çıktığı gibi de büyümeye başladı. Ama bu da elimdeki ''silahım'' gibiydi. Şekli ve rengi tanımsız bir şeydi. Persephone bir şey olmasını bekliyormuş gibi yaratığa baktı. Yaratık silkelendi -tabii buna silkelenmek denirse- ve boğuk bir ses çıkardı. ''Neler oluyor?'' diye sordum Persephone'ye. Şimdi olaylar iyice garipleşmişti. ''Değişecek bir varlık bulamıyor. Seni şu ana kadar herhangi bir varlık korkutmamış.'' dedi Persephone. Gözlerimi kırpıştırdım. Bu imkansızdı. Benim... korktuğum bir sürü şey vardı! Yani sanırsam. Persephone sevecenlikle yaratığı okşadı. ''Mana, bana seni çok korkutan bir şey söyle. Bir an değil, bir varlık.'' O böyle deyince öylece kaldım. Gerçekten böyle bir şey yoktu. Benim korkutuğum değil sevmediğim şeyler vardı. Veya çekindiğim. Bu nasıl olurdu? ''Şimdi ne yapacağız peki? Sınavı geçemeyecek miyim?'' Persephone bana gülümsedi. ''Hiç beklemediğim bir şeydi bu ama, geçtin. Bu sınavlar sizin cesaretinizi ölçmek için. Ve sen korkusuzsun, bence gigantlarla savaşmaya gitmek için artık bir engelin yok. Sen kendini engellemişsin bir kere, neler yapabileceğini kabullenemiyorsun. Ama inan bana Mana, senin içinde düşündüğünden çok daha fazlası var. Yaratığı kutusunun içine soktu. ''O nesne sende kalabilir, oldukça işe yarayan bir şey. Şimdi ben gideyim, sen de kampın meydanına geri dön.'' Ben tam arkamı dönecekken sırtıma dokundu. ''Bu arada, iyi şanslar kardeşim, umarım savaşta ölmezsin.'' Bu sözün beni pek rahatlattığını söyleyemezdim ama, yine de ona gülümsedim ve arkamı dönüp kamp meydanına doğru yürümeye başladım. | |
| | | Zellana L. Tyler Demeter'in Çocuğu/Şifa Sanatı Eğitmeni
Mesaj Sayısı : 2331 Kayıt tarihi : 16/12/10
| Konu: Geri: Son Savaş --1-- Cuma Nis. 08, 2011 8:29 am | |
| Bugün herşey daha zor olucaktı. Emindim. Sisli bir hava.. Umutsuzluklarla dolu bir melez. Cesur olmalıydım. Bunu yapabilirdim. Biliyordum. Ya da bilmiyordum. Emin değildim hiç bir şeyden. Kamp meydanına doğru isteksizce yürüyordum. Kamp meydanı doluydu. Sıraya giren çaylak melezler, nelflerle konuşmaya çalışan satirler.. Sıraya girdim. Sarı saçlarımla oynuyordum. Başım aşağı doğru eğik idi. Yerdeki böcekleri incelemeye dalmıştım ki. Benim önümdeki kızın içeri girdiğini görene dek. Demeter kulübesindeki Mana olduğunu hatırlamıştım. Bekliyordum. Kazanmak ile kazanmamak arasında gidip geliyordum. Ama kazanmalıydım. Bunu yapmalıydım. İçimden kendime cesaret verirken Mana'nın çıktığını gördüm. Yüzünde bir gülümseme vardı . Oradan bir ses bana '' Sıradakii ! '' dediğini işittim. İçeri girdiğimde Athena ayaktaydı. Dişlerim birbirlerine çarpıp tıkırtdırken '' Mer..merhaba Tan..tanrıçam.'' dedim. Kekeliyordum. Kelimler ağzımdan zorla çıkıyor gibiydi. İçimden sürekli olarak Athena'nın neler düşündükleri geçiyordu. Belki de bu kızın burada ne işi vardır gibi şeyler diyordur. Korkak ve ürkek bir melezi kim ne yapabilir ki gibi sorular. Bu soruları kafamdan uzaklaştırmaya çalıştım. Athena '' Neden bu savaşa katılmak istiyorsun Zellana ? '' dedi. Bu soruyu soracağından emindim. Bunun için bir çok kağıt harcamıştım ve kendime en uygun cevabı hazırlamıştım. Heyecanımın yerini kararlılık ve azim almış bir halde sorusuna cevap vermeye hazırlandım ve '' Tanrı veya Tanrıçalar. Onlara inanıyorum. Melez olduğumu bilmeden öncede. Ve eğer ben bir melez olmasaydı bir melezin canımı kurtarması hoşuma giderdi. Tabii bunu bilmesem bile. Şimdi bende bu görevi diğer insanlar için yapıyorum. Belkide beni hiç önemsemeyen ailem için yapıyorum. Bu görevde arkadaşlarımın yanında olmalıyım. Yani bunun olması gerektiğini düşünüyorum tanrıçam.'' dedim. Bu benim hazırladığım cevap değildi belkide ama diğerine göre daha iyi olmuştu. İçimden gelini söylemişim çünkü. Athena gülümsedi ve bana bir kağıt ve kalem uzattı. Şimdi zekamızı konuşturma zamanıydı anlaşılan. Melez olduğumu öğrenmeden önceki hayatımı hatırladım. Sınavlar , kopyalar.. Ama şimdi özgün olma zamanıydı. Matematik sorularında takılmadan yapabilmiştim. Buna ne kadar da şaşırmış olsamda kendimden emindim. Soruları çözmeyi bitirmiştim ki '' Süren doldu.'' dedi. İşte o anda kalbim küt küt atmaya başlamıştım. Bu sınav için ciddi bir efor harcamıştım. Athena bana gülümsedi ve '' Başarılı. Geçtin.'' dedi. Gülümsedi ve '' Şimdi sırada fiziksel sınav var. Ama ben sana eşlik etmiyeceğim. '' dedi. Bunun üzerine kimin geleceğini az çok anlamıştım. Hiç tanışmadığım annem gelicekti. Çadırın fermuarı açıldı ve içeri Amphitrite geldi. Sarı saçları ve mükemmel fiziği ile harika gözünüyordu. Sarılabilirdim. Ama yapmadım. Umutsuzca gülümsedim. Hiç tanışmadığım annem ile tanışma anımızın hep farklı olacağını hayal ederdim. Belki bir plajda yada başka bir ülkede. Ama kesinlikle melez kampında olacağını hayal etmemiştim hiç bir zaman. Zorla gülümsemesi ile bana baktı ve '' Merhaba kızım. Şimdi sıra Fiziksel sınavda.'' dedi. Bunun üzerine yeşilliklerle kaplı bir ormana geldik. Sık ağaçlardan dolayı birbirimizi görmemiz zorlaşıyordu. Bundan olayı Amphitrite'yi gözümden kaçırmamaya çabalıyordum. Bunu yapmak ne kadar zor olsa bile hala onu görebiliyordum. Sık ağaçlarla dolu bir yerden ise boş bir meydana geldik. Ormanın girişine göre burada ağaçlar seyrekti. Bu beni biraz şaşırtmış olsa bile. Sadece gülümseye bildim. Zorla. Elime kılıcımı aldım ve anneme doğru döndüm '' Bunu başarmalıyım.'' dedim. Bana gerçekten içten bir şekilde gülümsedi ve '' Bunu başarabilirsin. Babanda her zaman başarmayı bilirdi. Her zaman istediğini alan bir erkekti.'' dedi. Gülümsedim ve '' Seni almış mesela.'' diye mırıldandım. Duymamasını umuyordum sadece. Bana gülümsedi ve '' Evet. Bu sınavı geçmen gerek sevgili kızım. Ehh,şimdi ne yapacağını anlatmam gerek galiba. Yapman gerekenler basit. Hayatın boyunca en korktuğun şey ile yüz yüze geleceksin. Bu herhangi bir şey olabilir tabii. Canavar olursa sevinirim. İyi düşün kızım.'' dedi. Bu güne kadar en korktuğum şey neydi? Yada diğerlerine göre öldürmeyi en çok istediğim şey neydi? Nemea Aslanı mı ? Medusa mı? yoksa bir minotor mu ? Bunları düşünürken annem bana gülümsedi ve '' Düşünmen zaman alıcak galiba. Ama bizim zamanımız kısıtlı sevgili kızım. Bunun için sana en uygun olarak Minotor'u seçiyorum. Ahh , seni bu çarpışmadan sonra hala hayatta görmek istiyorum. Unutma sana ve diğerlerine ihtiyacımız var.'' dedi. Minotorları pek sevmezdim. Yarı insan yarı boğaydı bu yaratık ! Ve çok güçlüydü. Ama eğer yenebilirsem boynuzlarını ganimet olarak almak baya havalı olacaktı. Bunları düşünmeye dalmışken karşımda kızgın ve asabi bir minotor duruyordu ! Kılıcımı çektim hemen. Hızlı olmalıydım. En önemlisi bunu başarmalıydım. Bunları sürekli olarak düşünürken savaşmaya başlamıştık bile. Güçlü olduğu doğruysa bile pek zeki olduğu söylenemezdi! Sürekli olarak ona kılıcımın tadına baktırıyordum. Yara izleri oluyordu boğaz ve insan bedeninde. Buna rağmen hala ölmüş değildi ! En sonunda bana arkadan sağlam bir vuruş ile metrecelerle sürüklendim. Bunun siniri ile hemen ayağa kalktım ve kılıcımı sıkıca tutarak koştum minotorun boğazını kestim. Hemen boynuzu aldım. Şimdi bir ganimetim daha olmuştu. Annem alkışlayarak yanıma geldi. O sırada ağaçların sık olduğu kesimden Posedion belirdi. Bu üvey babamdı ! Bize yaklaştı ve Amphitrite'ye sarıldı. Bana gülümseyerek '' Ehh bunu söylemek bana düştü herhalde. Sınavı başarıyla geçtin üvey kızım. Şeyy , tebrikler.'' diyebildi sadece. Ormanın sık ağaçlar bölümünden geçerek kamp meydanına vardım. Ama herşey yeni başlıyordu tabii ki de. | |
| | | Kathie Mitchiel Davies Artemis Avcısı/Parti Organizatörü
Mesaj Sayısı : 443 Kayıt tarihi : 20/12/10
| Konu: Geri: Son Savaş --1-- Ptsi Nis. 11, 2011 7:13 am | |
| Bir sürü melez kamp meydanında toplanmıştı.Ben de bu kalabalığın arasına karıştım ve seçmelerin başlamasını bekledim.Çok heyecanlıydım.İlk defa bu kadar zorlu bir sınavdan geçecektim.Yine de bu seçmelere katılmayı göze aldım.Herkesin arasına karıştım ve beklemeye başladım.Tanıdığım bir sürü kişi buradaydı.Ben kimlerin katıldığına bakarken Tanrıça Athena geldi ve konuşmaya başladı “Hepinizin bu savaş katılmak için istekli olduğunu biliyorum! Ama bu savaşta sadece istekli olmak yetmez! Bu savaş dünyanın kaderini belirleyecek! Güçlü,cesur,zeki ve atılgan olmalısınız! Ancak o şekilde gigantların karşısında hayatta kalabilirsiniz” dedi.Bir avcı olarak kendimi bu koşullara uygun görüyordum.Bu nedenle bu görevi çok istiyordum.Tanrıça Athena ''Tamam o zaman başlıyoruz. İlk kim gelecek?'' dedi.Sınav Zack ile başladı.Zack sınavı başarıyla geçtikten sonra Katherine gönüllü oldu.Katherine'den sonra sırasıyla Allen,Yondaime,Theodor,Lucianna,William,Marcus,Tiffany,Anna,Mana ve Zellana sınava girdi.sonunda cesaretimi topladım ve Zellena'dan sonra ''Ben gelebilirim.'' dedim.Tanrıça Athena beni gördüğüne şaşırmış gibiydi.Bu tarz görevlere ek katılmadığımdan haklı sayılırdı.Ben yine de kendimden emin bir şekilde Athena'ya doğru yürüdüm.Bir çadıra girdik.Bu çadır dışarıdan göründüğünden daha da büyüktü.Ne kadar heyecanlı olsam da belli etmemeye çalıştım.''Şimdi bazı küçük(!) testlerden geçiceksin.'' dedi.''Önce bu kağıttaki soruları çöz.'' dedi ve önüme bir kağıt uzattı.Buradaki sorular matematik,geometri,fizik v.b sorulardı.Matematikte oldukça iyiydim.Fizik ve kimyada da iyi sayılırdım.Bu yüzden sınavın bu kısmını geçeceğimi düşünüyordum. ... Kısa bir süre sonra kağıttaki bütün soruları çözdüm.''Bitti.'' dedim ve kendimden emin bir şekilde kağıdı Athena'ya uzattım.Athena kağıda kısa bir süre göz gezdirdikten sonra ''Tebrik ederim,bu kısmı geçtin.'' dedi.Geçtiğim için çok sevinmiştim.Athena sanki düşüncelerimi okumuş gibi ''Ama o kadar sevinme,asıl önemli olan bölüme geldik.'' dedi.O öyle söyleyince yüzümdeki gülümseme kayboldu.Haklıydı çünkü bu bölüm gerçekten zor olacaktı.''Evet ,şimdi uygulamalı olarak yeteneklerini göreceğiz.'' dedi.Bunu söyler söylemez kendimi ormanda buldum.Neler olduğunu anlamadan etrafıma bakmaya başladım.Etrafımdan çeşitli sesler geliyordu.Sesleri takip etmeye çalışsam da hiç bir sonuca varamadım.Birden ağaçların arasından bir şey üzerime atladı.O karışıklıkta cebimden anahtarlık şeklindeki kılıcımı çıkardım.Elime alır almaz kılıca dönüştü.Tamamen kılıca dönüştükten sonra üstümdeki cehennem tazısına sapladım.Eğer hazırlıklı olsaydım onu daha kolay alt edebilirdim.Ama yine de başarılı olmuştum.Bu sefer daha dikkatli davrandım ve elimde kılıcımla hazırda bekledim.Ben ''Sırada ne var?!'' diye düşünürken bir minotorun bana doğru koştuğunu gördüm.Panik yapmamaya çalıştım ve yaklaşmasını bekledim.İyice yaklaştığını düşündükten sonra kılıcımla vurmaya başladım.Bir süre mücadele ettikten sonra kılıcı karnına sapladım ve toz oluşunu izledim.Zaman geçtikçe kendime olan güvenim artıyordu.Ardından karşımda üç tane değişik yaratık gördüm.Hepsi yle kılıcımla savaşmak yerine daha hızlı bir yöntem düşündüm.Kılıcımı bırakıp elime iki ok aldım ve bu iki oku yaratıklara attım.Okların şaşmayacağından emindim.Ve zaten öyle de olmuştu.İki ok da yaratıklara isabet etmişti.Diğer yaratığı da okla vurmaya çalıştım ama o bendeb hızlı davrandı ve aniden kayboldu.Arkamı döndüğümde orada duruyordu.Çok yakında olduğu için okumu bıraktım ve hızlı bir hareketle kılıcımı aldım.Tekrar kılıcımla dövüşmeye başladım.Bu yaratık biraz fazla zorlamıştı ama yine onu öldürmeyi başardım.Onu öldürdükten sonra anlayamadığım bir şekilde kendimi Athena'nın yanında buldum.Gülümsüyordu.''Sandığımdan daha da yetenekliymişsin.Sınavı geçtin.'' dedi.O kadar sevinmiştim ki olduğum yerde gülerek zıplamaya başladım.Sonra nerede olduğumu hatırladım ve kendime gelip ''Teşekkür ederim Tanrıçam.'' dedim.Ve sevinçle çadırdan çıktım. | |
| | | David Tyler Athena'nın Çocuğu/Zeka ve Strateji Eğitmeni
Mesaj Sayısı : 1997 Kayıt tarihi : 17/02/11
| Konu: Geri: Son Savaş --1-- Salı Nis. 19, 2011 2:18 am | |
| Geç kalmıştım sınava hepsi şu lanet saat yüzündendi.Lucy katılmamıza izin vermiyordu ama ben genede katılamaya karar verdim.Giyinmem bir 5 dakikamı aldıktan sonra hemen kulübeden fırladım.Oraya varabildiğimde daha biraz kişi daha olduğunu gördüm.Hemen aralarına geçtim o sırada annem ve artemis avcısı ashley gidiyorlardı.Kimlerin kazandığını merak etmiştim.O yüzden orda duran bir meleze sordum.Bana ''Zack,Allen,Yondaime,Theodor,,William,Marcus,Tiffany,Anna,Mana ve Zellana''nın kazandıklarını söyledi.Şimdi de Ashley gitmişti.Etrafta herkes vardı ama lucy yoktu bu iyi olmuştu.Ashley gelince hemen benim sınava girmem gerekiyordu.Biraz sonra çadırdan çıktılar ve bize doğru geldiler.Annem ''Ashley'de sınavı geçti sırada katılıcak olan kim''? diye sordu.Bir kaç kişi tam çıkıcaktı ki katılmak için onlardan önce davranıp hemen ''Ben çıkarım''. dedim.Annem beni ilk sırada görmemişti bu yüzden ilk bir garipsedi sonra ''Pekala David beni takip et''. dedi.Ve ilerlemeye başladı bende onun arkasından geliyordum.Biraz tedirgenleşmiştim sınav konusunda ama sonra hemen geçti.Çadıra geldik ve çadırı açmadan önce annem ''Neden bu savaşa katılmak istiyorsun''? diye sordu.''Böyle bir savaşta susup beklemem mi düşünülüyor.Bir çok masum insan ölebilir onların haberleri olmadığı bir gerçek yüzünden''. ''Pekala oğlum ama ayrım yapıldığını düşünmesinler diye sana başka bir tanrı yardımcı olucak bol şanslar''. dedi.Ve birden buharlaştı.Başka bir tanrımı kim olabilirdiki.Dionisos olmasında onun kamp müdürü olduğu zamanları duymuştum.Umarım o değildir.Diye düşünüp içeri girdim.İçeride bir kadın vardı.Etraf biraz karanlıktı ışıklar yanınca kadını görebilmiştim.Nefesim kesilmişti böyle bir güzelliğin yanında hemen kim olduğunu anladım bu tanrıça Afrodit'ti.''Saygılar tanrıça Afrodit'' dedim.Konuşmaya başladı.''Athena istediği için burdayım melez hemen işimi halledip gitmeliyim.Şimdi lütfen şu kağıdı al ve cevaplamaya başla''. Böyle konuşması bile insanı büyülüyordu.Hemen kağıt ve kalemi alıp çözmeye başladım.Bu test bir athena çocuğu için hakaret sayılıcak derecede kolay bir testti ama yapmak zorundaydım.Özellikle daha fazla kontrol edemediğimden dolayı soruyu okur okumaz cevaplar zinime gelince daha kolay oluyordu benim için bu sınav bile denemicek şey.Zeka soruları özellikle bir dakika düşünmem bile gerekmiyordu.Test bitince kağıdı afrodite uzattım.Elindeki cevap anahtarı gibi bir şeyle kontrol ettikten sonra ''Aferim melez şimdi ikinci aşamaya geçebiliriz''. İkinci aşama nasıl bir şeydi acaba bunu çok merak etmiştim.Birden elimde ve cebimde bir şeyler hissettim.Bu needle ve rassilondular.Gerek duymadığım için sabah almamıştım yanıma bunları ama bir tehlike olmalıydı ki bunlar cebime ve elime gelmişti.Sonra birden garip bir şey oldu.Daha önce de yapmış olduğum bir olaydı burdan başka bir yere gidiyorduk.Bunu daha önce de yaptığım için fazla etkilenmemiştim.Burası bir arenaydı.ve bir tek ben varım gibi gözüküyordu.Üstüme bakınca üzerimde bir zırh olduğunu fark ettim.Kılıç ve kalkanımı açmam gerektiğini düşündüm.Hemen saatimin düğmesine bastım ve kalkana dönüştü ama rassilon cebimde yoktu çünkü zırh giyiyordum.Sonra yerde yeşilims bir şey gördüm bu kalem şeklinde duran rassilondu hemen alıp açtım.O anda bir yerden kapı sesi geldi.Sonra ise hırlama aman tanrılarım bu bir cehennem tazısıydı en kolay canavarlardan biriydi.Hemen kılıcımla üstüne atlayıp boğazını kestim ve buharlaşmasını izledim.Ama daha sonra bir sürü canavar daha geldi bu tek tek cehennem tazısı yoktu furialar,Hatta iki tane minator ve bunun gibi onlarca canavar.Bunlar gerçek değldi belki ama vuruşları gerçekti kesin.Saldırmaya başladım hepsine önce kolay olan cehennem tazılarını yok ettim sonra bir minatorun bana doğru geldiğini gördüm ve gücümü kullanarak geriye doğru taklalar açtım ve duvara çarptı boynuzunu.Önce bir kere kılıcı sapladım sonra ise boynuzunu kestim ama boynuz buharlaştı.Bu gerçek değildi o yüzden ganimet olarak kalmamıştı sonra ise 2-3 kere daha vurduktan sonra boğazını kestim.Ve tamamen buharlaştı.Kampe vardı ona da saldırmaya başladım bayağı iyi savaşıyordu ama tam ortasından kestim ve buharlaştı birden.Bir kaç tanede drakon vardı bunları yenmem çok kolay olmuştu.Dur bir saniye ileride kerberusu mu gördüm yoksa bana mı öyle geliyordu.Daha dikkatli bakınca bunun kerberus olduğunu iyice anladım onu öldüremeyeceğim kesindi o yüzden kaçmaya başladım.Ama çok hızlıydı ve beni yakaladı.Sonra hedefin ben değil kalkanım olduğunu gördüm.Ve kalkanımı açık kapılardan birine attım ve kerberus da girdi oraya hemen kapıyı kapattım.Geri döndüğümde tekrar kolumda olsa iyi olurdu.Ve son olarak da önüme üç tane kiklop çıktı bunları yok etmek cidden zordu.Sonra kılıcımı düşündüm ve birden kılıç bilgileri zihnime geldi ve üçünün de kafasını kopardım.Sonra birden ortam tekrar değişti ve önümde afrodit vardı.''Aferim genç melez kazandın savaşa gidiceksin'' dedi.Ve dışarı çıktım | |
| | | | Son Savaş --1-- | |
|
Similar topics | |
|
| Bu forumun müsaadesi var: | Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
| |
| |
| |
|